Çocuğunuz Elinizden Kayıp Gitmeden… / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

Çocuk yetiştirmek, anne-baba olmak hiç şüphesiz ki dünyanın en zor uğraşlarından birisidir. Zor, aynı zamanda da hem dünya hayatında başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir sevgi kaynağı hem de ahiret yurdunda ebeveyninin amel defterinin açık kalmasına vesile bir cennet nimeti…
Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.)
Böyle bir nimetin değerinin ne kadar farkındayız? Allah’ın vermiş olduğu emanetin manasını hakkıyla anlayabiliyor muyuz? Günlük koşuşturmacalar, ekonomik sıkıntılar, iş yerindeki zorluklar nedeniyle çoğu zaman duygularının esiri olan insan, bunca hengâme arasında hem kendi ruhunu hem de çocuğunun narin ruhunu beslemeyi ihmal etmektedir. Bakıldığı zaman çocuğunun tüm ihtiyaçlarını karşılayan, istediği her şeyi yapan, karnını doyurmak için türlü türlü yemekleri çocuğunun önüne sunan bazı aileler, en önemli şeyi unutmaktadır: Sevgi ve doğru ilgiyi. Çok sık şahit olduğumuz acı bir durum vardır ki çocuklar anne ve babalarının kendileriyle ilgilenmediklerinden, kendilerini önemsemediklerinden, duygularını anlamadıklarından yakınmaktadırlar. Çocuğuna para vermeyi, hediye almayı, ihtiyaçlarını karşılamayı “ilgi” ve “sevginin göstergesi” olarak değerlendiren kişiler, memnuniyetsizliğini beden diliyle belli eden veya açıkça söyleyen çocuklarına “nankör” damgası yapıştırmaktadırlar. “Her istediğini alıyoruz, hiçbir sıkıntı çekmiyor, daha ne istiyor bu çocuk?” Cevabı çok basit: Sevgi istiyor. Maalesef yetişkinler koşulsuz sevginin anlamını bilmedikleri gibi bazı davranışları da sevgiden kaynaklı zannederek çocuğa daha da yüklenmekte ve psikolojik şiddet uygulamaktadırlar.
İnsanların maddi ve manevi ihtiyaçları vardır. Su içmek, yemek yemek, uyumak, güvenli bir evde yaşamak, giyinmek ve buna benzer ihtiyaçlar maddi ihtiyaçlarken sevmek, sevilmek, ait olmak, saygı görmek, değerli hissetmek, disiplin ve düzen içinde yaşamak, inanmak da manevi ihtiyaçlardandır. Bir çocuğun yemek yeme ihtiyacı karşılanmadığında ne olur? Bu ihtiyacını bir süre bastırmaya çalışsa da başarılı olamaz. Eninde sonunda yemek bulmaya, karnını doyurmaya yönelik bir çabası olacaktır. Meşru yollardan giderilmeyen bu ihtiyaç, onu meşru olmayan yollara sevk edecektir. Manevi ihtiyaçlar penceresinden bakıp olayı değerlendirdiğimizde, bir çocuğun sevgi ve ilgi ihtiyacı doğru yerden karşılanmıyorsa, yanlış kişilerden sevgi ihtiyacını gidereceği gün gibi açık değil midir? Çünkü fıtrata kodlanmış olan sevgi ve ilgi ihtiyacı asla bastırılamaz, yok sayılamaz. Bu nedenle sevgi ve ilgi konusu önemlidir ve insanların bunları kavram olarak görmekten öte, anlayıp içselleştirmeleri gerekir.
Hasta olduğunuzu düşünün. Hastayken yakınlarınızdan beklediğiniz ilgi, normal zamanlarınızda beklediğiniz ilgiden daha farklı ve daha fazladır. Eğer bir arkadaşınız hasta olduğunuz için sizinle ilgilenmek istese ve “Hadi kalk, biraz gezelim, sana alışveriş yapalım, yürüyelim.” dese, onun bu tavrını “ilgilenmek” olarak hisseder misiniz? Elbette hissetmezsiniz. Çünkü o an sizin istediğiniz ve beklediğiniz ilgi onun çorba yapması, ilaç getirmesi, bitki çayı hazırlaması veya sizi rahat ettirecek şeyler yapmasıdır. Buradan da anlaşıldığı üzere çevremizdeki kişilerle ilgilenirken “doğru ilgi”yi göz ardı etmememiz gerekir. Bu örnek, çocuğumuzun isteklerine cevap verirken onu doğru anlamanın ve doğru ilgi ile hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
İletişim araçlarının gelişmiş olduğu günümüzde, iletişim konusunda sınıfta kaldığımızı söyleyebiliriz. Telefonla sevdiklerimizin sesini saniyeler içinde duyabilirken veya görüntülü görüşme özelliği ile onları görebilirken ihmal ettiğimiz ve kaybettiğimiz çok şey olduğunu fark edemiyoruz. Özlemeyi, ayrılığın yakıcı acısını, kavuşmanın getirdiği coşkuyu belki de uzun zamandır hissedemiyoruz. Çünkü sevdiklerimiz tek bir tıkla yanı başımızda… Telefon, televizyon gibi teknolojik araçların varlığı yüzünden aynı evin içinde yaşadığımız aile bireylerimizin yüzlerine bakmayı ihmal ediyoruz, hangi duygular içinde olduklarını göremiyoruz. Bir baba düşünün ki çocuğunun yüzüne bakmıyor, bir problemi olduğunu anlayamıyor. Herhangi bir sorun yaşandığında baba, “Bana hiçbir şey anlatmadı.” derken çocuk da “Anlatsam da anlamazdı.” diyebiliyor. Bunlar sadece birkaç örnek. Bunun gibi durumları yaşayan, iletişim kuramayan nice aileler var!
Buradan da anlaşılacağı üzere önce sevgi bağlarını kuvvetlendirmeli, iletişimi sürekli diri tutmalı ve doğru ilgi ile çocuklarımıza yaklaşmalıyız. Aksi takdirde neler olduğuna medya aracılığı ile, çevremizde yaşananlar ile acı bir şekilde şahit olmaktayız. Neden gençlerimizin aile dışında ilgi aradıklarını ve yanlış kişilerin ağlarına düştüklerini sorgularsak ulaşacağımız en önemli cevap, sevgisiz kalan ve ilgi gösterilmeyen çocukların bu ihtiyaçlarını gidermek için karşılarına çıkan ilk kişiye sımsıkı sarılmaları olacaktır. Uzun zaman aç kalmış bir insanın önüne bir yemek koyduğumuzda, sevmediği bir yemek bile olsa, hiç düşünmeden yiyecektir. Aynı şekilde sevgi göremeyen gençlerimiz de karşılaştıkları kişilerin veya grupların kim olduğuna bakmadan onlara bağlanacaktır.
Sevgi göstermeyi sadece sarılmak, öpmek, ihtiyacını karşılamak, onu dinlemek, ona iyi davranmak olarak da algılamamak gerekir. Otorite kurmak ve disipline etmek de sevgi kanallarından birisidir. Çocuk dünyaya geldikten sonra her şeyi önce anne babasından öğrenmektedir. Ebeveynler veya bakım veren kişiler çocukları korumak ve onların sağlıklı gelişimlerini desteklemek amacıyla sınırlar koymaktadırlar. Henüz çevresini tanımayan çocuk, yetişkinlerin uyarıları ve yönlendirmeleriyle nesnelerin işlevlerini öğrenmeye başlar. Örneğin, yanan bir sobaya yaklaşmaması gerektiği öğretilen bir bebek, soğukken de sobanın yanına yaklaşmaya korkar. Daha sonra soğukken dokunabileceğini, sıcakken asla yaklaşmaması gerektiğini öğrenir. Ebeveynler sobanın sıcak olduğunu, yaklaşırsa canının yanabileceğini, acı bir tecrübe yaşamadan bebeğe öğretmek durumundadırlar. Yoksa çocuğun parmağı minicik de yanabilir, Allah muhafaza, ciddi yanıklar da meydana gelebilir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin ruhlarında, duygu dünyalarında büyük yanıkların olmaması için aileler ve eğitimciler olarak sürekli hatırlatmakla, doğru ve yanlışı anlatmakla yükümlüyüz. Kimlerle arkadaşlık kurduğunu, takip ettiği sosyal medya kullanıcılarını, izlediği videoları, oynadığı oyunları bilmeliyiz. Elbette her yaptığını takip etmek zor olacaktır. İşte burada otoriteyi sağlam tutmak, ev içindeki hayatı disipline etmek işleri kolaylaştıracaktır. Peki, bu nasıl yapılabilir? Öncelikle ekran karşısında geçirdiği zamanı tespit edip uzunsa kısaltmakla işe başlanmalıdır. Eğer çocuğumuz genç ekran karşısında haddinden fazla zaman harcıyorsa orada onu tutan, bağlayan şey genellikle çocuğumuza zarar verecek bir şeydir. Bu nedenle telefon, tablet vs. başında geçirdiği süre azaltılmalı ve nelerle meşgul olduğu dikkatlice kontrol edilmelidir. Eğer çocuk ebeveyni tarafından belirlenen süreye uymuyorsa, yasaklanan içeriğe veya oyuna devam ediyorsa, burada yapılması gereken şey, çocuğu sevdiği şeylerden mahrum bırakmak olmalıdır ki çocuk, kendisi için çizilen sınırlara riayet etmeyi öğrenebilsin. Anne ve babalar kural koyup çocuğun bazı aşırı istekleri karşısında net oldukları takdirde çocuk da sınırlarını, ne yapıp ne yapmaması gerektiğini öğrenecektir. Ancak ebeveynler “hayır” dedikleri bir duruma, bir süre sonra, çocuğunda ısrarları üzerine “evet” derlerse çocuk hedeflerine nasıl ulaşacağını, ailesine isteklerini nasıl yaptıracağını çok iyi öğrenmiş olur ve sürekli bu durumu kullanır. Markette istediğini aldırmak için ağlayan, yerlere yatan çocuklara hepimiz şahit oluyoruz. Eğer ebeveynler, çevreye rezil olmamak adına çocuğun isteğine olumlu yanıt veriyorlarsa, başka zamanlarda da çocuğun aynı davranışları yapması kaçınılmaz olacaktır. Maalesef, kararında net olan ailelerin de toplum baskısı nedeniyle bir süre sonra pes ettiğini görüyoruz. Bu durum, çocuk üzerinde otoritenin kurulamamasına, sınırların çizilememesine ve çocuğun kural tanımamasına neden olmaktadır. Evde çocuğun oluşturduğu kurallar değil; anne, baba ve çocuğun birlikte oluşturduğu ve uyulmadığı takdirde bir yaptırımının olduğu kurallar işlemelidir. Bunun yanında ekran süresi azalan çocuğa, onun gelişimine uygun seçenekler sunulmalıdır ki aklı sürekli telefon ve tablette olmasın. Evde sırf oyun oynamak için okula gitmek istemeyen, okula gittiğinde ise karın ağrısı gibi şikâyetlerle ailelerini çağırıp eve giden öğrencilerin sayısı hiç de az değildir. Oyun ve ekran bağımlısı olan çocuklarımızın, açık havada yapılan etkinliklerde bile ellerindeki telefonla oyun oynadıklarını; okuldan çıkan gençlerimizin de telefonda oyun oynayarak yürüdüklerini görünce durumun vehametini daha iyi anlıyoruz.
Oyun oynamaktan, video izlemekten haz alan beyin, daha fazla haz yaşamak istediği için, kişi o davranışın süresini artırarak aynı hazza ulaşmaya çalışmaktadır. Her seferinde de aynı hazzı hissedemediğinden, ekranın süresini artırmaktadır. Bu şekilde gününün neredeyse yarısını ekran karşısında geçiren çocuklar ve gençler hem hayatı kaçırmakta hem de sorumluluk almadan, başarı duygusunu tatmadan, sanal bir dünyanın içinde ömürlerini tüketmektedirler. On üç yaşında bir çocuğun hafta sonu tatilinde on bir saat bilgisayar başında oyun oynadığını duyunca elbette şaşırıyoruz. Ancak burada daha şaşırtıcı olan durum, çocuğun yemeğini bilgisayar masasına getiren annelerin tavrıdır. Annelerin açıklaması ise içler acısı: “Gelmiyor, yemek yemiyor, beni dinlemiyor. Aç kalmasına dayanamıyorum.”
Çocuklarımızın bedenlerini beslediğimiz kadar ruhlarını da besleme derdinde olursak ancak o zaman yol katetebiliriz. Anneler ve babalar olarak sergilediğimiz yanlış tutumların farkına varıp değişmeye açık olursak işte o zaman “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap bulabileceğiz. Yeter ki işin ciddiyetini anlayıp güzel bir niyet alalım. O zaman hiç beklemediğimiz yerden güzel kapılar açılacaktır. Çocuk yetiştirmek çok zor iş, ancak Allah’tan yardım isteyerek sabırla çıkılan bu yolun sonunda gül bahçesine ulaşmak var. Yeter ki isteyelim ve umudumuzu kaybetmeyelim!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.