Egodan Özgüvene Giden Yol / Uzman Psikolog Tuğba Demiröz

Özgüven ve ego ne demek, ego ne zaman başlar, kaç yaşında oluşur?

Özgüven, kişinin kendisini sevmesi, kendisine saygı duyması, bütün iyilikleri hak ettiğine ve mutlu bir hayat süreceğine inanmasıdır. Ego ise özgüvenden çok farklı bir parçamızdır, benlik olarak da bilinir, tasavvufta da nefse karşılık gelen yapıdır.

İnsanoğlu, bir beden ve iki refleksle dünyaya gelir. Emme ve yakalama refleksi. Doğduğumuz anda bu ikisi dışında bir yeteneğimiz yoktur. Emer, uyur, dışkılarız. Yapabileceklerimiz bunlarla sınırlı. Yani beden bizim ilk gücümüzdür. Beden parçamız sürekli haz ve doyum arar. Henüz bebek kendisini diğer insanlardan ayırt edecek bir yeteneğe sahip değildir. Aylar ilerledikçe emekler, yürür, konuşmaya başlar. Yaklaşık 2,5 yaş civarına geldiğinde ise şöyle bir farkındalık oluşmaya başlar: “Ben diğerlerinden ayrı bir varlığım, aaa kapıyı ben açabiliyorum, koltuğa tek başıma tırmanabiliyorum, kimse olmadan yapabiliyorum, ben kimsenin uzantısı değilim. Annem ayrı, ben ayrıyım, babam ayrı.” Böylelikle ben (benlik) ve öteki kavramları bu yaş civarlarında gelişmeye başlar. Öyleyse benlik, başkalarına bağlı olarak oluşan ikinci gücümüzdür.

Benlik algısı, 2,5 yaşına kadar olan süreçte ona yakından bakan kişilerin davranışlarıyla şekillenir. Mesela, bebeğe sevgi dolu yaklaşılmış, ilgilenilmiş, bütün ihtiyaçları sevgiyle karşılanmışsa, bebeğin benlik algısı: “Ben sevilmeye layık ve değerliyim.” Eğer kötü davranılmış, ihtiyaçları giderilmemiş, ihmal edilmişse: “Ben sevilmeye layık ve değerli değilim.” şeklinde oluşmuş olabilir. Öteki algısı (benim dışında kalan kişiler) da yine çevresindeki insanların davranışlarından dolayı farklı şekillerde oluşabilir. Örneğin aşırı şımartılmış, hiç sınır konulmamış, her istediği uygun olmasa bile karşılanmışsa “Ben sevilmeye layık ve değerliyim, öteki de kim oluyor, onlar sadece benim ihtiyaçlarımı karşılamak için varlar, bunun dışında bir değerleri olamaz.” şeklinde gelişebilir. Bu durumda ben ve öteki algısının birleşimleri 4 farklı kombinasyona dönüşebilir.

1. “Ben sevilmeye layık ve değerliyim; ama öteki sevilmeye layık ve değerli değil.” Tahakkümcü yapı.

2. “Ben sevilmeye layık ve değerli değilim, ama öteki sevilmeye layık ve değerli.” Kendini feda eden yapı. Benden hiç iyi bir fikir çıkmaz, başkaları ise her konuda harika, onlar değerli, ben kimim ki.

3. “Ben sevilmeye layık ve değerli değilim, ama öteki de sevilmeye layık ve değerli değil.” Hep yalnız, kimseye güvenmeyen (kendi de dâhil) ve etkileşimden kaçınan yapı.

4. “Ben sevilmeye layık ve değerliyim, öteki de sevilmeye layık ve değerli.” Sağlıklı olan budur.

Kişinin benlik imajı, davranışları, değerleri… Hepsinin bütününe biz ego diyoruz. Ego bizim haklı olmayı isteyen tarafımızdır ve o, sadece başkalarına göre şekillenir, varlığını başkalarından alır; çünkü kaynağı zaten ötekilerdir. Diğerinden ayrı olduğunu fark ettiği zaman başlar ve ondan sonra da hep başkalarının onayı, başkalarının beğenisi, başkalarının onu sevmesi, başkalarının takdiri veya başkalarının ondan çekinmesi, başkalarının ondan korkması, saygı duyması, hep başkalarına göre şekillenen tarafımızdır.

Egoyu doğru anlamak adına panzehirinden bahseder misiniz?

Küçüklüğümü hatırlıyorum; bazı içecekleri, çikolataları canım çok isterdi, gördüğümde hatta görmediğimde bile çok canım çekerdi. Bedenim istiyor. Eline al, ağzına götür, ye, çiğne, yut ya da iç. Ama belli bir yaştan sonra, önüne çikolata da getirseler, orada uzun süre de kalsa yüzüne bakmayabiliyoruz. Bu örnekten başlayalım, ne oluyor da böyle farklılaşıyoruz. Bedenimiz, o, doğuştan getirdiğimiz ilk gücümüz haz ilkesiyle çalışır. “Doğru ya da yanlış olduğuna bakmana gerek yok; o anda canın onu istiyor mu, onu ye (iç, yap).” Beden doğruya, yanlışa bakmaz. Onun tek ilgilendiği tatmin olmaktır, haz almaktır; o anda canı çikolata mı istiyor, ye; o anda canı bir şey mi yapmak istiyor, yap ve hiçbir şeyi sorgulama. Doğal olarak bazı insanlar sadece bedeninin istediklerini yapar, ama bedeninin istediğini yapan insan ya doğru olanı yapmıyorsa! Diyelim ki kişi şeker hastası, doktor ona, “Şekerden uzak durmalısın!” dedi, ama bedeni tatlı istedi (beden sorgulamaz, haz ister) ve kişi hazza kapılıp tatlıyı yedi, anlık tatmini sağladı. Ama sonra…

Sonra içinde bir güç ona diyor ki: “Sen yanlış yaptın, doktor uzak dur demişti, yemeyecektin.” Böylelikle kişi kendini içten içe sorgulamaya başlıyor ve kötü hissediyor. Kötü hissetmek, doğru olanı yapmadığı için kötü hissetti. Demek ki biz, bedenimizin isteklerini anında yaptığımız zaman aslında bir tarafımızı bozuyoruz, işte o bozduğumuz tarafımız özgüvenimiz.

Özgüven neydi, kişinin kendini sevmesi, saygı duymasıydı. Ben ancak kendimi doğru şeyler yaptığım zaman sevebilir, saygı duyabilirim. Yani içimde o savaşan güçlere, zıtlaşan güçlere hükmettiğim zaman, doğru benim aleyhimde bile olsa doğruyu seçtiğim zaman, ahlaklı olanı seçtiğim zaman özgüven geliştirebilirim. Doktor şekerden uzak dur dedi ve ben ikram edilse bile teşekkür ederek uzak durdum. Nasıl hissederim. Kesinlikle iyi hissederim, boğazıma sahip çıkabiliyorum, aferin bana. Kendime olan güvenim artar. Özgüvenimizi yapıp ettiklerimiz belirler. Diyelim ki yolda, yardıma ihtiyacı olan birisini gördüm; düşmüş, bayılmış. Yardımcı olmaya çalışmak gerekiyor değil mi? Doğru olan nedir? “Yardıma ihtiyacı var; gidip yardım etmeliyim.” Eğer bu niyetle yapmışsam doğru bir davranış yaptım. Bu benim özgüvenimi yükseltir. Şu niyetle de yapabilirim: “Bak, orada Necla var. Ben gideyim, yardım edeyim, Necla, ‘Tuğba ne kadar yardımsever’ der, bunu sağda solda konuşur.” Demek ki niyetim bozuk. Bozuk niyetimi dışarıdan kimse bilemez, ama niyetimi “ben bilirim”. Ben bildiğim için o davranışı yaptığımda, yani yardım ettiğimde, dışarıdan her ne kadar insanlar tarafından bana iyi etiketler (yardımsever, iyi kalpli…) yapıştırılsa da ben onu hak edip etmediğimi bilirim. Yani yaptığım dışarıdan güzel görünse bile benim özgüvenimi zedeleyebilir. Çünkü düzgün, temiz bir niyetle yapmadığımı ben biliyorum, ben kötü biriyim, sevilmeye layık değilim. Gördünüz, özgüven yara aldı. Aynı şekilde dışarıdan bakıldığında saygın, özgüvenli, bilgili… biri gibi görünebilirim; fakat bunları başkaları benden çekinsin, korksun, beni görünce ceketinin düğmesini iliklesin niyetiyle yapıyorsam, o niyeti ben bildiğim için, yine kendime saygı duyar mıyım? Hayır. Doğal olarak özgüvenim yükselmez, düşer. Doktor şekerden uzak dur dedi diye değil, filanca beni şişko bulur zayıflayıp güzel görüneyim, fit desinler diye şekerden uzak duruyorsam da egoma hizmet etmiş olurum, özgüvenim yine düşer.

Sağlıklı özgüvene nasıl ulaşılır ve ego sağlıklı düzeyde nasıl tutulur?

Ego imajımızı aslında başkalarına zarar vermeden en güzel hâle getirmek, tamamen ego farkındalığı gerektiriyor. Mesela, “Sözleri nefsime çok ağır geldi.” İnsanların çoğu nefsine ağır geldiğini fark etmiyor, direkt kişiliğine saldırılmış gibi hissediyor ve şöyle diyor: “Kalbimi kırdı.” “Gönlümü yaraladı.” Dinimizde de çok geçer, “Gönül Allah’ın evidir; gönül yıkmak Kâbe’yi yıkmak gibidir.” Ama çoğu insan en ufak bir şeyde kalbimi kırdın, gönlümü yıktın diye bağırıp çağırıyor, ortalığı yıkıyor, küfrediyor, kızıyor, hınç almaya çalışıyor. Gerçekten gönlü kırılsa gıkı çıkmaz, çıkamaz, kala kalır, ne diyeceğini bilemez. Yıkılan gönlü değil ki, nefsi, yani egosu, şu hep başkaları için yaşayan parçası. Bu sebeple egoyu gerçekten ayırt etmek önemli ama maalesef bu farkındalık herkeste gelişmiyor. Eğer ego farkındalığı kişide gelişmişse, zaten o kişinin özgüveni gelişiyor demektir. Özgüven yükseldikçe ego törpülenir, düşer; ego yükseldikçe de özgüven düşer. Bunların her ikisinin aynı anda yükselme ihtimali asla yoktur, en fazla birlikte düşebilirler fakat yükselemezler.

Egosu düşük insanlar nasıl davranır, kendilerini nasıl belli ederler?

Hayata karşı çoğunlukla olumsuz bakarlar, yaşadıklarına karşı çok aşırı öfke duyarlar. Neden? Kişinin egosu düşükse yani hep takdiri, ilgiyi, sevgiyi dışarıdan bekliyor ve alamıyor, alamadığı için öfke duymaya başlıyorsa, “Ben yetersizim, benim elimden hiçbir şey gelmiyor, ben başkaları gibi değilim.” gibi kıyaslamalara girmişse, doğru olanları yapma olasılığı azalır. Neden? Çünkü sağlıklı bir gözle bakamıyor ego onu kör ediyor; kör ettiği için, o farklı bir perspektiften, değişik bir bakış açısından bakıyor ve doğru davranmıyor, doğru davranmadıkça da özgüveni düşüyor. Böylelikle, hayata karşı çok öfkeli, genelde kötümser, sorumlulukları hep başka tarafa atan kişiler oluyor.

Egosu yüksek insanlar ise genellikle başkalarını terbiye etmeye çok çalışırlar. “Sen şurada, sen burada yanlış yapıyorsun.” Oysa hepimiz yanlış yapabiliriz. Nerede yanlış yaptığımız bize yanlış bir üslupla söylendiğinde hepimizin egosu var ve sen benim egoma böyle basmaya kalkarsan, o zaman ben de psikolojik dişlerimi çıkarıp, “Sen kendine bak.” deme hakkına sahip oluyorum. Yüksek egolu insanları, başkalarının egosuna basmalarından tanıyabiliriz. Sadece egosu yüksek (özgüveni gelişmemiş) “Hep ben haklıydım, hep o yanlış yaptı. Benim hiçbir kusurum yoktu. Hep ben doğruyu yapıyorum, onlar anlamıyorlar.” şeklinde davranır. Onları zor zamanlarda çok iyi tanırız. Mesela; birisiyle bir sıkıntın var ve onun zor bir zamana girdiğini öğrendin. Diyelim ki, hastalandı, hastaneye yattı ya da bir yakınını kaybetti. Özgüveni yüksek insanlar arada yaşanılan husumeti bırakır, o gün o arkadaşının ya da aile üyesinin yanında olur. Eğer egosu yüksekse bir kişinin, o husumet ve kırgınlıklarla, “Hayır canım, o, benim onun yanında olmamı hak etmiyor.” şeklinde düşünür.

Hepimiz insanız ve “insan olmak” gerçekten zor zanaat, hepimiz için çok zor. Hepimizin egosu var ve her birimizin ego düzeyi birbirinden farklı olduğuna göre -nefsi, içimizdeki o terbiye edilmesi gereken hayvan diye benzetmeler vardır ya tasavvufta- herkesin uğraştığı içindeki canavarın büyüklüğü aynı değil. Kimisi bazı şeyleri daha kolay hazmedebiliyor, bazı şeyleri yapabiliyor, kimisi asla yapamıyor. Tabii ki, o asla yapamayanın uğraştığı canavar daha büyük canavar, daha güçlü. Onun onu yenmesi de daha büyük çabalar gerektiriyor, fark etmesi de daha büyük çabalar gerektiriyor; ama muhtemelen ödülü de daha fazla olacaktır.

Ego öyle bir şey ki, özellikle kişi egosunu terbiye etmeye çalışıyor, bu konuda farkındalık geliştirmeye çalışıyorsa, birçok tehlikeyle de karşı karşıya; çünkü egosunu terbiye ediyorum derken, egosunu daha da terbiyesiz hâle getirip yükseltebilir.

Bir kez bir radyo programında dinlemiştim; bir çocuk, babasıyla birlikte namaza kalkıyor, perdeyi açıyor ve dışarıya bakıyor, “Bak, biz ne kadar iyi Müslümanlarız baba, biz sabah namazına kalktık; ama çevremizde hiç kalkan yok.” diyor. Ego sağdan sağdan da yaklaşıyor. Bak, burada ne yapıyor? Kişinin egosu, Allahü Tealâ’ya boyun eğdiği için terbiyeye mi girmiş oluyor? Aksine, kendini başkalarından daha da üste taşıyor. Ego konusunda gerçekten çok uyanık olmak lazımdır. Özgüvenli miyim, yoksa egolu muyum? Özgüven, içimizde çatışan güçlere karşı bizim galip gelmemiz; yani beden gücümüze karşı, ego gücümüze karşı hep doğru olanı, ahlaklı olanı seçtiğimiz zaman gelişen parçamızdı. O zaman ancak kendimize gerçekten saygı duyup sevebiliyorduk. Özgüven buydu. Ama her doğru olanı iyi niyetle yapmayabilirim. Hadi, bunu ben ayırt ettim, ama niyetimi de iyi zannederek, aslında alttan alta egomu şişirmeye de gidebilirim.

Ego sahibi insanlarla olan ilişkilerimizde ne tavsiyeler verebilirsiniz?

Ben, egosu yüksek olan insanların egosuna binmemekten yanayım; çünkü egosuna basarak egosunu fark ettirmeye çalışırsan, onda zaten öyle bir farkındalık olsa, çoktan kendi kendine doğruyu bulmuş olurdu. Demek ki, onda öyle bir farkındalık oluşmamış, o hep çevreyi suçlayarak o yaşa kadar gelmiş, benim onu fark ettirmeye çalışmamla fark etmeyecek. Olup olacağı, benim onu eleştirdiğim konulardan o da beni eleştirecek yeni konularla bana gelecek ve çatışma büyüyecek. Ne yapılabilir böyle insanlarla? Eğer yaşamımızı onlarla devam ettirmek durumundaysak, eşinse, kardeşinse, ailenden biri veya çalışma arkadaşınsa, onlarla bir şekilde ilişkini sürdürmek durumundaysan, o zaman kendi kendine yapabileceğin şey şu olabilir diye düşünüyorum: “O öyle biri, onu olduğu gibi kabul etmeliyim. O, bir şeyleri egosuna daha kolay saldırı olarak algılayabiliyor.” veya “Sorumluluk almadığı için beni suçlayacaktır. Suçladığında da şaşırmama gerek yok, zaten biliyorum.” demek en sağlıklısı. Ama fark ettirmeye çalışmak, benim gördüğüm kadarıyla çok bir işe yaramıyor. Ancak kişi kendisi, “Bunları bunları fark ediyorum, bazen böyle davranıyorum. Gerçekten sana böyle mi hissettiriyorum? Bana bir geribildirim ver.” diye kendisi geliyorsa, o zaman da bunu kırıp dökmeden, incitmeden, üslubuna çok dikkat ederek geribildirim verilebilir diye düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir