Estetik Hayatın Kendisidir / İç Mimar Süleyman Güler


Mimar olmaya nasıl karar verdiniz?
Bildiğiniz gibi en klasik haliyle, polis üniformasını görüp de çok beğenen, silahına vurulan, şapkasına vurulan bir çocuk edasıyla yaklaştım ama “eli kırık” diyorlar bizde; bir jargon, mesleğini icra edenler ya da çizim işlerine biraz yatkın olanlar için… Meraklıyım zaten. Bunu yönlendirebileceğimiz meslekleri bize söylemeye başladılar önce. İşte endüstri ürünleri tasarımcısı olabileceğimi, iç mimar olabileceğimi, eğer karikatür alanından devam edersem, bunu uluslararası ilişkiler ya da hukuk gibi bir bölümle desteklersem bir Nehar Tüblek, eskilerden ya da Bedri Koraman gibi bir isim olabileceğim söylendi… Derken karikatüristlik öne çıktı. Bende biraz gelenekçilik de vardır. Mesela lisede bir zaman gelmişti, okulu bırakayım ben sadece karikatür çizeyim dedim. Mizah dergilerine beşinci sınıftan beri aşinayım, okurum, o bohem hayat çok hoşuma gidiyor… Ama sonrasında da kendi mahallemdeki baskıdan söz edeceğim, bize olan baskı… Hani kız istemeye gidildiğinde, ne iş yapıyor dendiğinde, karikatürist çok anlamlı olmaz gibi gelmişti bana. Hani kız vermezler gibi bir durum olur diye. Biz konuşuruz ülkeyi kurtarırız ama babaanneler, neymiş; ressammış…” yargısından öteye gidemezsiniz ne kadar iri konuşsanız da…Dedim ki bu mesleği o zaman kalifiye bir alanda tutalım, öyle bir statümüz olsun… İç mimarlığa bu şekilde karar verdik. Ben karar verdim on iki yaşında, ama sonrasında tabi yavaş yavaş öğreniyorum, gölge, çizimdeki detaylandırmalar vs… İş şu noktaya geldi. Ben bir yandan da karikatürü geliştirdim. Dr. Resul İzmirli söyledi bunu, Eski İzmir Enternasyonal Fuar Müdürü. “Yönetimle ilgili, ekonomiy le ilgili karikatürler çiz” denildi. Onlarla ilgili örnekler olduğunu zamanla görmeye başladık. Biraz böyle çevre edinmeye başladık, yaşım on beş o zaman. Çok bambaşka sektörün insanlarıyla oturuyoruz kalkıyoruz, onlarla konuşuyoruz. Adap öğrenmeye başladık, beş sene devam etti bu. Bu dönem içerisinde ben üniversiteyi kazandım (iç mimarlık bölümünü). Şunu öğrenmiştim,asıl gelmek istediğim nokta şu; bunu daha yeni yeni görüyorum gazetelerde, televizyonlarda. Vizyon, misyon ve strateji meselesi. Kişinin kendini değiştirmesi, kendine bir hedef koyması… Bu bir halka, siz halkanın en ortasındasınız. Bu yayılıyor, sizin mahallenize, ondan sonra ilçenize, şehrinize gün gelecek ülkeye, gün gelecek kıtaya, gün gelecek dünyaya, çünkü bu bir vizyon. Osmanlı da böyleydi, bir çadır devletiydi, küçük bir beylik idi, üç kıtaya yayıldı. Çünkü bir hedefle yola çıkıldı, bir vizyon vardı. Bunu şahıslara vurduğumuzda Fatih Sultan Mehmet Han’ın bir vizyonu vardı, “fetihti” bu. Peygamber Efendimiz’in (sav) bir vizyonu vardı. Vizyon meselesi her gün konuştuğumuz bir meseleydi ve bu sindi bize. Ondan sonra dedik ki: “Öyle bir hale gelelim ki inşallah dünya üzerinde Müslüman bir Türk olarak, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in bir üyesi olarak bir eser koyalım ortaya. Öyleki yaptığımız iş okulda ders olarak okutulsun. Çin’de, Pekin Üniversitesinde desinler ki: Şu mimarın yaptığı iş de budur, bir slayt gösterisinde yaptığımız işi göstersinler. Çünkü ülkelerin de reklamı bu şekilde oluyor. Sonra merak ediyorsunuz, bakıyorsunuz neymiş bu adam, neler yapmış diye peşine düşüyorsunuz. Ülkeye hizmet biraz da bu demek değil mi? Ülkeler de bu isimlerle var olan mekanizmalar, yapılar… Yani bu her şeyi sağlıyor, misyon da strateji de hepsiyle beraber yoğurulan bir sistem oluyor. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubatı’nda (116. Mektup) bir hadis-i şerif gördüm, şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav): “Allahu Teala, yüksek şeylere kavuşmak isteyenleri sever.” Böyle olunca “tamam” diyorsunuz. Bu sefer de şöyle bir muhasebe oluyor: “Acaba biz şöhret için mi işin peşindeyiz? Şöyle bir adam varmış ona gidelim, dedirtmek için mi? Yoksa cidden o dava adamlığı tarafından mı yaklaşıyoruz hadiseye?” diye, kendi içimde bir muhasebem vardı. Bir gün ortaokuldayım, bir söz okudum Leonardo da Vinci’ye ait. İtalyancası vardı sözün “Amor vincit omnia” eski İtalyancaymış. Sonra peşine de düştüm ne demek diye. “Aşk her şeyi keşfeder.”anlamına geliyor. Yani bir merakın peşinden gitmek kişiye birçok şey kazandırıyor. Sonrasında bunun örneğini çok görüyoruz. Divan edebiyatından giriyorsunuz, orada bir kelimeye takılıyorsunuz, bir anda bakıyorsunuz Osmanlı okçuluğunun içerisindesiniz…

Devamı Gönül Dergisi 2.Sayımızda

2 yorum

  1. Bu yolda sana başarılar diliyorum

  2. Ne önemi var koca “derya” içinde kaybolur gideriz deriz. İz bırakan insanlara selam olsun. Başarılar…

Anonim için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir