İnsanı Kuşatan “Ezel-Ebed-Rahmet” / Dr. Alper Yücel Zorlu

Allah’ın Büyüklüğü Karşısında Hakiki İnsan Olmak
Allah’ın (c.c.) ezelî ve ebedî olmasının irademiz ve kaderimizle alakası üzerinde düşünce serdeden irfan ehli, kelam ilmine sahip insanlar olagelmiş, kaderin anlaşılabilir alanlarında akıl ve irfan penceresinden düşünceler ortaya koymuşlardır. Başımıza gelen olaylarda nasıl davranacağımız hususu da daha çok “sabır” ekseninde ele alınmış, böyle yaşamamız halinde bunun ecri ve sevabı, nihai olarak Allah’ın rızası konuları üzerinde durulmuştur. Oysa Allah’ın (c.c.) bizi sınarken, kendisinin ezeli ve ebedi oluşu, zamandan münezzeh oluşu nedeniyle, zaten Allah indinde bu sınavdan nasıl çıkacağımız hususunun biliniyor oluşu da bir vakıadır. Bu husus daha çok irade konusu üzerinde durmakla, “kul kasteder Allah yaratır” şeklinde, niyet ve kasıtlarımızın Allah tarafından yaratılması, bizim iyi, doğru ve güzel olanı, tavsiye ya da emredileni tercih etmemizle irtibatlandırılmıştır. Ortaya koyduğumuz iradenin kıymeti de iyi insan olmamızla anlamlandırılmıştır. İnsanlar açısından bakıldığında “Programlanmış robotlar mıyız?” gibi yönlendirilmiş soruların muhatabı olan bu konu, tarihte insanların zihninde Kaderiye ve Cebriyye gibi kelam ekollerinin arasına sıkışıp kalmış, nihayetinde Ehl-i Sünnet düşüncesinde anlatı ve açıklama olarak kemal bulmuştur. İnsanların bu konudaki fikirsel olarak ilgi ve cazibe alanı hep, kendi iradelerinin sonucu belirlemeye yetip yetmediği ya da Allah’ın (c.c.) öncesinde de sonrasında da bizler açısından, olacak her şeyi öncesi ve sonrasıyla bilmesinin imtihan mantığında nasıl bir işlevsellikle bizi baş başa bıraktığı konusu olmuştur. İradesini iyi ya da kötü biçimde ortaya koyabilen insan, iyilik hallerinin tercih edilmesinde ne denli büyük ilahî yardımlar aldığını unutmuş görünmektedir. Üzerinde çok düşünüp tefekkür edilmesi gereken ama unutulan şeylerin başında “Allah’ın yardımı ve merhameti” konusu gelir ki, aslında Allah-kul ilişkisiyle birebir ilişkilendirilmesi gereken bir konudur. “Köşeli” düşünmeyi bırakıp, tefekkür ikliminde kuru akılla değil, duygularımız, sezgilerimiz yani akleden kalbimizle gezersek, maneviyatı da “yükü sağlam” bir kervana benzetirsek, “kervanın yolda düzüldüğünü” de açıkça görürüz. Bu ne demektir? Böyle ciddi bir konuda günü birlik hayatın sade dili böyle bir konuda bize dört başı mamur bir düşünce ya da tefekkür alanı açabilir mi? Şu ana kadar söylenenler daha çok “Kul kasteder, Allah yaratır.” ya da “İlim maluma tabidir.” nevinden, konunun bazı cephelerinde bizlere anlamlı ipuçları veren doğru söylemler… Peki, Allah’ın rahmeti ve merhametinin, ilahî yardımlarının, verdiği ilahî ya da melekûtî ilhamların, gösterdiği rahmanî rüyaların, çevremize yerleştirdiği salih kulların, doğru arkadaşların, sağlık ve huzurun imtihanımızı başarma hususundaki rolü göz ardı edilebilir mi? “Ya Rabbi, bize kaldıramayacağımız yükü yükleme” münacat ve duasındaki Allah’a sığınışımıza verdiği, hayat içindeki kolaylaştırıcı çözümlerin, çok anlamlı katkısını nasıl bir kenara bırakabiliriz? Ya da duanın sınırsız etkisini, sadakaların belaları defettiğini, akraba ziyaretlerinin ömrü uzattığını, ana-baba duası almanın kıymetini, iyilik ve güzelliklerle lütuflandırılınca şükretmenin güzelliğini ve bununla nasiplenmemizi… Yani bu açıdan bakılınca, özellikle kendi yapıp ettikleriyle kendine çok anlamlar yükleyen insanın, tüm bunları unutup, sanki “yolları açan kendisi imiş gibi” bir ego dayatmasıyla altından kalkamayacağı yüklere rağmen gizli ve sinsi bir isyanı, potansiyel olarak kendinde bulundurduğunu görmemek mümkün değil… “Önce iyilik görelim, sonra bakarız” tarzı “pazarlıklı bir kulluğun” insanda varlığını gösterip, “iyi olmanın” sadece bir söz olmadığını bizlere gösteren Allah’a (c.c.) hamdolsun… Bunu gördükten sonra hâlâ tövbe kapısını bizlere açık tutan Allah’a (c.c.) sonsuz şükürler olsun.
İyilik hallerimizi daha güçlü bir iyiliğe ve kalıcı bir görgüye ve ilişki türüne, yani aslında “edebe dönüştüren” Allah… Yani, yaptığı sınavla bize bizi tanıtan Allah… Yoktan var ettiği insan denen varlığa bu denli değer veren Allah… Sonuçta bizim layıkıyla fark edemeyeceğimiz sonsuz kudretini bizlere gösteren, tanıtan, hayatın içinde olaylarla böyle bir dil geliştirerek idrak etmemizi sağlayan Allah… Görünen o ki, aslında biz çok şey yapmıyoruz… Çünkü iyiliklerin önünü açan Allah… Daha işin başında “bedavacılık” yapan insana mukabil, öğrete öğrete, göstere göstere yolları açan Allah… Bizlere yaşattıklarından hareketle, insana hakiki insan olmanın yüceliğini bahşeden Allah…
Geriye de aciz insana “Peki, bela, dert, sıkıntı bize niye geliyor?” gibi basit sorular kalıyor ki, bunu abartanlar maalesef kendilerine yeni bir elbise bulmuş gibi, yalandan da olsa “Ben ateistim” deyip çıkıyorlar… Çok ilginç ama daha kaliteli (!) bir kötülük haline düşüp “Ben deistim” diyorlar… İnsan gülmemek için kendini zor tutuyor… Ama acı acı gülmek serbest… Kendi halimize gözyaşlarıyla şükretmek ve Allah’a bu konuda da şükür anlamında sığınmak en güzeli olur şüphesiz… Onun büyüklüğünü, merhametini tasdik, kendi acziyetimizi itiraf… Yani Allah (c.c.) insana insanı tanıtarak yol gösteriyor… Kendine “ebedi dost” seçeceği canlıyı kalifiye ediyor.
Bu konuyla alakalı olarak ilim, irfan ve hikmet ehli, çok kıymetli büyüğümüz, Ehl-i Beyt’in nadide incisi Şenel İlhan Beyefendi, dertler ve belalar karşısında niçin sabretmemiz gerektiğinin altını “İnsanoğlu İçin tedricenlik Olmazsa Olmaz Bir Eğitim Şeklidir” konulu sohbetinde şöyle ifade ediyor:
“Dünya imtihan dünyası ve bizler dünyada hem imtihanda hem de eğitimdeyiz. Her çilenin, her acının, her musibetin hem imtihan hem eğitim boyutu vardır. Bir taraftan günahlara kefaret olur ama bir taraftan da eğitir, geliştirir, değiştirir bizi. Başımıza gelen her türlü olayla ömür süreci içinde durmadan eğitiliyoruz. Tecrübelerle bilgimizi, görgümüzü artırıyor; bazı güzel değerleri, kabiliyetlerimiz ve erdemlerimiz arasına katıyoruz. Güzel ahlaklı olmak, güzel ahlakın inceliklerine vakıf olmak ve bu değerlerle değerlenmek tedricen olan bir eğitimi zorunlu kılıyor. Bizler bu dünya hayatında bize ayrılan bir ömürlük süreçte ne kadar eğitilebilirsek ne kadar gelişebilirsek, sonsuz yaşamımızda bu değerler bizim sonsuza kadar makam ve şerefimiz olacak. Rabbimiz bu dünya hayatında, yaratılışımızdan bize verdiği kabiliyetlerimize göre bizi eğitecek. Her kul istidadına göre bir yerlere gelecek, bir makam sahibi olacak. Bu birden bire olmayacak; bunun için çeşitli evrelerden, duraklardan geçeceğiz. İnsan şerefli bir varlık. Onun eğitimi de gelişimi de yaşadığı süreç de bu şerefine uygun bir şekilde çok farklı…
Hayvan yavruları doğar doğmaz yürür ama insan yavrusu öyle değildir. Onun yürümesi bir yılı aşar; önce sürünür, sonra emekler, sonra ayağa kalkar, sonra yürür, sonra koşar, sonra hayvanları bile şaşkına çevirecek akrobasi hareketleri yapar… Hâlbuki hayvan yavruları doğar doğmaz yürür… Dolayısıyla insanın hayatının zorlu geçmesi ve tekâmülü için uzun süreçler gerektirmesi onun değeri ile alakalıdır.
Rabbimiz bu eğitilen kulların içinden bazılarını ayırıp kendine dostlar seçer. Onların eğitimi diğer kullardan daha zorlu ve daha çilelidir. Zira sonsuz büyüklükteki Rabbimiz, sonsuza kadar süren bir hayatta, en kaliteli varlıklar olan insanoğlundan dostlar seçecek. Bunları seçerken fakirlikle, zenginlikle, hastalıkla, bela ve musibetle sınayacak ve aynı zamanda eğitecek… Bunun başka yolu yok; çünkü bunlar tedricenlik gerektiren eğitimlerdir ve bu yüzden insanoğlu için tedricenlik olmazsa olmaz bir eğitim şeklidir. Bu eğitim; zaman içinde sindirerek, sınıflardan geçerek, merdivenlerden basamak basamak çıkarak, acılarla yoğrularak, tüm tekâmül süreçlerini yaşayarak olan bir eğitim demektir. Tedricen eğitim o kadar güzel ki ben haşâ Allah’ın (C.C.) baktığı yerden bakıyorum da bunun kıymetini anlıyorum. Allah’ın (C.C.) bile müdahale etmediği bir alan tedricenlik. Hâlbuki Allah “ol” dese olur ve bir kulu Allah istediği makama “ol” diyerek çıkarır. Ama tedricen gelinen makamla birden çıkılan makam bir olmaz; değer yönüyle, kıymet yönüyle ve insan ruhuna, nefsine katkıları cihetiyle bir olmaz…
Allah (C.C.) tohumu fide yapar, fideyi ağaç; tohumdan birdenbire bir ağaç çıkarmaz. Tedricenlikle olan kemâl, değişim, gelişim, birdenbire olmaz. Allah, kulların gelişmesini de tedricenlik mantığında veya formatında yapar. Tedricenlik mantığında gelişim ise çile çekmekle, köprülerden geçmekle mümkündür.
Saidi Nursi bu konuda şöyle demiştir: Bir saatlik musibetle Allah (C.C.) bir kulunu bir aylık, belki bir yıllık terakki ettirir… Bu nedenle çekilen çileler kıymetlidir ve Allah (C.C.) kulunun çektiği çilelere kıymet verir. Bütün peygamberler, hayatlarında çilenin en büyüğünü yaşamış, acının en büyüğünü tatmışlardır. Bunlar boşuna değildir, tesadüfen de değildir. Allah (C.C.) kıymet verdiği kulunu, kıymet verdiği bir yere bir makama getirirken hep bu usulle eğitir. O zaman demek ki bu usul insan eğitimi için en güzel olandır… Acıdır, zorludur, ama en güzel olandır.
Tekâmül için illaki uzun süreçlere ihtiyaç var. Bu eğitim şeklinin bir inceliği de şu ki: Allah (C.C.) kullarını kendi amelleri ile onların emekleri ile mükâfatlandırır ve derecelendirir. Bir kulun Allah (C.C.) katından verilen bir dereceyi elde etmede “Benim de katkım oldu.” demesi veya “Ben yaptım.” demesi önemlidir. Allah’ın (C.C.) yardımı, ikramı, ihsanı, fazlı ve keremi çok olsa da küçük de olsa irade ve emeklerimizin gelişmemizdeki katkısı çok önemlidir. Hem Allah (C.C.) katında hem de kul boyutunda çok önemli…
Bunun için kullar tedricenlik mantığında musibetlerle, zikirle, ibadetlerle ilerliyor; bu ilerlemede aklında, ruhunda daha önce göremediği birçok keşifler, inkişaflar yaşıyor, algı dünyası ve duygu dünyası alabildiğine hassaslaşıyor, zenginleşiyor; feraseti, basireti, anlayışı artıyor, keskinleşiyor… Okuyarak asla elde edemeyeceği ilim ve ahlak sahibi oluyor ki bir bakıma, “Bildikleriyle amel edene bilmedikleri öğretilir.” hadisinin manasını yaşıyor. Yani, azmine, sabır ve sadakatine karşılık bir ikram olarak, kesbî ilimden başka bir ilim olan vehbî ilim veriliyor ona açıkçası. Bu nedenle Allah’ın (C.C.) bu tekâmül şekli çok hoşuna gidiyor. Zira burada kulun da emeği, gayreti, azmi, kararlılığı, sabrı, samimiyeti, sevgisi, teslimiyeti birçok şeyi testten geçiyor ve tabir caizse geldiği yeri kul boyutunda o kişi hak ediyor.
Bir kulun tekâmülünün asıl gayesi muhabbetullah ve marifetullahtır. Rabbimiz hakkında; sadece akıldan ve kuru bilgilerden ziyade, sıcak duygular, hisler ve tecrübeler yoluyla bilgi sahibi, yakîn sahibi olmaktır. Böyle bir amacımız yoksa biz ne işe yararız? Bu ne büyük bir utanç ne büyük bir bencilliktir! O halde bu ayıptan ve bencillikten kurtulmak için Allah (C.C.) ile olan ilişkilerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Dünyada bize ait olan her şey ilgi alanımıza, duygu alanımıza giriyorken; Rabbimiz ne kadar ilgi alanımıza giriyor, bunun hesabını yapmalıyız. Mesela cep telefonumuzun özelliklerini merak ettiğimiz kadar Rabbimizi merak ediyor muyuz? Zatını düşünmek yanlış ama isimlerini, sıfatlarını, kullarına karşı olan sevgisini veya duygularını en azından kendi duygularımızdan empati yaparak düşünüyor muyuz? İşte bu gibi sorularla kendimize gelmeli, bizleri anne ve babamızdan daha çok seven Rabbimizin hislerine karşılık vermeli, en azından bu uğurda çaba ve gayret içinde olmalı ve ikincisi olmayan bu ömür fırsatını, sadece boş ve değersiz dünya meşgaleleriyle israf etmemeliyiz…”
Allah (C.C.) Kur’ân-ı Kerîm’de “Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.” (Nâzi’ât, 79/46) buyurmaktadır. Bu kısa zaman dilimine bu kadar sınavı ve bu denli lütfu sığdıran Allah (C.C.), insana bunları yaşatmakla, insana ne kadar değer verdiğini zaten göstermektedir. İnsan açısından, Allah’ın (C.C.) ezelî ve ebedî oluşunu, yokluktan büyük bir rahmetle varlık âlemine gelip, büyük bir rahmetle yolcu edilişimizi görmek yeter… İnsan, işin başında da sonunda da “yolları açan merhamet” demekten kendini alamıyor. Yine de bu konuların layıkıyla yerli yerine oturması için Şenel İlhan Beyefendi’nin Feyz Dergisinde yayınlanan; “Allah’ın (C.C.) Kulundan Razı Olması Ne Demektir?, Allah (C.C.) Sevgisini Kazanmak Her Şeyden Önde Gelir, Allah’a Kul Olmak İçin mi Nefsimizi Ululamak İçin mi İbadet Yapıyoruz?, İbadetlerimizin İtici Gücü Allah Sevgisi mi?, Rabbimiz’le Duygusal Bir Yakınlık Kurabilmek, İslam’dan Amaç Güzel Ahlaktır, Allah’ı Hakkıyla Takdir Etmek ve Değer Takdir Duygusu, Peygamberimiz’in (s.a.v.) Mucize Ahlâkı, Bela ve Güçlüklerle İmtihanın Hikmeti” konulu sohbet makaleleri ciddiyetle, muhabbetle okunmalıdır vesselam…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.