Miras ve Esir Zihinler 3 / Kenan Kurban

Nazif nemli gözlerle tavanda kendisini asan Şakir’e bakarken oğlu Serhat’ın yere çökerken tekrarladığı “İşte baba zalime direnmedikçe mazlumlar böyle tek tek kendi elleriyle yok olup gidecekler.” sözü yüreğini sızlattı. Sonra kendisini toparlayıp kapıyı açmak için zorladı. İçeriden kilitliydi. Bu kez omuzuyla yüklenirken odabaşı Selami’ye “Polisi ve ambulansı ara.” dedi. Ama Selami’nin aranacaklar listesinde önceliği başkalarıydı. Hafiften titreyen ellerle Cenk’i arayıp “Cenk! Adem Bey’le acil görüşmem gerek.” dedi. Karşıdan olumsuz bir cevap almış olacak ki “Cenk! Tahminin de ötesinde müsta’cel ve mühim bir mesele…” dedi. Yüzü iyice gerildi “Bilader, handaki Şakir Bezci kendisini asarak intihar etmiş. Adem Bey’e hemen haberdar et.” dedi. O ara Serhat aniden sinirlenip söylenerek yerinden fırlayıp telefonu kapmak istedi. Selami müsaade etmedi. Yaşanan küçük arbedede telefon yere düştü. Selami, Serhat’ı itti. Bu arada Nazif Bey araya girip oğlunu sıkıca sarıp “Şimdi sırası mı?” dedi. Selami fırsattan istifade yerde çalmaya başlayan telefonu hemen alıp “Alo” dedi. Ve o an yüzü bembeyaz olurken şöyle bir silkindi, boğazını temizleyip “Adem Bey! Sizi bu saatte rahatsız ediyorum. Ama Şakir Bezci kendisini asarak intihar etmiş.” dedi. Konuşma devam ettikçe Selami dakika dakika küçülüp iki büklüm oluyordu. Selami “Evet efendim, tamam efendim, anladım efendim. Emrettiğiniz gibi yapacağım.” dedi. Serhat, Hızır acili ve polisi aradı. Selami “Sakin olun. Aramanıza gerek yok. Adem Bey ilgileniyor, polis ve savcılık birazdan burada olacak.” dedi. Gerçekten Adem Başkal konuyla ivedilikle ilgilenmişti. Daha telefonun kapanmasından on dakika geçmemişti ki yetkililer gelmişti. Memur maymuncukla kapıyı açtı. Savcı olay mahallini tetkik edip delileri topladı. Naaş indirilip ceset torbasına konulup fermuarı ağırca kapatılırken Nazif ve Serhat son kez bakarken böyle hazin bir son ikisini de derinden sarsmıştı. Savcı masanın üzerindeki iki mektubu eline aldı. Birinin üzerinde “Aileme” diğerinde ise “Nazif Abiye” yazıyordu. Borçlarını ödeyemediği için itibarı zedelenen bir insan daha sapmaması gereken bir yola sapmıştı. Yaşadığı travmalar, ikilemlerden hiçbiri hesaba katılmadan resmi kayıtlara intihar vakası olarak işlenmişti. Savcı beyaz zarflara bakıp “Nazif Abi kim?” diye sordu. Nazif elini hafiften kaldırınca savcı mektubu ona uzatıp “Bunu size bırakmış.” dedi. Şakir’in intiharıyla o gün hana büyük bir hüzün çöktü. Serhat cenaze işleriyle uğraşırken Nazif de ailesiyle meşgul oldu. Nihayet akşam eve döndüklerinden üzüntü ve yorgunluktan ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Nazif oturduğu tekli koltukta gözlerini dinlendirmek için yumduğunda Şakir’in sallanan cesedinin hayali onu bırakmıyordu. Aklında ise geride kalan üç kız çocuğu ile eşinin ne yapacağı sorusu bir türlü cevap bulamıyordu. Gayri ihtiyari “Gidene mi üzüleyim, kalanlara mı?” dedi. Ayşe kadın “Giden kim, kalan kim?” dedi. Babasının dalgınlığının farkında olan Serhat “Bizim handa Şakir abi vefat etti onun çocukları.” dedi. Ayşe Hanım “Allah rahmet eylesin.” dedi. O arada kapı çaldı. Serhat açtı. Gelen kardeşi Erdem’di. Serhat yorgunluğun ve sıkıntının verdiği dikkat dağınıklığına rağmen Erdem’in geç kalmasını ve halindeki tuhaflık gözünden kaçmamıştı. Endişe, merak ve öfkenin harmanlandığı bir sesle “Bu saate kadar neredeydin?” dedi. Erdem elini soru sorma dercesine havaya sallayıp “Okuldan arkadaşlarla takıldık.” dedi. Serhat sertçe kardeşinin bileğini yakalayıp “Anlat bakalım bunlar nasıl arkadaşlar, nerelerde takıldın?” dedi. Evin neşesizliğine bir de hesap soran abinin germesi bir anne için oldukça can sıkıcı, üzücü bir durumdu. Ayşe Hanım hemen yalanını korumacı bir ses tonuyla bezeyip “Benim haberim var.” dedi. Serhat önce annesine sonra da kardeşinin gözlerine baktı. Biladerinde yırtmışlığın sevinci annesinde ise huzuru bozma bakışı vardı. Serhat “Seninle bu mevzuyu sonra konuşacağız, yırttım zannetme.” dedi. Kardeşi abisinin elinden kolunu sertçe çekip pis pis baktı. Serhat daha büyük bir davaya müdahil olmak üzere tekrar salona geçip babasının hemen yanına oturdu. Elini tutup “Babacığım, canım babam senin nefesin bana hep kuvvet verirken aklın yol gösteriyor. Ne olur yine bana güç ver. Karanlık yolumu aydınlat gel çıkacağım bu zorlu yolda beni yalnız bırakma.” dedi. Oğlunun yürekten kopup gelen bu samimi duyguları onu sarmıştı. Ve talebinde haklı olduğunu bilmesine rağmen yeniden kanamasından korktuğu kabuk bağlamış acıyla “Bunu benden isteme evlat. Yaşananlar ne kadar acı olursa olsun biz müdahil olmayacağız.” dedi. Serhat içinde fırtınalar kopsa da babasına rağmenlik canını sıkarken tüm tokluğuyla “Babam benim, ilk defa senin razılığını almadan ama seni çiğneyerek, sözünü yok sayarak değil içtihat farkı diyerek bu işe gireceğim. Senden ricam en azından düşmanlarıma karşı bu hâli açık etme…” dedi, elini öperek odasına geçti. Nazif ile karısı baş başa kaldılar. Nazif kendisine bakan karısına “Çocuk haklı bundan da önemlisi hak davasında ölüme giden karakteri var. O her engeli yakıp yıkıp geçecektir.” dedi. Ayşe Hanım bir şey demeden yatak odasına gitti; en mahrem ve gizli köşedeki ceviz oyması sandığın kapağını titrek eller, hüzünlü gözlerle açıp siyah beyaz fotoğrafları aldı. Telaşlı adımlarla salona döndü. Elinde tuttuğu resimleri kocasına uzatıp “Sen yaşanan acıları unuttun mu?” dedi. Nazif kendisini tutmak istese de göz pınarları taşmış boncuk boncuk yaşlar yanaklarından aşağıya inmeye başlamıştı. Ayşe Hanım “Ailenin hepsi bu mücadele uğrunda öldü. Bir tek senin baban haksızlığa uğrasa da akıllıca bir politika izleyip anlaştı da biz bugün hayatta kalan son Kadıoğullarıyız. Ayrıca biz yıllarca bu acı gerçeklerin üzerini yorgan çekerken boşuna mı özellikle Serhat’tan gizledik?” Amcalarının, yeğenlerinin, kardeşlerinin resimlerini baktıkça Nazif’in bedeni iyice ağırlaştı. Yüreğinde hiç kapanmayan yara yine kanamaya başladı. Belki ölmek yaşamaktan daha iyiydi. Daha önce de defalarca tartışılmış mevzuyu tekrardan konuşmanın manasızlığını hissedip “Tedbir bizden takdir Allah’tan Ayşem… Hem unutma bizim hayatta kalma gayemiz dünyaya kazık çakmak için değil. Bir gün hesap sormak içindi. Belki de hesap günün kapısı böyle aralanacak bilemeyiz.” dedi. Fotoğraflar elinde yatak odasına geçti.

Serhat, sabah yemedi içmedi sabah erkenden han yönetimine aday oldu. Bu haber dünkü intiharla şok olan han sakinlerine daha büyük bir şok yaşattı. Dükkân dükkân, her kuytuda bu mevzu en ince ayrıntısına kadar değerlendiriliyor. Genç Serhat’a, Adem Başkal’a karşı hiç şans verilmezken bu adaylığı bile büyük bir cesaret olarak görülüyor, çoğunluk tarafından ise başkaldırı olarak değerlendiriliyordu. Yine her olayın arkasındaki Çapanoğlu’nu arayanların kanaati ise şuydu; bu dümenin arkasında Nazif vardı. Oğluyla cephede savaşını yürütürken geriden düzenini kuracaktı. Dışarı vurulmasa da seven sevmeyen herkesin gönlünden Serhat’ın seçilmesini istemesine rağmen bu hissiyat aklılarına ulaşınca korkup hemen izale etmeye çalışıyorlardı. Bu hal Adem’in büyük başarısıydı çünkü insanların yürekleri, akılları ve dilleri arasına evrenin en muhkem, yıkılmaz setlerini inşa etmiş. Adeta görünüşte hür gerçekte esir topluluk meydana getirmeyi başarmıştı.

İntihar vakasının artçı etkilerini hissetmek istemediği için hana gelmeyen Adem Başkal, Serhat’ın adaylığını öğrenince çalışma odasındaki sandalyesinde şöyle bir sallanıp “Demek ki kölelere özgürlük yan tesir etkisi yaptı. Kırbacımın acısını yine tatma zamanları geldi.” dedi. Ve Tanguç Güçlü, Adil Kurt, Rasim Dağlı, Dövizci Cem ve Mücevherci Süleyman Azor’u toplantıya çağırttı. Sonra her miliminde el emeği olan masif masanın çekmecesini açıp beş tane dosya çıkartıp çantasını koydu. Ve masaya iliştirilmiş düğmeye bastı. Saniyeler içinde kapıdan içeri gergin tavırlarla hizmetçi kız girdi. Adem yüzüne bile bakmadan “Kaya’ya söyle arabayı hazırlasın.” dedi. Kız hırıltının en yumuşak ve ılık haliyle “Peki efendim.” dedi. Tüm hazırlıklarını tamamlayıp kapıya doğru yürürken, kendisine yaklaşan avını sinsince bekleyip bir hamlede yemek isteyen timsaha benziyordu. Tam çıkacakken duvarda asılı tabloya bakıp hafiften baş selamı vermeyi ihmal etmedi. Siyah renkli, asla içi görülmeyen kurşungeçirmez arabasına bindi. Bir anda kapıda hareketlenme oldu. Yüksek demir kapı ağır ağır ardına kadar açıldı. Araba son hız Sarıyer sahil yolundan Sultanahmet’e doğru yol almaya başladı. Adem Başkal’ın bile sayısını hatırlamakta zorlandığı özellikle sur içindeki tarihi mülklerinden biri olan boğaz manzaralı binada toplantı hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyordu. Dövizci Cem purosunu dumanıyla içeriyi zehirlerken Mücevherci Süleyman korkak bakışlarıyla ortamı süzüyordu. Fransız Tanguç bütün entelektüel birikimini kullanıp duvarda asılı olan tabloya bakıp “Kraliçenin tacının tablosu ama ne yazık ki kopya.” dedi. Adil Kurt gülümseyip “O tablonun orijinali Adem Bey’in köşkündeki çalışma odasında asılı.” dedi. Bu işlerle fazla alakası olmayan Rasim Dağlı sıkılmış bir yüz ifadesiyle kaşlarını oynatıp “Niye toplandığımızı bilen var mı?” dedi. Tilki meşrep Adil Kurt “İntihar eden müptezelden dolayıdır.” dedi. Mücevherci Süleyman başını sağa sola sallayıp “Adem böyle basit işler için kılını kıpırdatmaz. Onu bu kadar telaşlandıran daha mühim bir olay olmalı.” dedi. O ara kapı açıldı. Şık giyimli bir adam “Adem Bey geliyor.” dedi. Odada dövizci hariç herkeste bir kıpırdanma, toplanma oldu. Adem’in o meşhur soğukkanlılığı yerini hafiften öfkeye bırakmıştı. Koltuğuna otururken “Merhaba beyler.” dedi. Yardımcısı dosyaları masaya bırakıp dışarı çıktı. Adem’in acelesi olduğu her halinden belliydi, vakit kaybetmeden hemen söze girdi. Adem “Beyler! Düzenimize karşı isyan hareketi başladı.” dedi. Dövizci hafiften yerinden hopladı “Ne o yeni bir para birimi mi çıktı?” dedi. Mücevherci Süleyman “Yoksa faizler mi sıfırlandı?” dedi. Adem ellerini havaya kaldırıp “Hayır, hayır hiçbiri değil. Yöneticisi olduğum han yönetimine ilk kez bir aday çıktı.” Dövizci Cem purosunu tüttürüp havada sinek öldürürcesine elini sallayıp “Mühim değil. Ezer geçeriz.” dedi.

Rasim Dağlı “Emredin kafalarına sıktırayım.” dedi. Doymak bilmeyen bir açgözlülük ateşi ve öfke dolu gözlerle Adem “O, o kadar kolay değil. Aday Serhat Kadıoğlu.” dedi. İsmi duyan mücevherci Süleyman “Zamanında size demiştim bunların soyunu kurutmanız gerekli diye ama dinletemedim.” dedi. Tanguç “Adem Bey bu han gibi belki yüzlerce hanınız var. Burasının yöneticisi olsanız ne olmasanız ne? Zaten sizin malınız.” dedi. Adem masadaki herkesi tek tek süzüp “Vücutta her organımız kıymetlidir. Ama kalp olmaz ise hiçbirinin kıymeti yoktur. O han dedelerimin bu topraklarda ele geçirdiği ilk mülktür. Ve orası bizim laboratuvarımız. Nasıl? Oradaki iki yüz dükkânda her milletten, dinden, fikirden, kültürden adam var. Ben her büyük çaplı politikamı önce bizim handa test eder, eksiklerimi görür, ona göre uygulamaya geçiririm.” dedi. Süleyman ise “Daha önemlisi Serhat Kadıoğlu…” duraksadı yutkundu “Serhat Kadıoğlu. O buraların eski sahiplerinin torunlarından. Biz yıllardır bunlardan adam olmayacağını, bizim yenilmezliğimizi beyin hücrelerinin zerresine kadar işledik. Ama bir kişinin bu zincirleri kırıp ortaya çıkması zihinlerin özgür olması benliklerinin geri gelmesi demek.” dedi. Adem “Olay, Süleyman’ın dediği gibi. Ama şimdi biz biraz rahat bırakalım onlar konuşup taraftar toplasınlar. Bizde kim dost kim düşman görelim. Sonra işlerini toptan hallederiz.” dedi. Ve önündeki dosyaları dağıtıp “Kadıoğlu ailesinin fertlerinin bilgileri var. Bunları daha ayrıntılı çalışın ki kuracağımız tiyatronun seyrine doyum olmasın.” dedi.

Nazif için artık rutinin yaşandığı, hesaplı, kitaplı ön görülebilir bir hayat artık geride kalmıştı. Serhat’ın adaylığını duyan dostlar muvaffakiyeti için dua ederken olaya hâlâ inanamayıp gerçek mi yoksa spekülasyon mu olduğunu öğrenmek isteyenlerle, iyi ya bize konuşacak mevzu çıktı modunda ki gıybetçiler birkaç cümle laf almak için teker teker dükkana düşmeye başlamışlardı. Serhat ise handaki en samimi dostu Yalçın’ın yanındaydı. O esmer teni olayı duyunca sevinçten beyaza çalmış “Hep yanındayım dostum. Her daim arkanda olduğumu bil. Kimse yoksa ben varım. El ele bu işi bitiririz.” dedi. Tabii ki bu sözleri duymak Serhat’ın moralini yükseltirken çalışma aşkını arttırdı. Yalçın’ın elinden sıkıca tutup “Sağol kardeşim. Şimdi strateji belirleme zamanı neyi nasıl yapacağımızı konuşalım.” dedi. Ve bu mevzuda notlar almaya başladı.

Nazif ise müşteriden fazla boş muhabbet adamlardan, içten pazarlıklı varlıkların dört gözle rezil olmanızı bekliyoruz imasını içinde saklayan cümlelerinden sıkılmıştı. Ama daha vahimi geçmişte bir şekilde kapatılan eski defterler yeniden açılmış. Ve Nazif, hesabın tekrardan nasıl görüleceğini bilemiyordu. Bu durumun verdiği belirsizlik onu için için yiyip bitiriyordu. Tam bu anda içeri elinde küçük not kâğıdıyla genç bir kız girip “Nazif Kadıoğlu’yla görüşecektim.” dedi. Nazif şöyle alıcı bir gözle baktı. Pek buraların alışık olduğu insan tipi değildi. Nazif “Buyur evladım, Nazif benim.” dedi. Kız bir yandan hızla dükkândaki gömlekleri dikkatle süzerken “Ben Sevgi Pekmezci, beni Hüseyin Hocam gönderdi.” dedi. Nazif’in simasında minik bir gülücük belirdi. Nazif “Oo! Ahiret gardaşım göndermiş.” Eliyle sandalyeyi göstererek “Gel şöyle otur. Sana ne ikram edeyim? Yemek, soğuk, sıcak içecek…” dedi. Sevgi “Çay” dedi. Nazif hemen çayları söyleyip “Evet kızım, Hüseyin boş adam ve boş iş göndermez. Seni dinliyorum.” dedi. Sevgi “Ben dördüncü sınıf talebesiyim. Hüseyin Hocam’ın gömleklerinin şıklığı okulda dilden dile konuşuluyorken insanlar bakışlarını ister istemez kaçıramıyorlar. Cesaretimi toplayıp nereden aldığını sorunca sizin isminizi verdi. Babamın doğum günü için özel bir şeyler yaptırmak istiyorum. Onun için size geldim.” dedi. Bu arada çaycı Selami yine hain bakışlarla çayları getirdi. Nazif “Bu güzel sözler için teşekkürler kızım ama ben Hüseyin’den başkasına ayrıcalıklı bir iş yapmıyorum.” derken Sevgi sözünü kesip elini hemen cüzdanına atıp “Mesele paraysa hiç sorun değil, tutarını hemen şimdi verebilirim.” dedi. Nazif, gençliğin deliliğinden kaynaklanan bu densizliği gülerek “Senin paran burada geçmez evladım. Eğer iki dakika daha sabırla beni dinleseydin cümlem şöyle bitecekti. Ama benim ahiret gardaşım göndermiş ya, akan sular durur.” dedi. Sevgi utandı. Belki hayatında ilk defa bu duyguyla başını öne eğdi. Nazif “Lakin imalat işleriyle benim mahdumum alakadar oluyor. O gelsin derdini çözer.” dedi. Sevgi “Ne zaman gelir.” dedi. Nazif hafiften kaşlarını kaldırıp kapıyı işaret ederek “İşte geliyor.” dedi. Serhat de neşeyle “Babam, babacığım.” diyerek içeri girince sırtı kapıya dönük Sevgi sesin geldiği yöne bakınca bir anda Serhat ile göz göze geldiler. İkisi de bu beklenmedik karşılaşmanın şokuna girip dona kaldılar. Zaman adeta durmuştu.

Devamı Gelecek Ay

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir