Kendini ve Değerlerini Yok Saymanın Bedeli / Yasemin Keskin

Günümüz dünyasında, ruh sağlığı alanındaki güncel veriler ve klinik vakaların istatistiksel sonuçları, insanoğlunun genel mutluluk düzeyine dair düşündürücü sonuçlar ortaya koymaktadır. Özellikle sosyal medyanın hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesiyle birlikte, bireylerin kendilerini yetersiz hissetme ve sürekli olarak başkalarının hayatlarına odaklanma eğilimi artmıştır. Sosyal medyada sıklıkla karşılaşılan “mükemmeliyetçi” yaşam tarzları, tatiller, başarılar ve ilişkiler, bireylerin kendi hayatlarını sorgulamalarına, kendilerinde olmayan şeylere özenmelerine ve sürekli olarak bir eksiklik duygusu içinde yaşamalarına neden olmaktadır. Tüm bunlar insanoğlunda öz güven eksikliği, anksiyete ve depresyon gibi sorunlara zemin hazırlayabilmektedir.
Hayatın doğal akışında farke etmeden hep olumsuzlukları görüyor olmak bizi çıkmazlara sokabilir. Sürekli olarak olumsuz haberlere maruz kalmak, insanların umutsuzluğa kapılmasına, stres ve kaygı düzeylerinin artmasına da neden olmaktadır. Fakat insanda var olan asıl mutsuzluğun temelinde ise bireyin kendini ve kendi değerlerini yeterince tanıyamaması, dolayısıyla da kendini yok sayarak yaşaması yatıyor. Hâlbuki kendine dönse ve iç dünyasına bir yolculuk yapsa, onu mutlu edecek pek çok şükür sebebi olduğunu fark edecektir. İnsan kendini unuttuğu, kendi değerlerini görmezden geldiği zaman, hayatın anlamını ve amacını da kaybetmeye başlıyor. Kendi hayatından memnuniyetsizlik duyan bir insan topluluğu haline gelmek ne kadar acı!.. Buna verilecek en önemli örnek olarak şunu diyebilirim ki sağlıklı bir birey, neden bu gerçekliği görmezden geliyor? İşte bu sorunun cevabını, sağlık sorunları yaşayan ve hastane koridorlarında şifa arayan birinin gözünden incelemek gerekli diye düşünüyorum.
Kendi değerlerinin farkında olan insan ne olursa olsun mutlu olma kabiliyetini de geliştirmiş demektir. Hayatın zorluklarına karşı güçlü durma ve stresi yönetme becerileri gelişmiştir. Mevlana Celaleddin Rumi’ye göre insan temelde üç şey hakkındaki bilgisizliği ya da unutkanlığı nedeniyle mutsuzluğa düşer. Bunlar Allah’ı unutmak, dünya hayatının geçiciliğini göz ardı etmek ve insanın asli kıymetini bilmemesidir. İnsanın yüksek bir potansiyeli vardır. Bu potansiyeli gelip geçici dünyanın basit meseleleri için harcamamalıdır. İnsan küçük meseleler için bu dünyaya gelmemiştir. Allah’ın tecellilerine mazhar olarak yaratılmış olan insan, yaratılmışlar arasında Allah’ın en değer verdiği konumdadır. Bu değerini korumak ve Allah’ın nazarındaki bu konumunun farkındalığı ile yaptığı her işte, düşünceleri, duyguları ve davranışlarında dikkatli olmalıdır. Nasıl ki dünya hayatında yüksek bir makam ve mevkide olan bir insanın, bu makam ve mevkisine uygun davranış ve duruşa sahip olması ne kadar önemli ise kulluğumuzda da Allah’ın bize verdiği değerlerin ve sahip olduğumuz tüm özelliklerin farkında olmak ve bunu kaybetmemeye çalışmak gerekir. Çünkü insan, sahip olduklarına, yeterliliklerine ve potansiyellerine odaklanarak psikolojik iyi oluşu da beraberinde getirmektedir. İnsanı mutsuzluğa düşüren şeylerin en başında insanın yaratıcısı olan Allah ile arasındaki bağı zayıflatması yatar. Allah’ı unutan insan, dünya hayatının cazibesine kapılır ve onun geçici zevkleri peşinde koşar. Dünya meşgaleleri, insanın zihnini ve kalbini öylesine esir alır ki küçük işlerin esiri haline gelir. Bu durum, insanın asıl potansiyelini ve yaratılış amacını gölgede bırakır. İnsan, her an Allah’ı hatırlayarak O’nunla olan bağını güçlendirmelidir.
Yaşamımızı güzelleştirmek ve hayatımızı daha mutlu bir hale getirmek bizim elimizde. Bir kişinin “Ben kimim?” sorusuna verdiği cevaplar oldukça kıymetlidir. Neye yeteneğimizin olduğu, güçlü yönlerimizin ve zayıf yönlerimizin neler olduğunun çok farkında değiliz. Birçok erdeme ve karakter gücüne sahip olduğu halde kendi hakkında yeterli bilgisi olmadığı için bunların hiçbirinin farkında olmamak, var olan potansiyelin üstünü örterek yaşamaya mecbur kılıyor. İnsanlar kendini tanıma yolculuğuna çıktığı zaman kendinde var olan birçok güzel özelliğini de görecektir. Ayrıca insanların bu yolculukta başkaları ile olan ilişkilerinde nasıl bir yapıya sahip olduklarını da görmeleri gerekmektedir. Sağlıklı bir iletişimde olmaması gereken hatalarını da görmüş ve bunları düzeltme yoluna girmiş olmalıdır. Mutluluk olgusu kişiye özgü bir ruh hali gibi görünse de yaşadığımız toplumsal çevreden tamamen bağımsız değildir.
Bizi çok seven ve bize çok değer veren bir Allah’ımızın var olduğunu hiç unutmadan yaşamak kişinin en büyük mutluluk sebebidir. Mutluluk adına yapılan tüm sosyolojik çalışmalarda, kitap ve yazılarda “anı yaşamanın” önemini üzerinde durulur. Ne geçmişin yükü ne de gelecek kaygısı duymadan aslında bugüne odaklanmanın insan psikolojisine de iyi geldiği tespit edilmiştir. “Bugün”ü yaşayan ve aynı zamanda sahip olduklarına, yeterliliklerine ve potansiyellerine odaklanan zihin; olumlu ilişkiler, yaşam amacı, kişisel gelişim gibi birçok psikolojik iyi oluşu beraberinde getirmektedir. Tüm bunların oluşması için öncelikle bugün şükredecek o kadar çok şeyimiz olduğunu tekrar tekrar görmek ve kendimize hatırlatmak önemli bir başlangıçtır. Çünkü kişinin hayatında hep bulunan ama günlük yaşamında göz ardı ettiği güzel ve olumlu şeyleri görmesini sağlayarak olumsuz negatif duygulardan kıymet ve değer bilmemek ve dolayısıyla şükürsüzlük halinden korur. Ailemiz, arkadaşlarımız, anne babamız, yaşam standartlarımız, sağlığımız, işimiz, evimizde sıcak bir çorba içmemiz, bir dostumuzla dertleşiyor olmamız gibi sayılacak o kadar çok şey var ki… Her şeyden önce en büyük şükür sebebimiz “Elhamdülillah Müslümanım” diyebilmektir. Senden vazgeçmeyen, seni çok seven bir Allah’ımızın olduğu bilincini tüm benliğimize ve yaşamımıza geçirmek ve bu akışta olmak ne büyük bir mutluluk sebebi ve şükür kaynağıdır. Çölde devesini kaybedip ve daha sonra bulan bir insanın sevinci ne kadar büyük olur. Allah’ın kulunu sevmesi ve ondan vazgeçmemesine bu örnek şöyle verilir: Bir kulun yaptığı bir hatadan dönmesi, günahından tevbe etmesine karşı Allah’ın kuluna olan sevinci aynı bunun gibidir, denir. Böyle bir sevgiyle ve özel kabiliyet ve yetenekte yarattığı insan ise kendi değerinin farkında değil. Bir anne evladından vazgeçmez. Aynı bu örnekteki gibi bizden vazgeçmeyen, bizi çok seven ve bize merhamet eden Rabbimizle yakın ilişki kurmak duası ile…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir