Neden Yabancı Dil Öğrenemiyoruz / Eğitimci Mustafa Özay

Türkiye’de İngilizce öğretimi büyük bir sıkıntı. İlkokuldan üniversiteye İngilizce öğretimi olduğu halde İngilizce konuşamıyoruz, anlayamıyoruz, hatta okuduğumuzu anlamakta bile çok zorluk çekiyoruz. Bizim müfredatımızda sorun mu var? İngilizcenin yapısıyla Türkçenin yapısındaki zıtlıklardan dolayı mı bir sıkıntı var?

Dili bilmek demek insanlara cümle kurmayı öğretmek demektir. Yani siz dili bilmek anlamında birisine dil öğretecekseniz, en tepede cümle kurmayı öğretmeniz lazım. Türkiye’de eğitim sistemleri o şekilde değil, yani boşluk doldurmak ya da “ben konuşayım sen beni dinle, sen konuş aynısını ben senden dinleyeyim” türü şeyler var. Uykuda öğrenme, hipnozla öğrenme tarzı çalışmalar var. 2000 yılından sonra bir sürü teknik çıktı. 3 günde, 1 haftada İngilizce öğretimi gibi. Dil, cümle kurmaktır. İletişim cümle kurmakla olur. Yani size dili öğretecek bir insanın, cümle kurmayı öğretmesi lazım. Öyle değil mi? Mesela siz cümle kuruyorsunuz ben sizi anlıyorum, ben kuruyorum siz anlıyorsunuz… Dil budur. Yani yapısal olarak gösterilmediği için hep ufak tefek gramerlerle ya da boşluk doldurarak v.s. gösterildiği için -öğretildiği için demiyorum- öğretilemiyor. Karma harman yöntemi, blender yöntemi, yeni çıktı bu yöntemler. Hipnozcular var, çok tuhaf geliyor bana. Uykuda öğrenme bir kere yaradılışımıza aykırı bir şey. Dünyada bütün herkes Almanlar İngilizler Amerikalılar bilmiyor bu işi, bir bize mi düştü, bize mi kaldı, bizdeki uyanıklara mı kaldı!.. Uykuda öğrenme diye bir şey olmaz. O zaman ne olur? Ben tıp fakültesini kazanırım. Mesela yarın anatomi sınavım var, ya da termodinamik sınavım var… Makine Mühendisliği okuyorsam ya da envanter bilanço sınavım var, cd’leri dvd’leri takayım, hapı da yutup yatayım… Ben uyurken kafa çalışsın, beyin devam etsin çalışmaya… Saçma şeyler bunlar. Resmen Taksim’de yerler varmış. Bu hipnozcuların çoğu zaten uzman değil, insanları uyandıramıyorlarmış… Ağlayarak uyananlar var. Bildiği şeyleri, akşam yediği yemeği unutanlar var. Tuhaf şeylerle uğraştırıyorlar.

Peki, Milli Eğitim müfredatında ne gibi sıkıntılar görüyorsunuz?

Cümle kurmayı öğretmiyorlar. Şimdi biz Türkçeyi boşluk doldurarak mı öğrendik? Yani karşımıza Amerikalı bir adam gelse şunu mu diyecekti? İşte ben size bir cümle kuracağım, bazı yerleri boş bırakacağım, doldurursan anlaşırız… Olur mu böyle saçmalık? Dil demek sıfırdan olmayanı oluşturup cümle kurmak demektir. Yapısal olarak en tepede cümle yapı bilgisi gelir, daha sonra gramer – kelime – terim – telaffuz gelir. Cümle kurmak demek konuşma, okuma, anlama, yazma düzeyinde en tepede kelimeleri birleştirip belli bir cümle kurup onu konuşma ve yazma düzeyinde karşıya aktarmamız ve anlamamızdır. İletişim bu şekilde olur. Boşluk doldurarak olmaz. Biz Türkçeyi öyle öğrenmedik ki… Adam alışıyor boşluk doldurmaya… İnsan on sene de İngilizce kursuna gitse beş dakikadan sonra dut yemiş bülbüle dönüyor. Niye o hâle geliyor? Çünkü gerisi gelmiyor ki… Cümle kurmayı bilmiyor. Şimdi adam “What is your name?” desin ben de ona “My name is Mustafa” diyeyim. O bana “How old are you?” desin ben de ona “I am 40 years old” diyeyim. O muhabbet bitince ne olacak? Dünyanın her yerinde tanışmak beş dakika sürer. Yani adama beş dakika da bir “Where are you from?” diyemezsiniz ki… Kaçar, yanınızda durmaz ki… Dil sistemi bu. Üç beş sene kurs mu olur!.. Bütün dünyada hazırlık okulları sekiz aydır. Bir sene, yani iki dönem. 3- 5 sene ne oluyor; bu sene git seneye bir daha gel!..

Yabancı ülkeler nasıl çözüyor yabancı dil sorununu?

Şimdi bir dil, dört unsuruyla beraber öğrenilir; konuşma okuma anlama yazma. Bizim Türkiye’deki sorun sadece konuşmak değil ki… Yani biz okuyoruz, anlıyoruz, yazıyoruz da. Konuştuğunu anlıyoruz da mı konuşamıyoruz? Hayır, diğer üçünü de yapamıyor ki insanlar. Ama gene bir laf olmuş hani “şehir efsanesi” gibi. Adam diyor ki: “Anlıyorum ama konuşamıyorum.” Olmaz böyle bir şey. Dünyada anlayıp konuşamayanlar, yani Allah gerçi öyle insanları da anlamaz halde yaratmıştır, dilsizlerdir. Çünkü dilsiz bir insan sağırdır da aynı zamanda. Allah onları öyle yaratmış ama bizde ki sanki yarı dilsizlik gibi. Dünyada anlıyorum ama konuşamıyorum diyen tek ülkenin insanı var o da bizim ülkenin insanı. Yani Nijeryalı Afrikalı Meksikalı Çinli demiyor; bir biz diyoruz. Türkiye’nin sadece konuşamama gibi bir sorunu yok, diğerlerini de yapamıyor. Duyuyor iki kelimeye aşina, onları kafada yan yana getiriyor “tamam bunu demek istiyor” diyor. Okuduğunu da anlamıyor aslında, yazamıyor da… Oysa bunların hepsi aynı süreçtir. Yani birisi anlarkenki kafamızda yaptığımız işlemle, biz konuşurken ve yazarkenki yapılan işlem aynı işlemdir. Yani algoritması aynıdır bunların. Yapısal gramatik ve anlamsal anlam analizi bu olayın algoritmasıdır. Aynı zamanda Türkçeden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmesi çevirenin de algoritmasıdır bu. Dünyada İngilizceden Türkçeye, Türkçeden İngilizceye çeviri programı yapılamıyor… Bakın yapılamamasının iki tane sebebi var. Birincisi algoritma sorunu, ikincisi semantik… Anlamsal boşluklar var. Bunları dolduramıyorlar. Ama İngilizce bir cümleyi ben tanıtırken, bilgisayardaki o programa yazarken Türkçe olarak nasıl tanıtacağım bunu, programı nasıl yazacağım yani algoritmasını nasıl oluşturacağım… Türkçe bir cümle olduğu zaman mekanik çeviride ben bunu İngilizceye nasıl dönüştüreceğim, algoritması nasıl olacak? Biz aslında Türkçede konuşurken yazarken anlarken okurken ne yapıyorsak İngilizcede de işlem aynıdır. Sadece bu işlem iki kere yapılır. Yani İngilizce konuşmak demek, Türkçeden İngilizceye cümle kurmak demektir. Türkçeden İngilizceye cümle kurarsanız konuşursunuz yazarsınız, hepsini yaparsınız. Türkiye’de sorun sadece konuşma sorunu değil. Çünkü bir dil, dört bileşeniyle beraber öğrenilir. Yani konuşma anlama yazma okuma düzeyleri hep beraber gider. Konuşan insan okur, okuyan insan anlar, anlayan insan yazar. Birini yapan öbürlerini de yapar. Ama Türkiye’de gırgır konusu olmuştur: Anlıyorum ama konuşamıyorum. Anlıyorum ama konuşamıyorum… Bir dilsizler vardır bilimsel olarak, bir de bizim hâlimiz… Üçüncü bir şıkkı yok bunun. Mesela Araplar nasıl öğreniyor? Türkiye’de bile kavram kargaşası var; bir ikinci dil kavramı, bir de yabancı dil kavramı vardır. Yapısal olarak birbirine paralel dillerde, birinden diğerine görüş ikinci dil kavramı şeklindedir. Bir Alman’a göre Fransızca ikinci dildir. Bir Fransız’a göre İngilizce ikinci dildir. Ama bir Alman’a göre Türkçe yabancı dildir. Bir Türk’e göre İngilizce yabancı dildir ikinci dil değildir. Yapısal olarak mesela Almanca İngilizce Fransızca bi tarafa bakar, Türkçe bi tarafa bakar. Terstirler yani. Oysa Arapçayla İngilizcenin yapısı aynıdır. Arapça tamamen farklı bir dildir ama cümle yapısı aynıdır. Mesela Latinceyle de Türkçe cümle yapısı aynıdır. Ama Latince öyle bir dil kullanılmıyor. Cümle olarak kullanılmıyor, kelime terim olarak kullanılıyor. Belki eski tarih biliminde kullanılıyordu. Latince öyle bir dil şu anda. Türkçeye yakın olan diller benim araştırabildiğim kadarıyla bunlar. Mesela Arapçayla İngilizce yapısal olarak aynı. Yapısal olarak aynı olan diller, birinden diğerine geçişte ikinci dil kavramıyla, o kapsamda araştırılması, düşünülmesi, ele alınması gereken dillerdir. Ama yapısal olarak terstirler; ikinci dil değil, yabancı dil kapsamında ele alınması gereken dillerdir. Türkçeyle İngilizce birbirine göre yabancı dildir. İkinci dil değildir yani.

Öğrenme zorluğu da Türkçeyle İngilizcenin birbirine yapısal olarak ters olmasından ötürü mü?

Ters olması aslında bir kolaylık da sağlıyor. Hani her kolayın içinde bir zor her zorun içinde bir kolay; her hayrın içinde şer her şerrin içinde hayır gibi. Bu zıtlık aynı zamanda tam tersine cümle kurmayı kolaylaştıran bir unsur. Çünkü Türkçede yaptığımız şeyin aynısını İngilizcede de yapıyoruz. Cümle yapı olayı ters belki ama cümle yapıları aynı. Yani Türkçede üç tane cümle yapısı İngilizcede de üç tane cümle yapısı var. Birinden diğerine geçişte yapılacak olan işlemler var. Ama cümle yapılarını bildiğimiz için aklımıza gelen her fikir üç cümle yapısında olduğu yerleştiği için, İngilizcede de o şekilde… Mühim olan Türkçeden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye hızı artırmak… O hızı artırmak bizim hızlı konuşmamızı ve hızlı yazmamızı sağlar.

Siz İngilizcenin basit bir dil olduğunu söylüyorsunuz…

İngilizce dünyanın en basit ama en sistematik dilidir. Basitliği sistematik manasında kullanıyorum. Bakın İngilizce yazılmış bir kullanma kılavuzuyla, bir tankı bir helikopteri sökersiniz. Yani hiçbir şeyden anlamayan adam da yapar bunu, o kadar basittir. Amerikan filmlerinde oluyor ya film icabı adam alıyor bir helikopteri, şöyle biraz okuyor filan; kaldırıyor sürüyor gidiyor. O biraz film icabı olayın hızlandırılmış şekli ama… İnsan otursun bir ayda o işi yapar yani. Mesela hayatınızda hiç öğrenemediğiniz bir konu, matematiğin fiziğin biyolojinin bir alt konusu diyelim… Yüksek matematik, katlı integral ya da organik kimya; İngilizcesinden okursanız öğrenirsiniz… Çünkü İngilizcede bilim kitapları yirmi satırlık tekli cümle bile olsa hiç düşmeden başlar devam eder ve biter. O kadar sistematiktir yani. On satırlık bir cümleyi okursunuz, su gibi anlarsınız, yani hiç bozmadan gider. Türkçede öyle değil. Türkçede on satırlık cümleyi hangi kitapta görüyoruz!.. Görsek bile kaç kişi onu başlayıp bitirebilir anlayabilir. İngilizce öyle bir dil. İngilizce yapısal, bilimsel olacak bir şekilde on satırlık bir cümle kurarsınız başlar, devam eder ve biter. Kolaydır ama sistematiktir. Türkçede aynı şey geçerli değil. Başka bir dilde aynı şey geçerli değil. Sistematik olması kolaylığını da sağlıyor. Kolaydır sistematiktir, sistematiktir kolaydır. O kaideyi bilirseniz üzerine on tane de yirmi tane de siz koyarsınız. Ya da konmuş olanları çok güzel analiz yapabilirsiniz, öğrenebilirsiniz. İstisnalarla Türkiye’de gramere boğuyorlar insanları. Temel kaideyi anlamadığı için de direkt istisnalara geliyor, anlaşılamıyor tabi. Şart cümlelerinin yirmi üç tane istisnası var. Yani bunu normalde insanlar anlamıyorlar ki verilmiyor ki yirmi tanesini nasıl anlayacak. Normali üç tane standart kullanım var, yirmi tane istisnası var. Bunu nasıl öğreteceksiniz? Böyle gördüğü zaman insan sanki yepyeni bir şey görmüş gibi donup kalıyor zaten.
İngilizce öğrenimine ilkokulda başlanması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yanlış bir şey. Önce anadilin yerleşmesi lazım. Anadili yerleşmeden ikinci bir dil olmaz.

Siz kaç yaşlarında tavsiye ediyorsunuz?

Şimdi Milli Eğitimimizde var ama o ilkokula kadar inmesin. Hatta şimdi anaokullarına indirmeyi düşünüyorlar. O, aynı Almanya’daki Türkler gibi problemlere yol açar. Ana vatanımızda bir dil sorununa yol açacak ilerde. İki dilli mi üç dilli mi dilsiz mi ne olduğu belli olmayan nesiller yetiştiriyorlar şu anda. Çocuk Türkçede elmanın ne olduğunu bilmeden armudun İngilizcesini öğrenmeye çalışıyor. Çünkü beynimiz hep kodlamayla çalışır. Çeşitli hafızalar vardır, onları kodlamaya çalışırlar. Ses hafızası vardır. Belli sesleri kafamız sürekli kodlar. Onları bir daha o sesi duyduğumuz zaman ilk duyduğumuzda verdiğimiz isimle kodlamışızdır. İşte görme hafızası, dokunma hafızası, koku hafızası var. Bunlar hep kodlama sistemiyle çalışırlar. İlk gördüğümüz objeyi hangi karşılıkta gördüysek isim karşılığında, kelime karşılığında, bir daha her gördüğümüzde o diye adlandırırız. Küçük bir çocuğa elma gösteriyorlar ama elmaya “masa” diyorlar. İlk gördüğünde çocuk onu masa diye öğreniyor. Bir daha canı istediği zaman “anne bana masa verir misin?” diyor… Çünkü onu masa diye biliyor. Şimdi dil o şekilde beyin o şekilde çalışıyor. Şimdi biz şu objeyi masa diye kodlamışız, ondan sonra artık kodlama sistemi kapanır. Anne kelimesi kafamızda canlı varlık anne diye kodlanmıştır, o artık “my mother”a kapalıdır.
“İngilizce düşün” olayı, yani asıl gırgır konusu o bence. Yıllardır, İngilizce öğrenecekseniz İngilizce düşüneceksiniz derler. Türkiye’de İngilizce sorunu bitmiyor. Demek ki İngilizce düşünülmüyormuş. Yani böyle bir çıkarım yapabiliriz burada. İngilizce düşünmek diye uğraşırsanız bu sefer birçok şeyde ipin ucunu kaçırırsınız. İngilizce düşünmek diye bir kavram yoktur. Herkes kendi anadiliyle düşünür. Hızlı İngilizce konuşmak demek İngilizce düşünmek demek değildir. Siz hızlı İngilizce konuşuyor olabilirsiniz ama o dilde düşünüyorsunuz demek değildir o. Türkçeden İngilizceye cümle kurmanızı arttırmanız demek, İngilizce hızlı konuşmanız ya da yazmanız demektir. Hep Türkçeden İngilizceye kafa o şekilde çalışır. Yani ikinci üçüncü dördüncü onuncu dil de olsa hep referansı ilk dilde. Somut ya da soyut bir objeyi ilk nasıl düşündüysek her gördüğümüzde o ilk düşündüğümüzde kodlanan ismiyle düşünürüz. Ben İngilizceyi çok iyi biliyorum ama annemi gördüğüm zaman “my mother” denmez ki… Ben onu başkasına söylerken işte “mother” “car” “table” diye. İlk hangi dilde kodlandıysa siz üstüne yirmi tane dil de bilseniz, gördüğünüz zaman ilk kodlandığı şekliyle o ismiyle gelir aklınıza. Soyutuyla somutuyla a’dan z ‘ye her şeyiyle böyle. İngilizce düşünmek diye bir şey olmaz ki…

İngilizce öğrenmek isteyen birisinin ne yapması gerekir?

Öğrencinin günde en az iki saat çalışması lazım ama o iki saat çalışmayı da çalıştıracak bir sistem ve öğreticinin olması lazım. Türkiye’deki öğrencilere, haftada beş gün geleceksiniz diyen dershaneler var. Yığınla ders yapmak önemli değil. Az ders yapıp çok şey verebilirsiniz. Dünyada bilimsel olarak her dil için mesela Çince, Rusça için 100-120 saatte formasyon bitiyor. Tabi ki kişi çalışacak. Şimdi her dersin raporu yapılması lazım. Çünkü bilimsel olarak yaradılış gereği, beynimizde bir uzun süreli hafıza var bir de kısa süreli hafıza var. Sadece derse girmek kısa süreli hafızaya almayı sağlar. Siz onu tekrar etmezseniz hafta içinde ya da o gün dersten çıktıktan sonra, uzun süreli hafızaya almadığınız zaman beyin onu atıl bırakır sonra tamamen atar. Bir kere uzun süreli hafızaya yerleştikten sonra uygulamayla pekişe pekişe sonuna kadar gider. Tabi ki ödev olacak, çalışma olacak. Ama o ödev öğrenciye bir şey verecekse olmalıdır. Yani her gün derse çağırmak bir şey değil ki, siz ne veriyorsunuz?

Dil öğrenmeye ne zaman başlanmalı?

Dünyada bir dil, formasyonunu tamamladığı zaman lise son sınıftır. Öyle değil mi? Şimdi Türkçeden düşünün, lise sona kadar herkes aynı Türkçe potasından çıkmıyor mu, öyle düşünelim. Bütün Türkiye aynı. Adam tıbba gidiyor. Mesela hangi lise son sınıf öğrencisi tıpla ilgili bir şey biliyor? Biliyor mu, bilmiyor. Tıbba gidiyor, altı sene o kelimelerle, terimlerle aşinalığı olan adam doktor oluyor öyle değil mi? Siz fizikçisiniz ben matematikçiyim. Hangi ortaokul, lise son sınıf öğrencisi hukukla ilgili medeni kanunla ilgili ticaret kanunuyla ilgili ne biliyor? Ama Türkçeyi biliyor, o kelimelerle, terimlerle aşina ola ola programlamayı öğreniyorsunuz, hard diski öğreniyorsunuz. Yani her branşta bu şekilde. İngilizcede de böyle belli bir dil formasyonu, anadil formasyonu ya da o ülkede kullanılan dil formasyonu lise son sınıflarda tamamlanmış diye düşünüyoruz. Ama orada da çok sorunlar var. İlkokuldan itibaren lise sona kadar İngilizce dersi var. Orada çocuk görsün onu, notunu alsın geçsin. Ama asıl formasyonu lise sondan sonra öğrensin. Dediğim gibi, lise ikide sağlam bir program verilip bu iş ömür boyu bitecek şekilde ayarlanmalı artık. Yani adam ortaokulda gidiyor İngilizce kursuna, lisede, ön lisansta, lisansta, yüksek lisansta, doktorada… Üniversitede hoca oluyor; yardımcı doçent, ingilizce kursuna gidiyor, doçent olacak yine İngilizce kursuna gidiyor. Adam profesörken kursa gidiyor, yani bu ne zaman bitecek? Bitmeyecek mi bu olay? Emekli oluyor, emekli de geliyor bize. Ömürlük bir şey olması lazım. Amaç olmuş İngilizce… Dil araçtır, İngilizce araçtır, Türkiye’de İngilizce kullanılmıyor ki… Siz şimdiye kadar gidip bir marketten İngilizce domates aldınız mı? Ben almadım. Ben bu işin içindeyim. Her gün 8-10 saat derse giriyorum. En çok benim kullanmam lazım İngilizceyi. Biz sokağa inince yine ekmek istiyoruz, ekmek diyoruz, domates diyoruz.

2 yorum

  1. bu adam gibi adam görmedim. Eline diline beynine sağlık hocam Allah binler Razı olsun. Sayende nerelere geldim.

  2. Mustafa hocamdan Allah ebeden Razı olsun. Onun sayesinde doktoraya başladım. Gitmediğim kurs kalmamıştı Sağolsun emekleri güzel anlatımı yaklaşımı bana çok şey kattı. Herkese tavsiye ediyorum. Mutlaka tanışın derslerine girin. Bir sonraki dersi sabırsızlıkla bekleyeceksiniz. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir