Gösterilerinize yer bulmak oldukça zor oluyor. Sevenleriniz saatlerce sizi kuyruklarda bekliyor. Gösterilerin sinemada olmasından herkes çok mutlu oldu. Fikir sizden mi ekipten mi çıktı? Devamı da gelir mi?
Biz de sevenlerimiz için 25 sene önce kuyruğa girmiştik. Ben onlar için onlar benim için bir gayret içindeyiz. Şimdi efendim gösterileri sinemada gösterme fikri de adı üstünde zaten gösteri. Yani nerde olursa olsun seyirciyle buluşması arzu olan bir şeydi. Sinema perdesinde bu tip şeyler bizim memlekette pek yapılmıyor. Yapılan çalışmaların sinema perdesinde olması için illa sinema filmi olması gerekmiyor. Bu çalışma, bir konser veya başka aktiviteler de olabilir. Buna ilgi olup olmayacağını çok merak etmiştim. Aslında bir deneydi ve neticesini çok olumlu aldık. Yani sahnedeki gösterilere belli bir sezon devam ettikten sonra, demek ki bütün Türkiye’de sinemalarda vizyona girebilir, bir daha deneyebiliriz anlamında. Ben hikayeleri biriktirdiğim zaman zaten sahneye çıkmayı düşünüyorum. İşte onun için biraz vakit lazım. Bir iki sene herhalde sinema filmi yapmakla uğraştıktan sonra tekrar çıkarım. Çünkü seyirciye de yazık! Büyük bir ihtimalle bu yazın sonuna kadar bir film hikayesi toparlarım. Evet efendim valla durum böyle.
Sizin gösterilerinizin hep korsan cd’leri üretiliyordu. Onları da engellemek için olabilir mi?
Hayır, Hayır. Onları engellemek mümkün değil. Daha doğrusu onu engellemek bizim vazifemiz değil. Biz ne yazık ki bütün herkes gibi şikayetçiyiz ondan. Ama gel gelelim yapacak bir şey yok.
Gösterinizin adı Fundamentals. Anlamı nedir?
Kökler koydum adını. Fundamentals yani işin kökü. Bu çok klişe ama en çok izlenen, takip edilen, reaksiyon gösterilen, herkesin başından geçen şeyler.
Komedyen olmak çocukluk hayaliniz miydi?
5 yaşındaydım. Taksim Sıra Selvilerde babamla beraber yerin altında karanlık bir yere girdik. Ve bir ışık yandı, sahne. İnsanların bir hadiseye bu kadar yoğun güldüğü başka bir şey hayatımda görmemiştim, herkes çok gülüyordu. Çok düşündüm. Dedim bu herhalde enteresan bir şeydir. Hayatımda ilk izlediğim tiyatro hadisesiydi bu. Devekuşu Kabare, İnsanlığın lüzumu yok. Büyük bir ihtimalle Kandemir abinin yazdığı bir şey. İşte bu ağabeyler bizi yaktı! Bu ağabeyler olmasaydı belki de belediye başkanı olacaktım. Biz okumadık, derslere fazla önem vermedik. Dedim ki 5 yaşında; bu kadar insan gülüyorsa bu çok kıymetli bir şey olsa gerek. Ve ben kendimi bu işe adadım. Onun dışında başka hiçbir şey yapmadım. Bu ağabeylerimiz bizim hayatımızda öyle enteresan şeyler yaptılar ki. Bi kere, devamlı kaybedip tekrar bulmaya çalıştığımız komedyenin itibarını bu kuşağa borçluyuz. Bu kuşak bizim mumla aradığımız şeyleri çok yakinen yaşamış. Mesela şu sıralarda çok sık duyduğumuz “Biz tırnaklarımızla geldik.” diye bir söz vardır ya, suiistimal etmek için bu çok kullanılır. Biz tırnaklarımızla geldik, halbuki bu kuşak hep kabiliyetleriyle bir yere gelmiş insanlardı. Ben 40 yaşındayım. Kemal SUNAL yıldız olduğu zaman 26 yaşındaydı. Benim için artık çok geç…
İnsanlar zeki ve komik birisinin karşısında komik duruma düşme korkusu taşıyorlar. İnsanlarla ilişkilerinizde bu durumla karşılaştığınız oluyor mu?
Evet çok ciddi problem o. Ailemle de ilişkim öyle. Benimki zaten psikolojik bir rahatsızlığın mesleğe dönüşmesi. Bir hikaye anlatıyorsunuz ve karşınızdakinin dinlemesini istiyorsunuz, enteresan olduğunu düşündüğünüz için. Ama başka ilişkilerde de bir sürü hastalıklarınız var. Ben devamlı insanlardan “Ya ciddi misin şu anda?” sorusunu duyuyorum. “Ciddi mi, hay Allah bir şey mi yapacak…” falan. Böyle bir intiba uyandırmak kötü bir şey, bu sizin hastalıklı bir iletişim kurduğunuzun belirtisi. Anneme de bir şey söylediğimde “Hay Allah doğru mu söylüyor acaba?” oluyor. Mesela bir keresinde; “Yeter, bir daha size gelmeyeceğim. Komşulara hava atacaksınız diye ne gelecem, sıkıldım.” dedim. İkisi de fişi çekilmiş buzdolabı gibi öyle kaldılar. 30 senedir beraberiz. Düşünebiliyor musun, ciddi mi diye düşündü adamlar. Şaka tabi ki.
İyi bir evlat mısınız?
Anne baba çok kıymetli varlıklar. Sizin yaptığınız şey beğeniliyorsa onlar için çok ciddi gurur kaynağıdır, yaptığınız iş ne olursa olsun. Bizim kültürümüzde mürüvvet görme durumu var ya. İlk sünnette mesela öyle bir şey yaşadık, çok sevindiler. Çocuk, anne babaya çok ciddi bir yük, bazı şeyler de belli bir yaşa kadar oluyor. Bunalımlı bir dönem geçirdim ve bir şeyler yapmam gerektiğini hissettiğim yaşlar, 17-18 gibi. Hemen bir-iki sene içerisinde hem maddi hem manevi onları tatmin edebilecek bir şeyler yapabildim. Babam bir gün benim gösterimin ikinci yarısında çıkmak zorunda kaldı. Başına ağrı girdi gülmekten. Çok mutlu oldum onu bu kadar güldürdüğüme. O nedenle ben de mutluyum. Hayırlı evlat meselesine inanıyorum.
Arabalara olan ilginiz herkesçe malum. Hatta sizinle yarıştığını söyleyenler bile var.
Yalan, ben asla trafikte öyle şeyler yapmıyorum. Bu tip şeylere çok rastlıyorum ama hiç karşılık vermedim. İmkan yok karşılık vermeme çünkü çok ciddi frene basmam gerekiyor, en azından yan yana gelebilmek için. Ayağımı o kadar süre frende tutamıyorum. Çok duyuyorum, e-mail’de falan da çok rastlıyorum “Geçen gün şurada gördüm seni, yan yana geldik sen gazladın.” falan… Hiç, hiç öyle şeyler yapmam, hiç tehlikeli araba kullanmam.
Bu konuyla gündeme gelmek sizi çok rahatsız ediyor mu?
Bu beni ne zaman rahatsız ediyor onu söyleyeyim. “Bakın asgari ücret şu kadar, adam şu kadarlık arabaya biniyor!” Bizim artistlerimizle ilgili yaklaşım bu olduğu zaman can sıkıcı oluyor. İnsanlara öyle hissettirtmek için gayret etmek komik! Herkes kendi ekonomik durumuna ve zevkine göre birtakım harcamalar yapabilir. Benim, mesela başka lüks harcamam yoktur bunun dışında. Emlak zengini de değilim. Ne kadar para kazandığım belli, ben de ona göre bir arabaya binmek isterim, bu çok normal! Mizahçı diye adamın arabaları satıp eşeğe binmesi beklenemez herhalde.
Ben memleketimizin insanlarından çok farklı değilim. Nasıl ki insanlar -bunu alaycı söylüyorum- parayı bulunca arabasını değiştirip ev almak istiyorsa ve bu bizim genlerimizde varsa bana da bulaşmıştır. Bunu elimden geldiğince terbiyeli yaşamaya çalışıyorum. Bununla ilgili eleştiri almak, özellikle meslektaşlardan almak çok çocuksu! Bazen kullanmadığım zaman hepsine arabaları veresim geliyor. Yani salı o binsin, çarşamba günü öbürü binsin, cuma günü öbürüne tur attırayım, rahatlatır en azından insanları.
Keyifsiz olduğunuz zamanlarda nasıl biri oluyorsunuz?
Çok böyle örnekler gördük, okuduk; pozitifi çok sivri olan adamın düşüşü de o yükseklikten oluyor diye, buna inanıyorum. Çok neşeliyseniz üzüntülü haliniz de o kadar yıkılmış oluyor. Güler yüzlü olmanın kendinize ve etrafınıza faydası var ama etrafınıza daha fazla. Mesleğiniz başkalarını güldürmek, onların havasını değiştirmek olduğu için kendinizi birazcık ihmal ediyorsunuz açıkçası. O nedenle bizim yaşadığımız dünyanın bunalımlı kısmı biraz ağır oluyor. Bunu kaldıramayıp kendine, etrafına çok ciddi hasar veren insanlar da var. İntiharlar, yakınlarına karşı agresif bir davranışa bürünme olabiliyor. Hani “Ben onun sanatçı yönünü seviyorum yoksa kendisi tamamen bir kerestedir.” derler ya, bu ondan kaynaklanıyor işte.
En son ne zaman ağladınız?
Beyaz Melek’in fragmanını izlerken ağladım! (kahkahalar) Yok tamam, birkaç sene önce araba kullanırken ağlamıştım…(gülüşmeler)
İnsanları güldüren insanların aslında hep diğer insanlardan mutsuz olduğu düşüncesi var. Sizce bu düşünce doğru mu?
Bu düşünce klişelerden kaynaklanıyor ama çok tekrar eden şey olduğu için klişeleşiyor. Doğru. Mesela ben ilk başladığım zamanlarda 22 yaşındaydım. Şununla dalga geçerdim: Hani bir palyaço varmış da çok üzgünmüş, gitmiş bir psikiyatriste demiş ki “Çok mutsuzum.” “Şurada bir palyaço var ona git.” demiş doktor. O da “O palyaço benim.” demiş. Yine, kendi problemini kendisinin çözeceğine inanıyorum o palyaçonun ama insanları güldüren adamın mutsuz olduğu örneği çok. Ben mesela onu kırmaya çalışıyorum. Çok mutsuz birisi değilim, yaptığım işten dolayı mutsuzluk duyarsam lüks olur. Şımarıkça o lüksü yaşamanın manası yok. İnsanların kıymet verdiği şeyleri aşağılamış oluyorsunuz. Benim duygum böyle değil ama çocuk diyor ki: “Güzel şeyler yaşıyorsunuz.” “Hayır ama çok mutsuzum.” “Güzel arabalara biniyorsunuz.” “Evet ama bildiğin gibi değil.” falan diyemezsin, ayıp olur. Başka bir seviyede olduğunu belli edersin de o da ona derman olmaz. O nedenle ben çok mutsuz olmak için değil de mutlu olmak için gayret gösteren tarafta durayım bari. Aslında mutsuzum tabi.
Ünlülerin normal bir yaşantı sürmesi, insanlarla oturup konuşması, bir şeyler paylaşması pek olmaz gibi bakılıyor. Onlarla daha samimi bir ilişki kurmak isteniliyor. VİZONTELE’deki “Zeki MÜREN de bizi görecek mi?” repliğiniz çok tutulmuştu. Sizce de bu algı var mı toplumda?
Doğrusu, benim sosyal hayatımda pek bir değişiklik olmadı. Ama bu inanç yıllardır oturmuş bir inanç. Ben normal insanlarla görüşüyorum, ben de normal bir insanım. Ünlü olmak bunların tamamen dışında bir şey. Yalnızca karşılaşmadık, 7 milyar insan var dünyada. Halbuki bir diğeriyle mesela burnumu karıştırırken karşılaşmışım. Televizyonda gördüğüm adamla niye bir araya gelemiyorum diye kafasına takarsa o çok ciddi problem olabilir. Ben de mesela Michael Jackson’la hiç görüşmedim, sinir oluyorum kendisine. Çünkü kendisinden daha az ünlü olanlarla görüşmüyor, sinir oluyorum adama…(gülüşmeler)
Bu yola giren kişiler üretme konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Sizin gibi üretken insanların tavsiyeleri nelerdir?
Estağfirullah… Valla ben üretkenlik konusunda çok aktif birisi değilim ne yazık ki. Benim de kafamda bir sürü projeler var, bazısı ele avuca gelir bazısı gelmez. Böyle bir yola girmiş birisi için bu endişeler çok olağan. Şuna emin olun ki en profesyonel insan bile her gün aynı kaygıyı yaşıyor. Amatör-profesyonel, meşhur-meşhur değil ayrımının bu kadar sert yapılmasından yana değilim. Çünkü insanların ümidi kırıldıkça bu konuda çok sertleşebiliyorlar. Kaygılar falan normal ama kendine kahretmek, ya da kendini piyasa diye tabir edilen şeyin dışında hissetmek yanlış, çünkü piyasa diye bir şey yok. Siz varsınızdır, üreteceğiniz şey kapalı tamamen sizinle ilgili bir şeydir. Ha, bir mecra bulamıyorsan o sizin dışınızdaki şartlardır. Ondan dolayı kendinize küsmeyin derim ben.
Espri konusu yapmayı tercih etmeyeceğiniz bir şey, bir tabunuz var mı?
Evet var. Gerçi mizah, tabulardan dolayı doğan bir şey ama… Kişi ismi zikretmemeye gayret ederim, çünkü çok sevimli olmuyor. Mizahın mutlaka bir kurbanı var. Mutlaka kurban olduğu için herkesi memnun etmesi imkansız. Diyelim ki din’le ilgili şaka yapacaksınız. Ben şimdi Hristiyanlıkla ilgili türlü şakalar yaparım birazcık rahatça, çünkü Hristiyan nüfusumuz az bizim. Ama kendi dininle ilgili yaptığın zaman bu risk oluyor. Kurban sen oluyorsun çünkü. Herkesin sevmesinin imkânsız olduğu bir iş. Zaten ustalık denen şey bu ince noktada ayakta kalabilmek. Çünkü başarılı espri, hedefi vuran espridir. Hedefsiz olduğunuz zaman başarıyı göz ardı edeceksinizdir. Mizahçının hoşgörü dilencisi olması da kötü bir şey. Ustalık, çok ince yapmak, hoşgörü dilenmeyecek kadar kibar hırsız kalabilmek. Hem adamın bir kıymetini çalacaksın, hem de ona hissettirmeyeceksin. Neden mizahçının çok fazla dostu arkadaşı olmaz, neden bu işleri çok nadir kişiler yapar, sebebi bu. Çünkü herkese ateş etmek zorundasın. Kendine önce bir tane sıkacaksın, sonra da etrafa ateş edeceksin. Zor. Herkesin tabusu var. Çok bilindik din ve cinselliği kastetmiyorum. Herkesin kendisi bir tabu zaten. Yani adam gelip oturduğu zaman o koltuğa, adamın kendisi zaten bir tabu. Yanında oturan başka bir tabu. Aslında bir saniye bile konuşmanız imkansız o kitleye karşı. Çok ciddi bir duvar. O duvarın gözeneklerinden geçip öbür tarafa geçiyorsun.
“Komedyenler artık politik mizah yapmıyor.” eleştirisi gündemde. Mizahınızın özelliklerini bu yönde kurmamanız bilinçli bir tercih mi ?
Ben o mizahı, çok kıymetli ve çok sofistike olması gereken, daha zor bir şey olduğu için yapmıyorum! O zor! Mahkemeye çıkmak, ‘Başbakanı eleştirirsem başıma bir şey gelir.’ korkusu değil; o iş zordur. O işi çala kalem yaparsan layığıyla olmaz. Bizim memlekette en ordinaryüs profesör televizyonda bu konuları konuştuğunda bakıyorum ki taksiciyle aynı fikirde! Bu bende tebessüm uyandırıyor evet ama memleketimizin durumu bırak komedyeni, kimsenin çala kalem konuşacağı bir konumda değil. Yani dünyanın o kadar acayip bir yerindeyiz ki… “Bir de ben konuşmayayım.” diyorsunuz yani…
Karikatüristlerle iktidarın sorunlu ilişkisine ne diyorsunuz?
Bunu hoş görmek mümkün değil. Karikatür yapılır, muhatabı da bakar ve bu yoruma razı gelir ya da bu yorumdan bir ders çıkarır. Ama şöyle bir sorun da görüyorum: Mizah çok tehlikeli bir şey olduğu için evcilleştirme gibi bir tehlikesi de var. Gerçekten çok ciddi bir sorunu sevimli hale getirebilir, gerçek çözümünden uzaklaştırabilir. Yani çok ciddi bir soruna Allah korusun gülüp geçebilirsiniz.
Sinemanızla ilgili eleştiriler ne yönde?
Çok olağandışı reaksiyonlarla karşılaşıyorum. Ben kendi seyircime yapıyorum işlerimi, insanların bunu ayırt etmesini istiyorum; herkes fikir söylesin diye yapmıyorum. Söylemeleri olağandır tabi ama benim de reaksiyonlarım onlarınki kadar doğal gelmeli. Bir de çok fazla dervişlik bekliyorlar; eller önde “Evet haklısınız.” dememizi istiyorlar.
Belki de haksız bir şöhret olabilirim… (gülüşmeler) Yok, iyi olduğum için, onu biliyorum! Ama tanınmış olmak herkese sizinle ilgili yorum yapma hakkını veriyor ve bu da dayanılması zor bir şey. Olmasın diyemeyiz, bundan istifa da edemezsiniz. Yarın mesela gazeteye ilan verip “Merhaba ben Cem Yılmaz. Şu ana kadar yaşadığım şöhretten yarın itibariyle istifa ediyorum. Lütfen beni yarın sokakta görünce cep telefonuyla fotoğraf çekmeyin.” gibi bir ilan veremem.
Ben Cem Yılmaz’ım vurgusu hayatınızda hiç olmaz mı?
Olmaz. Etrafımdaki insanlar 40 senelik. Yeni tanıştığımda da “Ben Ahmet” diyor adam, ben de “Cem ben” diyorum… “Hehehe bilmiyorduk” diyor sonra, ne yapayım ismim bu. Geçen Kanyon’da dolaşıyorum, yanımdan geçen bir kadın “Ay insan bir selam verir yaniiii” dedi. Hopladım. Köyün muhtarı gibi selam vere vere gitmem bekleniyor. Yanlış anlamayın bundan mutsuz değilim. Herkes birbirine selam versin göz göze gelince ama ben öyle yapsam nasıl yürürüm o yolda, bi düşünün.
Oynadığınız İdris rolünün biraz deli bir yönü vardı. Sizin de öyle bir yönünüz var mı?
Deli değilim herhalde… Ama delilikle çok ilgileniyorum, çok merak ediyorum. Tabi delilik çılgınca şeyler yapmak değil. “Çılgın mısın?” dersen; işim yeterince çılgın, bilet alıp izlemek varken sahneye çıkıyorum, ne gerek var. Ama komedyenler genelde iyi oyuncudur, dünyada da böyledir.
Son olarak gençlere tavsiyeniz ne olur diye sorsam…
Gençler genç kalsınlar. Biz bu yaşa geldik ihtiyarlığın bir faydasını görmedik…(gülüşmeler)
Çok teşekkür ederiz Cem Bey.