Cansu Canan Özgen Hanımefendi’yle birlikte hazırladığınız “Osmanlı’nın Şifreleri” adlı kitabınız tarih sevdalılarının beğenisini kazandı ve ilgiyle okunanlar arasında yerini aldı. Öncelikle kitabın isminden başlayalım, neden “şifreler” kelimesini kullanmak istediniz?
Aslında kitaba “Şifreler” ismini verirken kastettiğimiz şey şuydu: Bakıp da göremediklerimiz, bildiğimizi sandığımız fakat bilemediklerimizi anlatmak. Mesela, Anadolu’daki en küçük beylik Osmanoğulları. Karamanoğulları çok güçlü. Germiyanoğulları çok zengin. Bakıyorsunuz, Candaroğulları’nın limanları var. Menteşeoğulları’nın gemileri, donanmaları var. Yani bunların aralarında hayat hakkı noktasında en sıkıntılı, en zayıf, kimsenin dönüp bakmadığı Osmanoğulları. Nasıl bir payeye erişti? Hani Mukaddime’nin yazarı İbni Haldun’un da böyle bir tezi var ya: “Devletler, insanlar gibidir. Doğar, büyür, güçlenir, yaşlanır ve ölürler.” Osmanlı’yı büyük yapan şifreleri, bilinmezleri, görünmezleri görebilir ve bilir hâle gelebilirsek hem kendi şahsımızı hem de kendi ortamımızı, toplumumuzu, devletimizi daha güçlü hâle getirebiliriz.
AKRABALIK BAĞLARIYLA KURULAN İTTİFAKLAR
Anadolu beyliklerinin hepsinin kendine ait bir alt yapısı, kendine özgü özellikleri varken Osmanlı zayıf, güçsüz bir beylik ama çok hızlı yükseliyor. Anadolu’nun bu zor siyasî coğrafyasında Osmanlı’nın filizlenmesi ve yükselmesini sağlayan “Kuruluş Şifreleri” nelerdi?
Osmanlı, tevazu ile başka beyliklere ait kabiliyetleri kendi bünyesinde birleştirmeyi bilmişti. Mesela, Osmanlı’ya ilk katılan beyliklerden Karesioğulları (Balıkesir). Bir parantez açıp şunu belirtmek istiyorum: Balıkesir, sonradan uydurulmuş bir isimdir. Bu uyduruk isimleri sevmiyorum. İran Kisra’sı, Bali Kisra’dan gelmiş. Düne kadar Karesi vilayeti idi. Bence yine adı Karesi olmalı.
Karesi Beyliği bünyesinde Hacı İlbey ve Evrenos Bey, Orhan Gazi döneminde Osmanoğulları’na katılıyorlar. Osmanlı onlara kesinlikle hor gözle bakmıyor, onları alıyor ve bünyesinde istihdam ediyor. Böyle çok örnek var. O beylikler Osmanlı’ya zenginlikleriyle beraber katılıyorlar. Mesela, Yıldırım Bayezid, Germiyan Bey’in kızı Devlet Hatun’la evleniyor. Evlendiğinde Kütahya, Emet, Tavşanlı gibi topraklar çeyiz olarak geliyor. Yıldırım Bayezid, oraları aldığında Germiyanoğulları’nın o günkü en önemli merkezine Kütahya Ulu Camii’ni yaptırıyor.
Bergama alındığında Yıldırım Bayezid, Bergama Ulu Camii’ni yaptırıyor. Eserler adım adım veriliyor ve o insanlar da devlete kanalize ediliyor; hiçbir zaman küstürülmüyor. Ali Kuşçu gibi bir adam Osmanlı’ya dâhil oluyor.
Mesela Dulkadiroğulları, Osmanoğulları’na çok uzak bir beylik olmasına rağmen bu beylikten çok defa kız alıp veriyorlar. Örnek verecek olursak Yavuz Sultan Selim’in annesi, II. Beyazid’in eşi Gülbahar Hatun, Dulkadir Beyi Alâuddevle’nin kızıdır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Elbistan’dan gelin gelmiş II. Selim ile evlenmiş ve Yavuz Sultan Selim’i dünyaya getirmiştir.
Çelebi Mehmet, kızını Karaman Beyi Tacüddin İbrahim Bey ile evlendirmiştir. Aynı Çelebi Mehmet, Anadolu’nun güçlü beyliklerinden biri olan İsfandiyaroğulları ile bağları güçlendirmek için iki kızını İsfandiyar Bey’in iki oğluyla evlendiriyor ve İsfandiyar Bey’in kızı Hüma Hatun’u da kendi oğlu II. Murad’a alıyor. Hüma Hatun gelecekte Fatih Sultan Mehmet’i dünyaya getiriyor.
Osmanoğulları Anadolu’daki değerli insanları bünyesine katarak kendine mâl etmiştir. Örneğin Karamanoğulları çok savaşçı, yerlerinde duramıyorlar. Osmanlı, Karamanoğulları’nı Balkanlara sevk ediyor. Karamanoğulları, Balkanların İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde büyük hizmetler eda ediyor.
İstanbul’un bir semtine niye Çarşamba diyoruz? Karadeniz’den Çarşambalılar getiriliyor, İstanbul Çarşamba’da ikamet ettiriliyor. Başka bir semte Aksaray diyoruz; çünkü Aksaray’dan Karamanoğulları’nın bir kısmı İstanbul’a getiriliyor, Aksaray’a yerleştiriliyor. Karamanoğulları’ndan çok ciddi kabiliyetler getiriliyor.
İstanbul zamanla “Müslümanların, İslamiyet’in çok olduğu şehir” anlamına gelen “İslambol” ismiyle şerefleniyor.
EN LİYAKATLİ OLAN BAŞA GETİRİLİYORDU
Osmanlı’yı büyük yapan belki de en büyük detaylardan birisi şudur: Güçlü olan değil, elinde silah olan değil, sesini en fazla yükselten değil; en liyakatli olan yani kabiliyetli olan başa getiriliyordu. Biz bunu Osman Gazi’de, Orhan Gazi’de, I. Murad’da çok net bir şekilde görüyoruz. Onun için yıldızları parlıyordu. Osman Gazi’nin bir sürü ağabeyi vardı ama Ertuğrul Gazi’nin vefat döneminde en kabiliyetlimiz, en güçlümüzdür deyip Osman Gazi’nin önünde hepsi el pençe divan durabilmişlerdi. Osman Gazi, en küçük çocuk olmasına rağmen başa geçirildiği gibi, aynısını Orhan Gazi’de de görüyoruz. Orhan Gazi, Osman Gazi’nin en büyük çocuğu değildi.
“KARDEŞİM, BABAMIZA BİR ŞEY OLURSA BAŞA SEN GEÇ”
Bursa’da Osman Gazi’nin Tophane sırtlarındaki türbesine herkes gitmiştir. Bu türbeyi ziyaret eden 1.000 kişi varsa belki 1 tanesi bu anlattığımızı ya biliyordur ya bilmiyordur. İşte, şifreler derken kastettiğimiz buydu. Yani bu türbeyi biliyor muyuz? Hepimiz biliyoruz. Osman Gazi’nin Bursa’daki türbesinde içeriye girer girmez baştan ikinci sarıklı türbe Alaaddin Çelebi’nin türbesidir. Alaaddin Çelebi, Osman Gazi’nin büyük oğluydu, Orhan Gazi’nin de ağabeyiydi ve Orhan Gazi’ye daha babası hayattayken “Kardeşim, babamıza bir şey olursa başa sen geç, ben senin vezirin olayım, yardımcın olayım.” demişti. İşte böyle yaptıkları için büyüktüler.
OSMAN GAZİ’NİN ANNESİ HAYME ANA
Osmanlı’nın kuruluşunda çok güçlü, kılıç kuşanan, savaşan bir kadın karakter görüyoruz; Osman Gazi’nin annesi Hayme Ana. Osmanlı’nın kadınlarına ve değerlerine ne kadar hürmet gösterdiğini de bize çok iyi izah eden bir isim.
Kadın bizim tarihimizde toplumumuzda hep öndedir, hiçbir zaman geri planda değildir. Bunu kuruluş yıllarında da Hayme Ana ile görüyoruz. Hayme Ana Osman Gazi’nin ninesi, Ertuğrul Gazi’nin annesi, Gündüz Alp’in eşidir. Hayme Ana, Osmanlı tarihi boyunca ismi hiç unutulmayan bir kadındır. Vefatına kadar Osmanoğulları Beyliği’nin yöneticiliğini yapmıştır.
Hayme Ana türbesini Bursa valisine haber yollayarak Sultan II. Abdülhamid Han yaptırmıştır.
Kayseri’de Moğollar’dan sonra kurulmuş olan Eretnaoğulları Beyliği vardır. Eretna Bey’in hanımı Doğa Hatun, tam 10 sene Kayseri’yi yönetmiş bir kadındır ve onun için “Suli Paşa Hatun” diye lakap takmışlar.
850 sene evvel Kayseri’nin göbeğinde 10 sene valilik yapan Eretna Bey’in karısı Suli Paşa Doğa Hatun, kendi yaptırdığı medresenin ortasında yatmaktadır. Yine bugün Erzincan Tercan’da, Mama Hatun, kendi yaptırdığı medresenin tam ortasında yatmaktadır. Mama Hatun da bir Saltuklu hükümdarıdır. Saltuklu Beyliğini bir dönem yönetmiştir. Bunlar aslında birinci dönem beylikler, yani Anadolu Selçuklu öncesine tarihlenen önemli topluluklar.
Aynen Osmanlı öncesinde olduğu gibi Osmanlı kuruluş döneminde de kadınlar ön plandadır.
DÜŞMANI KENDİSİNE HAYRAN BIRAKAN LİDER: OSMAN GAZİ
Osmanlı’nın kuruluşu konuşulurken pek fazla zikredilmeyen, pek sık karşımıza çıkmayan bir isim var: Mihail Koses yani Köse Mihal. Osmanlı’ya biatı da ilginç. Sizden dinleyebilir miyiz?
Benim Osmanlı tarihinde çok etkilendiğim sayfalardan birisidir bu. Düşünün, Osman Gazi daha Söğüt ve Domaniç civarında avuç kadar bir beylik. Güney Marmara’da yeni yeni yayılma politikası güdüyor. Yarhisar, Karacahisar, Karacabey, İnegöl, Mudanya gibi yerlere yayılmaya çalışıyor. Bursa’ya o günlerde ulaşmak çok zor, hayal gibi bir şey.
O günlerde Köse Mihal (Mihal Koses), Eskişehir, Bursa arasında Harmankaya denilen bölgeye hâkim bir Doğu Roma tekfuru; Hristiyan bir yönetici. Osman Gazi nasıl bir yaşantıya, duruşa sahip ki düşmanını kendisine dost ediyor, hayran ediyor ve Mihal Koses Müslüman oluyor. Müslüman olduğunu o gün etraftaki diğer tekfurluklardan saklıyor ve Osman Gazi’ye istihbarat taşıyor. Hatta diğer tekfurlar, Bursa tekfurunun liderliğinde Osman Gazi’nin beyliğinin hızlı büyümesinden rahatsız olarak Osman Gazi’ye pusu kuruyorlar. Köse Mihal bu pusuyu Osman Gazi’ye haber veriyor. Osman Gazi, pusuya pusu kuruyor ve Koyunhisar Savaşı’nı Köse Mihal’in verdiği istihbarat sonucu kazanıyor. Müthiş bir şey. Ama beni burada en çok etkileyen şey bu değil, daha çarpıcı başka bir şey var. Köse Mihal’in çocukları ve torunları da Osmanlı’ya biat etmiş, vefalarını kaybetmemişlerdir.
Köse Mihal’in oğlu Hızır Bey’dir. Hızır Bey’in kabri ve eserleri Kırklareli’dedir. Yani İstanbul’dan çıkıyoruz, Trakya topraklarına ilerliyoruz, Bulgaristan sınırımızda Kırklareli şehrimizin göbeğinde en büyük cami Hızır Bey Camii’dir. Köse Mihal’in oğlu tarafından yaptırılmıştır.
Hızır Bey’in oğlu Gazi Mihal’dir. Gazi Mihal Yıldırım Bayezid’ın komutanıdır. Edirne’de Mihal Gazi Camii’ni yaptırmıştır. Kabir bu camiinin kıble duvarı önündedir. Sadece cami değil, hamam ve köprü de yaptırmıştır.
İnsan heyecanlanmasın da ne yapsın? Bir Doğu Roma tekfuru ile dostluk kur, Müslüman olmasını sağla, onun çocuğu Hızır Bey bir cami yaptırıp bahçesinde, Kırklareli’nde yatsın. Torunu Edirne’de cami yaptırıp bahçesinde yatsın.
Ben daha uç bir örnek söyleyeyim mi? Fatih İstanbul’u fethettiğinde son Roma imparatoru XI. Konstantin Romanos Diogenes. Onun erkek çocuğu yoktu. O öldüğü zaman yerine yeğenleri geçecekti. Son Roma imparatorunun yerine Roma imparatoru olacak iki kardeş vardı. Nerede yatıyorlar, biliyor musunuz? Aksaray’da. Murad Paşa Camii’nin bahçesinde yatıyorlar. Yani Fatih İstanbul’u almasaydı 15-20 sene sonra yeni Roma imparatoru olacak ağabey ve kardeşti bunlar. Biri Murad Paşa, diğeri de ağabeyi Mesih Paşa oluyor. Fatih, İstanbul’u fethettiğinde bu iki çocukla özel ilgileniyor. Onları alıyor, okutuyor, yetiştiriyor. Yani son Roma imparatorunun yeğenlerini yetiştiriyor ve onlar II. Bayezid döneminin vezir ve sadrazamları oluyorlar. Mesih Paşa, bir cami yaptırmaya başlıyor. Sonra şehit oluyor. Şehit olunca kardeşi Murad Paşa camiyi tamamlıyor, ağabeyini oraya defnediyor. İkisi de caminin bahçesinde yatıyorlar.
MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ HAZRETLERİ VE AHİ EVRAN
Kuruluşa damgasını vuran bir isim de Şeyh Edebalî ve padişahların manevî danışmanları şeyhülislamlar. Devletin kuruluşunda üstlendikleri görevlerden bahseder misiniz?
Şeyh Edebali deyince aklımıza hemen basit bir tekke şeyhi gelmemeli. Şeyh Edebali o gün Ahi teşkilatının önde gelen isimlerinden biridir.
Ahiliği iyi anlamak gerekiyor, o günlerde Moğol istilası var ve düzen bozulmuş. Anadolu Selçuklu yönetimi çift başlı bir hale getirilmiş. Moğol istilasının yaşandığı o günlerde Anadolu’nun dirlik ve düzenini sağlayan iki önemli hareket var: Mevlevîlik ve Ahilik. Mevlevîlerin başında Konya’da yaşayan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri bulunuyor, Ahilerin başında ise Kırşehir’de ikamet eden Ahi Evran var. Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar teşkilatlanmışlar. Bu iki isim Anadolu’yu manen ve ruhen ayakta tuttular.
Anadolu Selçuklu’nun son vezirleri de Mevlevîlik ve Ahilik teşkilatının içindeler. Yani bu sadece iki tekke şeyhinin hareketi değil. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri ve Ahi Evran, çok geniş kitleleri yönlendirebilen özel insanlar.
Sahip Ata, Fahrettin Ali, Emir Karatay, Muineddin Pervane, bu isimler Ahi Evran ve Mevlânâ’nın yanından hiç ayrılmıyorlar. Sahip Ata Mevlânâ’nın dünürü; Mevlânâ’nın ortanca oğlu Alaaddin Çelebi ile Sahip Ata’nın kızı evlidir. Mevlânâ’nın Sahip Ata’ya mektupları var ve mektupların hepsi “Ey Vezirlerin Sultanı” diye başlıyor. Bir hiyerarşi var. İşte bu hiyerarşinin devamında Ahi Evran’ın en yakın talebelerinden biri Osman Gazi’nin kayınbabası olan Şeyh Edebalî’dir.
Osman Gazi Bilecik’i aldıktan sonra kayınbabası Şeyh Edebalî’yi Bilecik’e getirip şeyhülislamlıkla görevlendiriyor. Şeyh Edebalî Osmanlı’nın ilk şeyhülislamıdır. Osmanlı’nın temelleri böyle atılıyor.
Şeyh Edebalî’den sonra Fahrettin-i Rumîler, Molla Fenarîler, Emir Sultanlar, Hacı Bayram Veliler, Akşemseddin, Zembilli Ebussuud Efendi ve nice âlimler hep padişahların yanında bulunmuş ve onlara fikrî, aklî, manevî rehberlik etmişlerdir.
“BU BAŞARI BİZDEN DEĞİL ALLAH’TANDIR”
Osmanlı padişahları tevazularıyla tanınıyor, kitabınızda da böyle bir bölüm var. Padişahların tevazuunu bir örnekle anlatır mısınız?
Yavuz Sultan Selim Mısır seferine çıkıyor. O dönemin en güçlü devleti olan Memluk Devleti’ni önce Mercidabık sonra Ridaniye Savaşı’nda yenilgiye uğratıyor, devletin sınırlarını üç kat büyütüyor. Kahire’de sekiz ay kalıyor. Mekke Şerifi, oğluyla beraber mukaddes emanetler ve İslam Halifeliği rütbesini Yavuz Sultan Selim’e gönderiyor. Yavuz Sultan Selim, mukaddes emanetler ve İslam Halifelik makamıyla İstanbul’a dönüyor. Halk, padişahı karşılamak için aylardır beklemektedir. Yavuz Sultan Selim Üsküdar’a gelindiğinde daha gündüz olmasına rağmen çadırların kurulmasını emrediyor. Şaşırıyorlar, “Efendim geldik, saray şuracıkta, gemilerle karşıya geçeceksiniz o kadar…” diyorlar. Yavuz Sultan Selim: “Hayır! Halk günlerdir bekliyor. Biz gündüz gözüyle şehre girersek bizi alkışlarlar ve bu başarıları bizden bilirler; hâlbuki bu başarı bizden değil Allah’tandır. Bu şekilde girersek kalbimize gurur kibir girer.” diyerek Üsküdar’da konaklıyor ve gece karanlığı çöküp insanlar evlerine çekildiğinde sessizce şehre giriyor.