Garip bir biçimde hepimizin kendimizi temize çekmek gibi bir ihtiyacı var. Gariplik bunun neresinde derseniz başkalarını “suçlu” addederek yapmaya çalışmakta derim. Bu durum kişinin özgüven eksikliğiyle, aşağılık kompleksiyle yüzleşememesinden ve mücadeleye girişememesinden kaynaklıdır. Kendini iyi hissetmek için girilecek en kestirme yol şu siyah renge bakın, bakın ki benim kahverengiliğim belli olmasın demekten geçiyor olmuş maalesef.
Ömrü çok kısa olan işler için büyük çabalar sarf edilirken, ahlaki bazdaki çabalamalar daha ahlaksız yollara girişle sonlanabiliyor. Birçok insan yaptığı en çirkin işlerde bile kendince sebepler, masumluk serüveni güder içten içe. Ya da bazen de yapmadığımız şeyler için bahaneler ve suçlamalar vardır.
Niye böyledir diye düşünürsek kişinin kendisiyle baş etmesi zordur. Bir çocuk düşünün özgürce ve sevgi dolu yetiştiriliyor. Kızdığı şeyi en güzel bir şekilde ifade edebilir. İçinde ne varsa direkt dile getirir; sevgisini de kızgınlığını da. Ağlar, güler, kin tutar, kavga eder unutur. Bu yüzden de mutludur. İçinde kötülüğü barındıramaz. Tabi yetişkinler için bu noktalarda ölçüler vardır yoksa iş patavatsızlığa varır.
Bir yetişkin olarak mücadele edebilmek için özgüvenimizin yerinde ve kendimizi seviyor olmamız lazım. Böyle olduğumuz vakit sadece ahlaki bazda değil, hayatla ilgili her gayemizde daha aklı başında, daha sekinetli; nerede, ne zaman ve ne şekilde harekete geçilmesi gerekiyorsa öyle davranan, ölçülü, elinden gelen herşeyi yaptıktan sonra sonuca teslim bir mücadele insanı olabiliriz.
Günümüze baktığımız zaman kişileri motive edecek, yönlendirecek ya da sorunlarını çözecek konumdakilerin önemli bir kısmı, kişileri narsistliğe doğru itiyor. Bireyler bir işe giriştiklerinde başarılı olmak adına ya da ilişkilerinde üzülmemek adına menfaatçi, istediğini almak için ahlaksızlaşan, yakıp yıkan, başkalarının canını yakan bir hale geliyor. Bunun adına da mücadele diyorlar. Buna, başka çare yok da diyebiliriz. Çünkü aşağılık kompleksiyle büyümüş birine “Hayatın merkezi sensin.”i aşılayıp menfi bir bencilliğe ve merhametsizliğe sevk edebilecekken, öteki taraftan da verilmesi gereken ölçüleri veremez, dur demeyi bilmez isek çaresizce izleriz.
Eskiden insanlara kendi kıymetinizi bilin diye motivasyon yapılırdı. Öyle tuhaf bir hale geldik ki artık merhametli, sevgi dolu olun diyen ancak bunun da gafletle karıştığı tuhaf bir hale geldik.
Hem sevgi dolu olacak hem de kendi kıymetini, değerini göz ardı etmeyecek kaliteli bir insan ancak doğru mücadele edebilir.
Mücadele edebilmekse emek vermeyi, zaman harcamayı, fedakarlık yapabilmeyi, yılmamayı göze alabilmektir. Bunları yaparken de insan bir şeyi fark eder, insanın mücadele çeşidi yoktur. Nasıl bir durumun içinde olursak olalım aslında kendimizle savaşıyoruzdur. Mücadele ederken sadece üzerimize düşeni yapmaya çalışırız. Burada sıkıntı yoktur. Sıkıntı, karşı durduğumuz ya da karşı duranla mücadelemizin bize psikolojik tesiri. Bu durumda tüm mücadeleler psikolojik savaş oluyor aslında. İşte tam da bu yüzden kişinin psikolojisi bilinçli, farkında, dengeli, kısacası sağlam olmalı. Buradaki sağlamlık, duygusuz ve merhametsiz bir ruh hali değildir. Merhametli ve adaletli, çıkmazlarda şeytanî mantıkların arkasına sığınmayacak, ne yapalım böyle olmalı diyerek bilinçsizce davranmayacak bir ruh hali içinde olmalı.
İnsan psikolojisinin olması gereken hali, ölçülü olabilme ve ölçüde kalabilme halidir. En büyük zorluk, o ölçüyü yakaladıktan sonra, idrak ettikten sonra istikametli olabilmektir. Dergimizin sahibi ve başyazarımız Şenel İlhan “İstikamet En Büyük Keramettir” başlıklı yazısında, böyle bir zamanda insanın gösterebileceği en büyük kerametin istikamette kalabilmek olduğundan bahsederek, kıymetli ölçülerinden muazzam, çok önemli ve hayatımızın temel taşı olabilecek bir mücadele alanı ve hedefini belirlemiştir.
Bu istikamet mücadelesinde direnç gösterebilmek için yukarıda da bahsettiğim gibi iyi bir psikolojide olmak gerekir. Karşılaştığımız durumlarla baş edemiyorsak türlü bahaneler üretiriz. Belki rahatlıkla baş edebileceğimiz bir durumken psikolojimizin o an zayıf oluşu kaçmamıza sebep oluyor. Bu geçmişten gelen ve bizde korku uyandıran şeylerde olabilir. Bazen de bu aşağılık kompleksini fark eder ve kibirle üstesinden gelmeye çalışırız. Korkularımızın üzerine gitmeye çalışırız. Ancak bu da bizi ukala, sevgisiz kılar ve rahatlıkla haksızlık yapmaya iter. Bu da eğer vicdanınız varsa rahatsız eder.
Bir kısmımız bu dalgalanmaların tecrübesi neticesinde bir zorlukla karşılaşınca hastalıklara bile sığınabiliyoruz. Hipokondriyazis (hastalık hastalığı), psikolojik bir rahatsızlık. Bu hastalar kendilerinde henüz saptanamamış bir hastalık olduğuna inanırlar. Bedensel duyumlarını artırma ve genişletme eğilimindedirler. Normal bir kişinin karnında hissettiği duyumu, bu hastalar karın ağrısı olarak algılayabiliyor. Bu hastalığın oluş nedenlerinden biri de üstesinden gelinmesi güç olan sorunlardan kaçınmasına olanak sağlar. Yani bir insan mücadele vermemek uğruna kendi vücudunda hayali hastalıklar üretebiliyor. Hastalığa sığınacak bir hale gelmek… Bu da bize, insan psikolojisinin sıkıntıya girdiğinde tüm gemileri yakma durumunda olabileceğini, ruh halinin beden sağlığının da önüne geçtiğini bir nevi gösteriyor.
Psikolojimizden bahsederken burada nefs denen varlığın ne kadar var olduğunu ve psikolojimizi ne kadar etkilediğini söylemek isterim. Nefs, uçlarda olmayı istiyor. Nefsi çıldırtan en önemli nokta istikametli olabilmek. Ama nefs bazen dini bile kullanarak kendini ispatlamak adına takvalık adı altında ölçüsüzce kurallar üretip yaşamak istiyor. Ya da dibine kadar hedonistçe, narsistçe bir yaşam sürmek istiyor. Bu şekildeki yaşam tarzı da git gide oturduğu için nefs tamamen inkar ederek, Allah’ı inkar ve düzenine isyan ederek yaşamayı istiyor. Ölçüde kalmak daha kolay diyebilirsiniz. Ancak tırnaklarını çıkarmış ve kendini her durumda ispat etmeye çalışan, hayvandan da daha aşağıda bir varlığa “dur, ölçüde kal” demek, “çek beni vur” ya da “beni yok etmeye çalışıyorsun” demek gibi bir şey. Çünkü o uçlarda varlık bulacaktır ya da gizlenmeye çalışacaktır. Ya zillette ya kibirde; ya aşağılık kompleksinde ya da büyük bir egoda.
Mücadelenin mücadele olabilmesi için insan yaşadıklarına yenilip insanlığından vazgeçmemeli. İnsanlığından vazgeçip tabiri caizse çamurlaştıysa da adına mücadele dememeli.
Doğumumuzla birlikte ilk nefes alışımız, bebeklikteki adaptasyon, her girdiğimiz ortama her yeniliğe ve bilgiye adaptasyon, doğruları yanlışlardan ayırmak, öğrenim hayatı, evlilik, iş yaşamımız, beklentilerimiz… Bunların hepsinin içinde gösterdiğimiz gayretler hayatın ta kendisi. İnsan ancak böyle var olabiliyor. Emekle anlamlanan yaşamın formatı bu. Şöyle sırtımızı yaslayıp bundan sonra hiçbir şeyle uğraşmıyorum diyebilir miyiz? Tabiatımıza aykırı isterse ekmek elden su gölden olsun. Bir yerden sonra ufak tefek de olsa bir şeylerle uğraştığımızı görürüz.
Madem hayat hep mücadeleyle geçecek önce bunu iyice bir idrak etmeli. Zaman zaman aynı gücü bulamasak da asla pes etmemeli. İçi boş, kof, balon etkisi yaratacak dolduruşlarla değil, ya da entrikaların, boş amaçların şeytanî mantıkların peşinden değil; kimliği, kişiliği ve aslı olan davaların, anlamlı ve mantıklı kişisel gelişimlerin peşinden gitmeli, bunlar için mücadele etmeli.
Pes etmek, hiçbir şey yapmadan ya da haksızca başkalarını suçlamaktır. Pes etmek, nefrete sarılmak ve ondan beslenmektir. Pes etmek, adalet ve merhametten çıkmaktır. Pes etmek, ahlaka değer vermemektir. Pes etmek, dedikoduya, iftiraya sarılmaktır. Pes etmek, gücünün fakında olmamaktır ve en önemlisi de pes etmek ümidini kesmektir.
İmkânsız diyebileceğimiz işlerde bile ümidimizi yitirmediğimiz müddetçe ve vereceğimiz gayretle Allah’ın da bizi hayret ettireceğine şahit olacağızdır elbet… Samimi sevgiyle kalın…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

