İsterseniz sohbetimize tekke musikisi nedir, diyerek başlayalım.
Dini musikinin cezbedici, Allah’a yaklaştırıcı, ruhu temizleyici, insanı terbiye edici özellikleri vardır. Dini musikimizde birçok repertuara sahip olan ilahi formunda eserler vardır. İnsanların duygularını dile getiren ilahi güftelerinin konusunu; Allah’a niyaz etmek ve onun güzel isimlerini zikretmek, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in güzel vasıflarını söylemek ve ondan şefaat dilemek oluşturur. Güfteler; cami ilahileri, zikir ilahileri, tesbih ilahileri, şugul, nefes ve kameri aylara mahsus ilahiler diye bölümlere ayrılır. Geleneksel müziğimizin İslamiyet ile birlikte gelişen formuna; dini müzik, tekke müziği, tasavvuf müziği gibi isimler verilir. Tekkelerde, her tarikatın kendine mahsus zikir şekli vardır. Bazı günlerde yapılan bu zikirlere umumi manâda “halka zikri” veya “Devran” denilir.
İlk defa tasavvuf müziği ile ne zaman tanıştınız?
İlk defa 1984’te Bereketzâde Medresesinde Kasım Yağcıoğlu Efendi’nin yanında Türk Tasavvuf Müziği ile tanıştım.
Sizin Türk Sanat Musikisine, Türk Tasavvuf Musikisine daha önceden de ilginiz alakanız var mıydı?
Urfalı olduğumuzdan olsa gerek küçüklüğümden beri müziğe aşinalığım var. İlk olarak Bereketzâde’ye gittiğimde Kasım Efendi dedi ki: “Nerelisin?” Ben de “Urfalıyım” dedim. “O zaman bir tane oku da sesine bir bakalım.” dedi. Tabi biz daha o zaman yeni gittiğimiz için ilahiden bihaberdik. Dedim ki: “Efendim bir şarkı söyleyeyim o zaman.” ve Zeki Müren’den bir şarkı söylemiştim. Kasım Efendi bana “Sen ne yapıyorsun?” demedi dinledi ve beğendiğini söyledi. İşte büyüklerin hali bir başka oluyor. İlk defa giden bir kişiden şarkı dinliyor ve onu rencide etmiyor. Ne kadar güzel değil mi efendim… Bana “Sen ne okuyorsun be adam!” dese bir daha gelmem belki de değil mi?
Tabi orada musiki bilen insanlar var. Onlar ilahi okurken yanlarına sokula sokula, onlarla beraber talim yapa yapa biz de öğrendik. Onlar bizi benimsedi, bizi sevdirdiler. Derken ilahiye de girmiş olduk. Dergâhlar gönüle giren kapılardır. Orada menfaat yoktur, olmaması gerekir. Yani ben profesyonel değilim, böyle bir iddiam da yok zaten. Ben manevi hayatımı düzene sokmak için böyle bir kapıya gittim. Beni orada aldılar yanlarına oturttular. Dışarıda kim yapar bunu. Meccanen günler, aylar ve yıllar boyunca bir insanla ilgileniyorlar. Sizin anlayacağınız sanatsal bir kaygı da yok. Tasavvuf hayatında sanat bir gaye değildir.
Tasavvuf müziğinde kullanılan müzik aletlerinden de bahseder misiniz?
Özellikle vazgeçilmez olan ‘bendir’dir. Dergâhlarda bendir denilir; şayet siz def derseniz yanlışlıkla, bu hoş karşılanmaz. Kasım Efendi, def diyenlere şöyle der: “Oğlum deri aynı deri. Dergâhta çalarsan bendir olur Allah zikri yapılır. Şayet dışarıda olursa def olur ayı oynatılır.” Bendir kutsal değildir ama dergâhlarda insana saygı, eşyaya da saygı vardır. Belki de eşyaya gösterilen saygı insanın eğitimi içindir. Dergâhlar insanların nefislerinin eğitildiği yerlerdir. Bilmeyen anlamaz bu işlerden, sonra der ki “Def’e saygı mı olur?” Sen babana bile saygı göstermiyorsun Bendir’e saygı sende ne gezer. Ayrıca Kudüm, Ney gibi sazlar da dini musikide kullanılır.
Tasavvufta bazı duygulu olayları anlatan mersiyeler vardır. Mersiyeler hakkında bize bilgi verir misiniz?
Esasında mersiyeler, bir ölüm halinde duyulan üzüntüyü ifade eden manzumelere denir. Ancak, bu kelime tek başına söylendiği zaman, Muharrem’in onuncu günü Kerbela’da şehid edilen Hz. Hüseyin hakkında yazılan manzumeler anlaşılır. Bildiğiniz gibi bu elim olay tekkelerde ilahi tarzında icra edilir. Bu esnada olayın duygu transferi gerçekleşir. Siz Kerbela olayını okuyunca üzülürsünüz ama bir Kerbela ilahisi dinleyince yüreğinizde o acıyı hissedersiniz, tekke musikisinin bu farkı vardır.
Tasavvuf müziğinde Peygamber Efendimiz’in anıldığı Naatlar ayrı bir yer tutar. Bu konuda neler söylersiniz?
Naat, Efendimiz’e olan hayranlığın anlatıldığı, onun övüldüğü şiirlerdir ve insanı duygulandırır. Aynı zamanda Naat, Peygamberimiz’in güzel vasıflarını bildiren ve çeşitli makamlarda bestelenmiş dini musiki eserleridir. Camilerde, Cuma ve bayram namazlarından önce tilavet edilen Kur’an-ı Kerim’in ardından, tekkelerde ise Kelime-i Tevhid ile İsm-i Celâl arasında okunur.
Tabi dergâhlarda ilahiler olmazsa olmaz. İlahiler insanları aynı zamanda duygulandırıyor.
İlahiler zikirle beraber de söyleniyor. Ben ilahileri zikirlerin bir parçası olmuş görüyorum. Tasavvuf musikisi nefes ile, dokunuş ile, ritim ile icra edilir; sonu olmayan sürekli bir kurgu içerisinde örülür. İlahiler insanı alıp götürüyor, biraz daha maneviyata, düşünceye, duygusallığa yaklaştırıyor. İnsan ilahinin manevi atmosferine kapılıp maneviyat deryasına dalıyor. Sadece zikir belki insana ağır gelebilir ama ilahiyle beraber hem gönlüne hitap ediyor hem de ibadetini yapmasına biraz daha akıcılık sağlıyor. İlahiler insanı duygulandırıyor, bazen de neşelendiriyor. Gelenler hoş vakit geçirince biraz daha oturalım, biraz daha vakit geçirelim der ki bunda ilahinin katkısı olduğunu düşünüyorum.
Bazı ilahiler var ki insanı coşturur. Bununla beraber duygusal ilahiler var, hüzünlendiren ilahiler var, ölümle ilgili ilahiler var. Mesela adam hacca gidememiş, hacla ilgili ilahiler var. Ramazanla ilgili ilahiler var…
Bu ilahiler, durak ilahisi dediğimiz, çay içerken derviş dinlenirken okunan ilahilerdir. Aksak şekilde okunan ilahiler vardır ve bir de yörük vardır. Yani biraz hızlı, koştururcasına okunur ki onları zikir halkasında okuruz. Bu ilahiler dervişi ahenge sokar, daha coşkulu olur. Tekkelerde yapılan zikirde, Kelime-i Tevhid’den sonra bir ara verilir. İşte bu arada biraz da dinlenmek için olsa gerek, muhtelif makamlardan, serbest vezinle bestelenmiş tasavvufî güfteleri okuruz.
Herkesin sevdiği ilahiler farklıdır. Siz en çok hangi ilahileri seviyorsunuz, hangi ilahiyi okumaktan zevk alıyorsunuz.
Bir insanın hayatında yaşadıklarını anlatıyor ve insan dinlerken kendini bir gözden geçirmiş oluyor, bir muhasebe yapmış alıyor: “Geldi geçti ömrüm boşa / Allah’a kul olamadım / Uydum nefse, o şeytana / Mevla’ya kul olamadım…” Bir pişmanlık duygusu ve ben ne yapıyorum diye insan muhasebe yapıyor. “Akıtmadı gözden yaşı / Koymadı secdeye başı / Aldattı dünya telaşı / Allah’a kul olamadım…” Bu, her insanın başından geçen bir dönemdir.
Medine ile alakalı ilahiler vardır, nefsle alakalı ilahiler vardır. Herkesin ruhuna dokunan ilahiler farklıdır. Onları dinlemek daha çok hoşuna gider. Kendi günahlarına hüzünlenir, muhasebeye çeker kendisini…
Hz. Yunus’tan;
Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın?
Göçtü kervan kaldık dağlar başında.
Çağrışır tellallar inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.
Kimi ilahiler ölümden bahseder. Bazı insanlar da bu tür ilahilerden etkilenir. Çünkü annesini babasını kaybetmiştir, belki de şeyhini kaybetmiştir…
Dertli ne ağlayıp gezersin burada?
Ağlatırsa Mevlam yine güldürür.
Nice dertli kondu göçtü burada,
Ağlatırsa Mevlam yine güldürür.
Hacca gitmek isteyen, umreye gitmek isteyen, Mekke Medine ilahilerini duyunca hüzünlenir. Gidemediğinden dolayı yanar, dinlerken de ağlar, için için…
Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Şefaat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin çok güzel bir eseri var:
Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm?
Derdü gam ile doldu bu gönlüm.
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm,
Yanmada derman buldu bu gönlüm.
Hacı Bayram Veli Hazretleri, gönlünde iç dünyasında meydana gelen değişikliği anlatıyor. Akıl düşünme, gönül sevme yeridir.Onun kutsal gönlü Mevlasının aşkına tutulmuş o aşk ile yanmakta; sevdiği Mevlasının derdiyle, iç alemi ile meşgul olmaktadır. Buradaki dert, sevgiliden ayrı kalmanın verdiği acıdır. Allah’a en çok aşık olanlar O’nu en çok sevenlerdir.
Zekai Dede Efendi’nin ilahileri var. Sadece Dede Efendi olarak bilinir ve Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin öğrencisidir. Klasik Türk Musikisi’nin Osmanlı dönemindeki son büyük bestekârı kabul edilir. Pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Türk Tasavvuf Müziği’nin repertuarını günümüze aktarmasından dolayı önemlidir. Önemli eserleri arasında “Hisar-Bûselik”, “Şehnaz-Bûselik”, “Hicazkâr” fasılları, “Ferahnâk Beste”, “Acem-Aşîrân Beste”, “Sûz-i Dil Semaî” ve Mevlevî Ayinleri yer alır.
İhvan dinlenirken hangi ilahiyi söylemeyi tercih edersiniz?
İhvan dinlenirken “geldi geçti ömrüm boşa” ilahisini okuyoruz, çok da beğeniyorlar. Ardından “ağlaya ağlaya” okuyoruz. Sonra “karanlık gökyüzünde yıldızlar sen misali” vb. sevilen ilahilerimiz var.
Zikirlerde hangi ilahiler okunuyor?
Öncelikle, zikirlerde ilahiler yavaş tempoda başlar, hızlı yürümeyen ilahileri okuruz. İki üç ilahiden sonra hızı biraz artırıyoruz, zakiri de gözetleyerek. ‘Zakir başı’ ilahi okuyanlardır, zikrin hızını zakir başı belirler.
Halveti zikirleri mevlit ağzıyla olmuyor, dergâh üslubuyla okunması gerekiyor. Başka zaman dinlesen çok güzel bir ilahi olabilir, adamın sesi de güzeldir ama zikre gitmeyen bir ilahi, zikrin ahengini bozar.
Dışarıda ilahi okuyan biri dergâh usulünde iyi olmayabilir mi diyorsunuz? Dergâh ilahilerinin kendine göre ritimleri biraz daha farklı mı?
Dergâh ilahilerinin püf noktası zikirle beraber yürümesidir. Öyle ilahiler duyuyoruz ki arabesk şeklinde, türkü tarzında yapılmış. Bu ilahiler eşliğinde zikir olmaz.
Türk Sanat Musikisi’ne olan ilginizi de biliyoruz…
Evet, Türk Sanat Müziği’ni çok seviyorum. Kulağa hoş gelen veya bir şeyleri izah edebilen Türk Sanat Müziği şarkılarını kendime göre repertuar yaptım, repertuarımda otuz kırk şarkı var. Dostlarımız da seviyorlar, okumamızı istiyorlar, çok beğeniyorlar.
Oğlunuz İsmail Bey profesyonel olarak eğitim alıyor mu?
Ben müzik eğitimi almadım, bunu bir merak üstüne yapıyorum ama evladımın bunu profesyonel olarak yapmasını düşündüm. Şu anda Üsküdar Musiki Cemiyetinde profesyonel eğitim alıyor. Dergâhta Cahit Hoca eşliğinde ilahi okuyor, alt yapısını böyle oluşturuyor. Bir de ney dersi alıyor, ney’i de güzel üflüyor.
İlahiler iç muhasebe yapmayı da kolaylaştırıyor; müzik insanı duygulandırıyor, kalbini yumuşatıyor. Öyle ki insan oturduğu yerde muhasebe yapsa aynı tesir olmayabilir. Bir de zikirlerde önemli bir nokta var. Bir kişinin tek başına hüzünlenebilmesi, duygulanabilmesi zordur; ama zikirde iki yüz üç yüz kişinin aynı duyguları paylaştığı bir ortamda çok fazla feyz alıyor insan değil mi?
Allah’ın rahmeti iniyor, insanın içi ferahlıyor, etrafına baktığında güzel pencereden baktığını hissediyorsun, güzellikler görmeye çalışıyorsun, kimseyi kırmamaya çalışıyorsun. Bir şekilde yumuşatılmış bir hale geliyorsun, nefsine karşı nedamet duyuyorsun. Bu hallerin dergâhlarda olduğuna inanıyorum. Her yerde olamaz mı, diye sorulabilir. Diyelim ki camiye girdin ve camide namazını kılıyorsun. Namaz kıldıktan sonra orada oturup sohbet edecek değilsin, çıkıp gidiyorsun, vazifeni yaptın… Camide bu anlatmış olduklarımızı yaşatan bir ortam yok maalesef. Yanlış anlaşılmasın; camilerde paylaşım azaldı, dostluklar azaldı. İnsanların dertlerine merhem olacak, insanların dertlerini dinleyecek birileri yok. Neticede Bereketzâde de bir cami ama aynı zamanda bir eğitim yeri. İnsana dair tasavvuf konusu işleniyor, musiki işleniyor, Arapça kursları oluyor, keşke sayıları daha çok artsa. Bereketzâde’de insanların halleri soruluyor, sağlığı sıhhati nasıl, efendim başına bir iş mi gelmiş vs. gibi arkadaşların birbirinden malumatı oluyor. Keşke bu, camilerde de yapılmış olsa… Susun aman ses yapmayın! Burası konuşulacak yer değil, iş yeri değil, pazar değil vb. sözlerle insanlar camileri sadece namaz kılma yeri gibi kullanıyor. Eskiden camilerde, kimin ne derdi var herkes birbirinden haberdar olurdu.
Zaten adı üzerinde “cami”; cem olma, toplanma, bir araya gelme yeridir. Yani Osmanlı zamanında cemaatten birisi eksik olduğunda; bu kişi bir önceki vakit gelmedi, ondan önceki vakit de gelmedi, bu zatı bir arayalım halini soralım, başına bir hal mi geldi, diye sorarlardı. Şimdi camiye gidiyoruz, gelmişler mi gelmemişler mi kimse kimseye bakmıyor. Fatiha’yı okuduk mu koşarak ayakkabıyı alıyor madalya takacaklarmış gibi vınn… Hemen dışarı kaçıyoruz ve kimin ne yaptığından ne ettiğinden hiçbir şeyden haberimiz yok.
Dergâhların gayesi insanı insan yapmaktır. İnsanın eğitildiği, insanın törpülendiği yer dergâhtır. Bir dergâha varmak lazım. Allah’ın (cc) yolu, Peygamberimiz’in (sav) yolu olduktan sonra doğru yoldur, hangi meşrep olursa olsun hiç önemli değil. Hepimiz kardeşiz, hepimiz Müslümanız, hepimizin tek Allah’ı var.
Peki günümüzde ‘yeşil pop’ veya arabesk tarzı ilahiler diye tabir edilen ilahileri nasıl buluyorsunuz?
Bu konuyu dışarıdan birkaç defa etüt ettiğim oldu. Bazıları “Bizim eski alışkanlıklarımız var, şarkı dinliyoruz. Biz şarkı dinleyeceğimize, şarkıdan bozma arabesk tarzı ilahileri dinlesek olmaz mı?” diyorlar. Onların açısından bakarsan zaten bir sanat gayesi yok. “İçinde bazen küfür sözler bile olan arabeskleri dinleyeceğime, hiç olmazsa Allah’ı hatırlatan ilahileri dinliyorum.” diyorlar. Onlar için olur mu olur. Ama bizim için asla olmaz, çünkü işimize yaramaz. O ilahiyi dergâhta okuyup da ben bununla zikir yapacağım dersen herkes sana güler.
Sohbetiniz için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
çok hoş bir sohbet olmuş Allah emeği geçenlerden eyüp kardeşimizden razı olsun