Korku, bir anlamda insanın hayat sigortasıdır. Korku vasıtasıyla can güvenliğimizi ve sağlığımızı tehdit eden tehlikelerden uzak durarak, önlemler alarak veya kaçarak hayatımızı korumuş oluruz. Dünyada korkmayan insan yoktur. Ancak akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar ve tehlikeyi algılayacak zihinsel olgunluğa ulaşmamış küçük çocuklar korkmazlar. Korkusuz olarak isimlendirilen insanlar, aslında korkusuz değil, korkuyu kontrol edebilen insanlardır. Onlara korkusuz demek yerine cesur demek daha doğru olacaktır.
Okul öncesi çocuklarda gözlemlediğimiz korkular çocuktan çocuğa değişiklik ve farklılık gösterebilir. Çocuk korkuları, sistematiği itibarıyla iki gruba ayrılır: Doğuştan gelen korkular ve öğretilmiş korkular.
Doğuştan Gelen Korkular: Yeni doğan bir bebek “anneden ayrılma endişesi” (separation anxiety) adını verdiğimiz bir çeşit korku yaşar. Alışık olduğu ana rahmini terk eden bebek, gözlerini açtığı yeni hayata hemen uyum sağlayamaz. Aniden ortaya çıkan ışıktan, kapı sesinden, insan bağırmasından, korna sesinden, araba gürültüsünden, gök gürlemesinden korkar; sıçrayarak ve ağlayarak tepki gösterir. Zamanla çevreye alıştıkça korkuları azalır. Gözlerini açıp annesini yanında göremeyince, annesinin kaybolduğunu, korumasız kaldığını zanneder, kendisini yalnız hisseder, korkuya kapılır, ağlamaya başlar. Annesini yanında görünce korkusu geçer, neşesi yerine gelir. Her ağladığında annesini yanında gören, acıktığında doyurulan, altı kirlendiğinde bezi değiştirilen, sevilen ve değer verilen bir bebek iki yaşına doğru yalnız ve korumasız olmadığını anlamaya başlar, anneden ayrılma endişesinin yerini güven duygusu alır. Anneden ayrılma korkusu 4 yaşında tamamen ortadan kalkar. Ancak üç yaşına kadar çeşitli sebeplerle anneden ayrı kalan çocuklarda güvensiz bir kişilik oluşmaktadır.
Çocuklar doğal olarak karanlıktan, yalnız kalmaktan, yaralanmaktan, yükseklikten, kalabalıktan, yabancılardan, hayvanlardan, düşen ve kırılan bir şeyden korkarlar. Çocukların korkuları ile alay edilmemeli, korkularını dile getirmelerine izin verilmelidir. Korkularıyla alay edilen, “Bunda korkacak ne var, amma da korkaksın, erkek adam korkar mı…” diye eleştirilen çocuklar korkularını saklama ve korkmuyormuş gibi davranma yolunu tercih ederler. Korkuları bastırılan çocuklar, korkuyu tanıma ve onunla baş etmeyi öğrenemezler.
Bebeklik döneminde korkuya yol açan başlıca etkenler; yüksek ses, fiziksel desteğin kaybolması (bebeğin havaya atılması), hayvan, karanlık oda, yalnız kalma, yüksek yer, ani yer değiştirme, yabancı kişi olarak özetlenebilir. Küçük çocuklar alışık olmadıkları bir mekâna hemen uyum sağlayamaz, rahatsız olur, bir çeşit korku yaşarlar. Yatağının yeri değiştirildiğinde, odası değiştirildiğinde, yatılı misafirliğe gidildiğinde, seyahate çıkıldığında, aile yeni bir eve taşındığında çocuk yeni çevreye alışmakta zorluk çeker, özellikle geceleri yalnız kalmaktan korkar. Çocuğun sevdiği bir oyuncağını yanına almasını sağlayarak, alışıncaya kadar geceleri odanın ışığını açık bırakarak korkuyu yenmesine yardımcı olabiliriz.
Öğretilmiş Korkular: Araştırmalar, çocukların yaşadığı çoğu korkuların anne babalar ve büyükler tarafından öğretilmiş korkular olduğunu gösteriyor. Anne babalar çocuklarını tehlikelere karşı koruma ve onları uyarma adına bazen işin dozunu kaçırır, içlerine korku salarlar: “Sakın elimi bırakma, kaybolursun. Sakın evin önünden ayrılma, hırsızlar seni kaçırır. Sakın oraya çıkma, düşersin. Sakın sokağa çıkma araba çarpar. Tanımadığın birinden şeker ve çikolata gibi şeyler alma, elinden tutup götürmek isterse gitme, gidersen sana kötülük yapar…” gibi uyarılar abartıldığı takdirde çocukta çevreye ve insanlara karşı korku beslemeye yol açmaktadır. Yine anne babalar çoğu zaman çocuklarını disipline etmek ve uslandırmak için öcü, cadı, hortlak, dev, hayalet gibi hayali varlıklarla veya polis, doktor, iğneci, dilenci, hırsız, çöpçü, gibi yabancı insanlarla korkutuyorlar.
Özellikle anneler, çocukların yaramazlığından bıktıkları ve söz geçiremedikleri zaman onu annesiz bırakmakla tehdit ediyorlar: “Beni üzmeye devam edersen bırakıp giderim, annesiz kalırsın. Ben öleyim de annesiz kal. Beni çok üzüyorsun, hasta olup yatağa düşeceğim…” Bu sözleri duyan çocuk korkuya kapılır, anneyi gerçekte kaybedeceğini düşünür.
Karı koca geçimsizliği, kavgaları, birbirini boşamakla tehdit etmeleri, birbirine küsmeleri de çocuğu korkutur. Ayrılacaklarından, onu annesiz babasız bırakacaklarından korkar. Anne ve baba geçimsizliğine kendisinin sebep olduğunu zanneder, suçluluk duygusuna kapılır.
Okulda başarısız duruma düşme, ailesi ve arkadaşları tarafından sevilmeme, değer verilmeme korkuları da yine anne babanın yanlış telkin ve tutumundan kaynaklanmaktadır. Çocuklar, ölüm korkusunu da büyüklerden öğreniyorlar. Yangın, deprem, sel, yıldırım çarpması, trafik kazası, hastalık gibi korkuların temelinde ölüm korkusu vardır.
Fobileri (sebepsiz ve mantıksız korkuları) olan yetişkinler üzerinde yapılan araştırmalar, bu fobilerin çocuklukta bastırılmış korkulardan, özellikle ölüm korkusundan kaynaklandığını göstermektedir. Kapalı yer, meydan, sokak, yükseklik, boşluk, asansör, evde yalnız kalmak, gemi, uçak, gök gürültüsü, karanlık, kapalı ve bulutlu hava en sık rastlanan fobilerdir. “Sosyal fobi” olarak isimlendirdiğimiz kişilerden, kalabalıktan, karşı cinsten, toplumda belirli yeri ve rolü olan insanlardan korkma da oldukça yaygındır. Bunların yanı sıra bıçak, iğne, hayvan, böcek, pislik ve mikrop gibi fobileri bulunanlar da vardır.
Öfke
Öfke, çocuklarda çok sık yaşanan bir duygudur. Çocuk beş yaşına kadar benmerkezci bir kişiliğe sahip olduğu için davranışlarına sınır konmasından ve isteklerinin ertelenmesinden hoşlanmaz. Dur sustan ve yoktan anlamaz. Dilediği gibi davranmak ve istediği şeyin hemen o anda karşılanmasını ister. Davranışlarına engel olunduğu veya isteklerinin karşılanmadığı zaman kızar, öfkelenerek tepkisini belli eder. Öfkesinin dikkat çektiğini, öfkelendiği zaman isteğinin yerine getirildiğini gören çocuk bunu anne ve babaya karşı kullanmaya başlar.
Oyununa engel olunduğu ve haklı istekleri yerine getirilmediği durumlarda öfkesini yenemeyen çocuk otoriter babaya veya anneye karşı düşmanca duygular beslemeye başlar. Bu duygu zamanla baba modelini temsil eden bütün otoritelere yönelebilir. Çocuğun bir kazaya yol açacak davranışına engel olunduğu; yersiz, zamansız ve gereksiz bir isteği yerine getirilmediği zaman çocuğa açıklama yapılmalı, sakinleşmesi sağlanmalıdır. Çocuk kendi iyiliği için bir davranışına engel olunduğunu, her isteğinin her zaman karşılanamayacağını, bazen sabretmesi ve beklemesi gerektiğini öğrendiği zaman öfkesini tanımaya ve kontrol altına almaya başlar.
Araştırmalar sonunda 1-3 yaş çocuklarda öfkeye şu nedenlerin yol açtığı ortaya çıkarılmıştır:
– Oynamakta olduğu oyuncağın elinden alınması
– Zorla yüzünün yıkanması
– Zorla burnunun silinmesi
– Zorla banyo yaptırılması
– Zorla oturağa oturtulması
– Yaşıtlarıyla oynamakta başarısızlığa uğraması
– Odada yalnız bırakılması
– Giydirilmesi ve giysilerinin çıkarılması
Kıskançlık
Çocuk, anne ve babanın sevgisini bir başkasıyla paylaşmak istemez. Anne ve baba, çocuğun yanında birbirlerine veya başka bir çocuğa ilgi gösterdiğinde çocuk huysuzluk ve yaramazlık yaparak kıskançlık belirtileri göstermeye başlar. Çocuklarda en sık rastlanan kıskançlık türü kardeş kıskançlığıdır.
Kardeş Kıskançlığı
İnsanlık tarihinde ilk cinayetin kardeş kıskançlığı yüzünden işlenmesi konuyu ciddiye almamızı gerektiriyor. Kabil, babası tarafından sevilen kardeşi Habil’i o kadar kıskanır ki kıskançlık ateşini ancak onu öldürerek söndürebilir. Hazreti Yusuf’un kardeşleri de kıskançlık duygusuna yenik düşerler, Hz. Yusuf’u gezmeye çıkarma bahanesi ile götürüp onu uzak bir kuyuya atarlar. Ancak, Hz. Yusuf’un sabrı ve inancı sayesinde olay mutlu sonla biter. Çocuklar birbirini kıskandıkları zaman, kardeş kıskançlığını tanımaları için onlara Hz. Yusuf’un ve kardeşlerinin hikâyesini anlattım. Çok hoşlarına gitti. Anne babalara, kardeş kıskançlığı yaşayan çocuklarına bu hikâyeyi anlatmalarını tavsiye ederiz.
Çocuklar dikkatlerini uzun süre yoğun tutamadıkları için uzun masalları ve hikâyeleri dinleme sabrı gösteremezler. Çocuklara uzun süren bir masal ve hikâye anlatırken bölümlere ayırmamız ve her seferinde bir bölümünü anlatmamız gerekir.
Uzun hikâyeleri parçalara ayırarak anlatırsanız, çocukların merak duygusunu da tatmin etmiş olursunuz. Hikâyenin devamını anlatmadan önce çocukla konuşun. “Sence hikâye nasıl devam etmiştir?” gibi benzeri sorular sorarak çocuğun duygularını açığa vurmasını sağlayın.
Aslında psikoloji bilen anne babalar, “hikâye tamamlatma” yöntemini kullanarak çocuklarının korkularını, sıkıntılarını, endişelerini ortaya çıkarabilir.
Kardeş kıskançlığının kötü bir duygu olduğuna inanan ve çocuklarına bu yönde telkin yapan anne babalar, kardeş kıskançlığının önüne geçemedikleri gibi çocukların kendilerini suçlu hissetmelerine sebep oluyorlar.
Bazı eğitimciler, insana doğuştan verilen duyguları iyi ve kötü olmak üzere iki gruba ayırırlar. Onlara göre eğitimcinin görevi kötü duyguların yerine iyi duyguları yerleştirmektir. Çoğu anne babalar da aynı kanaattedir. Çocuk eğitimine bu anlayışla yaklaşan anne babalar çocukları kötü olarak adlandırdıkları duyguları açığa vurdukları zaman onları suçlama, kınama, ayıplama ve bu duyguları yasaklama yolunu seçiyorlar. Çocuklar anne babalarının sevgilerini ve güvenlerini kaybetmemek, suçlanmamak ve ayıplanmamak için fıtri olan bu duygularını gizlemeye, baskı altında tutmaya başlıyorlar. Baskı altında tutulan, açığa vurulmayan duygular yok olmazlar, şuur altına sinerler. Şuur altına sinen bu duygular zamanla davranış bozukluğu olarak ortaya çıkar.
Herhangi bir sebeple annesine kızan bir çocuğa, “Ne kadar ayıp, insan anneye kızar mı! İyi çocuklar anneye kızmaz.” diyoruz. Eğer bir anne haksız yere çocuğunu cezalandırmış veya söz verdiği halde sözünü yerine getirmemiş ise çocuğun kızarak bu davranışı protesto etmesi kadar normal bir şey yoktur. Çocuğun haklı öfkesini bastırdığımız zaman, bu öfke zamanla düşmanlık duygusuna dönüşebilir.
Kıskançlık duygusu fıtri olup çocuğun duygusal gelişimi için gereklidir. Bizler bile yetişkin insanlar olarak bizden üstün olan insanları kıskanır, onların seviyesine yetişmek için var gücümüzle çalışırız. Çocuk için de durum aynıdır. Daha önce kendisine ait olan anne ve baba sevgisinin yeni gelen kardeşe yöneleceğinden korkar. Anne baba farkında olmadan küçüğe fazla ilgi göstererek büyüğün korkusunu haklı çıkarır. Küçüğün ilgi odağı olduğunu, korunduğunu, bakılıp beslendiğini gören büyük çocuk, kardeşini kıskanmaya başlar. Ona yönelen sevgi ve ilgiyi kendine çekmek için kardeşiyle rekabete girer, daha üstün olmaya gayret eder, küçüğü gözden düşürmek için türlü çarelere başvurur. Bu çareler bazen, kıskançlığın dozuna bağlı olarak, küçüğü öldürme girişimine kadar uzanabilir.
Çocuğun fıtri olan kıskançlık duygusunu kabul etmez, açığa vurmasına izin vermez, kınama ve ayıplama yoluna gidersek kendisini suçlu hissetmesine yol açmış oluruz. “Kıskanma kötü bir duygu ise ben kötü bir çocuğum, çünkü kardeşimi kıskanıyorum. Allah kötü çocukları sevmez.” şeklinde bir kanaat geliştirir. Kendisini suçlu, günahkâr ve kötü hisseden bir çocuk, iyi bir çocuk olmak için gayret göstermeyecek, kendisini kötü bir çocuk olma konumuna düşürdüğü için kardeşine karşı düşmanca duygular besleyecektir.