Bayram biricik eşine rüzgârda gıcırdayarak sallanan salıncağı işaret edip “Kendi köklerinden beslenip yeni bir medeniyet inşa etmediğimiz sürece rüzgârımızı kim üflerse onun tarafından sallanır, elinde oyuncak oluruz.” dedi. Buse davranış tahlili benim alanım dercesine başını tasdik manasında sallayıp “Her tavrımızın daha doğrusu göz kırpışımızın bile psikolojik bir alt yapası var.” dedi. Bayram, tuttuğu o yumuşak elini biraz daha sıktı. Buse’nin canı yansa da sevildiğini, daha çok sevildiğini hissettiğinden bundan rahatsız değil bilakis mutlu oldu. Konuşurken verilen sıcak nefeslerin bile soğuktan kristalleşip buz olduğu havada iki sevenin yüreklerinde aşkın harı evin içinde hissediliyordu. Onların bu halini gören İpek hasret ve haset dolu nazarlarla onlara bakıyordu. Makbule ise sevinmesi gerekirken üzülüyordu. Bayram bu sefer eşinin gözlerine en aşk dolu bakışlarıyla baktı. “Psikolojik alt yapımız şekillenirken neye inanıp iman ettiğimiz, kimi sevdiğimiz veya sevmediğimiz, hangi ortamlarda yetişip büyüdüğümüz hepsi ama hepsi bize tesir ediyor.” Buse kocasının daha önce hiç tanımadığı bir yönünü keşfetmenin zevkini çıkartmak istercesine “Eeee” dedi. Bayram “Bu sebepten her bir sünnet daha açıkçası Hz. Muhammed’in ahlakına benzemek, onu temsil edenlerle birlikte olmak, sevmek küfürden teberrüz eden davranışlarımızı bitirir.” Buse güldü. “Terapi yaptığım danışanlarıma en çok yaptığım telkin nedir biliyor musun?” Bayram meraklı gözlerle baktı. Buse devam etti. “Sevin, artık ne olur sadece kendinizi sevmekten vazgeçip başkalarını da sevin. Sevgisizliğin ruh dünyanızda meydana getirdiği buzulları eritin.” Bayram “Buse” dedi. Buse “Buyur canımın içi” dedi. Sanki iki ruh tek bedendiler. Bayram “Bugün neyi fark ettim biliyor musun?” Buse “Neyi?” Bayram “Benim asıl servetim Hz. Muhammed (sav) ve onun Ehl-i Beyti’ne olan aşkımmış. Tuhaf olan ise bunu yaşadığım bazı acı olaylarla fark etmem oldu. Yoksa ben gafil gafil nefes alıp vermeye devam edecektim.” Buse tebessüm etti “O zaman çok dikkat et. Çünkü tecrübeyle sabit bu zenginliğin düşmanları o kadar çok ve sinsi ki saldırı türlerini ve sistemlerini hayal bile edemezsin. İşte bu sebepten de ben derin endişeler taşıyorum.” dedi. Bayram “Seven sevdiğinin kaderini yaşar.” dedi. Sonra da usulca sevdiceğinin elini birdenbire bırakıp geri döndü. O an Buse’yi tuhaf bir his kapladı. Boşta kalan eli değil de ruhuydu adeta. Buse “Şimdi ne oldu da beni aniden bırakıp gidiyorsun?” Bayram yüz seksen derece geri dönüp iki eliyle Buse’nin kollarından kavradı. Yüreğindeki yangını hissettiren sıcak bir nefes ile “Zenginliğimin zekâtını vereceğim. Aynı zamanda da yeni bir yolculuğa çıkacağım.” Buse yumuşak elleriyle Bayram’ın yanaklarını avuçlarının içine aldı. “Sefer nereye kaptan? Yoksa bizi terk mi ediyorsun?” dedi. Bayram tebessüm etti. “Bu yabancısı olduğun değil. Bildiğin bir seyahat.” Buse “Bak şimdi daha çok meraklandım.” Bayram en samimi ve ciddi haliyle “Bu, bedenimle arz üzerinde değil, benliğimde ruhumda kendimi tanıma yolculuğum olacak.” Kararlılığını haykırmak istercesine sağ elini yumruk yapıp “Bundan sonra her kıpırdanışım tevhidden beslenip yapmam gereken neyse onu yapacağım. Kaçmak, sinmek yok. Korkaklığa son…” dedi. Kendilerine meraklı gözlerle bakanlara cevaplarını vermek için onlara doğru yürüdü.
Suphi, Bayram’a bakıp pis pis sırıtıyordu. Bir ara İpek ile göz göze gelip gülüştüler. Suphi, Bayram’ı eliyle işaret edip “Yenilmiş kahraman geliyor.” dedi. Makbule koltuğuna iyice yerleşip “Kaçıp gitmek için bir bahane uyduracak. Keyif ile seyredin.” dedi. Bahri ise susun işareti yaptı. Bayram içeri girip hepsini süzdü. En sonunda Suphi de gözlerini sabitledi. Herkes nefesini tutmuştu. Sonra Bayram hafiften gülümsedi ve “Tiyatro oyunun beni heyecanlandırdı. Sahnelemek için sana para lazım olacaktır?” dedi. Suphi birden telaşla toparlanıp babasından harçlık kopartacak küçük bir çocuğun tavırları içinde “Evet, evet” dedi. Bayram “Yarın bizim ofise gel de bu konuyu çözelim.” dedi. Bu cümlenin sona ermesiyle ortamın o soğuk havası bir anda kırıldı. Suphi “Olur enişte.” dedi. Bayram “Ama bir şartım var.” dedi. Kendisine yönelen meraklı nazarlara aldırış etmeden İpek’e bakıp devam etti “Bu güzel hanım baş rolde oynayacak. Yoksa iş yatar.” dedi. Duyduklarına inanmayan İpek iki elini hafiften çırpıp göğsüne doğru birleştirerek “Gerçekten mi?” dedi. Bayram “Adının İpek olduğu kadar gerçek küçük hanım.” dedi. İpek gülücükler saçan bir sima ile “Ay inanmıyorum. Sanki rüyadayım. Size çok teşekkür ederim. Bayram Bey siz hiçte anlatıldığınız gibi değilmişsiniz.” dedi. Bu son cümleyle birlikte ortamın büyüsü bir anda bozuldu. Ama Bayram aldırış etmeden “Bilinçaltı işte böyle bir şey, en olmadık zamanda ortalığa saçılıp insanı rezil ediyor.” dedi. Buse’ye döndü. Buse kocasının kaldığı yerden devam etti. “İnsan büyük gördüğü değerlere sahip insanlar karşısında komplekse düşer veya kişilik kaybına uğrar.” dedi. Bayram’ın beklenenin aksine ortama ağır ağır hâkim olmaya başlaması Makbule’nin canını sıkmaya başladı. Hemen atağa geçti. Hizmetçiye dönüp “Kızım meyve servisine başla.” dedi. Bahri hafiften kaşını kaldırıp gülümseyerek çekişmeyi seyrediyordu. Makbule eliyle meyveleri göstererek organikliğinden dem vurmaya başladı. Ama Suphi yerinde duramıyordu. Suphi “Enişte ne kadarlık bir bütçe ayırırsın?” Bayram “İhtiyaç olan miktar ne ise o kadar veririm ama şartımı unutma.” Suphi heyecanla “Tamam, tamam…” dedi. Bahri, özenle dilimlenmiş kiviyi çatalına takıp beklerken yarım kalan konuşmanın devamını istercesine “Kızım, insan büyük gördüğünü değerlere… diyordun?” dedi. Buse yumuşak bir tonda tane tane babasının yarım bıraktığı cümleyi tamamladı. “…Kim sahipse onun karşısında komplekse düşer.” dedi. Dilimlenmiş muzdan bir dilim yiyen Bayram “Mesela İpek Hanım sizin ile aynı itikatta değilim.” dedi. İpek tasdikler manada başını salladı. Bayram “Muhtemelen deistsiniz?” İpek şaşkın şaşkın başını sallayıp söze girecekti ki Bayram elini sus manasında kaldırıp “Çünkü, bilimsel gelişmeler ve fikirler artık ateizmi çürütüp çöpe attı. Artık taraftar bulmayacağı açık.” Suphi çatık kaşlarla “Evet, netice?” Bayram “Şimdi bir yaratıcının varlığını kabul edip peygamberleri ret yolunu tutuyor. Bu daha sinsi bir küfür sistemi.” İpek cesaretini kaybetmişti. Ama yine de varlığını koruma ve kabul ettirme ihtiyacı içinde dalgalı siyah saçlarını geriye doğru atıp “Biliyorsunuz vahiy ile insanların ilişkisi İsa ile başladı. Ve aydınlanmaya, Rönesans’a kadar insanlık hiçbir gelişme gösteremedi.” Bahri bu sefer suskunluğunu bozup “Evet damat bu gerçeğe ne diyeceksin?” Bayram acıyan merhamet dolu gözlerle baktı. Uzun bir konuşma yapmak için derin bir nefes alıp “Yanlış bilgiden doğru fikir çıkmaz.” demesiyle birlikte süt dökmüş kedi modunda Suphi araya girip “Ama enişte insanlık tarihi ortada.” dedi. Bayram karısıyla bakıştı. Sonra gördün mü dercesine başını ağır ağır sallayıp “Ben az önce sana ne demiştim?” Buse “Kelimeler ve kavramlar bizi esir almış demiştin.” Bayram hizmetçiden boş bir kâğıt ile kalem istedi. Makbule alaycı bir üslupta “Soru çok mu zor damat?” dedi. Ama kimse eskisi gibi alaycı bir tavır ile gülmedi, gülemiyordu. Bayram “Aksine benim için kolay ama hani derler ya ilkokul seviyesine göre anlat, benim ki o hesap.” dedi. Hizmetçi özenle beyaz kâğıt ile kalemi getirip “Buyurun.” dedi. Bayram “Sağ olun.” dedi. Bayram, ressam hassasiyeti ve ustalığında düz bir çizgi çizdi. Tam ortasına çizginin altına sıfır yazıp üstüne de Hz. İsa’nın doğumunu yazdı. Sonra sol tarafa MÖ, sağ tarafına MS yazıp “Buraya kadar her şey tamam mı?” dedi. Kimseden ses çıkmadı. Sonra sıfırın sağına doğru belli bir mesafeye 571 yazıp Hz. Muhammed’in doğumunu yazdı. Kâğıdı göğüs seviyesine kaldırıp muhataplarının rahat görmesini sağladı. Sonra kalem ile göstererek “Şimdi Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında hiç peygamber gelmemiştir. Bu bağlamda bütün peygamberler Hz. İsa’dan önce yani bizim karanlık dediğimiz ya da bize öyle yutturulan dönemde gelmiştir. Bu bağlamda Hz. İsa’dan öncesi koca bir peygamberler tarihidir.” İpek’e bakıp “Küçük Hanım, insanlığın vahiy ile tanışması Hz. İsa ile değil Hz. Adem’le başlamıştır. Bu bağlamda bilginizi tashih edin.” Bir yudum su içti, çatlamaya başlayan sesini düzeltip devam etti. Bayram “Anlaşılmayan bir şey var mı?” Odadaki küçük Zeynep dahil nefes alan bütün canlılar pür dikkat dinliyordu. Bayram derin sessizlik karşısında “Anlaşıldı, tamam.” dedi. Bakışlarını Suphi’ye yoğunlaştırıp “Şimdi kayınço Hz. İsa nerede doğdu?” Suphi düşünürken cevap Bahri’den geldi. Bahri “Kudüs, Kudüs’te.” Bayram “Harika.” dedi. Ve “Hz. İsa’nın kafamızdaki resmi gibi mavi gözlü, beyaz tenli Avrupai biri değil, kuvvetle muhtemel bölgenin insanı gibi buğday tenlidir.” Makbule etrafındakilerin hayranlık dolu bakışlarından Bayram’ın gönülleri fethettiğini hissediyor. Öfkesi de aynı oranda artarken ölümcül darbe için bekliyordu. Bayram ise hiçbir şeyi umursamadan en sıcak en samimi bakışları insanı saran ses tonuyla gönüllere nakşetmeye devam ediyordu. Bayram “O dönem buraların yönetimi Romalılardaydı.” Makbule “İyi de şimdi Roma ile işimiz ne?” Bayram ağzına attığı mandalinanın ekşi tadından olsa gerek yüzünü biraz buruşturdu. Ağzından o tadı atmak için bir yudum su içip “Anlatayım.” dedi. Bayram “Romalılar pagandılar. Yani şirk mantığı, inancı hakimdi. İlerleyen zamanda Hristiyanlığı kabul ettiler.” İpek dayanamadı “İyi işte bak ilahi bir dine tabi olmuşlar.” Bayram “Hayır, hayır” dedi. Suphi “Nasıl hayır, bir şey ya olmuştur ya olmamıştır?” Bayram “Onlar itikatta yani temelde paganizmin şirk mantığını koruyup Hristiyanlığı tevhidden uzaklaştırıp dönüştürdüler. Daha açıkçası Zeus’un yerine Tanrı’yı, Zeus’un oğlu Herkül’ün yerine İsa’yı geçirdiler.” Bahri merakla “Günümüze gelsen.” Bayram “İşte bizi üç yüz yıldır tesir altına alan Batı medeniyeti, bilinenin aksine tevhitten beslenen medeniyet değil, şirkten beslenen bir pagan medeniyetidir. Bu sebepten onların ürettiği kelimeler, kavramlar kendi inançlarına göredir. Biz de üç yüz yıldır onlardan peyderpey etkilenmişiz. Bu sebepten kalbinde tevhidi taşıyan iman dolu bizlerin kafaları ise tam zıddı mefhumlarla, anlayışlarla ve fikirlerle dolu. Aklımız ile kalbimizin frekansları farklı çalışıyor. Bahri saçları dökülmüş kafasını kaşıyıp “Sen” dedi. Nefesi kesilmiş gibiydi “Sen, çok farklı manalarda konuşuyorsun. Bunlar derinliği olan zor mevzular. Medeniyetin birçok ayağı var.” İpek sıkılmaya başlamıştı. Suphi konuyu dağıtmak istiyordu. Hâkim olduğu mevzulara çekmek için tam konuşacaktı ki Makbule “Ee Bayram, deistliği çürütmek için hâlâ bilimsel bir delil getirmedin?” Bayram güldü “Ben size birçok delil getirebilirim. Ama asıl sorun bu değil. Kalplerin hastalıklı olması ve doğru düşünme yöntemlerinden bihaber olunması. Ben oraya müdahale ediyorum. Doğru bilgi kadar doğru düşünmeyi bilmek de önemli. Bunlardan da mühimi, hakikati algılayacak ferasetli bir kalptir. Size basit bir soru: Siz kirli bir kaba temiz bir içecek koyar mısınız?” Makbulenin, damadının ne demek istediğini gayet iyi anladığı bakışlarından okunuyordu. Ama içinde yine de kabullenemediği gerilen yüzünden belliydi. Ve “Sen şu an sadece demagoji yapıyorsun.” dedi. Bayram hafiften gözlerini kısıp önce kayınpederine sonra da Makbule’ye bakıp “Siz Bahri Bey’i hep duygusuz diye eleştirirsiniz. Sanatçı kişiliğinizi, davranışlarınızdaki letafeti bu his dünyanızın güçlü olmasına bağlarsınız.” Makbule evet manasında başını salladı. Bayram “O zaman ben bu minvalde tek kelimeyle size cevap veriyorum. Haset.” dedi. Makbule gözlüklerinin altından bakıp “Cevabın sadece haset mi?” Buse “Evet anneciğim” dedi. Bayram “İnsanoğlu böyle enteresan bir varlık. Hakikati hissetse bile kalbindeki ahlaksızlık onun kabul etmesini engelliyor. Sizce Hz. Muhammed’in mucizelerini görenler açık delillere rağmen niye Müslüman olmadılar? Çekememezliğin eseri olarak; biz varken Allah niye peygamberliği O’na verdi diye.” Bahri koltuğunda toparlandı ve “Bayram evladım, duygulara fazla önem veriyorsun.” Buse yan tarafında oturan babasının elinden tutup “Babacığım öfkelenince ne yaparız?” Bahri “Gözlerimiz büyür, yakar yıkarız. Sonra da pişmanlığın bini bir para.” Buse “Ya korkunca, utanınca?” Bahri “Korkunca aklımız gider sağlıklı düşünemeyiz. Titrer, büzülürüz. Utanınca yüzümüz kızarır, ne bileyim kekeleriz.” Bayram ile Buse göz göze geldiler. Bayram “Sizin de söylediğiniz gibi psikolojik halimiz doğrudan bedene tesir ediyor. Bunun gibi ahlaklarımız veya ahlaksız taraflarımız da bize tesir ediyor. Hem ben aklın ihtiyacı olan bilimsel delilleri ortaya koyduktan sonraki durumu konuşuyorum.” Bu kez Suphi atıldı. Eliyle İpek’i göstererek “Ne yani güzel kız haset mi?” Bayram merhamet dolu gözlerle İpek’e baktı. “Hayır, o daha çok saflığın, gençliğin ve bu üç günlük dünyada bir yer sahibi olmak için dahil olmak istediği zümreye uyma derdinde.” Buse ayağa kalktı şöyle bir kaç adım attı camı açtı. İçeri dolmaya başlayan soğuk temiz havayla birlikte beyinlere daha çok oksijen gitmeye başlamıştı. Buse, Suphi’ye dönüp “Başta ne demiştik? İnsan büyük gördüğü değerlere sahip insanlar karşısında komplekse düşer. Günümüz insanın en çok kıymet verdiği para, şan, şöhret. Bunlar kim de ise doğal olarak onların hayat tarzları, inançları da otomatik olarak kabul ediliyor. İpek’in ve onun gibilerinin durumu bu yönden daha başka.” İpek ile Suphi göz göze geldiler. Konuşmasalar da bakışlarından onları sevgiden, aşktan ziyade bir arada tutan duygu da tam manasıyla buydu. İpek için işinde yükselme, Suphi için zayıf bir insandan faydalanma. Yüzleri hafiften kızardı. Bayram derin bir nefes aldı. “Asıl sinsilik sizin gibi özentililerde değil. Hz. Muhammed’in (sav) hadislerini şüpheli hale getirip peygambersiz bir İslam hedefleyenler ile Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyti’ni ‘üstünlük takvadadır.’ düsturunun arkasına sığınıp gözden düşürmeye çalışan münafıklar güruhunda. Bunlar geleceğin büyük fitnecileridir.” Bu cümlenin bitimiyle evin içindeki derin sessizliği sadece esen rüzgârın uğultusu bozuyordu. Evin içindekiler belki de hayatlarında ilk defa kendilerini ciddi manada muhasebe ediyordu. Bahri her zamanki ciddiyeti içinde “Seni çok değişmiş gördüm. Bu uhreviyatın üstüne bir de düşünce de enginlik gelmiş.” dedi. Bayram açık camdan sanki mazisini izlercesine bakıp “Hayatta hiçbir şey tesadüf değilmiş. Çocukken tanıyıp sevdiğim koca yürekli yiğit adam Emin Emmi o kadar bende derin izler bırakmış ki yaşadıkça görüyorum. Ve çektiğim acılar, kaybettiklerim ve bize ters gelen olaylar beni olgunlaştırdı. İçimizdeki asıl ben ortaya çıkıyor.” Makbule hariç herkes Bayram’ı pür dikkat dinliyordu. Makbule telaşla üst kata çıkmak için merdivenleri çıkmaya başladı. Suphi “Anne” dedi. Bahri “Hanım iyi misin, ne oldu?” dedi. Makbule arkasına bile bakmadan “Şimdi geliyorum.” dedi. İpek korkmuştu. Diğerleri şaşırmış gözlerle birbirlerine baktılar. Bahri “Valla çocuklar Makbule Hanım otoritesinin sarsılmasından hoşlanmadı.” dedi. Makbule elinde lila renkli bir dosya ile merdivenin başında gözüktü. Dumanı başında tütüyordu. Parkeleri delen sert adımlarla Suphi’nin önüne kadar geldi. Dosyayı sertçe önündeki sehpaya fırlatıp “Burada gayrimenkul tapuları var. İstediğini sat. Oyun için ihtiyaç olan parayı al.” Sonra bir hışımla Bayram’a dönüp işaret parmağıyla göstererek “Ama sakın bu adamdan bir kuruş para alma.” Bu anlamsız ve haddi aşan tutumlara kimse bir mana veremiyordu. Bahri’nin yüzü kıpkırmızı oldu. Açık camdan içeri giren sert rüzgâr vazoyu yere düşürdü, vazo paramparça oldu. Bütün bakışlarla birlikte dikkatler de oraya yöneldi. Ama en çok Makbule’nin içi cız etti. Bahri “Hanım sen çöpünü bile başkası için vermezsin. Bunlar dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımız.” dedi. Makbule o kadar öfkeliydi ki ayağını yere vurup “Görmüyor musun, Bayram üç beş kuruşa hepinizi esir aldı. Geceye başlarken yer kabuğunun merkezine soktuğunuz adamı gece biterken neredeyse başınızın üstünde taşıyacaksınız.” dedi. Buse ayağa kalktı. Çok kızdığı, küçülen gözlerinden belliydi. Buse “Anne aklına mukayyet ol. Bu söz ve tavırların hem yaşına hem de konumuna yakışmıyor.” dedi. Suphi ise olanlarla sanki hiç alakası yokmuş gibi dosyayı incelemeye başlamıştı. Bahri bir hışım ile dosyayı oğlunun elinden aldı. Yavaş yavaş yerinden doğrulup “Oğlum Bayram, sen bu gece bizi kendimizle yüzleştirdin. İnsan bazen kendisini tatlı yalanlarla kandırıp mutluyum zannediyor.” Makbule’yi göstererek “Gerçekleri biri gözünün içine soktuğunda ise hoşuna giden yalanları, sahte dünyasından kopamadığından kendisine kızacağına onu gerçekle yüzleştirenlere patlıyor. Sen doğru bir yoldasın.” dedi. Sonra kollarını iki yana açıp Bayrama doğru yürüdü. Bayram da ayağa kalkıp aynı şekilde bir adım atıp kayınpederine sarıldı. Annesinin elinden tutan küçük Zeynep de gelip ikilinin arasına girdi. Suphi’nin gözlerinden bir iki damla yaş geldi. Babası kolay kolay birini takdir etmezdi. Makbule daha da hiddetlenmişti. İpek, Suphi’ye gözüyle gidelim işareti yaptı. Hizmetçi oturduğu yerden hızla kalkıp Makbule Hanım’a bir bardak su getirdi. Suyu içen evin hanımı kolay kolay sakinleyeceğe benzemiyordu. Suphi “Baba, benim İpek’i evine bırakmam gerek.” dedi. Bayrama elini kaldırıp “Görüşürüz enişte.” dedi. Sonra İpek’in elinden tutup kapıya doğru yürümeye başladı. Makbule arkasından beddua eder gibi bir ses tonuyla “Korkak evlat, anneni zor anında yüz üstü bırak git.” dedi. Suphi durdu. Sırtı annesine dönük “Anne insanlar senin dizayn ettiğin ya da edebileceğin eşyalar değil. Onları kafandaki kalıplara sokmaya çalışma, olduğu gibi kabul et.” dedi ve yürümeye devam etti. Makbule, kan beynine sıçramış bir halde kocasına bakıp “Bana destek çıkacağına elin oğluna sahip çıkıyorsun. Sana da oğluna da kızına da topunuza hakkım haram olsun.” dedi. İpek kapıyı kapatırken “Annen hep böyle midir?” dedi. Suphi az düşündükten sonra “İlk defa onu böyle görüyorum.” dedi. İpek “Demek ki daha önce hiç onun otoritesini sarsan olmamış.” dedi. Suphi “Takma, kendisi bilir.” dedi. Arabaya binip gittiler.
Bahri, evlilik hayatı boyunca belki de ilk defa sesini en yüksek tonda ve emredici nitelikte “Makbule, Makbule bırak artık çevrendekileri ezip dayatmada bulunmayı.” dedi. Makbule bu kez elleriyle saçlarını dağıtıp “Of, of… Bıktım sizden.” dedi. Sonra Bayram’a parçalayacak gibi bakıp “Hep sen, sensin bunların sebebi.” dedi. Bayram suçum ne dercesine bakınca Makbule “Eğer karşılık vermeden kalkıp gitseydin herkes kendi dünyasında mutlu, huzurlu yaşayacaktı.” dedi. Bunun üzerine Buse’ye, seni sevmesem bu kadına tahammül etmezdim dercesine baktı. Sonra da Makbule’nin gözündeki gözlükleri usulca uzanıp aldı. Ruhunun derinliklerine nüfuz edercesine nazar etti: “Ülkenin sayılı iç mimarlarından Makbule Büyükgöz! Şunu beyninizin ve benliğinizin silinmez bir yerine kaydedin! Sevgi dolu, merhametli olmak mükemmel olmaktan daha iyidir. İnsanları eksikleriyle severseniz huzur bulursunuz.” Bayram salondakileri eliyle göstererek “Biz sizi en itici haliniz ile kabul ediyoruz.” dedi. Bütün kızgınlığı ve kırgınlığına rağmen annesini böyle yapayalnız görmek Buse’yi üzüyordu. Bayram paltosunu giymek için askılığa doğru yürüdü. Küçük Zeynep tüm korkmuşluğuna rağmen masumiyetin verdiği sevimlilikle “Anneanne, anneanne…” diyerek sarıldı. Makbule’nin öfkesi o kadar büyüktü ki en temiz duyguları bile algılayamıyordu. Zeynep anneannesinden ağır ağır ayrıldı. Sonra annesinin elinden tutup babasının yanına doğru yürüdüler. Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Üstlerini giyip çıkarlarken Buse “Hoşça kalın.” dedi. Bayram “Kalbinizin sesini dinleyin.” dedi. Bahri “Üzülmeyin çocuklar bu gece yılların birikmişliği patladı.” dedi. Her değişim direnç ile karşılaşıyordu. Bayram arabaya giderken Buse’ye “Yolumuz zorlu ve uzun…”dedi. Ailesiyle birlikte arabasına binip karanlık geceyi aydınlatan farlarını yaktı. Karanlıkları aydınlatarak yol aldılar.
Son