Her Şeye Rağmen 5 / Kenan Kurban

Yılmaz, sabahın neredeyse kör saatinden beri kendisine yardımcı olan Savaş’a elini uzattı. İçten “Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Tüm yardımlarınız için teşekkürler.” dedi. Savaş yaşadığı şartlar sebebiyle benliğine sinmiş o sert duruşuna rağmen müşfik bir sesle “Ne demek Yılmaz kardeş… Her zaman…” Elini kulağına götürüp telefon işareti yaparak “Bir alo yeter…” dedi. Yılmaz hızla arabadan inerken alelacele adımlarla dairesine doğru yürümeye başladı. Sabah üzerindeki sıkıntılı, bezgin hali gitmiş, hazine bulmuş fakir adam gibi için için sevinç naraları atıyordu. Attığı her adımda dilinden “İyi İnsan… Her Şeye Rağmen…” cümlesi düşmezken yüreğinden kopup gelen kelimeler beyninde içli cümlelere dönüşüyordu. Gülümseyerek “İlham dedikleri bu olsa gerek” dedi. Çünkü yazacağı yazı bir anda kalbine mühürle basılmış gibi nakşolmuştu. Unutmamak için neredeyse koşacak hıza ulaştı. Merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Telaş bedenini kaplayınca eli tir tir titriyor, anahtarıyla kapı açmakta zorlanıyordu. Nihayet açınca üzerindekileri daha holde çıkartıp yere fırlattı. Odasındaki bilgisayarın güç düğmesine “çabucak açıl” dercesine bastı. Bilgisayar ise Yılmaz’a kastı varmış gibi ağır ağır açılıyordu. Nefes katsayısı yükselen Yılmaz beyninden taşmaya başlayan cümleleri unuturum korkusuyla bir gözü ekranda çalakalem beyaz bir kâğıda yazmaya başladı. En sonunda açılan ekranda bir yazı dosyası açıp “İyi İnsan… Her Şeye Rağmen…” başlığını attı. Kontrolden aciz kaldığı soluk alışverişlerinin eşliğinde hızlı hızlı tuşlara vurmaya devam etti. “Bu benim bir mecmua için ilk yazı denemem. İş dünyasında başarılı ve tanınmış insanların hayatlarının bilinmeyen yönleriyle kaleme alacak olduğum için ilk başlarda korkmuştum. Çünkü o âlemden tanıdığım kimse yoktu. Ayrıca böyle insanların hayatları artık yaşadığımız iletişim çağında sanal âlemde her yönüyle ortadaydı. Açıkçası işi kabul etmeme rağmen sizlerle buluşabileceğimden çok emin değildim. Ayrıca da iş hayatındaki başaralı insanların anlattıkları, yaşadıkları hemen hemen hepsi neredeyse klasikti: Yokluklar içinden mücadele edip, cansiperane çalışarak, peş peşe çok büyük başarılar kazanıp kurulan tuzakları nasıl aştıklarıydı. Ya da yurt dışında iyi okullarda eğitim görüp, aile şirketinin başına geçerken babalarının yaptıkları nasihatlarını anlatırlardı. Edebiyat fakültesinde okuyan bir talebe olarak bana hep sıkıcı geliyordu. Ayrıca başarının tek kıstası ekonomik muvaffakiyetler miydi? Bu gelgitlerin hatta isyanların içindeyken hiç başlamadan bırakıp gitmenin planlarını yaparken arkadaşlarıma göre kozmosun yönlendirmesi ya da kader planının işlemesiyle iki gün önce insani yardım için gittiği yerde geçirdiği kaza sonucu vefat eden iş adamı Kartal Korkmaz Bey’in hayatını yazmaya karar verdim. Hayatını araştırıp kendisini tanıdıkça konunun hiç de benim zannettiğim gibi olmadığını fark edince öncelikle düşüncelerimden utandım. Onun hayatının mutlaka halkımız tarafından bilinmesinin gerektiği kanaati oluştu. Öncelikle bir vefa borcu, insani bir görev olarak bu yazıyı kaleme alıyorum.” Yazmayı bırakıp gözlerini yumarken parmaklarını dinlendirmek kastıyla yumruk yaparak açıp açıp kapattı. Göz kapaklarını açtığında gözleri ateşler saçıyordu. Çünkü yazdığı her bir cümleden sonra aklına anlamı daha güçlüleri geliyor, yazdıkça da öncesinde hiç tatmadığı hazlar alıyordu. Pür dikkat klavyenin tuşlarını vurmaya devam etti. “Hani bir dağın başında bir çoban tesadüfen bir tarihî kalıntı bulur. Arkeologlar önce küçük bir bütçe ve ekip ile işe başlar ama her kazmayı vurup, toprağı kaldırıp, tozları silince aslında görünenin ve tahminlerinin de ötesinde insanlık tarihini değiştirecek kadar büyük bir şaheserle karşı karşıya kaldıklarını fark edip sevinirler. İş büyür; yeni hocalar, ekipler dahil olur. İşte ben de Kartal Korkmaz Bey’i sadece ve sadece internette gençlere yaptığı birkaç küçük tavsiye üzerinden tanıyordum. Daha doğrusu tanıdığımı zannediyordum. Aslında bu şey varlığından haberdar olmakmış. Benim ilk hissiyatım her zaman olduğu gibi varlıklı insana karşı olan negatif duygular, eleştirel düşüncelerdi. Bu haldeyken burs aldığım vakfın bu ayki parayı eksik yatırmasına öfkelenip hesap sormak için vakıf merkezine uğradığımda yıllarca bana burs verenin Kartal Korkmaz olduğunu ve ani vefatı sebebiyle böyle bir gecikmenin olduğunu öğrendim. O an üzülüp kendime kızdım. Her daim sermaye sahiplerinin bir numaralı tenkitçisi, muarızı olan ben, bırakın cumaları, bayram namazlarına bile ayıp olmasın diye katılırken sadece bu adama teşekkür babında cenaze namazına gittim. İlk olarak Ahi Çelebi Camii’ndeki kalabalığı ve farklı kültürden insanları görünce tahminimden daha farklı bir şahsiyetle karşı karşıya olduğumu anladım. Bu şaşkınlık içinde önceden planladığım gibi bir an önce cenaze namazını kılıp kaçayım derken tanıştığım Kartal Bey’in eski dostu Halil Uzungider Beyefendi’nin “Keşke birisi rahmetlinin hayatını kaleme alsaydı.” demesiyle bu yazı fikri teşekkül etti. Hüzünlü ailesiyle acıları taze olduğu için konuşmayı uygun bulmadım. Ama yakın dostlarıyla bugün yaptığım söyleşi sonunda itiraf etmeliyim ki Kartal Korkmaz tarihi eski ama sinesinde çok mühim değerler taşıyan bir antik şehir gibi… Bu şehrin kilidini eski dostu Halil Uzungider Beyefendi açarken ruhunu benim de çok sevdiğim ses sanatçısı Cem Cenk Büke’den hayata bakışını, insan ilişkilerindeki mihengini Mana Dergisi’nin editörü Musa Güneş’ten; para, güç ve siyasete karşı duruşunu ise tecrübeli siyasetçi Emin Altun’dan öğreneceğiz. Bir ekonomi dergisinde belki de ilk defa iş, para, fabrikaların fazla işlenmediği bir yazı okuyacaksınız. Çünkü Kartal Korkmaz’ın iş adamı hüviyeti olsa da o daha çok fikir, kültür, sanat adamı her yüreğe dokunmaya çalışan bir hayırsever. Bunu coşkun yüreğimizde, gözlerimiz yaşlı hissedeceğiz. Çünkü o zengin olduğu için iyi değildi. İyi olduğu için zengindi.” Yılmaz yazının içinde kaybolmuşken açılan dış kapının sesinden sonra tüm daireyi dolduran o gür ve nezaketli sesiyle “Yılmaz kanka” diyerek Samet içeri girdi. Yılmaz koltuğunda geri kaykılıp başını sağ çevirerek “Odamdayım kanka…” dedi. Samet heyecanla odaya doğru yürürken yüksek sesle konuşmaya devam etti “Bugün şu senin Ahi Börek’e gittim. Oğlum çaktırmadan sahibini izledim. Harbiden adam anlattığın gibi yerinde sessiz sedasız otururken geleni gideni eksik olmuyor. Sanki yedi mahallenin babası… Millete yedirip içiriyor. Ne bonkör adam!” dedi. Yılmaz “Heee… Bu zamana göre enteresan adam…” dedi. Samet odaya girerken “Ne o?” dedi. Yılmaz “Bahsettiğim yazıyı toparlıyorum.” dedi. Samet eliyle “Dur ben de bir göz atayım… Belki sana katkım olur.” dedi. Bunu üzerine Yılmaz milletvekili Emin Altun’dan gelen elektronik postayı açıp “O zaman sen bunu oku, ben de dinleyeyim.” dedi. Samet, koltuktan kalkan Yılmaz’a çak yaptı. Yılmaz içindeki çağlayanı sakinleştirmek için gıcırdayan eski somya yatağına uzanırken Samet dikkatlice, tane tane okumaya başladı. “Biz siyasetin doğası gereği her kültürden, seviyeden, düşünceden insan tanıyıp ahbaplık, dostluk yapıyoruz. Bunların çoğu güç elden gidip menfaat azalınca da bitiyor. Kartal Bey hayatının her anını küçük, geçici çıkarlara göre ayarlamadığı için siyasetle, siyasetçiyle de ilişkilerini devlet ve millet faydasına göre ayarlardı. Şunu hep söylerdi; “Benim siyasi dünyamı, perişan Fransız İhtilali’nin ürünü felsefe, kavram ve kelimeler oluşturup izah edemez. Ben nefes aldığım sürece bu milletin ruh, inanç ve kültüründen neşet etmiş Devlet-i Aliyye davasının bir neferi olarak yaşayacağım…” O aktif siyasetin içinde olmamasına rağmen ulvi bir mefkûrenin sahibiydi. Nefes aldığı müddetçe hiçbir ilişkiyi, bilgiyi şahsi menfaatine kullanmadı. Hep halkından yana tavır alırdı.” Samet yüzünü hafif buruşturup “Yani ben iş adamı dediğin fırsatları kaçırmaz biliyorum. İnsan hani öyle bir yazı bekliyor.” dedi. Yılmaz “İstanbul’da ilk tanıştığı insanlar ve eski dostu Halil amcanın anlattıkları daha ilginç. Adam ilk memleketinde bir iş yeri açıyor. İş büyüyüp para kazanınca kardeşleri dalavereyle elinden alıyorlar. Elinde avucunda neredeyse bir şey yok. Zar zor Tahtakale’de bir kırtasiye dükkânı açıyor. Zamanla tekrar güçlenirken kardeşleri işi batırıp kapısına gelince onları affedip yine sahip çıkıyor.” Samet “Öyle şey olur mu ya?” deyince Yılmaz “Olmuş işte. Hem adamın sadece iyilik damarı güçlü değil. Aynı zamanda zeki adam. Toplumu tahlil ediyor, ihtiyaçlarına göre her alana el atıyor. Bizim hayranı olduğumuz şarkıcı Cem Cenk ilk albümü için bir iş adamına sponsor olması için gidiyor. Adam bunları dinleyip geçiştiriyor. Ama orada misafir olarak olaya şahit olan Kartal Bey gençleri ofisine davet edip güzelce misafir ettikten sonra gerekli finansı bu milletin değerlerine sahip çıkıp dünya çapında işler yapma şartıyla veriyor.” Samet inanmayarak “Hadi ulan atıyorsun…” dedi. Yılmaz daha ciddi tavırla “Cem kendisi söyledi. Üstelik adam hiçbir zaman ismini öne çıkartıp onları minnet altında bırakmadan yapmış…” Samet, “Adam kırtasiye dükkânından başlayıp maden ocakları işletiyor, teknoloji şirketleri kuruyor, bir yandan garip gureba ile ilgileniyor. Şarkı söylemek isteyen gençlere destek oluyor…” derken Yılmaz’a Mana Dergisi’nin editörü Musa Güneş’ten mesaj geldi, Yılmaz hızla açıp okumaya başladı. Yılmaz “Dinle bak; Merhaba ben Mana Dergisi’nin editörü Musa Güneş, iyi çalışmalar dilerim. Halil Bey durumu bana iletti. Size daha önceden Kartal Bey için hazırladığım bir yazıyı gönderiyorum. Bu yazıdan istifade edebilirsiniz. Başarılar dilerim.” Sonra ekteki dosyayı açıp hızla göz atmaya başladı. Bir yere gelince gözleri büyüdü, işaret parmağını kaldırıp “Tıp okumakla bana hava basan adamım, şunu iyi dinle; Kartal Bey edebiyat dünyamızın güçlü olması için genç kalemlere hep hamilik yapmıştır. Bu cihetle de bizim dergimize maddi ve manevi desteklerini hiç esirgememiştir. Bir gün bunun sebebini soran meraklı bir genç kardeşimize şöyle cevap verdi: Bu millet Osmanlı’nın yıkılma sebeplerinden birinin de teknolojinin geri kaldığını benimsediği için evlatlarının zekilerini özellikle fen ve matematik alanlarına yönlendirmiştir. Sosyal bölümler, edebiyat gibi alanlar ise hem masum hem de öksüz kalmıştır. Bu alana eğilenler ise görece olarak iyi para kazanamadıkları için de itibarları düşük olmuştur. Fakat Fatih Sultan Mehmet Han olup, muhteşem toplar döküp, gemileri karadan yürütüp müjdelenmiş şehir İstanbul’u feth ederek çağ açıp çağ kapatsan bile, bu kahramanlığın destanını, şiirlerini, masallarını anlatan edebiyatçılar çizgi filmlerini, filmlerini yapan ustalar olmazsa zamanla unutulmaya yüz tutarken bu çalışmaları yapan kimsenin gözünden mevzuyu anlar ve anlatabilirsin… Nihayetinde de kendini işgalci görürsün… İşte ben gelecek nesiller için yüreği temiz, Türkçesi pırıl pırıl olan edebiyatçılar, senaristler, oyuncular yetiştirmek istiyorum…” diye cevap verdi. Samet tebessüm edip “Benim karnım açıktı, bu saatten sonra bu mevzuların fazlası beni yorar.” dedikten sonra ayağa kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Yılmaz başını sallayarak alaycı ve yüksek sesle “Gördün mü edebiyatın anatomisi insan anatomisinden daha zor…” dedi. Samet “He he… Büyük edip! Senin karnın da açtır. Yarım saate atıştırmalık bir şeyler hazırlayacağım, mutfağa gelirsin.” diye karşılık verdi. Yılmaz çirkin kedi modunda yüzünü buruşturup “Her zamanki gibi…” dedi.
Yılmaz pür dikkat ve hızla gelen bütün yazıları düzenlerken Halil Uzungider’den gelen çoğu siyah beyaz muhtemelen hiçbir yerde olmayan fotoğrafları da ekledi. Nihayetinde de dosya olarak dergi editörünün elektronik postasına ekledi. Derin nefes alıp zafer kazanmış bir komutan edasıyla göndere tıkladı… Sonra kollarını yana açıp rahatlamak için gerindi. “Olay budur…” dedi. Sonra mutfaktan gelen yemek kokularını hissetti. Bu pizza kokusuydu… Yılmaz “Kanka ne pişirdin?” dedi. Samet “Hazır pizza vardı. Onu ısıttım.” dedi. Yılmaz karnını eliyle kontrol ederek “Gerginlik adamı acıktırıyor.” Mutfağa geçti… Yılmaz elindeki pizzadan hızla bir ısırık aldıktan sonra “Yaşadığım hadiselerle beraber beni daha derin düşünmeye sevk etti.” dedi. Yemeğine devam ederken “Biz zaten okumuş, kültürlü derin derin analizler yapan adamlarız.” dedi. Yılmaz lokmasını yutup “Hem doğru hem yanlış… Biz bilgi çağında bilgiye kolay ulaştığımız için her şeyi bildiğimiz hissiyatına kapılıyoruz. Üstüne üstlük yüzeysel malumatlarla fikir sahibi oluyoruz. Aslında hep aynı kavramları kullansak da içeriği, yüklediğimiz anlamlar farklı. Halil amcanın şahsında Korkmaz Kartal’ı tanıdıkça şunu gördüm: Bunlar inşacı adamlar. Yanlışı, eksiği görünce hunharca eleştirmek yerine merhametle tedavi etmeye çabalıyorlar. Asla ve asla dayatmada bulunmuyorlar. Adaletleri aslında beşeri olan genel geçerin üzerinde İlahi kaynaktan beslenip ona uygun olarak tercih ediliyor…” dedi. Samet “Yani her şeye rağmen iyi olmaları merhamet ve adalet kaynaklı mı diyorsun?” dedi. Yılmaz “Sana tam bir cevap veremem ama Halil amcanın yardımcısı Savaş’ın sözü hoşuma gitmişti… Valla Yılmaz gardaşım, sana şuncazını derim. Halil Baba’da, Kartal Bey’de şunu gördüm; dünyanın bütün kederi, sıkıntıları ve dertlerine karşı bu adamlar namazda soluklanıyorlar. Selam verip sonra dünyaya dönünce âşık seviyesinde Allah sevgisiyle yaratılanlara muamele ediyorlar…” dedi. Yılmaz, Samet’in gözlerini içine bakıp “Yoksa hiçbir bilgi, düşünce, ideal ve menfaat bunca ulvi duruşu, davranışı yaptıramaz…” dedi. Cümlesi biterken yazısını gönderdiği editörden mesaj geldi. Yılmaz açıp okumaya başladı “-İyi İnsan… Her Şeye Rağmen… – Yazın ilk olmasına rağmen etkileyici, tebrikler…” dedi. Samet “Tebrikler, yeni bir yazar kazanıyoruz.” diyerek Yılmaz ile çak yaparken Yılmaz müteessir “Kartal Bey sağ olsun…” dedi.
Son…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir