“Doğadaki Aile” ve Öze Dönüş Çağrısı / Elif Güvere – Eyüp Güvere

Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Elif ve Eyüp Güvere çifti olarak, aile bağlarını derinleştirmenin en iyi yolunun birlikte bir şeyler yapmak olduğuna inanıyoruz. Vicdan sahibi, güzel ahlaklı, temiz kalpli ve iç huzurunu sağlamış nesillerin oluşmasına katkı sağlamanın hepimizin sorumluluğunda olduğunu düşünen bir aileyiz. Varoluş gayesine uygun yaşam tarzını içselleştirip yaşamaya gayret eden, araştıran, çözümleyen, okuyan, öğrendiklerini hayatına aktaran nesillerin yetişmesinin toprakla temas etmekten ve kâinat kitabı dediğimiz doğa ile hemhal olmaktan geçtiğini düşünüyoruz. Türkiye’de ilk defa aile doğa tefekkür yürüyüşleri projesini başlattık. Neticesinde aldığımız mesajlar, dualar, etkinliklerimize yoğun ilgi ve alaka ile büyük mutluluk yaşıyor ve Rabbimize şükran duyuyoruz.
Yeni yerler keşfetme arzusuyla seyahat ediyor, sosyal medya hesaplarımızda birçok önerilerde bulunuyoruz. Kâinat kitabını okumaya teşvik ediyor ve ailelere açık hava etkinlikleri sunarak rehberlik ediyoruz.
Doğaya bağlılığımızı kat ve kat arttıran, enerjileri ile daima aktif, sosyal becerileri gelişmiş, liderlik vasıfları yüksek, şükür sebebimiz iki emanet yavrumuz var. Eğitimler vermeye, çeşitli radyo ve TV kanallarında ailelere öze dönüş çağrısında bulunmaya devam ediyoruz.
“Doğadaki Aile” nasıl ortaya çıktı?
Yıllardır yüzlerce aileye tefekkür yürüyüşleri, kamplar ve doğa etkinlikleri düzenleyerek ailelerin doğa ile temas etmesine katkılar sunduk. Sadece doğaya değil, birçok yaşanmışlığa, hikâyelere şahitlik ettik. Yaşadığımız deneyimler zaman zaman kendimizde, zaman zaman ailelerde gözlemlerimize göre anlam kazanıyordu. Tecrübe ettiğimiz, istifade duyduğumuz her şeyi paylaşmak istiyorduk. Uzun zaman boyunca gezdik, gördük, okuduk ve yazdık. Bir kelâmın kaleme dönüşme süreciydi bu. Gerçekten gezilerek yazılan, üzerinde büyük bir titizlik ve heyecanla çalıştığımız bir kitap ortaya çıktı. Bu kitap ile ailelere bir “doğaya davet” çağrısında bulunuyoruz.
“Doğadaki Aile”den bahseder misiniz?
Psikiyatrik hastalıkların kat kat arttığı, hareketsizliğe bağlı obezitenin çocukluk çağına indiği, boşanma oranlarının hızla yükseldiği bir çağda, ekran başından kalkıp özümüzü bulmak için toprağa ve suya koşmanın zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyoruz. Doğadan kopuk yaşamın getirdiği ağır sonuçları belki de henüz görmedik. Yapılabilecek çok şey var düsturuyla hareket ederek DOĞADAKİ AİLE olmanın yollarını gösteriyoruz. Zor olan tabiatta var olmak mı, yoksa kendimizi inandırdığımız kalıplar ve adım atmamıza engel alışkanlıklarımız mı?
Bunu hep birlikte görmüş oluyoruz.
Doğadaki aile ne demek? Ailece doğada olmanın formülleri nelerdir? Gençleri ekran başından nasıl kaldırırız? Tatil ve keşif yapmanın püf noktaları nelerdir gibi birçok sorunun yanıtını bu kitap ile kıymetli okuyucuların istifadesine sunduk.
Şehirdeki çocukların tabiatla bağlarını nasıl güçlendirebiliriz?
Aslında öncelikle doğa farkındalığı oluşturarak işe başlamak gerekiyor. Nasıl? Tabiat bağı sürecini erkenden, tercihen bebeklikten itibaren başlatmak lazım. Mümkün olduğu kadar çocuklarımızı doğal yerlere götürme eğiliminde olalım. Açık hava etkinliklerini arttıralım. Ağaçlara, toprağa, suya teması arttırarak duyusal kazanımlar sağlamalarına yardımcı olalım. Seracılık yapılan yerler, botanik parklar, bahçeler, çiftlikler gibi alanlara seyahatte bulunalım. Bu tarz alanlarda meyve sebzeleri dalından toplamalarına imkân sağlayalım. Onlar için unutulmaz hatıralara dönüşecektir. Bugün yediği domatesi markette yetişiyor zanneden çocuklarımız var. Çünkü gıdalarla ilk tanışıklıkları burada oluyor. Üzerinde durmamız gereken önemli bir mesele olarak belirtmiş olalım.
Doğa yürüyüşleri ve kamplarda çocuklar üşütüp hasta olurlar mı?
Aldığımız en sık sorulardan biridir bu. Biz de bu soruyu hafif tebessüm ederek cevaplarız. Çocuklar yetişkinlere göre daha hareketli olduklarından daha az üşürler. Kan dolaşımları bize göre daha dengelidir. Genellikle doğa yürüyüşleri ve kamp yaptığımız bölgeler 1000 metre rakımda olur ve gece sıcaklık farkı gündüzden belirgin derecede farklı olur. Gitmeden evvel ailelere bilgilendirmelerde bulunuyor, bu konuda nasıl bir yol izlemeliyiz bilgisini mutlaka paylaşıyoruz. Kullanılacak ekipmanların doğa şartlarına uyumlu ve uygun olması çok önemli. Kendimiz ve çocuklar için giyinme prensibine dikkat ederek terlememek için çok kalın giyinmeyi tercih etmemeliyiz. Çünkü bizi hasta eden genelde terimizin soğukla temasıdır. Terlemektense hafif üşümek daha sağlıklıdır. Burada şunu belirtmeden de geçemeyeceğiz. Okulda ya da yeterince havalandırılmayan kapalı alanlarda bulunan çocuklar, açık alanlarda bulunan çocuklara göre çok daha fazla hastalık riski ile karşılaşıyorlar.
İş ve günlük yaşam yoğunlukları arasında doğayla etkileşimin pratik yolları nelerdir?
Yoğun geçen iş yaşamları ve ev idaresi süreçlerindeki stresler ve meşguliyetler hepimizin malumu. Hafta içi ve çoğu kişi için de cumartesi çalışma durumu, koca hafta içerisinde sadece pazar gününü dinlence imkânı bırakıyor. Bizim hep dediğimiz şey var. Doğaya gitmek tercih edilecek bir durum değil, bir zaruriyet halidir. Bir ihtiyaçtır. Günlük koşturmacalı ve aceleci tavırlarımız nedeniyle hayatı ve zamanı anlamlandıramıyoruz. Tüm teknolojik gelişmeler ve hızlı ulaşım araçlarına rağmen yorgunluklarımız azalmıyor, aksine gittikçe artan bir kısır döngü halinde yaşıyor hissediyoruz.
Su ve topraktan yaratılan bizler gün geçtikçe doğadan uzaklaşıyor, özümüzü unutuyoruz. Özümüze dönme arayışlarımız, fıtrata uygun şekilde yaşamamızı kolaylaştıracaktır. Sabah kalktığımızda tefekkür ve şükür ile nasiplenerek, diğer insanlardan farklı bir şekilde güne başlayabiliriz. Aynadaki kendimize bakarak, muazzam yaratılışımıza, gören gözlerimize, tutan ellerimize hamdederek gün daha anlamlı hale gelecektir. Evden çıktığımızda da şöyle bir gökyüzüne bakmak, evimize yakın ağacı belirleyip bakımını üstlenmek, dokunmak, fark etmekle ilk adımı atabiliriz. Her ağacın yaprağı ve cinsi farklı, araştırıp öğrenebiliriz. Belirlediğimiz ağacı mevsimler itibariyle gözlemleyip dönüşümüne şahitlik edebiliriz. Hafta sonları planları yapılırken de gelişigüzel bir planla değil, anlamlı bir gezi planı yapmak gerekiyor. Burada mühim olan alışkanlıklarımızı değiştirmek ve gerçekten dışarı çıkmayı öğrenmek.
Doğa, insanların zihinsel sağlığına nasıl katkıda bulunur?
Araştırmalar, doğada zaman geçirmenin stresi azalttığını, zihinsel rahatlama sağladığını; kaygı bozukluğu ve depresyon riskini düşürdüğünü gösteriyor. Doğanın huzur ve sakinlik veren atmosferi, ruh halini iyileştirirken zihnimizi yeniden tazelik ve enerji ile dolduruyor. Kent insanı için doğa ile iç içe yaşamanın potansiyel faydaları çevre psikolojisi üzerinde çalışanlar tarafından araştırılmış ve birçok çevre literatüründe temel olarak doğa ile birlikteliğin insan psikolojisi üzerinde olumlu etkileri olduğu görüşü yaygın olarak kabul görmüştür.
İnsanların doğa ile direkt olarak iç içe olmaları (aktif kontak) yanında parktaki çiçekleri seyretme veya bir pencereden ağaçlara bakma gibi doğayı sadece görme yoluyla da (pasif kontak) ondan çeşitli faydalar elde ettikleri, hatta bu tür alanların yakında mevcut olduğunun ve istenildiğinde kullanılabileceğinin bilinmesinin bile insanlara çeşitli psikolojik faydalar sağladığı belirtilmektedir (Ulrich ve Parson, 1992). Doğal alanların şehir insanının dış mekân kullanımları üzerindeki etkilerine bakıldığında ve bu tür alanların çocuklar için daha fazla oyun imkânı sağladığını, daha yüksek düzeyde sosyal kaynaşma ortamı oluşturduğunu, komşular arasında daha güvenli ortam yaratma gibi önemli işlevleri olduğunu görmekteyiz.
Kamplarda yemek işleri nasıl oluyor?
Kamplarda genellikle yemeklerimiz beslenme üzerinedir. Herkes yemeğini kendisi yapar. Detaylarının daha öncesinde belirlendiği imece usulü bir hazırlık evresi vardır. Yahut bizim belirlediğimiz bir işletmeden yemek imkânı sağlanır. Doğa yürüyüşleri içinde bu durum değişkenlik gösteriyor. Uzun kilometreli il dışı yürüyüşlerde dışarıdan bir hizmet alıyorken, İstanbul özelinde bir yürüyüş için kişilerin çantalarına koyduğu sandviçler, kuruyemiş, meyve gibi atıştırmalık ve termosta içecekleri yeterli oluyor.
Çocuklu ailelerde karşılaştığımız bir durum da “yemez ya da az yer” diye azığı az alınan evlatların açık hava yürüyüşlerinde şaşırtıcı şekilde çok acıkıyor olması oluyor.
Çocukları doğaya nasıl davet ediyorsunuz?
Doğa her çocuk için aynı anlamı ifade etmeyebilir. Birinin adını duyduğunda heyecanlandığı, diğerinin iç dünyasında korktuğu şeyler barındırabilir. Burada çocukları yaş gruplarına göre sınıflandırmak gerekiyor. 6 yaş öncesi erken çocukluk dediğimiz dönemde birinci hedefimiz merak uyandırmak olmalı. Bu yaş grubu için sizin çok fazla şey yapmanıza bazen gerek olmayabiliyor. Eline verdiğiniz bir büyüteçle küçük bir kâşife dönüşebiliyorlar. Onlar için keşif ve merak duygularını harekete geçirecek alanlar bulmanız bu yaş grubu için yeterli olacaktır.
6-11 yaş çocukluk döneminde, çocuklar biraz daha heyecan, yeterlilik, özgüven hislerini uyandıran, risk alınacak faaliyetlerden hoşlanıyorlar. Kuş gözlemi, doğa fotoğrafçılığı, bir ağaca kontrollü şekilde tırmanması, dere üzerinden geçmesi onu fazlaca memnun edecektir. Bir hayvanın ayak izini takip etmek, onun liderliğinde yürüyüş yapmak da bu yaş için unutulmaz deneyimler kazanmasına sebep oluyor.
12-18 yaş grubu gençlik dönemi, gençlerin kendilerini birey olarak hissedip bağımsız olmak istedikleri bir dönem. Daha çok macera, daha çok adrenalin içeren faaliyetlerde yer almak istiyorlar. Onlara bu konuda rehberlik etmek bizi de mutlu ediyor. Sırt çantalı uzun kilometreli yürüyüşler, tırmanış vb. dağcılık faaliyetleri, rafting ile maceranın dozunu arttırıyoruz. Her çocuk ayrı bir dünya demek. İşin aslı onları tanımaktan, tutkularını öğrenmek ve hissetmekten geçiyor.
Doğa ile etkileşim, sosyal ilişkileri nasıl etkiler?
İnsan, diğer insanlarla da iletişim kuran sosyal bir varlıktır. Sosyalleşmek adına içinde bulunduğu toplumun örf adet, gelenek ve göreneklerine göre devamlı surette çevresel etkileşim kurar. Doğayla iç içe olmanın dikkat dağınıklığı gibi sorunları ortadan kaldırıp odaklanmayı daha aktif hale getirdiğini biliyoruz. Günlük rutinlerimizde en büyük sosyalleşme mekânları olarak kapalı mekânları tercih ediyoruz. Bazen yoğun uğultular ve teknolojik aletlerin sebep olduğu yoğun radyasyon ile karşıdaki muhatabımızla sohbet ettiğimizi düşünüyoruz. Oysa sadece duyuyoruz. Gerçek dinlemenin ve sosyalleşmenin yerinin tam olarak doğada var olduğunu söyleyebiliriz. Yakın arkadaşlarımızla doğa yürüyüşleri ve açık alan buluşmaları yapmak müthiş farkındalık katıyor.
Yeni arkadaşlıklar edinmek adına dahil olunan yürüyüş grupları, özellikle çocuklarımızın oynadığı akranların ebeveynleri ile tanışma imkânları açık alanları çok daha cazip hale getiriyor. İnsan doğayla rakip ilişkisi içerisinde değil, bir bütün ilişkisi içerisinde hareket etmelidir. Parçası eksik bir yapbozu düşünelim, oluşan tablo nasıl ki tam olmayacaksa, insanın tabiatla olan kopukluğu, eksikliği ya da saldırganlığı hem bugüne hem geleceğe vurulmuş bir kamçı gibidir. Bu nedenle sosyal bir alan oluşturmak ve toplumsal çevre bilinci kazandırmak adına doğanın bu yanından faydalanmamız gerekiyor.
Doğa koruma ve çevre bilinci nasıl geliştirilebilir?
Aileler olarak çocuklarımızı dışarı çıkardığımızda tercih ettiğimiz mekânlar kapalı alanlar oluyor. Yani evimizdeki kapalı alandan başka bir kapalı alana geçiş yapıyoruz. Dijital devrimle birlikte elektrikli ev aletleri çocukları adeta hipnoz etmiş durumda. Bu da onları dışarı çıkmak konusunda gerçekten zorlu kılıyor. Bu minvalde ebeveynler olarak üzerimize çok fazla sorumluluk düşüyor. Öncelikle adım atan bizler olmalıyız. Doğa sevgisinin kitaplardan, teknolojiden öğrenilmeyeceğinin şuurunda olmalıyız. Bir çocuk görmediği, hissetmediği, içerisinde vakit geçirmediği bir yere aitlik duyamaz. Ait hissetmediği bir yeri de sevemez. Bizler aileler olarak bu konuda fırsatlar sunuyor ve çocuklarımıza deneyimler yaşatıyor muyuz, burası cevap aradığımız kısım. Çocuklarla yapılacak çöp toplama, fidan dikme, evde bitki bakımı vb. etkinlikleri mutlaka öneriyoruz.
Doğa-maneviyat ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arapçada cennet kelimesinin karşılığı, ağaçların bir araya gelmesinden meydana gelen bağ ve bahçenin bütünüdür. Firdevs de aynı anlamı ifade eder. Yeryüzünde cennet tanımına en yakın uyan tek yer doğadır. Ve bu yüzden ruhumuzu dinlendirici, maneviyatımızı güçlendirici oldukça büyük etkilere sahiptir. Maneviyatımız da hayret duygumuza bağlı olarak güçlenir. En son neye hayret etmiştik, bir düşünelim. Şehir hayatında kalabalık caddelerde, yoğun uğultu ve betonlaşma arasında gittikçe azalan bir hayret duygumuz var. Bunun önüne geçmenin yolu, doğayla kopan bağlarımızı yeniden onarmaktan geçiyor.
Hepimiz bol ağaçlı, çeşit çeşit çiçeklerin olduğu, kuşların ötüşlerini dinlediğimiz bir yerde “Burası cennet gibi, sanki cennetten numune.” tabirini kullanırız. Bize yaz mevsiminde nimetlerin baş döndürücü güzelliklerini gösteren tabiat, sonbaharda yaprakların dökülüşü ile ölümü ve ömrün geçmiş baharlarını, kışın insanın elden ayaktan çekilen sükûnet halini, ilkbahar ile yeniden dirilişi de pekâlâ hatırlatır.
“Tefekkür”, kâinattaki eşsiz güzelliklere ibret nazarıyla bakmak, derinlemesine düşünmek anlamına gelir. Yaratılan muazzam düzeni, işleyişi, her bir nebatat ve hayvanatın içerisindeki sırları okumaya, anlamaya gayret etmek gerekir. Allah Teâlâ’nın bizlere ikram ettiği kâinat kitabını okumayı bir vazife görmeliyiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.