Ben”i” Bırak/ma Fedakârlık…(3) / Kenan Kurban

Yine mehtaplı bir gecede çoğu zaman olduğu gibi satranç müsabakası yapan Edip ve Elvan’a, Ege Denizi’nden ılgıt ılgıt esen tatlı rüzgâr eşlik ediyordu. Edip’e atıyla hamle yapıp “Güzel bayan, mat geliyor.” dedi. Kale ile karşılık veren Elvan “Akıl ve zekâ oyunları sizi aşar Edip Bey. Siz gidip şiir yazıp türkü söyleyin.” dedi. Karşılıklı her hamlede atışıp gülüşerek eğleniyorlardı. Neşenin zirveye çıktığı anda çayından bir yudum daha alan Edip’in yüzü bir anda yüzü düştü. Elvan “Ne oldu?” diye arkaya doğru bakarken Edip “Gene geliyorlar bencil, muhabbet kırıcılar.” dedi. Elinde bölgenin en ünlü ve pahalı tatlısı, saçları hafif dökülmüş, kravatlı, takım elbiseli, hafif göbekli, altmış yaşlarındaki adam ile bir salon toplantısına gidiyormuşçasına zarif giyinmiş ve bakımını hiçbir şartta ihmal etmeyen havalı eşi, asık suratlarıyla yaklaştılar. Bu kez Elvan buz dolu sürahiden soğuk su içip “Eyvah, Ticaret Odası Başkanı ve onun dekan eşi, bu kederli gece bitmez artık.” dedi. Adam elini kaldırıp kalın, otoriter sesiyle “Aziz ve sevgili dost Edip, selamlar.” dedi. Edip içindeki tüm olumsuz duyguları zorla da olsa bertaraf edip gülümsedi, şevkle ağır ağır ayağa kalkarken “Ooo sayın Zafer Başkanım, kıymetli dekan eşleri” eliyle de sandalyeleri göstererek “Buyurun, şeref verdiniz.” dedi. Elvan ise hızla masayı toparlamaya çalışırken Başkan “Dekan Hanım’a dedim, kaç zamandır ozan ve bilge adam Edip dostuma gitmiyoruz. Haber vermeden çat kapı yapalım dedik.” dedi. Elvan misafir kadına elini uzatırken “Ne demek, her zaman başımızın üstünde yeriniz var. Şeref verdiniz.” dedi. Başkan elindeki paketi masaya bırakırken “Şehrin en iyi, en pahalı tatlıcısından bir kilo yetmez deyip tam iki kilo sipariş verdim.” dedi. Edip de tokalaşırken “Her zamanki gibi kibar ve eli açıksınız Zafer Başkanım.” dedi. Elvan masadakileri mutfağa götürmek için eline aldığında kadın da birkaç parça eşya alıp “Ben de size yardım edeyim.” dedi. Edip “Nasılsınız Zafer Başkanım? Uzun zaman oldu hasbihal edemedik.” dedi. Adam gayet rahat, koltukları kabarmış “Dostum rica ederim. Ne demek Zafer Başkanım, lütfen bana ismimle, Zafer diye hitap edin.” dedi. Edip “Eyvallah” dedi. Zafer, şüpheli gözlerle etrafta başkaları da var mı diye son bir defa kolaçan etti. Emniyette hissedince kendini saldı. O an yüzü asıldı, parıltılı pulları dökülünce paçavraya dönen elbise gibi buruş buruş oldu. Mutfakta ise Elvan tatlıları ikram için hazırlarken kadın içini soğutmak için peş peşe buzlu su içti. Elvan kaygılı gözlerle bakıp “Dekan Hanım, iyi misiniz?” Daha çok başına tebelleş olmaması duasıyla “Dilerim bir sıkıntınız yoktur?” dedi. Kadın tekrar doldururken oturun işareti yaptı. Elvan elindeki işi bırakıp hemen yanına oturdu. Kadın dertli dertli “Ben koskoca iletişim fakültesi dekanı Banu Çapmaz. Eşim ise bugüne bugün üst düzeyden herkes ile rahatça görüşebilen oda başkanı Zafer Çapmaz… Şehirdeki iş adamları gözünün içine bakıyor. Bir sözüyle hayatlar değiştirecek kadar etkin. O kral, ben de kraliçe gibiyim.” Tekrar bir yudumda içip “Gel gör ki kendi çocuklarımıza sözümüz geçmiyor. Üstüne üstlük bizi yiyip bitiriyorlar. Bu nasıl olur diye düşünmekten çıldıracağız.” dedi. Elvan elinden tutup “Geçer… Her şey zamanla yoluna girer Banu Hanımcığım.” dedi. Banu öfke patlamaları içinde “Bir şeylerin zamanla düzelmesine alışkın değiliz, emri veririz, derhal olur.” dedi. Mevzuyu geçiştiremeyeceğini anlayan Elvan mecburen derinleştirdi, “Yine Atakan mı?” dedi. Banu acı acı gülüp “O evlatların içinde en iyisi açıkça ‘Ben ne okurum ne çalışırım, sizin paranızı yiyeceğim.’ dedi. Hali belli günleri berduşlukla geçiyor. En azından elimizin altında. Ama kızım bize ne hayaller kurdurmuştu. Avusturya’da mimarlık okuyup doktorasını yapıp ülkeye dönecekti. Biz de devlette üst kademelere gelir, bizleri gururlandırır dedik. Senelerce para döktük. Oysa küçük hanım gizli gizli müzik eğitimi almış. Şimdi Viyana’da sokak çalgıcısı olmuş.” dedi. Elvan alelacele konuyu değiştirme için “En azından büyük oğlunuz Burutay iyi bir yazılımcı diye biliyorum. O hayallerinizi gerçekleştirir.” dedi. Kadın bu dolaptan aldığı gazozu bir seferde yarılayıp “Asıl büyük dert o… Kurduğu yazılım firması para kazansın diye bütün dostları seferber ettik. Başarılı olunca ileride bakan falan olur diye umutlanmaya başladık.” dedi. Elvan “Eee ne güzel işte.” dedi. Banu “Elvan Hanımcığım kahretsin başarılı ama nerede? Bu casus yazılımlar yazıp bankalara, büyük finans kurumlarına sızıp para tırtıklıyormuş. Bildiğin bilgisayar korsanı olmuş.” Ellerini açıp başını arasına alıp “Pöff düşünsenize başarılı iş adamının ve dekan hanımın oğlu bilgisayar korsanı… İnanılmaz.” dedi. Elvan “Belki bir yanlışlık vardır. Niye yapsın, paraya ihtiyacı mı var?” dedi. Banu “Zaten mesele para değilmiş. Kendine olan saygısı ve neler yapabileceğini âlemde herkese göstermekmiş.” dedi. Elvan şaşkın kaşlarını kaldırıp “Garip…” dedi.
Zafer “Ya azizim şimdi büyük umutlarla yetiştirdiğim oğlum… Benim gibi yasalara harfiyen uyan, elli ülkeye ihracat yapan adamın oğlu illegal işler yapıyor. Biliyorum yapma desem de yapmaya devam edecek. Şimdi ben göz yumsam bile bir gün yakayı ele verecek. Senelerce fedakârlıklar ve büyük emeklerle gergef gibi dokuduğumuz o itibarımız” birleştirdiği iki elini aniden açarken “Püf” sesi çıkartıp “buhar olup gidecek. Şimdi aklıma gelen tek yol, hafif ve şerefimize helal getirmeyecek bir suçu üzerine yıkıp içeri attırmak.” dedi. Edip acıyan gözlerle bakarken iyi bir edebiyatçı olduğu halde teselli sözleri bulamadı. Her zamanki âdeti üzere dünyanın en risksiz, kolaycı “durumu idare et ama soruna dair bir çözüm yolu gösterip risk alma” tavrını takındı. Edip “Zafer Beyciğim üzülme, belki zaman size aklınıza gelmeyen üçüncü bir yolu karşınıza çıkartır.” derken kendi çocukları aklına geldi. Şükür ki hepsi işinde başarılı ve mutlu evlilikleri vardı. Onun rahatını, huzurunu hiç bozmuyorlardı. İsimleri kanunsuzluk, hapishanenin cümlesi içinde kelime bile geçmezdi.
Harika, Down sendromlu çocuklara yardım gecesinde maruz kaldığı o muhteşem sevgi seli karşısında kalbi hiç olmadığı kadar yumuşamıştı. Ama benliği bunu zayıflık algılayıp bastırması talimatını çoktan vermişti. Evine tam girecekken yandaki kız kardeşinin griye boyalı villasına baktı. Işıkları yanıyordu. Kocasıyla yaşadığı sıkıntının derdini birisiyle paylaşmaya acilen ihtiyacı vardı. Üstelik Sanem sinsi hesaplar yapmada, oyunlar kurmada mahirdi. Kendisinin itibarını da düşürmeden kocasıyla olan sorununda bir çıkış yolu gösterebilirdi. Tam adım atacakken vazgeçti. Mevzuyu bir şekilde Güven de öğrenecek, muhtemelen ailelere de sıçratacak dedikodu mekanizması işlemeye başlayacaktı. O zaman da yara derinleşip onarılmaz bir hâl alacaktı. Hem gecenin bu vaktinde huzurlarını kaçırmanın bir anlamı yoktu. “Ben mesut değilsem bile en azından kız kardeşimin mutluluğu bozulmasın.” dedi. Ailenin sır küpü Adil’i tekrar aradı, hâlâ telefonu kapalıydı. Mesajlarına baktı, okunmamış görünüyordu. Sitemkâr “Yine hangi âlemlerdesin be çocuk, lazım olduğun zamanlarda ulaşılmaz oluyorsun.” dedi.
Harika ile Sanem’in hakikatte yan yana olan yalnız o muhteşem villaları değildi. Onlar aslında yan yana akan iki nehirdiler. Aynı kaynaktan beslenip, eşdeğer debiye sahip, benzer verimli toprakları sulayıp, aynı kirlenmişliklere maruz kalıp yine aynı denize dökülüyorlardı. Şimdi ikisi de birbirinden farklı olmayan engelle karşı karşıya kalmışlardı. Ya o engeli hırçınca çarparak yıkıp aşarken önüne çıkan her şeyi götüren sel olacaklardı. Ya da sabırla suyun o kendine has yumuşaklığıyla aşındıra aşındıra kimselere zarar vermeden o engeli aşacaklardı. Ya da hiç aşamayacaklardı.
Ölüm sessizliğinin olduğu evde Sanem üç kızıyla hiç konuşmadan dondurma yerken ortanca kız Alara hüzünlü, bir o kadar da kızgındı. En sonunda hiddetle patlayarak “Anne, babam bir daha eve gelmeyecek mi?” dedi. Büyük kızı Azra ise sevgi cümleleri içeren mesajına gelen cevaba kalp emojisi attı. Sanem kafasının içinde karşılaşacağı olayları önceden düşünmüş olmanın rahatlığıyla sakin, tane tane “Kızım babanla maalesef benden kaynaklanmayan bazı anlaşmazlıklar yaşıyoruz. Ben bu süreçte sizlerin hiç yıpranmamanız için…” derken Azra küçümser bir şekilde “Zarar görmeyelim diye ne yaptın? En ünlü, seansları pahalı psikologdan randevu mu aldın?” umursamazca elinin tersiyle itme hareketi yapıp “Aman aman kalsın, dakikalarca boş boş konuşacak. Ailenin yerini kimse alamaz, sevmeye devam et, falan filan.” Sonra telefonuna gelen kalp emojisine bakıp “Zaten benim de ihtiyacım yok.” dedi. Alara bir yaşındaki Lale’yi öpüp gözleri nemli, sesi titrek “Anne, sen babamızı bize geri getir. İstersen sen bir yolunu bulursun. Hem siz şimdiye kadar hiç kavga etmediniz.” dedi. Yaşlar döküldü dökülecekken Sanem uzanıp gözlerini silip “Peki kızım, bir yolunu bulacağım.” dedi. Bu gecenin son cümlesi oldu.
Sabahın yedisinde havaalanında çıkış kapısının heyecanla bekleyen Güven, kulağında küpesi, uzun saçları, dar kesim tişörtü, kovboy kemerli kot pantolonu, elinde küçük deri çantası Adil’i görünce hemen elini kaldırıp “Adil… Buradayım kayınço.” dedi. Adil gördüğünü belirtmek için sadece başını sallayıp ağır adımlarla yanına gelip “Merhaba Güven Tıkır…” dedi. Güven sarılmak için hamle yapsa da Adil elinin ucuyla tokalaşmakla yetindi. Güven “Ne iyi ettin de geldin.” dedi. Adil “Sanem ile çocukların hatırına geldim.” dedi. Güven’in tek kapılı spor arabasına bindiler. Adil “Bu araba kaç model?” dedi. Güven “İki bin yirmi iki.” dedi. Adil “Eski model arabalara binme, yolda kalırsın.” dedi. Adil telefonunu açtığında mesajlar peş peşe yağmaya başladı. Adil “Bu Harika beni peş peşe aramış yetmemiş ara diye de mesajlar atmış.” dedi. Güven’e bakıp “Siz ne ayaksınız he?..” dedikten sonra Harika’yı aradı. Çalan telefon hemen açıldı. Adil “Harika, beni aramışsın? İyiyim, sen? Sesin bir tuhaf.” dedi. Karşı taraf konuştukça Adil’in üzerine yolculuğun değil ama duyduklarının bitkinliği çöktü. Telefonun ahize kısmını kapatıp Güven’e “Ejder’in iş yerine gidelim.” dedi. Sonra da sesi dışarı verip “Evet Harika…” dedi. Harika “İşte biz baya baya şiddetli tartıştık. Bu evi terk edip gitti. İki gündür ne bir mesaj ne bir özür hiçbir şey yok. Şimdi babamı arasam akıl sorsam rahatını bozup da bir şey demez, hele hele buraya hiç gelmez. Eee annem panikler, telaş yapar, sorun katmerleşir. Sen hem hukukçu hem de insan ilişkilerinde iyisin. Bu sebepten bana yol gösterecek, teselli verecek en yakın sen aklıma geldin.” dedi. Adil “Harikacığım, iyi düşünmüşsün de bana biraz müsaade ver. Ben bir ölçüp biçeyim tamam. Ben seni alolarım.” dedikten sonra telefonu kapattı. Güven sinirli “Ne iş lan bu huzursuzluk, kavga virüs gibi bütün aileye bulaşmış.” dedi.
Gün boyu beraber olan Adil, Güven ve Ejder uzun uzadıya konuşup durum değerlendirmesi yaptılar. Zaman zaman da kafa dağıttılar. Artık top ablalarının biricik sevgilisi olan, sözlerine kıymet verilen en küçük kardeş Adil’deydi. Üçlü akşam olunca önce Harika’nın kapısına vardılar. Biraz gergin biraz ümitli eve tam girecekken Güven aniden Ejder’in bileğinden tutup “Bacanak üzerinde emanet var mı?” dedi. Ejder “Biz Karadenizliyiz.” dedi. Güven avuç içini gösterip “Doğru, hem de ani öfke patlaması yaşarsın, şimdi içeride beklenmedik bir durum olursa senin sağın solun belli olmaz, bana ver.” dedi. Ejder “Canımı iste veririm. Ama silah olmaz” dedi. Adil “Ejder doğru söylüyor.” deyince gücüne gide gide çıkartıp Güven’e verdi. Güven silahı kontrol ettiğinde “Şuna bak, bir de mermi ağzında.” Gülerek tabancaya bakıp “Şimdi sakin ve emin ellerdesin. Artık kimseye zarar veremezsin.” dedikten sonra beline taktı. Adil, Güven ve Ejder’i kapı açıldığında görünmeyecek şekilde yana gizleyip zile bastı. Kapıyı açan Harika karşısında kardeşini görünce şaşkın, o siyah sıpa gözleri daha da büyüyüp ellerini havaya kaldırarak “Bu ne muhteşem sürpriz!” derken boynuna sarıldı. Harika “Telefonda niye geldiğini söylemedin?” dedi. Adil “Sen beni arayıp ulaşamadığında, mesajlar attığında ben uçaktaydım.” Arkadan olan biteni izleyen Güven kendini gösterip “Baldız, çocuğu ben senden önce aramışım. Ben davet ettim. Bizim de kız gardaşınla aramız açık, ne tesadüf siz de aynı dertten muzdaripsiniz.” dedi. Adil içeri girince oğlanlar “Dayıcığım” diye koşarak geldiler. Adil dizlerinin üzerine oturup kollarını yana açarak üçünü de kucakladı. Sıkı sıkıya sarıldılar. O an bütün dertler buhar olup uçup gitti. Sarp sıkılmış, dayısına çak yapıp “Kral hoş geldin de beni hâlâ aldırmadın Amerika’ya?” dedi. Adil “Hırçın adam, seni niye aldırayım? Sen orada haylazlıktan başka bir iş yapmazsın.” dedi. Sarp “Kral bunlar aramızda mevzular biliyorsun.” dedi. Bu arada evin en masumu Kayra bu kez alıngan ve huysuzca “Hani benim hediyem, hani benim hediyem?” diyerek dayısının ayağını tekmeledi. Onun seviyesine kadar çöküp boynundaki el işi aslan başlı kolyeyi boynuna bilekliğini de bileğine takıp “Aslan parçası” dedi. Güven “Eee baldız bizi kapıda mı ağırlayacaksın?” diyerek içeri geçince Harika ile Ejder göz göze geldiler. Bakışlarında hâlâ birbirlerini sevdikleri belliydi. Silah ve kalemle karşılıklı tehditlerin havada savrulduğu iki gün önceki o son gece tekrar yaşanır gibi olunca gazap duygusu galebe çaldı. Kelimeler boğaza düğümlendi. Böyle anlarda iki tarafta ilk özrü, ilk itirafı karşıdan bekler. Sonra kalpler yumuşayınca itirafların ardı arkası kesilmez ve sevgi galebe çaldığından hatalar yok hükmünde olur. Şu an ilk itiraf yapma cesareti ikisinde de yoktu. Harika arkasına dönerken sesinin ilgisiz ve kasvet dolu tınısıyla “Hoş geldiniz…” dedi. Ejder alışılageldik o gür, baskın konuşma üslubunun aksine kısık “Hoş bulduk.” dedi. Altın varaklı üçlü koltuğun ortasına oturan Adil’in kucağına Kayra zıplayarak otururken Kaya ve Sarp ise iki yanına oturdular. Harika tekli koltuğa otururken diğer tekliye Güven geçti. Ejder ise ikiliye oturdu. Çocuklar dayısıyla geyik yaparken Harika, Güven’e “Ben de iki gündür size uğramadım. Bizim huzursuzluğumuz sizin eve de sıçramasın diye.” dedi. Güven her zamanki tatlı diliyle “İyi düşünmüşsün. Zaten siz baya baya mafya usulü birbirinize racon kesmişsiniz. Valla bizimkisi sizinkinin yanında çok masum. Zaten sadece ailesini düşünen aile reisinin yaptığı teknik bir hata.” Adil’i işaret ederken “Arızayı giderirken senin ve Sanem’in en çok sevdiği gardaşı da yanımda olursa kolayca çözülür diye düşündüm.” dedi. Sonra eline küçük deri çantasını alıp ayağa kalkarken “Adil sizin buradaki mevzuyu çözerken ben de gidip güzel eşim ve kızlarımla ortamı ısıtmaya çalışayım. Ne de olsa bizim sıkıntı sizinki kadar derin ve zor değil. Siz de bir an önce barışıp bize gelin de o nahoş durumları düzeltelim.” Sonra Ejder’e bakıp “Yine aslan bacanağın getirdiği organik etlerle patlayıncaya kadar mangal pişirip yiyelim.” dedi.
Hasretler giderilip hal hatırlar sorulduktan sonra Adil yumuşak yumuşak konuya giriş yaptı.
“Ben dünyanın özellikle mistik merkezlerini gittim, eğitimler aldım. Senelerdir hukuk eğitimi hem alıyorum hem de öğrencilere ders veriyorum. En sevdiğim alan…” Sonra elindeki bardağı sehpanın üzerine bıraktı. Ukala tavırlarını da bir kenara bırakarak kendini toparladı ve saygılı bir şekilde “Bilirsiniz bizim evlerimizde pek Allah’tan peygamberden bahsedilmezdi. Biz de sıradan insanlar gibi sadece varlığına inanırdık. Bir yerlerde bir yaratan var ama uzaklarda bir yerlerdeydi. Fakat zamanla şunu fark ettim ki insanların kanun yapabilmesi, adil kalabilmeleri için onların da üstünde bir gücün olması gerekli. Daha büyük, yenilmez, yorulmaz… Yani eksiksiz… Ben artık yaratıcının sadece varlığına değil kanun koyuculuğuna” doğru kelimeyi bulmakta zorlandığından son harfi uzatarak “Aaa Türkçe de buna İlah, evet İlah deniyor, ben bunu kabul edince rahat ettim. Çünkü kendi tanrılığımı kabullenmenin sınırına gelmiştim ki Allah’ın İlahlığını kabulle ferahladım. Egomla, benliğimle ancak böyle başa çıkabildim. Aldığı her galibiyet ve başarı insanı tanrılığa götürüyorsa aslında bu ölümdür. Hem de mutlu mutlu yaşadığını zannederek ölmektir.” Sonra “Hakikati bilmeme rağmen maalesef bu negatif benlikten ben de kurtulamadım. Beni de bu benlik sarmış. Ama ben en azından artık düşmanımın kim olduğunu biliyorum.” dedi.
Güven’in gözü saatinde, ışıkları yanan evine doğru çimleri ezercesine basıp ilerlerken yüreği güp güp atıyordu. Sanem’in öfkesinin bir nebzede olsun soğuduğunu, üstüne üstlük tatlı dili ve yapacağı sürprizle arayı düzeltebileceğini düşünerek yine mutfak kapısından içeri girip “Sanem, canlarım…” diye seslendi. Mutfağa gelen Sanem “Ne istiyorsun? Niye geldin?” derken arkasında beliren Alara “Aa baba sen mi geldin?” dedi. Güven ise hızla Alara’yı kucaklayıp öperken “Evet size sürpriz yapmak istedim.” dedi. Yürüyerek salona geçti. Güven bu kez Lale’yi kucağına alıp sevmeye başladı. Modaya uyup saçının bir tutamını ve tırnaklarını da pastel maviye boyayan Azra telefonu elinde alakasızca “Hoş geldin babiş…” dedi. Güven çocuklarla vakit geçirirken hizmetçi Sanem’e “Ne yapayım?” diye baktı. Sanem başıyla “Devam et…” işareti yaptı. Hizmetçi üst kata çıktı. Sanem ise gayet sakin onları izlerken kapının zili çaldı. Sanem’in yüzünde de “Bu saatte kim?” ifadesi belirdi. Güven ise kendinden emin yüzü gülüyordu. Sanem kapıyı açınca kocaman bir kırmızı gül buketi kendisini karşıladı. Sonra yavaş yavaş inince çiçekçi çocuğun yüzü göründü. Çiçek “Sanem Hanım.” dedi. Sanem “Evet.” Çiçekçi “Bunlar size.” dedi. Bu arada Güven kızlarının yanından kalkıp Sanem’e en yakın koltuğa geçti. Sanem gayet soğuk güllere bakarken Güven koltuğa iyice yaslanıp çantasından kırmızı kadifeyle kaplı kutuyu açtı. İçinden pırlantalarla kaplı kolye çıkartıp içinden “Bu küçük yol kazasını hallettik say.” dedi. Sanem önce üzerindeki küçük zarfın içindeki kartı alıp baktı. Güven özellikle Alara’ya bakıp zafer işareti yaptı.
Devamı Gelecek Ay…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir