“Bilimcilik” nedir? Onu nasıl anlamalıyız?
Bilimciliği tanımlamak için onun iki yönünü göz önünde tutmak gerekir. İlkin bilimcilik, bize sadece bilimin yöntemlerinin bilgi sağlayacağı düşüncesidir. Bu düşünce, bilimsel bilgiden yola çıkılarak insan varoluşunun farklı alanlarına doğru yönelme görüşüne de yol açar. Bilimciliğin bu ikinci yönüne göre ahlâk, siyaset, din, felsefe vs. sadece bilimsel yolla yapılırlarsa kabul edilebilir alanlardır. Bilimciler açısından bu nedenle tüm insanî etkinliklerin bilimselleştirilmesi gerektiği görüşü öne çıkmaktadır.
Bilimciliğin felsefî temellerine dair neler söylenebilir?
Bilimcilik bugün genelde pozitivizm ile aynı şeymiş gibi görülse de böyle değildir. Bilimcilik, tıpkı pozitivizm gibi natüralizmin bir türüdür ve yine tıpkı onun gibi materyalist bir felsefedir. Pozitivizm doğrulanabilirlik ilkesine indirgenebilir bir doktrinken bilimcilik farklı alanlarla ilgili bir yaklaşımdır. Nihai olarak onda bilgi edinebileceğimiz şeylerin sadece bilimsel yöntemle ele alınabilecek şeyler olarak görülmesi söz konusudur. Bu da bilimciliğin, maddî nedensellik ile açıklanamayan şeylerin var olmadığı görüşü olarak materyalizmin bir devamı olması demektir. Benzer şekilde, felsefenin bilimle bir devamlılığı olması gerektiğine dair bir tutum olarak natüralizm de bilimciliğin temellerinde yer almaktadır. Ayrıca bilgi kuramı açısından da tahmin edileceği üzere bilimcilik emprisisizmi dikkate alan bir felsefedir.
Modern felsefe ve bilim-felsefe ilişkisi açısından değerlendirildiğinde “bilimcilik” konusuna eleştirel yaklaşmayı gündeme taşıyan temel itiraz noktaları nelerdir?
Öncelikle felsefenin bilimden ayrı ve kendine özgü nitelikleri olan bir disiplin olduğunun vurgulanması açıklayıcı olabilir. Çünkü sadece bilimsel bilgi yoktur, aksine bilimin de mümkün olmasını sağlayan felsefî bilgiler, metafizik önsayıltılar söz konusudur. Bu nedenle felsefe yapmak için bilim zorunlu değilse de bilim yapmak için felsefe zorunludur. Üstelik bilgi felsefesi bize farklı türden gerekçelendirme biçimlerinin meşru olduğunu gösterir: İçebakışsal, hafızaya ve tanıklığa başvurma gibi gerekçelendirme biçimleri, bilimde kullanılan algı temelli gerekçelendirmeden farklıdır. Tabii ki günümüzde bilimi göz ardı ederek yapılan felsefeyi ciddiye alıp almamak bir sorundur. Çünkü bilim birçok değerli ve yönlendirici bilgiler sağlamaktadır insanoğluna. Buna kör kalmak, dünyayı açıklamakla ilgili sorunlara saplanma olasılığını artırır. Ama bu demek değildir ki tüm felsefe ancak bilimle yapılır. Çünkü felsefenin değerlerle ilgili ciddi bir yönü vardır ve burada bilimi bir temel olarak alamazsınız. Mesela iyinin ve kötünün neliği ile ilgili olarak yargıların konu edinildiği ahlâk felsefesi bilime ihtiyaç duymaz. Hakeza sanat felsefesi de genel olarak tüm değer felsefeleri de…
Diğer taraftan bilimin temel ürünü olan bilimsel bilgi kavramımız da onun makul olup olmaması meselesi de normatif içeriğe sahiptir. Yani bilgiyi de rasyonaliteyi de değerler aracılığıyla bir yere yerleştirebiliriz. Oysa bilim değerlerle ilgili değildir, olgularla ilgilidir. Değerler, bizim olgular hakkındaki bakış açımızda yatan yönlendirici soyutluklardır: İyilik, kötülük, doğruluk, yanlışlık vs. bunları bir laboratuvarda veya doğa gözleminde bulamazsınız. Bu yüzden bunlarla ilgili akıl yürütmelerimizi de içeren felsefenin bilimden bağımsızca gerçekleştirilebilen bir yönü de vardır.
Bunlar en azından felsefenin bilimden bağımsız özgün bir disiplin olması konusunu aydınlatır. Doğal olarak bu konular aynı zamanda bilimciliğe itirazın da bazı düğümlerini içerir.
Bilimin tek rasyonalite biçimi olduğu iddiası da bilimci bir iddia mıdır?
Öyledir elbette. Rasyonalite, yaklaşık olarak ifade edersek; bir eylem, düşünce ya da tutumun aklî ölçütlere uygunluğu anlamına gelir. Ama bu ölçütlerin ne olduğuna dair bir standart mevcut değildir. Bilgi söz konusu olduğunda belirli yöntemlerin bizi doğruluğa götürdüğünü görürsek bu yöntemleri izlemenin rasyonel olacağı aşikârdır. Örneğin güneşin hareketlerine ilişkin hassas bir gözlem, günün kısalması veya uzaması gibi olgular hakkında bize güvenilir bilgiler sağlar. Biz de bu türden bilgileri elde etmek için gözlem gibi bir yönteme başvurarak rasyonel bir tutum takınmış oluruz. Ama burada kullandığımız yöntem tümevarımsaldır. Yani, belirli tekil örneklerden yola çıkarak bir genele ulaşırız. Ancak bu yöntemin her zaman bizi doğru genellemelere götüreceğini varsaymak hata olur. Güneşin yarın doğacağının garantisi yoktur mesela. Ya da birçok insanın gözlemlenmesinden yola çıkarak bir yargıya ulaşırız ve yanılabiliriz. Fakat bu, gözlem yapmanın veya tümevarımın rasyonel olmadığı sonucunu vermez, sadece bize kesinliği vermediğini söyleyebiliriz. İnsanlar değişken varlıklardır; kültür, inanç, menfaat, ahlâkî çeşitlilik gibi birçok etken insan davranışlarını etkiler, değişebilir kılar. Bu tür bir alanla ilgili bilgi edinmek, doğruluğa ulaşmak söz konusu olduğunda farklı yöntemler gerekebilir. Farklı yöntemler aynı anda rasyonel olabilirler. Doğa bilimleri yanı sıra başka disiplinler de insan davranışını anlamlı kılabilirler.
O hâlde şunu görmek gereği var: Söz konusu olan bilgi edinmek veya doğruluğa ulaşmak olduğunda sadece bilim bize rehberlik edemez. Ya da sadece bilim rasyonel değildir bu konularda. Eğer öyle olsaydı bu iddianın kendisi de rasyonel olmazdı. Çünkü “Sadece bilim rasyonel sonuçları mümkün kılar.” iddiasının kendisi bilimsel değildir.
Bu tür bir iddia da “Sadece bilimsel bilgi bize doğruyu verir.” iddiası gibi kendi kendini çürütmüyor mu?
Evet, sadece bilim bilgi veriyorsa bu iddia bilimsel olmadığı için yanlıştır. Eğer yanlış ise ona inanmak da rasyonel olmayacaktır. Bu durumdan bütünüyle bilimin ortadan kalkacağı bir sonuca geçeriz. Çünkü bilim insanı bilim yapabilmek için bilimsel olmayan, bilimsel yöntemle edinilmemiş bazı sonuçlara dayanarak hareket eder. Eğer bu bilim için kabul edilemez olsaydı, bilim de mümkün olmayacaktı. Çünkü bilim insanı, örneğin, gerçeklik veya varlığın anlaşılabilirliği gibi meseleler üzerinde durmaz. “Gerçeklik vardır ve var olan şeyler insan aklı tarafından anlaşılıp açıklanabilir şeylerdir.” diye düşünerek bilim yapar. Ama gerçeklik dediğimiz, insan zihninden bağımsızca var olan şeylerin kabul edilmesi veya var olduğunun sınanması için bir deney yapılabilir mi? Mantıksal olarak bu deneyi yapabilmek için gerçekliği ve bu gerçeklik hakkında deney yoluyla bilgi edinebileceğinizi varsaymanız gerekir. Bunlar bilimin ortaya koyabileceği hakikatler değildir.
Bu durumda tıpkı bilgi ve rasyonellik meselesinde olduğu gibi değerle ilgili tüm alanlar, hatta din gibi inanç alanlarının da bilimsel bulgulara göre anlamlandırılmasının sonuçları nelerdir?
Bilimciler, belirli bilimsel hakikatlerin bir temel olarak alınması ve tüm konularda da bu temelden mantıksal yolla çıkarılabilecek sonuçlara gidilmesi gerektiğine dair pozitivist programın uygulayıcıdırlar. Bu program bir taraftan değerlerin sadece öznel yargılar olduğu fikrine, diğer taraftan metafiziğin anlamsız olduğu fikrine dayanır. Öncelikle değer sorununa bakarsak, bu dediğim gibi özellikle bilgi sorunu açısından önem taşır. Çünkü değer, tercih edilebilir özellikler olmak bakımından insan için vazgeçilebilir bir şey değildir. Elimde A ve B gibi iki rota olduğunu ve bir hedefe ulaşmak istediğimizi düşünelim. A bizi yanlış yere götürüyor, oysa B bizi hedefimize ulaştırıyor. Basitçe B, tercih edilebilir bir rota olduğu için bizim açımızdan değer taşıyordur. Benzer biçimde belirli yöntemler bizi doğruluğa ulaştırdığı ölçüde değerlidir. Tıpkı ahlâk veya sanat meselelerinde olduğu gibi değerler insanî varoluşun temel öneme sahip bir yönünü işaret ederler. Neyin iyi, neyin kötü veya doğru-yanlış, güzel-çirkin olduğu sorunları bilimsel yöntemden, bilimin alanından bağımsızdır. Bu yüzden bu alanların bilimselleştirilmesi makul bir talep gibi durmamaktadır.
Din konusuna gelirsek, bilimsel yöntemin uygulanabilir olduğu alan sadece duyu deneyimine açık bir varlık alanı olduğu için gerçekliğin bu alanla sınırlandırılması bir tür materyalizmdir. Ama materyalizmin ilginç bir yönü, metafizik bir tutum içermesidir. Zira siz maddî varlıkların gözleminden yola çıkarak “Tanrı yoktur.” diye bir yargıya ulaşırsanız bu metafizik bir yargı olur. Din hakkında bilimcilerin büyük ölçüde materyalist olduklarını biliyoruz. Bu nedenle bilimcilik içinde dine dair yeni ateizmin yaygın olduğunu da tahmin etmek zor değildir.
“Bilimin sınırlılıklarını görmemiz, insanî varoluşu bu sınırın ötesine geçen bir zenginlik içinde kavramamızın yolunu açar.” diyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız? Bilimcilik sanat, edebiyat, ahlâk vb. sosyal alanlara aynı katı tahakküm ile yaklaştığında ne tür problemlerle karşılaşmak mümkün olabilir?
Bilim bize birçok bilgi ve fayda sağlamıştır. Bunu kabul etmek, bilime karşı bir tutuma sahip olmaktan daha makul geliyor bana. Ancak bunun yanı sıra bilimin sınırları olduğunu da anlamak zorundayız. Bu sınırlar sadece değer ya da din gibi konularla ilgili değildir üstelik, maddî yönden de sınırlar söz konusudur bilimsel araştırma için. Yani biz, ahlaki değerlerimizi oluştururken veya dinî inançlarımızı düzenlerken bilime dayanmak zorunda değiliz dedik. Ama bunun ötesinde bilimsel araştırma bir taraftan maddî imkânlarla sınırlı olarak devam edegelen bir sürece bağımlıdır, diğer taraftan yapısı gereği paradigmalara bağımlıdır. İlkin bilimsel bilgi, örneğin evrenin tümünün hem mekân hem de zaman açısından incelenmesinin sonuçlarını içeremez. Henüz güneş sisteminin dışı hakkında bile neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. İkinci olaraksa bilimsel kuramlarımız ve açıklamalarımız, “paradigma” adı verilen belirli değer dizilerince tasarlanmış sistemlere bağımlıdırlar. Bir ağaçtan bir elmanın düşmesi olgusunu Newton farklı açıkladı, Einstein farklı açıkladı. Henüz bu kadar basit görünen bir sorunu dahi bütünüyle çözebilmiş değiliz. Bu nedenle bilime saygı duymakla beraber onun yetersizliklerini ve eleştirilebilir yönlerini gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.
Bilim sınırlı bir insan etkinliğidir, insanoğlunun birçok etkinliğinden birisidir. İnsan bir değer ve anlam varlığıdır. Hayata, olanlara, şeylere, kişilere değer biçeriz, onları değerlendirir, onları belirli anlam ağları içinde algılar ve yaşarız. Edebiyat, sanat, felsefe… her birisi insan olma deneyimizin birer ürünüdür. Bilim de bu ürünlerden birisidir. Bilimi bu yönden gereksiz yere tüm insanî açıklama ve anlamalarımızın merkezine koyan bir tutum olarak bilimcilik bana göre yanlış yorumlamaktadır. Eleştirimin de temelinde bu bulunur.