
Özellikle popüler kültürün üzerimize bir dayatması var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna alternatif, hem kültürümüze hem insanlığımıza hem gençlerimize yönelik yapıcı programlar yapılabilir mi?
Popüler kültür dediğimiz şey, modern dünyanın, yaşadığımız çağın, insan üzerinde tahribata yol açan en önemli birkaç başlığından biri. Popüler kültür aslında tüketim toplumunun, tüketim ekonomisinin vazgeçilmez bir paradigması, vazgeçilmez bir enstrümanı. Bütün dünya giderek her şeyin satıldığı ve her şeyin satın alınması gerektiğine insanların inandırıldığı bir dönemden geçiyor. Böylesine dayatmacı bir dünyanın içinde popüler kültür kaçınılmaz olarak çok önemli bir yer işgal ediyor. Çünkü neredeyse var olan her şeyin bir fiyatının olduğu, var olan her şeye satın alınarak ulaşılabileceği gibi bir zihniyet hepimizin karşısına her gün çıkarılıyor. Bunun da taşıyıcı unsuru kültür ve popüler kültür. Popüler kültürün de kendine göre belli araçları var. Öncelikle kitle iletişim araçları televizyon, gazeteler, radyolar vb. Ondan sonra da sanat kollarıyla ve diğer enstrümanlarıyla bizim karşımıza, sürekli olarak her şeyi satın almak için daha çok kazanmak, daha çok kazanmak için daha çok üretmek, daha çok tüketmek gibi böyle bir kısır döngüyü çıkarıyorlar. Bu, dünyanın her yerinde böyle; sadece Türkiye’ye mahsus bir rahatsızlık, bir hastalık değil. En gelişmemiş ülkelerde de benzer durum söz konusu, oranın ölçülerine göre en gelişmiş kabul edilen (ne demekse o gelişmişlik) o ülkelerde de aynı şey söz konusu. Burada aslolan insanın hem birey olarak hem “cemaat” olarak, yapı olarak, kurumlar olarak dikkat etmesi gereken; popüler kültür karşısında hem dikkatli davranmak hem de alınacak tavırları belirlemek olsa gerek. Tabi ki fert olarak yapılacak şeyler sınırlı. Mesela bizim inancımızda günahtan kaçınma dediğimiz şeyle bundan olabildiğince uzak durmaya ne kadar çalışsanız da yaşadığınız hayatın şartları gereği ister istemez o kültürün içinde siz de yoğruluyorsunuz. O zaman iş, daha fazla hem gruplara, aileye mesela okullara, ekollere, cemaatlere, onun yanı sıra da bu konuda hassasiyeti olduğunu iddia eden dergilere, gazetelere, radyolara, televizyonlara düşüyor. Çünkü sonuçta, artık biz hepimiz insan olarak öncelikle televizyon olmak üzere kitle iletişim araçlarından fazlaca etkileniyoruz. Ki Türkiye bu konuda en bahtsız ülkelerden biri… Dünyada ABD’den sonra, sayısal olarak en çok özel televizyonu olan ikinci ülkeyiz. Yine ABD’den sonra, günlük televizyon izleme ortalamasında ikinci ülkeyiz. Yine ABD’den sonra, televizyondan izlediklerinden en çok etkilenerek satın alan ikinci ülkeyiz. Bunlar hep yapılan istatistiklerin sonuçları. Dolayısıyla biz zaten bu tür dış etkilere yani popüler kültürün etkilerine çok açık bir toplumuz. O yüzden bir kat daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Örneğin Avrupa’da, Almanya’da, İngiltere’de yani Avrupa’nın aslında muhafazakâr ülkelerinde bizdekinin onda biri kadar bile özel televizyon yok. Neler var? Kablolu yayınlar var, paralı kanallar var daha doğrusu. Bizde ise öyle değil ve radyolarda da benzer durum söz konusu. Bu konuda kendini özellikle hassas hisseden ya da bir sözü olduğunu hisseden yazarların, çizerlerin, programcıların, sosyal bilimcilerin mutlaka ve mutlaka hem ellerini taşın altına koymaları gerekiyor hem de birbirleriyle iletişim halinde oluşturacakları karşı tezin gücünü artırmaları gerekiyor. Çünkü artık iletişim de en az popüler kültür kadar bizim hayatımızda çok büyük bir güce ve öneme sahip. O nedenle insanların böyle birbirinden ayrı ayrı farklı yerlerde doğru şeyleri söylemeleri, belki devam edebilirler ama aynı zamanda da birbirlerine de mutlaka omuz vermeleri, el vermeleri gerekiyor.
Belirli konularda bir araya gelebiliyor.
Tabi, artık öyle bir dünya. Mesela şöyle söyleyeyim: Gençlik yıllarımızda, 80’lerde çok küçük detaylar sebebiyle bile bir takım ayrılıklar oluşabiliyordu. Belki o zamanın şartları öyleydi ama bugün artık oralara bakmamak lazım, büyük fotoğrafa bakmak lazım. O büyük fotoğrafı kurtarabilmek için temel gereklerde ya da temel kabullerde uzlaşılabiliyorsa ondan sonrasını çok aramamak lazım. Çünkü hakikaten ciddi bir erozyon söz konusu. Burada en büyük problem, Türkiye aynı zamanda dünyanın en genç nüfuslarından birine sahip. Çok gencimiz var ve denetimsiz bir popüler kültür ile karşı karşıya bırakıyoruz onları. İş sadece anne, baba, abi, ablanın tavsiyeleriyle çözülebilecek yeri aştı. Yine dünyada cep telefonunun en düşük yaşta satın alındığı ya birinci ya da ikinci ülkeyiz. Bunlar çok acı şeyler, yani hakikaten acı tablolar. Çünkü o cep telefonu dediğiniz şeyi sadece nasılsın, neredesin diyerek iletişim aracı olarak kullanmıyoruz. Mesajlar, twitterlar, facebooklar gibi popüler kültürün bütün enstrümanları, bir bombardıman şeklinde ve denetimsiz şekilde, filtresiz şekilde, genç beyinlerin, zihinlerin karşısına çıktığı bir şeye dönüşüyor.
Devamı Gönül Dergisi 2.Sayımızda
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

