Kocasının ev terk ettiği gecenin sabahında Harika, işe gitmek için hazırlanırken teknolojinin son şaheseri çamaşır ve kurutma makinesiyle göz göze geldi. İnsanın bile kırışıklıklarını düzeltecek kadar güçlü buharlı ütüsüne dokundu. Zaten bu sitede kimin evinde bir şeyin eskisi ya da kötüsü vardı ki? İstese kocası Ejder’in gömleğini otuz dakikada yıkayıp, kurutup, ütüleyip giyilmeye hazır hale getirebilirdi. Ama yapmadı. Neden? Düşündü… Yorgun muydu? Hayır… Kocası kötü mü davranmıştı? Yok… Yüzüne su çarpıp aynaya baktı. O siyah saçları, herkesin hayran olduğu sıpa gözleriyle kendisine aşkla bakıp “Çok güzel bir kadınım ama ya ruhum?” diye düşündü. Rahatsız edici, yüzleşmesi zor bu soru ve sorunundan kurtulmak için tek yapabildiği sifona tekrardan basmak oldu.
Şatafatlı bir restoranın şefi gibi intizamlı giyinmiş kadın, eski gemilerden temin edilmiş eşyalarla zenginleştirilmiş, şaşaalı odadaki ceviz kaplamalı toplantı masasının üzerine kahvaltıları muntazaman servis etti. Tepsi elinde olduğu halde iki elini birleştirip tekmil veren er misali “Ejder Bey, kahvaltınız hazır.” dedi. Ejder masada gördüğü ve mis gibi kokusu odayı kapladığı halde “Ya kuymak?” dedi. Bu soruyu beklediği her halinden belli olan kadın “Memleketten gelen malzemelerle tam sevdiğiniz kıvamda pişirdim.” dedi. Ejder yine kadına bakmadan “Tamam, çıkabilirsin.” dedi. Kadın tam çıkarken asistanı elinde takım elbise içeri girip sakince “Ejder Bey, çizgili takım elbisenizin içine her zamanki beyaz gömlekten aldırdık.” dedi. Ejder “Yelek, yeleği unutmadınız, değil mi?” dedi. Asistan “Hepsi hazır.” dedi. Ejder eksik arayan bir ses tonuyla “Kırışık bir yeri var mı?” dedi. Asistan gayet emin, sözünü kuvvetlendirmek için yok manasında elini sağa sola hafifçe sallayıp “Kesinlikle yok Ejder Bey” dedi. Kahvaltı için makam koltuğundan kalkarken “Tamam, çıkabilirsin” dedi. Masanın denizi gören tarafında oturdu. Gözüne önce camın önünde duran gemi dümeni ve pusulası, çalışan işçiler, inşa edilen gemiler takıldı. Çayından bir yudum içip ayağa kalktı, dümenin başına geçti. Harika bunları açılış günü hediye etmişti. O gün söylediği “Artık dümenin başındasın. Deryaları altı üst eden fırtınaların içinde kalsan da dümenin hiç kilitlenmesin.” sözü ve sağ eliyle pusulaya dokunduğunda “Uçsuz bucaksız okyanuslarda pusulan hiç şaşmasın.” sözleri aklına geldi. Tekrar kahvaltıya otururken “Dümeni zorla da olsa tutuyoruz ama pusula şaştı şaşacak.” dedi. Kuymağı ekmeğine banıp sündüre sündüre yemeğe başladı. İkinci lokmada telefonu çaldı. Baktı “Mahmut Kaptan iki” yazıyordu. Yüzündeki mimiklerden değer verdiği biri olduğu belliydi. Sesini dışarı vererek “Alo Mahmut kaptanım” dedi. Karşıdan heyecanlı bir ses geldi. Mahmut “Alo Ejder abi, nasılsın?” Ejder “İyidir Kaptanım. Sen…” Mahmut “İyiyim iyiyim de… Sıkı dur… Seni daha iyi yapacak, heyecanlandıracak, muhteşem bir haberim var.” dedi. Ejder “Mahmut kaptan o dediğin olmazsa ancak yemekle telafi edersin.” dedi. Mahmut gülerek “Asıl sen kuzu çevirmeleri hazırla… Sefer Demirbüken Tersanesi’ne ortak arıyormuş.” dedi. Afallayan Ejder ağzına atmak üzere olduğu lokmayı geri tabağına bırakıp “Hadi be… Gerçek mi? Sen ne dediğinin farkında mısın? Sefer Demirbüken şampiyonlar ligi şampiyonu oğlum, semtinden bile geçmek için selam, kelam lazım… Kaldı ki ortak alsın.” dedi. Mahmut kendinden emin “Öyle değil işte, her kalenin bir zayıf yeri var. Sefer Ağa ani bir kararla kırk yıllık eşinden boşandı.” Yemeği bile unutan Ejder koltuğuna yerleşip “Eeee?..” Mahmut “Bunun hanımı Cemile Hanım, Osmanlı kadını, çocukları yanına çekmiş. Sefer’i yalnız bırakmışlar, kendileri yeni bir tersane kuracaklarmış. Sefer de onlara inat daha da büyümek istiyor. İstiyor istemesine ama yaşı gelmiş altmış beşine, iyi bir ortağa ihtiyacı var. Senin anlayacağın ihtiyacı olan para pul değil, hem ailesinin çekilmesiyle oluşan manevi boşluğu dolduracak hem de dostluk yapacak iş bilen güvenilir bir adam. Bu tarife en iyi uyan adam da sensin.” dedi. Yüzü düşen Ejder çayından içince memnuniyetsiz “Bakarız, bir düşüneyim.” diyerek istediği tepkiyi alamayınca hayal kırıklığına uğrayan Mahmut’un telefonunu kapattı. Çayından bir yudum içerken mağlup bir komutan gibi “Oğlum bize kim manevi destek olacak?” dedi. Mahmut’un “Osmanlı kadını” cümlesi beyninde mıh gibi çakılmıştı. Kendi eşini düşündü… Kendisinin de aslında itici gücü onunla gizliden gizliye yaşadığı güç savaşıydı. Ona hükmetmek için ondan daha güçlü olmalıydı. Yoksa yüksek egolu, güzel, zeki ve başarılı bir kadını nasıl kontrol edip saygısını kazanabilirdi? Sofrayı toplamak için gelen kadına “Bu çay mayıs ilk ağız çayından demlenecek demiştim.” dedi. Kadın ıkına sıkıla “Evet, sizin getirttiğiniz özel çaydan.” dedi. Ejder kızgın, memnuniyetsiz eliyle süprüntüleri al der gibi sallayıp “Götür o zaman yeniden demle.” dedi. Mahcup kadın başını öne eğip “Emriniz olur Ejder Bey.” diyerek dışarı çıktı. Onun üzgün halini gören asistan moral vermek için “Üzülmeyin Ekin Hanım… Bu varlıklı insanlar zor canlılar…” dedi. Ekin o an daha çok acıyarak “Ben neyse üç beş saat sabrediyorum. Ya karısı, çoluk çocuğu?” dedi. Asistan bed bir ifadeyle “Onlar da ona göredir herhalde. Yoksa bunca yıl niye bu kahrı çeksinler?” dedi.
Simsiyah gözlerinin içi gülen, yirmi yedi yaşlarındaki, orta boylu, doğal bukle bukle dalgalı siyah saçlı, çıtı pıtı kız ile takım elbiseli, bakımlı şoför, Harika’yı beklerken konuşup gülüşüyorlardı. Pahalı çantasını omzuna, elinde ise elbise kılıfıyla kapıda beliren Harika onları gördü. Kız hemen koşup elbiseyi aldı. Şoför ise kapıyı açıp saygı içinde “Günaydın Harika Hanım” dedi. Yüzünden düşen bin parça Harika ise karşılık vermeye tenezzül bile etmeden muhataplarını yokmuş gibi farz edip siyah renkli ihtişamlı arabanın arka koltuğuna kuruldu. Kapıyı kapatan şoför yerine geçerken asistan ise arka tarafı genişletmek için öne çekilmiş yanındaki koltuğa sığıştı. Asistan ruhları sarsacak kadar şiddetli gergin ortamı bir nebze yumuşatmak için o hayat dolu gülümsemesiyle “Bugün yine harikasınız Harika Hanım.” dedi. Denize düşünce yok hükmünde olan yağmur damlası gibi etkisiz kalan bu söze Harika “Cansu, kendine başka iş mi bakıyorsun?” dedi. Cümleyi anlamaya çalışarak “Hayır Harika Hanım, ne münasebet.” dedi. Bu cevabı bekleyen Harika sakince öç almaya başladı. Harika “Peki sen bizim elli ülkede iştirakleri olan büyük bir topluluk olduğumuzu bilmiyor musun?” dedi. Cansu kaygılı yutkunup “Tabii ki biliyorum.” dedi. İstihkar bir edayla Harika “O zaman niye hâlâ o ucuz, bayağı rujdan kullanıyorsun? Renkleri solmuş, tüylenmeye başlayan elbiseler giyiyorsun? Hâlbuki ben size bu türden harcamalarınız için ayrıca ödenek veriyorum. O paraları küçük kafalar gibi tasarruf edip eve üç tane daha ekmek al diye vermiyorum. Yoksa eşantiyon ürünler mi kullanıyorsun?” dedi. Cansu kıpkırmızı oldu. Gülen gözleri dolan Cansu ile şoför göz göze geldiler. Şoför ise sıranın kendisine gelmemesi için gaza dokundu. Cansu boğazına düğümlenen kelimeleri zorla çıkartarak “Peki Harika Hanım, daha fazla dikkat ederim.” diyebildi. Hafiften açılmaya başlayan Harika “Aykut sen boş zamanlarında bu araç ile taksi dolmuşa mı çıkıyorsun?” dedi. Aykut “Hiç olur mu efendim?” dedi. Harika “Hafta sonu ailen ile birlikte pikniğe mi gidiyorsun?” dedi. Aykut “Araç iş dışında şirket garajında kalıyor.” dedi. Harika “O zaman bu araç niye pis kokuyor?” Yüzünü iyice buruşturup “Leş gibi ter kokusu her yerine sinmiş, yanlışlıkla bir arkadaşımı arabaya davet etsem rezil olacağım.” dedi. Cevap beklemeden “Bugünkü programımız ne?” diye sordu. Kız hemen tabletini açıp gücünün yettiği kadar geri doğru dönüp “Saat onda yeni kurulacak ilaç fabrikası için Genel Müdür Faik Bey ve ekibiyle toplantı, saat on birde kruvaziyer ve yat limanlarının işletmesi için İtalyan, İspanyol şirket temsilcileriyle görüşmeniz, saat on dörtte yeni kurulacak paslanmaz fabrikası için Koreli ortaklarla toplantı, saat on sekizde Down sendromlu çocuklar yararına düzenlenen yardım gecesi” derken yüzünü buruşturan Harika “Of, bir o eksikti… Başka birini gönder.” dedi. Asistan “Harika Hanım, yaptığım araştırmaya göre ünlü bir iş adamı düzenliyor, onun için holdingler CEO seviyesinde katılım sağlayacak.” dedi. Harika “Mecburuz desene…” dedi. Sessizliğe boğulup arka camı açtı. Babasını düşündü, ona hep kızardı, daha doğrusu küçük şeylerle mutlu oluyor diye hor görürdü. Para, makam, itibar hırsı yoktu. Öğretmen Edip, hemşire Elvan sevdiği şeyler, zevkleri için yaşardı. Dünya yansa umurlarında değildi. “Ya ben? Sevdiğim her şeyi, beni sevenleri, bana hizmet etmeleri ve beni yüceltmeleri için sevmeye başlamışım. Eşimi, çocuklarımı, işimi, verilen her şeyi…” diye düşündü. Artık en ufak itiraza, hatayı katlanamaz olmuştu.
Kaliteleri ilk bakışta göze çarpan ve modern çizgiler taşıyan ofis mobilyalarında milyonluk yatırımcılarda saflık duygusunu perçinlemek için beyaz renk tercih edilmiş. Şeffaflık ve doğruluk yürekleri ısıtsın diye de cam masa ve sehpalar kullanılmıştı. “Güven Tıkır. Genel Müdür.” yazan gümüş renkli isimliği, kalemlerini, sümenini düzelten Güven, koltuğunda geriye yaslandı. Cam duvardan çalışanlarına, dünyadaki döviz, altın ve borsa bilgilerinin anlık aktığı dev ekranlara baktı. Kollarını öne doğru gerdirip esnedi, sonrasında ağrıyan sırtına ellerinin yetişebildiği yere kadar masaj yaparken “Eee oğlum, arabada sabahlamanın sana hediyesi.” dedi. Bilgisayarını açarken neşeli olmaya çalışıp “Off saat neredeyse on olmuş. Bugün mesaiye geç başladım. Bu da hesaba eksi yazar.” Ellerini ovuşturup “Hemen açığı kapatmam lazım.” dedi. Masa üstündeki çerçeveli aile fotoğrafına bakıp “Arayı derhal düzeltmem gerek.” dedi. Televizyonda ekonomi kanalını açtı. Kanala öylesine bakarken “Aman nasıl yapacağım? Hesapçı, zor, sinsi Sanem’in güvenini tekrar kazanmak bana pahalıya mâl olacak.” dedi. O, bu muhasebeyi yaparken kanal bir anda canlı yayına geçince Güven’in gözleri büyüdü. Bütün bedenî dağınıklığı bitti, hemen toparlandı. Konuşan elli yaşlarında ama oldukça bakımlı, dinç ve mağrur banka genel müdürüydü. Hemen yanında ise Sanem oturuyordu. Genel müdür “Kıymetli basın mensupları, bugün ülkemiz ve finans dünyamız adına mühim bir döneme girmiş bulunuyoruz. Banka olarak köklü İngiliz Blackmoor Trust Bank ile büyük bir gizlilikle yürüttüğümüz görüşmeler sonucunda yüzde ellilik hissesini satın almış bulunuyoruz.” dedi. Soru sormak için söz isteyen acar muhabirlere “Bu başarılı operasyonla ilgili sorularınızı süreci başından beri büyük bir gizlilik ve başarıyla yürüten Genel Müdür Yardımcımız Sanem Hanım’a sorabilirsiniz.” dedi. Güven’in yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu. Güven “Vay anasına ulan! Biz on beş milyon doları saklayamıyoruz. Bizim hatun milyar dolarlık operasyonları tüm dünyadan gizlemiş.” dedi. Önce banka yönetimine ve emeği geçen herkese teşekkür eden Sanem en arkada yerinde duramayan genç gazeteciye söz verdi. Frapan giyimli kıvırcık saçlı genç kız elinde mikrofon ayağa kalkıp “Öncelikle tebrik ederim. Fakat ben size daha şahsi bir soru soracağım.” dedi. Can kulağıyla dinleyen Güven “Yoksa akşamki kavgamız hemen duyuldu mu?” dedi. Gazeteci “Sanem Hanım, uluslararası finans çevrelerindeki güçlü ve iyi ilişkileriniz, isminizin sahip olduğu saygınlıktan dolayı adınız olası bir kabine değişikliğinde ekonomi bakanlığı için geçtiği söyleniyor.” dedi. Sanem gülümseyerek “Bu büyük bir onur, devlet büyüklerimize teşekkür ederim.” diyecekti ki genel müdür hemen yanında oturan Sanem’in elini kuvvetle, sahiplenici şekilde tutup mikrofonu ise kendisine çekti. Genel Müdür “Biz Sanem Hanım’ı hiçbir yere bırakmıyoruz.” dedi. O an galiz cümleler kurarak çıldıran Güven “Ulan! O benim karım, sen elini nasıl tutarsın?” dedi. Öfke patlamaları arasında karısını gerçekten de kaybetmek üzere olduğunu iyice anladı. Doğruluğun timsali şeffaf masasının üzerindeki bütün eşyaları filmlerde olduğu gibi koluyla sıyırtarak yerlere savurtmak istedi. Tam o an borsacı hissiyatı kendiliğinden devreye girip “Panik yapma, duygularını yen, krizi fırsata çevir.” dedi. Hiçbir şey yokmuş gibi ayağa kalkıp “Kafayı dağıtmak için en iyisi boşboğaz berber Şevki’yle laklaklamak.” dedi. Cüzdanını ve telefonunu alıp çıkarken sekreteri “Güven Bey, yatırımcılar gelecek.” dedi. Güven “Oyala, yoksa asıl büyük yatırımımı kaçıracağım.” dedi.
Tabelasında inişli çıkışlı çizgilerle “Borsa Berber Salonu” yazan dükkândan içeri girdi. Duvarları siyaha boyanmış, ortadaki çıkma lastikler ise sehpa olarak tasarlanmıştı. Yan yana beş kırmızı berber koltuğunun karşısındaki aynalara küçük ekranlar monte edilmiş, tavanlarında ise sürekli renk değiştiren ışıklandırmaları hareketli bir hava veriyordu. Güven içeri girince dinlenmek için kahvesini yudumlayan Şevki ayağa kalkıp “Hoş geldin Güven abim.” dedi. Güven moralsiz “Hoş bulduk Şevki…” dedi. Şevki daha bir içten “Geç otur abi” dedikten sonra çırağına “Oğlum koş hemen çikolatalı, meyve parçalı coffee smoothie kap gel. Neşemiz yerine gelsin.” dedi. Büyük ekrana hemen bir ekonomi kanalı açıp sesini kıstı. Koltuğa oturan Güven’e eline aldığı özel kolonya ile önce alnını sonra boynuna oradan da koltuk altlarına doğru güzelce masaj yaptı. Bir yandan da “Güven Tıkır abim! Büyük adamsın, geçen senin tavsiyenle bir yüz binlik indirdim.” dedi. Güven “Eee çakal hep bana hep bana, abime bir tatlı ısmarlayayım demek yok. Hep laga luga.” dedi. Şevki ellerini yana açıp “Ne demek abim, yemeğin kralını yiyeceğiz. Senin bir alo çakman yeterli.” dedi. Bu arada berbere gelen iki genç “Usta sıra var mı?” dedi. Şevki bir ilk defa gördüğü bu tiplere bir de kalfaların koltuklarına bakıp “En fazla beş on dakika, çocuklar alır.” dedi. Gözleri velfecri okuyan ikili birbirlerine baktı. Sık sakallı olan “O arada sen de bize bir çay söyle ustam.” dedi. Şevki kahve için giden çırağa çay için mesaj atarken “Ne demek, keyfinize bakın.” dedi. İri gözlü, geniş alın ve geniş omuzlu olan, ağzını yaya yaya konuşmaya devam edip “Gürcistan üzerinden arabayı sokuyorlar. Yüz bin dolarlık arabayı elli bin dolara hallediyorsun.” dedi. Sık sakallı, mavi gözlü ise “Yakalanırsan ne olacak?” dedi. Muhatabı o iri gözlerini daha da açarak televizyonu gösterip “Valla bu kadına hayranım. Para sihirbazı diyorlar. Böyle biriyle evlen, bir milyon dolar borcun olsun.” dedi. Arkadaşı alaycı gülerek “Oğlum, güzel kadın da ama bilirsin neydi o armudun iyisini, balın kalitelisini gömen hayvan kesin öyle biriyle ya evlidir ya da çıkıyordur.” dedi. Arkadaşı ensesine hafif vururken “Ustam volumlesen de şu güzel insan ne diyor bir sesini duysak.” dedi. Şevki sesi açınca kendini masajın rahatlığı içinde salmış neredeyse uyudu uyuyacak olan Güven birden Şevki’nin elinden makası kaptı. Bir sıçrayışta adama hamle yaparken “O benim karım lan… Şeref yoksunu…” diye bağırdı. Tam boğazına saplayacakken adamın arkadaşı atik bir hareketle havada bileğini kavradı. Güven ise boşlukta kafayı yere çaktı. Çalışan ve müşteriler bir anda abandone oldular. Şevket ise baktı dükkânda kan gövdeyi götürecek, hemen adamın yakasından tutup dışarı attı. Arkadaşına ise kalfalar çöktü. Dört müşteri ise Güven’i ancak sıkıca sarılarak zapturapt altına alabildiler. Şevket yabancıları uzaklaştırırken herkesi dükkândan çıkartıp hâlâ bağırıp küfürler sallayan Güven’e su verdi. “Sen onlara bakma abi, ben böyle densizlerden her gün onlarcasına rastlıyorum.” dedi.
Telefon ile bağlandığı canlı yayını sonlandıran Sanem’in ışıl ışıl parlayan gözlerinden zafer sarhoşluğunu doyasıya yaşadığını zerreler bile hissediyordu. Karşısında siyah deri koltukta nizami taranmış saçları, pahalı takım elbisesi, bacak bacak üstüne atmış parlak siyah bağcıklı rugan ayakkabılı adama “Adnan Bey, sizi de beklettim.” dedi. Adnan soğuk “Hatırlatırım avukatların dakikası paradır. Hesabıma nakit akışı olduğu sürece beklerim, sıkıntı yok.” dedi. Sanem dün geceki dosyayı uzatıp “O zaman parayı hak edin.” dedi. Adnan dosyaya göz atmaya başladı. Sanem son derece kararlı bir sesle “Orada evlilik sözleşmemiz ve Güven Tıkır isimli şahsın üçüncü maddeyi ihlal ettiğine dair deliller mevcut. Sizden hemen anlaşmalı boşanma için protokol hazırlamanızı ve davayı açmanızı istiyorum.” dedi. Adnan “Peki nafaka, mal paylaşımı, çocukların velayetini konuştunuz mu?” dedi. Sanem “Konuşmadık… Çocukların velayeti bende, üç kızım için aylık toplam otuz bin dolar nafaka, mevcut gayrimenkullerin hepsini bana devredecek. Bir de o dekontlardaki on beş milyon doları istiyorum.” dedi. Adnan sakinliğini bozmadan “Tecrübelerime binaen söylüyorum, karşı taraf bu şartları kabul etmeyecektir.” dedi. Sanem kendinden emin “Ben de tecrübe ve bilgilerime istinaden söylüyorum; siz ona Virgin Adaları dediğiniz anda kabul edecektir.” dedi. Toparlanmaya başlayan Adnan “Ben bir protokol hazırlarım, siz de tamam dedikten sonra hemen işlemlere başlarım.” dedi. O arada Sanem’in normal telefonu çaldı. Sanem “Evet… Bağlayın… Alo Müjde Hanım iyi günler. Nasılsınız? Teşekkürler ben de iyiyim. Sadece…” Başını sağa sola sallayıp “Birazcık boşanıyorum da. Malumunuz üç kızım var. Bu süreci en az travma ile atlatmaları için sizden terapi desteği isteyecektim. Tamam… Cuma günü saat on altı uygundur. Görüşmek üzere…” Telefonu kapatan Sanem gayet gururlu, koltuğunda geriye yaslanıp “Karısını taşıyamayan bir kocayla o dakikadan sonra alınan her nefes insanı geri götürür. Güven Tıkır artık beni taşıyamıyor. Bugünden sonra yük. Benim de o ağırlıktan kurtulmam lazım. Hem de ivedilikle…” dedi.
Gün akşama kavuşurken kimsenin gücü dillendirmeye yetmeyip içten içe hâkim olan duygu; dışarıda savaşmak, kavga etmek, yumruk yemek, yumruk atmak insana koymuyordu. Ama aileden kopmak, dağılma ihtimalinin verdiği huzursuzluk görünmediği, hiçbir kuvveti olmadığı halde insanı öldüren virüs gibi yıkıyordu.
Harika, ofisindeki işlerini bitirdikten sonra sabah yanına aldığı takım elbisesi üzerinde, mecburiyetten dahil olduğu yardım programına katılmak için dünyaca ünlü otelin toplantı salonuna teşrif etti. Girişte bir an durup “Ben kendi çocuklarıma bile bu kadar vakit ayırmıyorum.” dedi. Sahne gerisindeki “Hayattayken meleklerin sevgisini tatmak” yazısını okuyunca inandırıcı bulmayıp burnunu büktü. Sonra davetlilerin çoğunluğunda olduğu gibi yüzüne mecburiyetten yalancı bir gülüş takındı. Cemiyetin önde gelenleriyle tokalaşıp sahte iltifatlar yağdırırken bir yandan da “Yardımsever görünmek zorunda olduğu” için yardım edenlere içinden saydırmayı da ihmal etmiyordu. Hiçbir getirisi olmayan bu dakikaların bir an önce bitmesi için üstüne yaptığı bağış kadar daha para vermeye hazırdı. Bu ıstırap içinde en önde kendisine ayrılan koltuğa oturdu. Dört yaşında gözlerinin içi gülen Down sendromlu erkek çocuk zıplayıp kucağına oturdu. Sonra da içten sıcacık, sıkıca sarıldı. Ne yapacağını şaşıran Harika’nın gücü karşılık vermemeye yetmedi. O da sıkıca sarıldı. Bir yandan da “Nasıl, nasıl olabiliyor… Tanımadığı, bilmediği bir insana güven ile böyle içten, yürek yakan bir sevgi seli? İnsan kendi ana babasına bu derece güvenip sevemezdi. Kucağındaki çocuk kırık dökük “Çok güzelsin.” dedi. Harika onun papyonunu düzeltip “Sen de çok yakışıklısın küçük bey.” dedi. Yanında iki kızı ile bir anne belirdi. Anne “Ne olur kızmayın.” dedi. Harika çocuk kucağında “Hayır, hayır aksine çok mutlu oldum.” dedi. Kızlardan birisi kollarını açıp “Yağızcığım…” dedi. Çocuk yine aniden inip ablasına giderken dönüp Harika’ya öpücük attı. Harika da aynı şekilde karşılık verip annesine “Zor oluyor mu?” dedi. Kadın çocuklarının arkasından bakıp “İki kızdan sonra bir erkek evladımızın olacağını öğrendiğimizde dünyalar bizim olmuştu. Sonra bu gerçekle karşı karşıya geldiğimizde ise; neden biz?.. İsyankâr günlerimizi geçirirken eşimin iş yerinden bir arkadaşı, bu kadar üzülmeyin, aksine sevinin, daha dünyada iken bir melekle aynı evde yaşayacaksınız dediğinde biz önce kötü gönüle teselli zannettik. Yağız doğup büyüdükçe gerçekten bir melekle yaşamanın tadını almaya başladık. Hiç kötülük düşünmüyor, düşünemiyor… Menfaatsiz seviyor. Onu eğitmek için spora, kurslara götürdükçe inanın ben tedavi oldum. İnsanlığımı unuttuğumu, karşılıksız sevmenin ne demek olduğunu Yağız’dan öğrendim.” dedi. Kadın derin bir nefes alıp Harika’nın gözlerinin içine bakarak “Hani diyorlar ya dünya bozuldu, insanlar egoist oldu. Doğru, biz bu melek sayesinde; beni, benliği bırakıp biz olmayı, bencilliğimizin çölünden fedakârlığın ferahlığına kavuştuk.” dedi. Harika “Anlattıklarınız gerçekten de çarpıcı” dedi. Kadın ayrılırken “Sizlere de teşekkürler, bu derneklere destek oluyorsunuz.” dedi. Harika “Ne demek, bizim için şeref.” diyebildi. Sonra telefonunu çıkartıp “En iyisi kardeşim Adil’le konuşmak. Bu ruhi gelişim için uzak, yakın bütün doğuyu, batıyı dolaştı. Mutlaka bana yardımcı olacaktır.” diyerek Amerika’daki kardeşini aradı.
Devamı gelecek ay…