 Arap Baharı hareketinden sonra başta Suriye ve Mısır olmak üzere yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçiş sürecinin sancıları mı, yoksa eski rejim aktörlerinin iktidarı tekrar ele alma hareketi mi?
Arap Baharı hareketinden sonra başta Suriye ve Mısır olmak üzere yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçiş sürecinin sancıları mı, yoksa eski rejim aktörlerinin iktidarı tekrar ele alma hareketi mi?
İstikrar algısının yaygın olduğu dönemlerde hakim gelecek tahayyülün merkezine daimi bir şimdiki zaman beklentisi yerleşir. Nitekim uzun yıllar boyunca Ortadoğu’daki bölgesel düzene bakışın temel parametrelerini de mevcut aktörler ve dengelerin kısmî reformlarla evrilerek yollarına devam edecekleri varsayımı belirlemişti. Ancak “Arap Baharı” bu kanaatleri yeni bir düzen ihtimali lehine yerle bir etti. Ardından, cılız reformlar umarken yakalanıp şaşırdığımız büyük devrim dalgasının önümüzdeki çağı inşa edeceğine çabucak ikna olduk. Her şey o kadar büyük bir hızla altüst oluyordu ki, yeni “şimdiki zamanı” eski zihnî alışkanlıklarımızla yorumladığımızı fark etmiyorduk. Nitekim kısa bir süre sonra kabaran karşı dalga, aceleciliğimizi yüzümüze vurdu.
Artık idrak etmiş olmalıyız; yükselişini yeni statükonun habercisi sayabileceğimiz tek tek dalgalarla değil, müddetini, aralıklarını ve nihayetini bütünüyle kestiremeyeceğimiz büyük bir “dalgalanmayla” karşı karşıyayız.
Söz konusu tespit, öznesi coğrafyamız olan dış politik akla önemli bir düşünce kulvarı açıyor.
Bu kulvar, bölgedeki dalgalanmanın yönünü ve sonucunu etkileyecek faktör ve aktörlerin etkileşim halinde tahlil edileceği zihni yolculuğa ev sahipliği yapıyor. Üzerinde düşünülmesi gereken yapısal dinamikleri karşımıza çıkarıyor. Dünya sistemini ve büyük güçler arasındaki ilişkileri sarsan tektonik hareketler, demografik eğilimler, kronik ekonomik sorunlar, bölgesel güç dengeleri, iletişim devrimi, yükselen fikirler ve yeni meşruiyet çerçeveleri… Ortadoğu’da değişime öncülük yapan kitlelerin enerjisini, değişimi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen küresel/bölgesel güçlerin hedeflerini ve statüko bloğunun canhıraş direnişini ancak söz konusu faktörlerin ışığında anlayabiliriz.
Hangi taraftan kabarırsa kabarsın, tüm dalgaların akıbetlerini bu objektif dinamikler belirleyecek. Mübarek’i götüren, Mursi’yi göndermek için kışkırtılan, yarın Sisi’nin de karşısında bulacağı kitlelerin motivasyonları ve kaderleri bu faktörler matriksi arasındaki ilişkilere bağlı.
Küresel oyunculardan bölgesel güçlere kadar uzanan geniş yelpazede dönüşüm yaratan salınımlar ise çok yönlü hesaplarla varlık kazanıyor. Ortadoğu’yu izlerken sürekli göz önünde bulundurduğumuz aktörler, hamlelerini tasarlarken hem kendi iç sorunlarını hem de diğerleriyle ilişkilerindeki öncelikleri dikkate alıyorlar. Bu yüzden, Amerikan siyasetinin derin bölünmüşlüğü ve kamuoyuna hakim olan izolasyonist eğilim üzerinde ciddiyetle durmadan Obama politikalarını izah etmemiz zor. Aynı şekilde; doğan boşluğu doldurmaya hevesli Rusya’nın “Moskova Baharı” özlemi taşıyan orta sınıflarını, doğal kaynak ihracatına bağımlı ekonomisini vb. yok sayarak yapılacak analizler de zamanla solmaya mahkûm. Ayrıca, Çin’in karşısındaki manzaraya bakıp, Ortadoğu’ya istikrar getirme hevesine kapılmaktansa Batı Türkistan’da yeni enerji anlaşmalarına imza atmayı tercih edişini de doğru yorumlamalıyız.
Mısır darbesinde buluşan bölgesel aktörler, statükoyu ne kadar uzun süre koruyabilirler? Sisi ve müttefikleri, dış kaynak akışına hangi ölçüde güvenebilir? Körfez monarşileri, iç huzursuzluklarını sürekli bastırabilecekler mi? ABD/Avrupa, İran’la ilişki kurmaya bu kadar hevesli iken İsrail sağı yoluna kimlerle devam edecek? Bu sorular yumağı, mevcut denklemin zannedildiği kadar istikrarlı olmadığını gösteriyor. Ancak, yeni bir karşı dalganın kapıda olduğunu da söylemiyor. Mısır meydanlarında, Suriye sokaklarında ezilenler, yenilgilerini telafi edecek ilave güç kaynakları, müttefikler ve mücadele yöntemleri bulabilmiş değiller. Dalga/karşı dalganın yarattığı iklim taraflara sürdürülebilir zaferler vadetmezken, istikrarsızlık uzadıkça kuvvetlenen el-Kaide bağlantılı gruplara hayat alanı açıyor.
Özellikle Mısır, İslam dünyası için çok önemli. Arap dünyası ve Afrika üzerinde inanılmaz etkisi olan bir ülke. Tabi ABD ve İsrail için de önemli. Mısır’da gelinen nokta malum. İlerisi için Mısır’ı ne bekliyor?
Yaşadığımız zamanlara tarihin gözleriyle bakacak olanlar, Mısır darbesini şimdiden bütünüyle öngöremeyeceğimiz gelişmelerin kavşağı kabul ederlerse şaşırmamalıyız. Örneğin, “Demokratik Darbe” cambazlığı nelere kadir olabilir? Batı, niçin varoluşsal anlamlar yüklediği değerlerin tepetaklak edilişini alkışlarla izledi? Ortadoğu’daki değişim dalgası, sırtı sıvazlanan statüko bloğunun hamlelerine karşı cevaplar üretebilecek mi? Darbe anından itibaren bu zorlu soruların pek de içimizi açmayan cevapları üzerinde konuşuyoruz. Anlaşılan o ki tartışmaya da devam edeceğiz.
İlk günlerdeki hızlı gelişmelerin kaldırdığı toz bulutu, Mursi’yi deviren tarihsel bloğun bünyesindeki çelişkileri dikkatlerden gizledi. Şimdi artık sis perdesinin ardına daha kolay nüfuz edebileceğimiz bir mesafede, darbenin “başarısı” kadar, tutarsızlıklarını da görebileceğimiz bir uzaklıktayız. Etrafımızı buradan kolaçan edince, Mısır’ın yeni iktidar koalisyonunun hiç de ahenkli bir yapı olmadığını farkediyoruz. Müslüman Kardeşler yönetimine karşı değişik sebeplerle kabaran öfkenin geleceği kuracak bir enerjiye dönüşmesi hayli zor.
Kitleler Tahrir’e çok çeşitli saikler sebebiyle toplanmıştılar. Mısır’ın ruhu ve kimliği üzerine verilen kavga, elitlerden başlayarak sokağa yayılan bir kutuplaşma ivmesi yarattı. Güç iştahı açık siyasetçilerin iktidar arzusu ve pragmatik beklentileri, demokrasi kültürünün ilk filizlerini verecek zamanı bulamadığı bir iklimde yıkıcı kör döğüşünü başlattı. Kronikleşmiş ekonomik sorunlar da geniş kitleleri hareketlendiren öfkenin birikmesini sağladı. 25 Ocak Devrimi’ni beraber gerçekleştirmiş kesimler arasındaki bu ayrışma, bürokrasiden iş dünyasına kadar tüm alanlarda varlığını koruyan Mübarek dönemi kadroları için yeni ittifak imkanları yarattı. Ordu, imtiyazlarını yapılan anayasada garantilemesine rağmen şüpheyle baktığı iktidarı tamamen tasfiye için hareketlendi. Yaşadığımız çağda, uluslararası toplumun örtülü/açık desteği arkanızdayken darbe yapma fırsatını tepmek kolay olmasa gerek! Körfez sermayesinin Arap Baharı fobisi, demokratik meşruiyetin zırhını bu geniş koalisyon sayesinde delebildi.
Ancak, darbe yönetimi yol haritasını somutlaştırıp ve kadrolarını kurunca Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi dışında az ortak paydaya sahip gruplar arasındaki çatlaklar daha kolay seçilir hale geldi.
Darbenin ekonomipolitik kodlarında ise Mısır’ı bekleyen asıl büyük çelişki gizli. Mısır, ekonomik hayatın tasarımında otoriter yönetimin ihtiyaçlarının merkeze alındığı bir ülke. Bu mimari değişik kesimlere hitap eden sac ayakları üzerinde yükseliyor. Kamuda şişirilen istihdam ve sübvansiyonlar, geniş kitleleri geçimleri için devlete bağımlı kılarak sadakatlerini kazanmayı hedefliyor. Düşük de olsa maaşa bağlanmanın otoriteye itaati teşvik edeceği düşünülmüş. Buna rağmen % 14’lük genel işsizlik oranı gençler arasında % 25’e çıkıyor. Halkın yarıya yakınının günde iki dolar civarında bir gelirle geçindiği Mısır’da ekmek ve akaryakıt fiyatlarını ucuz tutan kamu desteklerinin hedefi de muhalefet oluşumunu engellemek. Ancak, bu politikaların hem doğrudan hem de dolaylı maliyetleri hayli yüksek. 16.000.000 ailenin evine bedavaya yakın bir fiyata sübvanse edilen ekmekten götürdüğü Mısır, tahılının % 75’ini ithal ediyor. Akaryakıt destekleri de eklendiğinde bu çarkın dönmesi için aktarılan kaynak muazzam boyutlara ulaşıyor. GSYİH’nın % 8’ine, devlet bütçesinin de %20-25’ine denk geliyor. Mısır, emtia ithalatı için kullandığı döviz rezervlerinin sadece Haziran ayında 1.2 milyar dolar eksildiğini gördü. Sistemin devamı için dışardan sürekli kaynak aktarımına ihtiyaç var. Önümüzdeki bir yılda borçların çevrilebilmesi ve sübvansiyonların devamı yaklaşık 20 milyar dolarlık dış kaynak bulunmasına bağlı. Ekonomik durgunluk derinleşirse bu rakam daha da yükselebilir. Mübarek’in devrilmesi sürecinde bazı verilere göre kapanan fabrika sayısı 4500’e ulaşmış vaziyette. İyi dönemlerde ayda bir milyar dolara yakın gelir getiren turizm sektörü ise güvenlik kaygısı taşıyan ziyaretçilerin ayaklarını kesmeleriyle ağır darbe yedi. İstikrar sağlanmadan istihdam yaratacak yabancı yatırımların ülkeye akmasını beklemek ise hayal. Zaten Mübarek döneminden kalma, bakanlara ve başbakanlara istisna yaratma imkanı veren boşluklarla dolu hukuki mevzuatın yabancı yatırımcıya karşı koyduğu engeller yerinde duruyor. Yolsuzluğu teşvik eden bu durumun ürettiği, devletin uzantısına dönüştüğü müddetçe palazlanabilen işadamı sınıfı, darbeyle birlikte yeniden iktidara tutunma umudu da yakaladı. Hal böyle iken Mısırlı ekonomistler, darbenin akabinde Körfez ülkelerinden taahhüt edilen yardımların bu çarkı en fazla 3-6 aylık bir dönem için daha çevirebileceğini söylüyorlar.
Mevcut kısır döngüyü köklü şekilde değiştirmek için cesur bir reform programına ihtiyaç var. Kamu sektöründeki istihdamı yeniden düzenleyecek, sübvansiyonları kaldıracak, yabancı yatırımcıyı ülkeden uzak tutan imtiyazlar sistemine son verecek radikal adımlardan söz ediyoruz. Tahrir koalisyonunun büyük iç çelişkisi de bu noktada açığa çıkıyor. Çünkü, uygulanacak reform programının doğrudan etkileyeceği kesimlerin başında, Mursi’yi indirmek için seferber edilen dar gelirliler geliyor. Sübvansiyonların kalkması ve kamuda istihdamın azaltılması, çok geniş halk kitlelerini ileri derecede tedirgin edecek bir adım. Alkışlanan darbenin halkın ekmeğine el atması olarak yorumlanabilecek politikalar, Mursi’yi deviren öfkeyi kolaylıkla yeni mecralarda biriktirebilir.
Reform programı, geniş halk kitlelerinin yanı sıra ekonomik hayat üzerinde etkili iş çevrelerini de endişeye sevk edecek unsurlar içeriyor. Mübarek döneminden kalma servetini Mursi’yi alaşağı etmek için cömertçe harcayan iş adamı grubunun reformları sulandırmak için bastıracağını, başaramazsa yeni koalisyonlar aramaya başlayacağını varsayabiliriz. Hele, askerin iş hayatı üzerindeki ağırlığını da hesaba kattığımızda çelişkinin boyutları daha net biçimde karşımıza çıkıyor.
Ülke ekonomisinin yaklaşık dörtte birini yönettiği varsayılan Mısır ordusu, ülkeye “subaylar cumhuriyeti” isminin yakıştırılmasına sebep olacak düzeyde ayrıcalıklara sahip bir kurum. Sivil bürokrasiye de çok sayıda kanalla nüfuz eden ordunun ekonomik faaliyetlerini dört ana kategoride toplayabiliriz. Bunlar; doğrudan askeri sanayi ile ilgili üretim yapan kuruluşlar, Arap Sanayileşme Organizasyonu, Savunma Bakanlığı’nın Ulusal Hizmet Projesi Organizasyonu ve diğer gelir getirici teşebbüsler. Özellikle 1990’lardan itibaren sivil hayata yönelik üretim yapan işletmelerde artış gözlenirken, askeri ekonominin ticari sektörlerle arasındaki farkı epeyce azalttığı anlaşılıyor. Karşımızdaki bu askeri/ticari sektör, hukuki mevzuatın tanıdığı özel imkanların yanı sıra ucuz akaryakıt gibi sübvanse edilen üretim girdilerinden de bol miktarda faydalanıyor. Söz konusu ayrıcalıklara dokunmaksızın başarıya ulaşacak bir reform programı yürütebilmek ise hiç kolay değil.
Öyleyse ilginç bir denklemle yüz yüzeyiz. Tahrir’de Mursi’yi devirmek maksadıyla toplanan koalisyon, kısa vadede kendi özel çıkarlarına zarar verecek politikaları ve bunları uygulayacak kadroları işbaşına getiriyor. IMF kredisinin alınabilmesi için de şart hükmünde olan reform programı geniş halk kitlelerinin, etkili işadamlarının ve ordunun aynı anda fedakarlık yapmalarını, Müslüman Kardeşler’in de en azından pasif rızasını gerekli kılıyor. Ortadaki büyük çelişki nasıl aşılacak? Koalisyonun güçlü unsurları, müstakbel reform programının çıkarlarına dokunan kısımlarını budamaya çalışırlarsa diğer kesimlerin de benzer talepleriyle karşılaşacaklar. Bunların reddi ise parçalanma anlamına gelecek. Koalisyonu korumak için reform programını rafa kaldırmak da çelişkiye son verecek gerçekçi bir çözüm değil. Çünkü, mevcut işsizlerin ve bunlara her yıl eklenen 750.000 kişinin başka türlü nasıl istihdam edileceğini kimse bilmiyor. İşsizlik arttıkça, sokağın muktedirlere karşı gazabının nasıl kabardığı ise hafızalarda henüz çok taze.
Mısır darbesinin ortakları, fikirler ve çıkarlar düzeyinde Mursi’ye duydukları öfke dışında çok az ortak paydaya sahipler. İktidara taşıdıkları aktörler de, siyaset ve ekonomi alanlarında safları dağıtabilecek çelişkilerle malül adımlar atıyorlar/atmayı planlıyorlar. Karşımızdaki manzara, darbecilerin zaferinin mutlak olmadığını gösteriyor. Müslüman Kardeşler, şiddet tuzağına çekilmez, organizasyonunu koruyarak muhalefetini sürdürür, siyaset dilini içerde ve dışarda çok daha geniş ittifaklar kuracak biçimde yenilerse kendisini tekrar iktidar alternatifi kılacak fırsatları kapısında bulabilir. “Galip sayılır bu yolda mağlup” sözü, boşa söylenmemiş!
Türkiye’nin özellikle Arap Baharı sonrası uygulamış olduğu dış politikasını doğru buluyor musunuz? Türkiye nasıl bir yol izlemeli?
Türkiye, dış politikasında yaşadığı sıkıntıları, ilişkilere yön veren makro perspektiflerden başlayarak masaya yatırması gereken bir dönemden geçiyor. Yukarda bahsettiğimiz “dalgalanma” Türkiye’yi yalnızca bölgeyle ilişkilerin kazandırdığı/kazandıracağı ekonomik menfaatlerden mahrum bırakmıyor. Ekonomiyi de tehdit eden ciddi güvenlik riskleriyle yüzleştiriyor. Eşzamanlı olarak, statüko bloğunun Ankara’yı fazla “devrimci”, değişim isteyen güçlerin ise çatışma dışı kalma kararlılığı sebebiyle umulandan “zayıf” bulmaları, “yalnızlaşıyor muyuz?” kaygısını gündemimize taşıdı. Suriye krizindeki deneyimlerin de tesiriyle Batı ittifakından özerk kapasiteler inşâ etme arayışının başlattığı tartışmaları bu soru işaretlerinin yanına yerleştiriyoruz. Üç ana kol üzerinden etnik ve dini hatlar etrafında maruz kaldığımız radikalleşmenin muhtemel sonuçlarını da resmimize ayrıca eklemeliyiz.
Baas’ın Şam’daki iktidarını bir biçimde sürdüreceği gelecek senaryosu, yalnızca mezhep motifli terör tehdidini değil, kalıcı bir statüye dönüşecek bazı özerklik arayışlarının sarsıcı sonuçlarının ülkemize taşınmasını da içeriyor. Elbette, terör bağlantılı grupların yarattıkları doğrudan tehdidi ve katalizör rolü oynayarak davet edebilecekleri tehlikeleri de unutmamalıyız.
Adımlarımızı geleceğe doğru atarken önümüzde özetlemeye çalıştığım bu girift risk haritası olacak. Yani, yolumuzu yitirmemek için yapmamız gereken çok şey var. İşe, iliklerimizde hissettiğimiz belirsizlik rüzgarlarının zifiri karamsarlık atmosferinde tüm enerjimizi emmesine izin vermeyerek başlayabiliriz.
Ardından, Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik ard alanının kapatılmaya çalışıldığı gerçeğiyle cesurca yüzleşmeliyiz. Yani şu andan itibaren biz büyük bir iç savaş coğrafyasına komşuyuz. Bu iç savaş coğrafyasında Türkiye’nin temsil ettiği eksen, iktidardan ediliyor ve Türkiye bölgedeki statüko bloğu tarafından artık bir tehdit olarak görülüyor. Parayı ve petrolü elinde tutan körfez sermayesi bundan sonra Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisini bir tehdit olarak görecektir. Türkiye, yangının içinde kalarak söndürülmesine yardımcı olamaz. Dış politikamızın Balkanlar, Kafkasya ve Türkistan coğrafyalarına daha çok eğilerek Ortadoğu’daki kayıplarını telafiye yönelmesi lazım. Türkiye, cepheden üzerine gelen yangın karşısında ayakta kalacak takati, kanatlarda güçlenerek bulabilir.
Batılı ülkelerin Mısır’daki darbeyi desteklemelerini ses çıkarmamalarını anlayabiliyoruz. Müslüman ülkelerin desteklemesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çok dar ufuklu bir pencereden bakıp, kısır iktidar hesaplarıyla büyük bir katliamın azmettiricisine dönüştüler. Suudilerin ve BAE’nin darbeyi destekleme gerekçeleri demokrasiden, toplumsal meşruiyetten korkmaları. Demokrasi, kendi iktidarlarının meşruiyeti bakımından tehdit olduğu için Mısır’daki darbeyi desteklediler. Bu ülkeler Mısır’da yeni bir Baas yönetimi istiyor. Yani Sisi’nin yeni Mübarek olarak sistemin tepesine oturacağı bir model. Kanlı olayların ardından Suudi Arabistan’dan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden yapılan açıklamaların, “Terörle mücadeleyi destekliyoruz.’ şeklinde oluşunun sebebi de bu.
Askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılan Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve diğer 14 sanığın sözde yargılamasına başlandı. Bu düzmece yargılamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Darbe dönemlerinde mahkemeler adeta bir müsamereye dönüşürler. Darbecilerin hedefi, hukukun gereğini yerine getirmek değil, zor kullanarak devirdikleri iktidarı karalamaktır. Seçilmiş yöneticilerin mahkeme heyeti karşısında ezilişlerini kitlelere göstererek iktidarları karşısındaki direnişi kırmak isterler. Mısır’daki darbe davalarına da bu çerçeveden bakmak lazım. Mursi’nin ilk duruşmadaki tavrı, darbecilerin beklentilerini boşa çıkardı. Aynı tavrın devamı, davanın sonraki aşamalarını darbenin yargılanışına çevirebilir. Mısır cuntası en çok bundan korkuyor…
 Gönül Dergisi  | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi
Gönül Dergisi  | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi
				 
			

