Kadın ve Erkek Psikolojisinde Farklılıklar / Pedagog Ali Çankırılı

Kadınla erkeğin kişilik yapıları birbirinden oldukça farklıdır. Bu durum doğaldır ve genetik kodların bir sonucudur. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olduğunu bilmesi ilişkinin sağlıklı yürümesi açısından önemlidir. Aksi takdirde birinin hissettiğini öbürünün de hissetmesini veya birinin istediğini öbürünün de istemesini arzu edecek; bu mümkün olmayacağına göre ikisi de ümitsizliğe kapılacaktır. Bu gerçeği bilmeyen kadınların erkekler konusunda en çok dile getirdikleri yakınma, erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı hususudur.

Kadının ilişkideki önceliği, paylaşmak ve yakınlık hissetmektir. Erkeğin önceliği ise yetenekli, yeterli ve güçlü olduğunu hissetmesidir. Erkekler doyumu başarıda ve sonuç almada bulurken, kadınlar paylaşmayı, değer verilmeyi ve önemsenmeyi ön planda tutarlar. Bir kadın eşini sevdiğinde onun gelişmesine yardımcı olmayı, erkeğinin eksiklerini gidermeyi ve düzeltmeyi görev bilir ve bunun için çalışır. Bu, kadın için doğal bir eğilimdir. Kadın bunu yaparken eşini koruduğunu düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilmeyen bir erkek karısının kendisini yönetmeye çalıştığını zanneder.

Yeterli olduğunu kanıtlama çabasında olan bir erkeğe kadın yardım etmeyi teklif ettiği zaman erkek eşinin kendisini yetersiz ve eksik gördüğünü düşünür. Karşı cinsin psikolojisini bilen bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir. Erkeğe kendisini güçlü ve yeterli olduğunu hissettiren bir kadın ona çok şey yaptırabilir. Kadını tatmin eden duygular, destek görmek ve destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmak hisleridir. Kadın, erkekten çok daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir.

Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu takımının attığı golden aldığı zevki, kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder. Bir kadın iyi niyetle erkeğe öğüt verirken onun kendisini yetersiz hissettiğini fark edemez. Erkeğin kendisini yetersiz hissetmesine meydan vermeden ona öğüt vermenin yolunu bulan kadın, kendini aşmış demektir. Erkekler bu açıdan çocuk gibidirler. Önce takdir edilip sonra yönlendirilirlerse düşünce yanılgısına düşmezler. Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, kendilerine güvenildiğini hissettirmektir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur.

Kadın bir şeye üzüldüğünde erkek onun duygularını göz önüne almadan önerilerde bulunmaya başlar. Kadın da erkeğin bu kadar duygusuz olmasına bir anlam veremez. Erkek bir şeye üzüldüğünde de kadın, istenmeyen tavsiye ve eleştirilerde bulunarak onun kendisini yetersiz hissetmesine sebep olur. Erkek aslında kendisine akıl verilmesini değil, kabullenilmesini istemektedir. Kadın üzüldüğünde sorunlardan söz ederek kendini rahatlatır. Erkek eşinin çok konuştuğunu söylemeye başladığında ise kadın ihmal edildiğini düşünmeye başlar.

Üzüntü anında erkeğin ve kadının beyni farklı çalışır. Erkek sessizleşir, kabuğuna çekilir, konuşmak yerine düşünmeyi tercih eder. Bir çözüm bulduğunda sessizliğini bozar. Kadın ve erkek bir problemle karşılaştıkları zaman muhataplarının direndiğini gördüklerinde kendilerine şu soruyu sormalıdırlar: “Zamanlama ve yaklaşım biçimi doğru mu?” Hızlı bir zihin sorgulamayla bu soruya doğru cevap bulan çiftler, daha az hata yaparlar. Karşı tarafın duygularını anlamak, bu inceliklerin farkına varmakla mümkündür.

Kadınlar Neden Konuşur, Erkekler Neden Susar?

Konuşmak anlatmak isteyen, derdini açmak, içindekileri paylaşmak arzusundaki kadına karşılık, kendini, duygularını, korkularını ve acılarını paylaşmak tecrübesi ve pratiği olamayan erkekler. İki taraf da zor durumda aslında. Kör kuyu çıkmazında çırpınıp durmak ve bir sonuç alamamak. Bir erkek nasıl büyütülür, nasıl yetiştirilir? Kulağına neler söylenerek hayata hazırlanır? Neler telkin edilir? Bir kız çocuğu nasıl olması gerektiği yönlendirmesiyle büyütülür? İyi kız, iyi kadın ve iyi anne olmak için hangi karışımlar konur hamuruna?

Erkeğin hikâyesi güç ve güçlü olmak üzerine yazılır. Konuşması değil, başarılı olması beklenir. Ağır abi olmanın yolu, az konuşup, az gülmesinden geçtiği düşünüldüğü için ciddi olması, az konuşması öğütlenir. Hatta duyguları hakkında fazla konuşması da hoş karşılanmaz. Hatun gibi olmakla suçlanır, yargılanır. ‘Erkek adam ağlamaz, erkek adam korkmaz, erkek fazla konuşmaz.’

Erkek sessiz, ama sert bakışlarıyla anlatır ne söylemek istediğini. Film ve dizilerdeki güçlü gösterilen abartılı erkek örnekleri hep az konuşan, kendini ifade etmeyen, duygularını söylemeyen kişilik tipleridir. Gizli gizli ağlarlar, aşklarını öfkeleriyle ilân ederler. Sevdiğini sözlerinden değil, ancak kıskançlığından anlayabildiğin bir ilişkiyi yansıtır bu karakterler. Bu imajların gölgesinde büyür bir erkek çocuk. Bir erkeğin kafası karışıksa, yüreği yanıksa ve ne yapacağını bilmiyorsa eğer, içine kapanır, sessizleşir.

Erkek susarak çözmek ister sorunlarını. Konuşmaya zorlamak öfkelendirir onu. Kendisi tam olarak anlamadan, tanımlamadan dışarıya beyan etmez zihnindekileri! İçine dönüşü ve sessizliği, eşini telâşlandırır, onu konuşmaya zorlar, üstüne gider, bunu yaptıkça erkek daha da uzaklaşır, bazen hırçınlaşır, öfkeli tepkiler bile gösterir. Erkek susarken büyümeye çalışır, kadın ise konuşurken çözer hayatın şifrelerini. Kadınlar ne istediklerini konuşurken keşfederler, kelimeler arasında yakalarlar cevabı ve çözümü. Fıtratlar farklıdır, ama bu birbirine benzemeyen iki insan birlikte aynı soruyu çözmeye çalışırlar. Hayatı fark etmeye, yaşadıklarına anlamlar bulmaya çalışırlar. İkisinin de derdi büyümektir. Büyümek ise sancılı ve zordur.

Birlikte çözülmeye çalışılan soru evliliktir. Kadın ve erkek farklı çözüm teknikleriyle ve farklı donanımlarıyla aynı soruya muhatap olurlar. Birisi seçeneklerden giderken, diğeri verilenlerden çözmeye çalışır. Bu imtihanın sırrı da budur aslında. Karşındakine kendisi olma fırsatı vermek, dayatmamak, eleştirerek yargılamamak.

Yüzyıllardır kadınlar erkekleri sustukları, erkekler de kadınları çok konuştukları için suçlar dururlar. Birinin sürekli şikâyet etmesi diğerinin suskunluğunu arttırırken, onun suskunluğu da eşinin konuşmasını ve dertlenmesini arttırır. Birbirini besleyen süreçler içinde çözümsüz bir son halini alır. Erkek eleştirildikçe, içine döner ve daha da suskunlaşır. Yüreği de kendi de uzaklaşır. Kadın eleştirildikçe savunmaya geçer, sebepler sunar, duygusallaşır ve bunca yıllık emeğine acımaya başlar. Duygusal tepkiler gösterir, anlaşılmadığını düşünür ve daha çok konuşur, daha çok kendini ifade etmeye çalışır.

Eve geldiğinde hiç konuşmayan ya da eşinin sorularına çok kısa cevaplar veren bir erkek, ya karısının şikâyetlerini, söylenmelerini duymak ve başlatmak istemiyordur, ya da konuşma sermayesini dışarıda tükettiği için, evde susmak ve zihnini boşaltmak istiyordur. Kadın ise eğer bütün gün evdeyse ve anlatacak şeyler birikmişse, bunları kimseyle de konuşamamışsa, bütün enerjisiyle eşini bekler, ona anlatmak, duyulmak ve dinlenilmek ister. Konuşurken talep ettiği çözüm veya bir fikir sunması değildir. Sadece anlaşıldığını duymak ister eşinin kelimelerinden.

‘Seni anlıyorum, gerçekten üzülmüşsün ya da bu olay senin canını oldukça sıkmış’ demek bile rahatlatıcıdır. Kadınlar konuşurken, kendi çözümlerini zaten kendileri bulurlar. Aradıkları salt çözüm değil, fark edilme arzusudur. Çözüm nedir o zaman? Kadınların daha az konuşması, erkeklerin de daha çok konuşması ve dinlemesi için yapılabilecek ilk adım ne olmalıdır?

Öncelikle karşımızdakini görmeye çalışmakla başlayabiliriz. Onun neye ihtiyacı var, hangi yaralarını sarmaya çalışıyor, nelerin yükünü yüreğinde taşıyor? Durumun hemen kendimizle ilgili olduğunu düşünmeden önce, ona biraz zaman tanımak, konuşmak istediği zaman yanında olduğumuzu bildirmek ve hissettirmek ona güven verecektir. Kendini hazır hissettiğinde de konuşmak için sizi seçecektir. Anlayışlı ve sabırlı olmak süreci kolaylaştırırken, üstüne gitmek, konuşması için sıkıştırmak ve eleştirmek durumu daha da zorlaştırır. Eşimize ve kendimize büyümek, hayatı anlamak ve sevmek için şefkatle zaman tanımak, sevgiyle beklemek en sağlıklı yol olacaktır.

Kadın-Erkek İlişkisinde Cinselliğin Rolü

Cinsel mutluluk, kadın erkek ilişkilerinde en özel duygudur. Bu özel ve önemli duygu insanın özel ve önemli gördüğü kişiyle, yani eşiyle paylaşılmalıdır. Cinselliğin eşinin dışında biriyle paylaşılması aile sadakatine zarar verdiği için insanın ruh sağlığına aykırıdır.

Cinsel duygular, sadakat sınırları içerisinde paylaşıldığında iki tarafa da özel olduğunu hissettirir. Kadının sevilmek ve okşanmak psikolojik ihtiyaçlarını giderirken, erkek de kabullenilmek, eşinin mutluluğuyla mutlu olmak, potansiyelini kanıtlamak ve erkek tarafını gösterme imkânları bularak doyuma ulaşır. Kadını motive etmenin en iyi yollarından biri de ona saygı göstermek ve değerli olduğunu hissettirmektir. Saygıya layık olduğunu hisseden kadın, zorlayıcı olmaktan vazgeçer, gevşer. Çok konuşma ihtiyacı azalır. Hürmet görmek için aşırı bir gayrete gerek duymayacağından müdahalecilikten vazgeçer. Çünkü zaten kendini değerli hissediyordur.

Cinsellik kuyudan su çektikçe kuyunun açılmasına benzer ve ne kadar açılırsa o kadar alışılır. Bir müddet sonra madde bağımlılığı gibi bağımlılık yapar. İnsan beyninin sağ ön bölgesinde hazza ve zevke yönelmeyle ilgili hücreler, sol ön bölgesinde ise acı, elem ve kederden kaçmaya yönelik hücreler vardır. Cinsellik müptelası olan kişinin, zevke yönelmeyle ilgili alanları daha fazla çalışır. Bu kişinin beyninde haz tuzağı oluşmuştur ve cinselliği yaşamadan zevk alamaz hale gelir. Oysa insandan beklenen, değişik meşguliyetlerle de hoş vakit geçirmeyi bilmesidir.

Duygusal rahatlamayı yalnız cinsellikte arayan kimse, tatmin olmuyor, tatmin olması da mümkün değildir. İşletmecilikte şöyle bir kural vardır: “Sermayenizi tek sepette toplamayın, farklı sepetlere dağıtın.” Bu kuralın insan hayatına yansıma şekli, haz alanlarının farklılığıdır. Cinsellikle ulaşılan zevke; tabiatla uğraşmak, metafizik konuları düşünmek, ibadet etmek ya da kitap okumakla da erişilebilir. İnsan, beynine değişik zevkleri öğrettiğinde bir noktaya bağımlı olmayacak ve biri haz vermediğinde diğeri onun yerini dolduracaktır.

Erkeğe ve Kadına Geleneklerin ve Medyanın Biçtiği Roller

Erkekler kadınların yanında duygularını ifade edemedikleri için ne hissettikleri dışarıdan görülmez. Kadın-erkek ilişkilerindeki roller de burada önemlidir. ‘Erkek isteyen-kadın istenen’ ilişki modeliyle yürüdüğünüzde, isteyen tarafın duygularının anlaşılmasına ihtiyaç yoktur. Hissiyatı anlaşılması gereken taraf kadındır. Bu nedenle filmler, kitaplar, şiirler hep onun üstünedir. Erkek hissettiklerini belli etmez. Bundan dolayı da kadın tarafından duygusuzlukla itham edilir. Erkekten güçlü olması beklendiği için hislerini açamaz. Bu da içine kapanmasına, kendiyle kalmasına sebep olur. Hayatla ilgili çok yoğun korkuları, kaygıları vardır erkeklerin. Ancak bunları, güçsüz birisi gibi görünmek istemedikleri için kadınlarla paylaşamazlar.

Erkek çocuğu küçük yaştan itibaren, bir erkek nasıl değer görür bunu öğreniyor. Aileden sevgi görmek için onların beklentilerini karşılıyor. “Erkek adam ağlamaz. Erkek adam korkmaz. Erkek adam cesur olur.” Bir erkek bunları gerçekleştiremediği zaman kendisini değersiz hissedip güvenini kaybeder. Değer görmek için ailenin ve toplumun beklediği davranışlarda bulunma çabası erkekleri birbirine benzeyen kişiler yapıyor.

Annenin varlığı, sevgisi ve koruması ile kendimizi güvende hissederiz. Çocuklarını kendisine bağımlı yetiştiren annelerin evlatları özgüven sorunu yaşar ve annenin varlığına yoğun ihtiyaç duyar. Bu; erkeğin ya annesine ya da annesinin yerine koyduğu kişilere bağlanmasına sebep olur. Erkek çocuk annesinin yanında hissettiği güveni karşı cinste de arar. Annesi onu koruyup kollarken şartsız bir destek sunar, karşılık beklemez. Bu davranışı eşinden de bekleyen erkek, annesiyle eşini kıyaslama sürecine girer: “Annem bu yemeği çok güzel yapar. Annem bir gün bile beni işe kahvaltısız göndermedi. Annem, bize hiç ev işi yaptırmaz; işine karışılmasından hoşlanmaz.” Bir erkeğin devamlı annesinden bahsetmesi eşinin hoşuna gitmez.

Kendine güvenmeyen erkeklerin anneleriyle ilişkileri bağımlılık düzeyindedir. Ya annesinin davranışlarını ve hizmetini eşinden de bekler ya da annesini kaybetme korkusu yüzünden eşiyle istediği şekilde sıcak ilişkiler kuramaz. Erkek, annesinin ev işlerine karışmasından rahatsız olmazlar; bunu yardım olarak algılar. Eşinin de bundan memnun olup annesine teşekkür edeceğine neden rahatsızlık duyduğunu anlayamaz. Bu nedenle kadınlar, evlenecekleri erkeklerin kendilerine karşı davranışlarına değil, anneleriyle kurdukları ilişkiye bakmalıdır.

Kadınlar erkeklerin de duyguları olduğunu düşünmez. Bunda toplumun kadına ve erkeğe biçtiği rolün etkisi oldukça fazladır. Kadının kendini güvende hissetme ihtiyacı yoğunluktadır. Kendisinin erkeğe karşı ne hissettiğinden ziyade, erkeğin kendisine karşı ne hissettiği önemlidir. Kadın önceliği kendisinin anlaşılmasına verir. Erkeği anlamaya çalışmak yerine, erkeğin kendisini anlamasını bekler. Kadın için erkeğin kendisi için ne düşündüğü, kendisini sevip sevmediği, kendisine değer verip vermediği, onu mutlu edip edemeyeceği önemlidir. Kendisinin ona uygun bir eş olup olmadığı, onu mutlu edip edemeyeceği pek aklına gelmez.

Ailenin ve toplumun erkek için biçtiği kalıp erkeğin kendisini tanımasını zorlaştırıyor. Erkek duygularını yönetmeyi öğrenemiyor. Kendini güvende hissetmek için ihtiyaç duyduğu özgüveni, kadının onu sevmesi üzerinden gidermeye kalkıyor, kendi duygularını bir kenara bırakıyor. Anneye bağımlılık, eşine bağlanma ile yer değiştiriyor, eşine karşı aşırı sevgi davranışları ortaya çıkıyor. Kendine güven sorunu yaşayan erkek için evlilik güvenlik alanıdır. Kadını kendine bağlar. Bunu başardığında güveni artar. Ancak bu durum başka bir sorunu ortaya çıkarır: Özgürlüğünü yitirme kaygısı.

Erkek eşinin sevgi, ilgi ve her türlü maddi ihtiyacını karşılamaktan ve onu mutlu etmekten sorumludur. Kadın da erkekten bu sorumluluklarını yerine getirmesini bekler. Kadındaki bu yoğun beklenti ve duygusal bağlanma erkeğin özgürlük kaygısını artırır, özgürlük alanının daraldığını hisseder, korkuya kapılır. Ancak yaşadığı korkuyu ifade edemez, ilişkiye karşı duygusal yoğunluğunu kaybeder. Mecburiyet, sorumluluk ve sevgi bir arada yürümez. Kendimizi özgür hissettiğimiz sürece içten gelerek, gerçek anlamda sevebiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir