Faizsiz Sistem Üzerine Bir Değerlendirme / Prof. Dr. Hamdi Döndüren

Faizsiz sistem hangi fıkhî esaslara dayanmaktadır?

Faizsiz sistemin işleyişi genel olarak emek sermaye ortaklığı (Mudarebe) esasına dayanır. Katılım Bankası emek, mevduat sahipleri ise sermaye tarafını oluşturur. Ana sözleşmelerine ve piyasa şartlarına göre işletilen sermayeden elde edilen gelir, işletme masrafları düşüldükten sonra kurumla mevduat sahipleri arasında farklı bir miktar belirlenmemişse, %20 emeğin %80 sermayenin olmak üzere paylaşılır.

Katılım bankasının havuzda biriken mevduatı işletirken genel olarak dört çeşit faizsiz yöntem kullandığı görülür. Bunlar müşareke, mudarebe (alt mudarebe), murabaha ve leasing. Bunları kısaca açıklayacak olursak şunlar söylenebilir:

a) Müşareke: “Sermaye ortaklığı” demektir. Katılım bankası bazı projeler için kendi öz sermayesi ile vadesi uygun olan katılım fonundan da sermaye koyarak, yatırım yapabilir. Elde edilen kâr, ana sözleşmeye ve Müşareke ortağı müşteri ile yapılacak sözleşme hükümlerine göre paylaşılır.

b) Mudarebe (veya alt mudarebe): Faizsiz bankacılık sisteminde oluşan katılım hesapları, mudarebe esasına dayalı olarak oluşur. Bunların işletilmesinde de alt mudarebe yöntemiyle girişimcilere sermaye kullandırılabilir. Proje veya dönem sonunda anapara havuza dönerken, elde edilen kârdan alt mudarebe işletmecisi payını aldıktan sonra kârın kalan kısmı da katılım havuzuna döner.

Mudarebenin meşruluğu Kitap, sünnet ve sahabe uygulaması delillerine dayanır. Kur’ân-ı Kerim’de, yeryüzünde dolaşarak ticaret yapmanın meşru olduğunu bildiren ayetlerin genel anlamı ile ticaretin genel olarak meşru bir kazanç yolu olduğunu ifade eden bazı ayetler mudarebeyi de kapsamına alır.1

Sahabeden Abdullah İbn Abbas şöyle demiştir: “Abbas, mudarebe yoluyla sermaye verdiği zaman, ortağına bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmamasını, tehlikeli bir vadide konaklamamasını ve canlı hayvan ticareti yapmamasını şart koşardı. Eğer bunları yapar ve zarar ederse anaparayı tazmin edecekti. Onun mudarebede öne sürdüğü bu şartlar Hz. Peygamber’e ulaşmış ve o buna izin vermiştir.”2

Diğer yandan Hz. Ömer’in yetimlere ait malı, Hz. Osman’ın ise kendi malını mudarebeye verdiği, Cabir İbn Abdullah’ın mudarebe ortaklığında bir sakınca görmediği nakledilmiştir.3

Ancak günümüzde katılım bankalarının riski göze alamamaları, girişimcilere güvenmemesi, katılım hesaplarının kısa vadeli olması gibi sebeplerle bu yönteme çok sınırlı olarak başvurulmaktadır.

c) Murabaha yöntemi: Günümüz katılım bankacılığı uygulamasında ortalama %97 gibi geniş yer bulan murabaha yöntemi; satıcının önceki alış fiyatını veya maliyeti açıklayarak ve üzerine eklediği kâr oranını da belirtmek suretiyle yapılan alışverişe “murâbahalı satış” denir. Burada, kâr miktarı 100 lira gibi belli bir meblağ olabileceği gibi, alış fiyatının veya maliyetin yüzde onu, yüzde yirmisi gibi yüzde olarak da belirlenebilir.

Günümüz, faizsiz katılım bankaları büyük ölçüde Murabaha yöntemini kullandıkları ve klâsik bankaların faiz oranlarına yakın kâr payı uyguladıkları için, faizcilik yaptıkları ithamı ile karşılaşmaktadırlar. Bu yüzden, onların Mudarebe, Müşareke ve risk sermayesi gibi daha kârlı alanlara yönelmesi beklenir.

Osmanlı Devleti döneminde para vakıflarından da murabaha yöntemiyle finansman kullandırıldığı çeşitli şer’iyye sicillerinden anlaşılmaktadır. Vakfın haklarını korumak ve sürekliliğini sağlamak için kullandırılan her nakit para için rehin (ipotek) veya alacağı tazmin etmeyi üstlenen bir kefil istenmesi dikkat çekicidir.4

d) Leasing (finansal kiralama) yöntemi: Bu yöntemde doğrudan satış yerine, kiralama süresi sonunda mülkiyetin alıcıya geçmesi esası (leasing) uygulanır. Burada satıcının, “satış va’di” sözleşmesi gereği alıcının elinde bulunan mal, leasing süresince “kiralanan mal” konumundadır. Finans kurumuna ödenen aylık taksitler, mal bedeli ile kira toplamını kapsar. Bu yüzden muamelenin doğrudan faizi içerdiği söylenemez. Süre sonunda ödeme tamamlanınca, malın mülkiyeti müşteriye intikal eder.

e) Bey’ bi’l-vefâ yoluyla finansman temini: Tarihte doğu İslâm toplumlarında, faizsiz finansman temini için başvurulan “bey’ bi’l-vefa” işlemi de günümüz ipotek çeşidine benzer ve fıkıhtaki “rehin” işleminden başka bir şey değildir. Bu yöntem, XV. miladi yüzyıldan itibaren kullanılmış ve örf haline gelmiştir. Günümüz sukuk ihracı ve kira sertifikası da büyük ölçüde ortaklık ve bey’ bi’l-vefâ ilkesine dayanır.

İslâm fıkhına göre, rehin edilen (ipotekli) bir maldan, sahibinin izni bulununca ipotek ettiren kimse yararlanabilir. Böyle bir yerde kendisi oturabilir, ticaret yapabilir ya da kiraya verip kira bedelini alabilir.5 Bu yöntemde satıcı kendine ait ipotekli gayrimenkulü kullanmaya devam edecekse “kiracı” sıfatıyla yararlanır. Bu durumda müşteriye rayiç fiyat üzerinden kira bedeli ödemesi gerekir. Fıkıhta bu son işleme “Bey’ bi’l-istiğlâl” denilmiştir.6

Günümüzde faizsiz finansman kullandırma yöntemlerini İslâmî literatürde geniş yer bulan ortaklık çeşitleriyle zenginleştirmek gerekir. Özellikle inan, vucûh, sanayi’, mudarebe, ziraat ortakçılığı, bağ-bahçe ortakçılığı ve ağaç dikimi ortakçılığı bunlar arasında sayılabilir.

İslam’ın belli bir ekonomik sistemi var mıdır?

Temelde Kur’ân ve sünnete dayanan İslâm ekonomisi ile beşer kaynaklı ekonomi anlayışı arasında önemli ölçüde ortak noktalar bulunduğu gibi, kimi farklı yönler de bulunmaktadır. Şöyle ki;

Her iki ekonomi anlayışında da serbest rekabete dayalı, devlet müdahalesini en aza indiren serbest piyasa ekonomisi anlayışı hâkimdir. Hz. Peygamber’in kıtlık veya mal darlığı olan dönemlerde eşya fiyatlarına müdahale isteklerini geri çevirmesi, “Fiyat koyan, darlık ve bolluk veren, rızkı veren Allah’tır.” diyerek piyasayı serbest bırakması, ancak karaborsacılığı ve alışverişlerde hile ve yalanı şiddetle yasaklaması, İslâm ekonomisinde faiz unsuruna yer verilmemesi, inanç ve ahlâkın ekonomiye yansıtılması, hak, adalet ve insaf ölçülerinin hâkim kılınması ayırıcı özellikler olarak zikredilebilir. Beşerî iktisatta yer alan; “iktisat, ahlak tanımayan bir bilimdir”, “iktisat bedava fiil tanımaz” gibi özdeyişler, sistemler arasındaki farkı yansıtmaktadır. Buna göne İslâm ekonomisini şu şekilde tanımlayabiliriz: Ekonomik kaynakların aşırılığa düşmeden, israf ve saçıp-savurma olmadan meşru ve en verimli bir şekilde elde etme, üretme, dağıtma ve kullanma ölçü ve sınırlarını inceleyen bir ilimdir.

Katılım bankaları gelişen hayat şartları ve kendini yenileyen ekonomik sistemler karşısında yeni görüşlere ihtiyaç duyduğunda bunu gidermek için hangi kurumlara sahip ve nasıl bir yöntem izliyor?

Katılım bankaları gelişen hayat şartları ve kendini yenileme konusunda günümüzde ABD başta, gelişmiş batı ekonomilerinde başvurulan risk sermayesi (ventura capital) yöntemini geliştirmelidir. Sukuk ve kira sertifikası ihracı yoluyla Malezya başta, bazı İslâm ülkeleri bu yöntemi geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Özellikle İslâm’da mevcut olan sekiz tane ortaklık türü güncellenerek bu amaca ulaşılabilir.

İslâm iktisadında ortaklıklar Kitap, sünnet ve sahabe uygulamasına dayanır. Kur’ân’da ortaklıktan söz eden iki ayette şöyle buyrulur: “Doğrusu, ortakların çoğu birbirinin haklarına tecavüz ederler. Ancak iman eden ve iyi işler yapanlar bunun dışındadır. Bunların sayısı ne kadar da azdır!”7 Ayette ortakların birbirine karşı haksızlık yapmalarından söz edilmesi şirketlerin en zayıf noktasına dikkat çekmek için olmalıdır. Diğer ayet, ana bir kardeşlerin miras malda eşit hakka sahip olduklarını bildirir. “…Eğer (ana bir) erkek veya kız kardeşlerin sayısı birden fazla ise, onlar üçte birde ortaktırlar…”8

Ebû Hüreyre’nin naklettiği kutsi bir hadiste şöyle buyrulur: “İki ortak birbirine hıyanet etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.”9 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyanet etmediği sürece, onların üzerindedir.” (İbn Kudâme, Muğnî, V, 1). “Kârın paylaşılması, ortakların serbestçe belirlediği şartlara göre olur. Zarara katlanma ise sermaye oranlarına göredir.”10

Şirket ortaklarının hazırlayıp onaylayacakları, ayet ve hadislerle çelişmeyen ana sözleşme hükümleri, bütün ortaklar için bağlayıcı olur. Mü’minin yaptığı sözleşmelere uyması gerektiğini bildiren çeşitli ayet ve hadisler bulunmaktadır. Ezcümle Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz.”11 “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”12 Hz. Peygamber’in aşağıdaki hadisi bu konuda genel bir ölçü koyar: “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helal, helalı haram kılan şart bunun dışındadır.”13

Ortaklık Çeşitleri:

1) Mufavada ortaklığı: Kardeşler ve birbirine çok güvenen ortakların şirket sermayesi olabilen bütün varlıklarını ortaklığa dahil ederek kurdukları güçlü bir ortaklık türüdür. Ortaklar birbirinin hem vekili hem de kefili durumundadır. Hz. Peygamber mufâvada ortaklığını teşvik etmiş ve bunda bereket bulunduğunu bildirmiştir.14

2) İnan ortaklığı: Ticaret amacıyla iki ve daha çok kimse tarafından sermaye konularak oluşturulan şirkettir. Burada sermayelerin eşit olması gerekmediği gibi, kârın da sermaye oranlarına göre paylaşılması şart değildir. Ancak bir ortağa sermaye oranının üstünde kârdan pay verilecekse bu ortağın şirket işinde çalışması şarttır.15 Ortakların her durumda zarara karşı sorumlulukları sermaye oranlarına göre olur.16

Burada ortaklar birbirinin yalnız vekili olup kefili sayılmaz. Bu yüzden ticaret izni verilmiş küçük çocuk gibi, kefil olması geçerli bulunmayan kimse de inan şirketi ortağı olabilir.

İnan ortaklığı her çeşit ticaret yapmak üzere genel olabileceği gibi tekstil, demir, inşaat malzemesi, taneli bitkiler gibi belirli ticaret türünde özel de olabilir. Diğer yandan inan şirketi Müslümanla gayrimüslim arasında da caizdir. Çünkü bu ortaklıkta eşitlik şartı aranmaz.17

İnan ortaklığı ana sözleşmesinde şirketin yönetimi, ortakların çalışma şartları, emekleri karşılığında alacakları ücret ve kârın paylaşılması gibi hususlar belirtilir. Bunlar ortaklar için bağlayıcıdır. Hadislerde şöyle buyrulur: “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helal, helalı haram kılan şart müstesnadır.”18 “Kâr, ortakların serbestçe belirlediği şartlara göre paylaşılır. Zarara katlanma ise sermaye oranlarına göre olur.”19 Diğer yandan Allah’ın Rasûlü, zarar riski üstlenilmeyen sermayenin kârını almayı yasaklamıştır.20

Ortaklıkta kârın paylaşılması yüzde olarak belirlenir. Hanefî, Hanbelî ve Zeydiye mezheplerine göre, çalışan ortakların emeğinin karşılığı olarak kârdan pay almaları asıldır. Çalışan ortaklar arasında ustalık, sanat, beceri gibi nitelik farkları, kârdan emeği karşılığı verilecek payın da farklı verilmesine yol açabilir.

Şafiî, Malikî, Zahirî ve İmâmiyye mezhepleri ile İmam Züfer’e göre ise, inan ortaklığında kâr ve zararın sermaye oranlarına göre hesaplanması gerekir. Bunun bir sonucu olarak kendi şirketinde yönetici veya işçi olarak çalışan ortakların emeğinin karşılığı maaş olarak ödenir.

3) Kredi ortaklığı (vücuh şirketi): Birden çok kimsenin, sermayeleri olmaksızın kendi itibarlarıyla veresiye mal alıp satmak ve elde edecekleri kârı aralarında paylaşmak üzere kurdukları ortalığa “vücûh şirketi” denilmiştir. Toplumda ancak itibarı olan kimse veresiye mal satın alabilir. Bu konuda birden çok kimse borç aldıkları krediyi veya veresiye aldıkları malları işleterek kâr elde etmeye çalışırlar.

Hanefi, Hanbeli ve Zeydîlere göre vücuh ortaklığı caizdir. Çünkü bu her bir ortağın, satma ve satın alma konusunda diğerini vekil tayin etmesi niteliğindedir. Bunun sonucu olarak, meydana gelecek borcu ve elde edilecek kârı paylaşmak üzere sözleşme yapmak da caiz olur. Diğer yandan insanlar çağlar boyunca bu gibi muameleleri yapmış ve karşı çıkan olmadığı için “teamül” meydana gelmiştir.21 Hz. Peygamber’in, “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar.” hadisi de bu konuda başka bir delildir.22

Vücuh şirketinde ortakların, üstlendikleri borç oranına göre kârdan pay alma hakları vardır. Çünkü bir ortaklıkta kâra hak kazanma üç sebepten birisiyle olur: a) Sermaye, b) Emek, c) Emekle birlikte zarar riskini üstlenme. Kredi ve ticarî itibar ortaklığında, her bir ortağın kâra hak kazanması, zarara katlanma oranındadır. Meselâ; iki ortak veresiye mal alıp satmak ve elde edilecek kârı paylaşmak üzere anlaşsalar, bunlardan birisi borçların yalnız üçte birinin rizikosunu üstlenmişse, kârın da üçte birine hak kazanır. Zarar durumunda da bu zararın yalnız üçte birini tazmin etme yükümlülüğü bulunur.

4) İş ve taahhüt ortaklığı (şirket-i a’mâl): İki veya daha çok kişinin kendi emeklerini ortaya koyarak başkalarından iş almaları ve elde edecekleri geliri aralarında paylaşmak üzere anlaşmalarıyla kurdukları ortaklıktır. Buna “şirket-i ebdân” “şirket-i sanâyi” ve “şirket-i tekabül” de denir. Burada akdin konusu, belli bir işi yapmak veya bedenle çalışmaktan ibarettir. İki mimarın, iki terzinin, bir mimar ile inşaat sıva ve boyacısının ortak olmaları gibi. Ortak muhasebe bürosu, ortak malî danışmanlık bürosu, ortak hukuk bürosu gibi birden çok kişinin üstlendiği benzeri taahhüt işleri de bu niteliktedir. Burada ortakların aynı meslekten olması da gerekmez.

5) Emek-sermaye ortaklığı (mudarebe): Yukarıda kısaca değindiğimiz bu ortaklık türü bir tarafta emek, diğer tarafta sermaye olmak üzere yapılan bir ortaklıktır. Kâr, aralarından belirlenecek orana göre paylaşılır. Zarara ilke olarak sermaye sahibi katlanırken, böyle bir durumda emek tarafının emeği de boşa gitmiş olur. Başkasına sermaye kullandırmada kârın tamamının sermaye sahibine ait olacağı şart koşulursa, bu muamele “bidâa” adını alırken, kârın tümü işletmeciye şart koşulmuşsa “karz-ı hasen (güzel ödünç)” muamelesi söz konusu olur.(23)

6) Ziraat ortakçılığı (muzâraa): Arazi bir taraftan, emek diğer taraftan olmak üzere yapılan ziraat ortakçılığıdır. Çıkacak ürün taraflar arasında belirlenen oran dahilinde paylaşılır.(24)

Hz. Peygamber, Hayber fethedilince Yahudilerle “ziraat ortakçılığı” çerçevesinde sözleşme yapmıştı. Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, Hayber topraklarından çıkacak ekin ve meyvelerin yarısı Hayberli Yahudilere ait olmak üzere anlaşma yaptı.”(25)

7) Bağ-bahçe ortakçılığı (Müsâkât): Bağ ve bahçeden elde edilecek ürünün bir bölümü karşılığında sulama bakım ve ıslah işini üstlenmesidir. Sözleşme sırasında, elde edilecek meyvelerin paylaşılma oranı yüzde olarak belirlenmelidir.

Bağ-bahçe ortakçılığı Ebu Yusuf (ö.182/798), İmam Muhammed (ö.189/805), Şafiî (ö.204/819), Malikî ve Hanbelîlere göre caizdir. Delil, Hz. Peygamber’in Hayber toprakları üzerindeki uygulamasıdır.(26)

Meyve veren her türlü ağaç üzerinde Müsâkât sözleşmesi yapılabilir. Şeftali, elma, erik, hurma, üzüm, ceviz ağaçları bunlar arasında sayılabilir. Burada kapsam ihtiyaç nedeniyle geniş tutulmuştur.27

8) Ağaç dikimi ortakçılığı (mugârase): Bir taraftan boş arazi, diğer taraftan bu araziye ağaç dikip bakım ve sulama işini üstlenme karşılığında, geliri tarafların belirleyecekleri oran dahilinde paylaşmak üzere yapılan bir sözleşmedir. Meyve veren ağaçlar üzerinde bağ-bahçe ortakçılığı yapılırken, mugârase ortaklığı çam, kavak gibi sırf kerestesinden yararlanılan ağaç dikimi ve bakımı için yapılabilir. Ancak burada sözleşme, ağaçların yetişip kesileceği en uzun süreyi kapsamalıdır.28

Sizce İslam dünyasının ve ülkemizin faizsiz sistem gelişimi ve doğru anlaşılması için gereken çalışmalar nelerdir?

Günümüzde faizsiz sistemin doğru şekilde anlaşılabilmesi için, mal alımında kullanılacak finansmanın mal sahibine ödenmesi yanında, yapılan sözleşmede, fatura, fiş, tapu belgesi ve araçların trafik tescili gibi belgelerde bu ürünün “faizsiz banka finansmanı ile satın alınıp müşteriye devir ve temlik edildiği” ifadesi resmi kayıtlara da işlenmelidir.

Diğer yandan uzun vadeli finansman temini için sukuk veya kira sertifikası ihraçları ile faizin üstünde getiri sağlayacak ürünlerin geliştirilmesi gerekir. Son dönemlerde bu konuda önemli yatırımlar yapılmaktadır. Katılım bankalarına iki tane de kamu bankasının dahil olması sistemi daha da güçlendirmiştir. Kısaca bu ürünlerden şu şekilde söz edebiliriz:

Sukuk uygulaması: Günümüz bazı dünya piyasalarında Mukarada tahvili yerine bir çeşit gelir ortaklığı senedi veya çeki sayılan “sukuk” belgeleri kullanılmaktadır. Günümüzde Mudarebe, Müşareke, İcâre hatta İstisna’ sözleşmelerine dayalı “kâr veya gelir ortaklığı senedi” diyebileceğimiz bu belgeler dünya borsalarında yerini almış bulunmaktadır. Sukuk veya faizsiz menkul kıymet kullanımı son yıllarda oldukça yaygınlaşmıştır.

Sukuk yani varlığa dayalı faizsiz tahviller, Malezya’nın buluşudur. 2002 yılında Malezya hükümeti tarafından ihraç edilen sukuk bonolara yönelik ilgi Pakistan, Bahreyn, Brunei Sultanlığı, Katar gibi birçok bölge ülkesinin de konuyla ilgili harekete geçmesini, gelişmiş ülke sermaye piyasalarının da bu yeni yatırım enstrümanına uygun ortamlar yaratmasını sağlamıştır. Moody’s Investors Service’in tahminlerine göre, sukuk pazarı 40 milyar doları aşan bir büyüklüğe sahiptir. Günümüzde bu rakam çok daha yükselmiştir. Bir sukuk bono ihraç edebilmek için borçlunun önce bir varlık sahibi olması gerekiyor. Bu varlığa istinaden ihraç gerçekleşiyor. Örneğin, ilk uygulamanın hayata geçtiği Malezya’da, Federal Malezya Arsa Ofisi’nin elindeki arsalar, kurulan bir kamu varlık şirketine satılmış, arsalar daha sonra Malezya hazinesine kiralanarak kira geliri kontratları yaratılmıştır. Bu kira gelirlerine dayalı olarak ihraç edilen sukuk bonolarla da menkul kıymetleştirme yapılmıştır.

Sukuk genel olarak İslami prensiplere uygun (faizsiz) tahvil olarak tanımlanır. En basit şekliyle sukuk, bir varlığa sahip olmayı veya ondan yararlanma hakkını gösterir. Sukukta yer alan hak-iddia sadece nakit akışı hakkı değil aynı zamanda mülkiyet hakkıdır. Bu, sukuku geleneksel bonolardan ayırır. Geleneksel bonolar faiz taşıyan menkul kıymetlerden oluşurken, sukuklar temel olarak varlık sepetinde sahiplik hakkından oluşan yatırım sertifikalarıdır.29

Şunu da belirtelim ki sukuk uygulaması gerçek ortaklık, gerçek istina’ akdi, gerçek alım satım gibi İslâm hukukunun esaslarını belirlediği uygulamalara dayalı olarak yapılmalıdır. Örneğin ülkemizde yapımı öngörülen köprü, baraj, kanal, tüneller, otoyollar, hızlı tren projeleri, havaalanı, hastane ve kamu binaları yapımı, kentsel dönüşümler ve üniversite inşaatları ve benzerleri için sukuk ihracı yoluyla kaynak sağlanabilir. Bu gibi projeler halkın tasarrufları ile daha kısa sürede hayata geçirilebilir. Bankalar da bu gibi para hareketlerini hizmet bedeli karşılığında toplama, dağıtma ve işlemleri izleme faaliyetlerine katkıda bulunabilir.

Sonuç olarak İslâm’da nakit para kaynaklarının, faizsiz yöntemlerle doğrudan reel ekonomide kullanımını sağlayacak alternatif finansman enstrümanları vardır. Bunların güncellenerek geliştirilmesi gerekmektedir. Çeşitli İslâm ülkelerindeki sukuk uygulama tecrübelerinden yararlanarak modelin geliştirmesine ihtiyaç vardır. Bu çalışmalar, aynı zamanda para gücünün doğrudan reel ekonomide kullanımını sağlayacaktır.

KAYNAKÇA
1) bk. Müzzemmil, 73/20; Cum’a, 62/10; Bakara, 2/198; Kureyş, 106/ 1-4.
2) Zeylaî, Nasbu’r-Râye, IV, 114; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 161.
3) Zeylaî, age, IV, 113-115. bk. Mâlik, Muvatta’, Krâz, 1.
4) Orijinal metin için bk. Bursa Şer’iyye Sicilleri, A 21/27, 33a.
5) Ali Haydar, age, I, 666, 667; Mecelle, Madde, 396, 398.
6) Ali Haydar, age, I, 664, 655, 666; Mecelle, Madde, 119, 397. krş. İbn Rüşd, Bidâye, Mısır, t.y., II, 123, 124; Bilmen, age, VI, 47, 48.
7) Sâd, 38/ 24.
8) Nisâ, 4/ 12.
9) Ebû Dâvûd, Buyû’, 26.
10) Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 475.
11) Mâide, 5/ 1.
12) İsrâ, 17/34.
13) Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17. Hadisteki son cümle yalnız Tirmizî rivayetinde vardır.
14) bk. İbn Mâce, Ticârât, 83.
15) Mecelle, mad. 1370, 1371.
16) Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 475.
17) Kâsânî, Bedâyi’, VI, 62; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 373. bk. Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, s. 414 vd.
18) Buhârî, İcâre, 14, 50; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvûd, Akdıye, 12.
19) Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 475.
20) Ebû Dâvûd, 68; Nesâî, Buyû’, 71, 72, 76; İbn Mâce, Ticârât, 20.
21) Kâsânî, Bedâyi’, VI, 57: İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V, 30 vd.; Serahsî, Mebsût, XI, 154.
22) Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17.
23) bk. Serahsî, age, XXII, 18; İbnü’l-Hümâm, age, VII, 57 vd.; İbn Âbidîn, age, IV, 504; Zühaylî, age, IV, 836.
24) Mecelle, mad. 1431, 1432-1440.
25) Buhârî, Hars, 14, İcâre, 3.
26) Buhârî, Hars, 14, İcâre, 3.
27) Kâsânî, age, VI, 186; İbnü’l-Hümâm, age, VIII, 47; İbn Âbidîn, age, V, 200 vd.
28) İbnü’l-Hümâm, age, VIII, 49; Zeylaî, age, V, 286; Zühaylî, age, V, 653, 654.
29) İnfomağ Der. sy. 2007/1, Yıl: 7, Ekonomi sayfası; Milliyet Gazetesi, 19 Eylül 2007 sayısı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.