Dünya İmtihanının Matematik Düzeni / Halime Alçay Yaprak

Kardeşime yardım için iş yerine gitmiştim. Yoğun bir iş günüydü. Ve makinelerden biri arızalandı. Arızanın giderilmesi için usta çağrıldı. Tamirattan sonra usta tanıdık olduğundan onu gönderirken kapıya kadar çıktık. Dükkânın önünde bir kedinin çatıdan gelen oluktan su içmeye çalıştığını hep birlikte gördük. O gün ne yağmur ne de oluktan akan bir su vardı. Yani oluk kupkuru idi. Gayriihtiyari içeri girip kediye su vermek için bir kap aradım. Aksilik bu ya, bulamadım. Ama birden personelin bir iş için dükkânda kullandığımız beş litrelik plastik pet şişenin birini ortasından kesip işi bittikten sonra bir köşeye atışı gözümün önüne geldi. Bu arada vakit uzadığı için kedinin gidebilecek olması beni endişelendirdi. Allah’ım ne olur gitmesin diye gönlümden geçirdiğimi hatırlıyorum. O yarım pet şişeyi buldum, suyla doldurup kapının önüne çıkardım. Kedi arkasını dönmüş gidiyordu. Usta kediye seslendi. Meğer normalde onun dükkânının önünde beslediği bir kedi imiş ve ustanın arkasına takılıp gelmiş. Gırgır, hemen yönünü değiştirdi ve suya geldi. İçti, içti, içti… O kadar çok su içti ki içimden susuzluktan yanıp kavrulmuş hayvan diye geçirdim. Bu esnada usta “Şaşkınlıkla izledim abla, ben de gidince karnını doyurayım diye düşünüyordum ama kedi susuzluktan yanıyormuş.” dedi.
Benim şaşkınlığım ise daha farklı idi. İnsan hayatındaki her şeyin birbiriyle ne kadar ilintili olduğunu Allah bana öyle bir gösterdi ki kendimce düşünmeden edemiyordum. Personel ihtiyaç mukabilinde bir pet şişeyi kesti, Rabbim bunu bana gösterdi, attığı yeri anlık gördüm. Sonra makine bozuldu, usta çağrıldı. Ustanın arkasına susuz bir kedi takıldı. Yine Rabbim kedinin kuru oluktan su içmeye çalıştığını gösterdi. Ve bizim bu gördüğümüze vereceğimiz tepkiyi bize bıraktı. Ya gördüğümüze rağmen umursamayacaktık ya da gerekeni yapacaktık. Velhasıl kedinin susuzluğunu Allah birbirine bağlantılı fiillerle giderdi. O susuzluğun giderilmesine şahsım vesile olmasa idi, başka bir vesile ile kedinin susuzluğu yine giderilecekti. Ya bir başkası ya da bir su birikintisi ile illa susuzluk son bulacaktı.
Aslında insanın hayatı böyle imtihanlarla dopdolu ilerliyor. Benim, Gırgır ile imtihanım her gün yaşayabileceğim bir şey değildi. Sıradanlaşmamıştı. Mesela, sabah uyanırsınız, sağlıklısınızdır, sevdikleriniz hayattadır, bir afete muhatap olmamışsınızdır, malınıza zarar gelmemiştir. Önceki günlerinizde böyle olduğu için şükürle sınandığınızı fark etmezsiniz bile.
O yüzden oradaki imtihanı ve imtihanın matematik düzenini daha net gördüm. Öyle ya kâinattaki intizam gibi, fark etsek de etmeksek de bizim yaşadığımız her şeyin de bir nizamı var. Dünya imtihanının matematik düzeni var.
Matematikte işlemde hata yaparsanız sonuç doğru olmaz. Hele bu hata bir problem çözümünde yapılıyorsa tıkanıp kalır, sonuca ulaşamazsınız. Onun gibi doğru tavır ile imtihanımızı karşılamazsak onda da sonuç başarısızlık oluyor veya farklılık kazanıyor.
Biz bu dünyaya ‘KUL’ olarak geldik ve ‘KULLUĞUN’ her aşaması bizim karşımıza imtihan olarak çıkıyor. Hayatın keşmekeşine aldanıp bu dünyaya geliş maksadımızın imtihan olduğunu unuttuğumuz zamanlarda, asıl olan sanki dünya imiş duygusuna kapıldığımızda doğru tavrı sergileyemiyoruz. Davranışlarımızı sabır, şükür, teslimiyet, tevekkül, gayret ile markalaştırdığımızda ancak imtihanda başarı elde etmek mümkün. Aksi mümkün değil. Mümkün olmadığını peygamberlere, veliyullaha, sadıklara baktığımızda görüyoruz zaten. Onların tecrübeleri, duruşları bizim mihmandarımız.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş. Sevdiklerinin, evlatlarının vefatı ile imtihan olmuş. Hicrete zorlanmış. Ömrü boyunca adeta imtihanlar silsilesi yaşamış. Çokça sabretmiş. Ama severek sabretmiş. Hz. Yusuf’un kardeşlerinin ihaneti onu farklı mecralara götürmüş. Hz. Musa’nın firavun ile imtihanı zalimin karşısındaki haklı duruşu hepimizin malumu. Hz İbrahim’e verilen evladını kurban et emri ne kadar çetin bir imtihan. Buram buram teslimiyet kokuyor. Ya ateşe atılması?
Açıkçası insanın kendi şahsına münhasır imtihanında değişikler olsa da öz aynı. Hz. Âdem’den bu zamana aynı idi. Bu zamandan kıyamete değin aynı olacak. Mallar ile, akrabalar ile, can ile, varlıkla, yoklukla, korkuyla… imtihan olunacağız.
Doğru tavır ile karşılanan imtihan, ne kadar farklı isimler alsa da ahlakımızı, maneviyatımızı, Allah’a yakınlığımızı değiştirir; karakterimizi şekillendirir. Ve sonunda nimetlerden sorguya çekileceğimiz gün geldiğinde Allah’ın izniyle yüzümüzü ak eder. Ümidimiz o yönde.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), insan ve onun imtihan gerçeğini ashabıyla birlikte iken yere bir dörtgen çizerek gösterdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu:
“Şu insan, şu da onu kuşatan (veya kuşatmış olan) ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.” (Buhârî, Rikak 4.)
Yani ömrün her anı imtihan demek, biz ne kadar imtihandan hoşlanmasak da durum bu. Hoşlanmayız çünkü onda nefse ağır gelen şeyler vardır. Biz ibadetlerle, haramdan sakınmakla, bela ve musibetlerle, verilen nimetlere şükürle imtihan oluruz. Allah’a kul olmaya talip olanın samimiyeti, muhabbeti elbette ki sınanacaktır. Araf Suresi 168. ayette “Kötülükleri terk edip hakka dönmeleri için biz onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.” buyruluyor.
Evet, imtihanlar bizim mihenk taşımız. Allah bizim ne olduğumuzu bildiği halde bizi imtihana tabi tutar ki biz kendimizi bilelim. Şeytan da kendini çekildiği imtihan ile öğrenmişti. Aynı imtihana meleklerde tabi tutuldu. Melekler tabi oldukları imtihan hakkında soru sorsalar da emre uydular. Ama şeytan emre uymadı. Uymadığı gibi Allah Teâlâ’yı suçladı.
Şeytanın inanması yetmedi. İmtihan olundu, kaybetti. Yeryüzünde Yaratıcı’nın halifesi olan insan imtihan edilmez mi? Ankebut Suresi 2. ayette “İnsanlar, ‘İnandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” buyruluyor. Ona olan sadakatimiz elbette sınanacak. Ki sınanmamız Allah’ın ihsan ve lütfudur aynı zamanda. Örneğin, Firavun’un başı dahi ağrımamıştır. Sonunu hepimiz biliyoruz.
Son olarak imtihanın nasıl bir lütuf olduğunu açıklayan bir hadise göz atalım. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir kula Allah tarafından bir makam takdir edilir, fakat o kul ameliyle oraya ulaşamazsa Allah Teâla onu bedeni, ailesi ve malıyla imtihan eder. Sonra da daha önce takdir edilen makama ulaşması için onu bunlara karşı sabırlı kılar.” (Câmiü’s-sağîr: 669)
Allah’a emanet olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir