İnsanların odak noktaları vardır. Kimisi için para, kimisi için mal, kimisi için makam, bazıları için evlat, sevdikleri, ailesi, arkadaşları… İster Müslüman ister gayrimüslim olsun hayat süreci içerisinde bu odak noktalarından biri/birçoğu hepimizin karşısına çıkar. Hem de defalarca. Hatta insanoğlunun çoğu bunların birini ya da birkaçını hayatının merkezi haline getirerek o psikolojiyle tüm enerjisini “merkez” gördüğü şeyler etrafında tüketerek ömrünü geçirir, gider. Çok acı ama ölüme de öylece gider. Üstelik insan ömrünün, aslında kendileri de geçici olan bu merkezler etrafında harcanması hiç de akıllıca değildir. Özellikle bir Müslüman için.
Hepimizin malumu Müslümanın hayatının merkezinde “Allah” olmalı ve nefs denilen emanet bizi bu merkezden çıkardıkça yine yeniden aynı merkeze girmeli. Tekrar, tekrar ve tekrar. Ömür oldukça.
Bu manada namaz Müslümanın bu tekrar dirilişlerine sebep olan, nefse rağmen nefsin alanının daraltıldığı müthiş bir ibadet, müthiş bir yöneliş. Namaz vakitlerindeki aralık dahi bu dirilişleri sağlayacak şekildedir. O yüzden vaktinde kılınan namaz daha faziletlidir. İbni Mesut’un (r.a.) rivayet ettiğine göre; bir adam Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.); “Amellerin/ibadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. (Buhari-Tevhid, 48)
Namaz vakitlerindeki aralığın hikmetini merhum Dr. Haluk Nur Baki şöyle anlatır; “Sırrı Muhammedî’nin yansıdığı gönlün nefsin tesiri ile boğulmaması, paslanmaması için bir şeye ihtiyaç vardır. O da namazdır. Namazın saatleri bir insanın nefsinin, o insanın gönlünü tahrip edeceği süreye göre ayarlanmıştır. Diyelim ki iki saat, üç saat. Bu ara nefs gönülde var olan o emsalsiz güzelliği gölgeleyebiliyor. Araya giren bir namaz o gölgeyi siliyor ve gönlü aslına döndürüyor. Namaz vakitlerindeki büyük hikmet budur.”
Allah ne kadar merhametli! Kulunun nefsin kulu olarak yaşamasını istemiyor. İstemediği gibi bu manada bizi bize de bırakmıyor. Hepimiz biliyoruz ki namaz bize farz. Yani illa namaz kılınacak!
“… Secde et ve yaklaş.” (Alak, 96/19) ayeti insanı heyecanlandırıyor. Allah’a yakınlaşmak Müslümanın en önemli hedefi. Ve bu hedefe ulaşmak için Yüce Yaradan bize günde en az beş defa fırsat tanıyor. Üstelik vakit aralarında ona olan asiliklerimize, isyanlarımıza rağmen. Bu bana annesinin sözünü dinlemeyen ve mukabilinde onun hışmına uğrayan ama yine de teselliyi sıkıca annesine sarılarak, annesinin merhametinde, şefkatinde arayan “Annecim bir daha seni üzmeyeceğim.” diye ağlayan çocukları hatırlatıyor. Ne ilginç değil mi? Annenden yine annene sığınıyorsun.
Allah-kul ilişkisi de böyle. Tüm hatalarımıza, asiliklerimize rağmen yine de huzuruna varmamızı emrediyor. Aslında namaz Müslüman için bir hayat tarzı. Hem de bir asansör gibi bizi manaya taşıyan hayat tarzı. Ankebut suresi 45. ayette “Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyrulduğu üzere namaz kılanın ahlaken, manen terakki etmesi beklenir. Ama ne yazık ki birçoğumuz namazı kıymeti mukabilinde kılamadığımız için ayette belirtilenlerden eksik kalıyoruz.
Tabii kıymeti mukabilinde namaz kılmak da öyle kolay değil. Bıkmadan usanmadan her vakit uğraşmak gerekiyor. Ve buna namazlarımızı “vazife” mantığından çıkararak başlayabiliriz. Namaz bizi Allah’a yakınlaştıracak en önemli vesile. Böyle bir psikolojisi içerisinde olmalıyız. Bir hadis-i şerifte; “Muhakkak ki sizden biri namaz kılarken (aslında) Rabbiyle özel olarak konuşmaktadır.” (Buhârî, Salât, 36) buyruluyor. Düşünsenize namazda Rabbimizle özel olarak konuşuyoruz. Ne büyük lütuf!
O zaman bu özel buluşmaya hazırlanmak da gerekir. Ki biz normal hayatta da biriyle özel olarak buluşacaksak önceden hazırlanırız. Bu hazırlanma süreci bazen günler öncesinden, bazen saatler öncesinden başlar. Kılık kıyafetimize çeki düzen veririz. Konuşacaklarımızı düşünür hatta prova ederiz. Duruma göre değişen hazırlıklar yaparız. Ama nedense en önemli buluşma için hazırlık bilincimiz ya yok ya da zayıf.
O yüzden biz vakitler arasında namaza hazırlanma şuurunu geliştirmeliyiz. Misal; sabah namazını kıldık, öğlen namazına kadar namaza hazırlık psikolojisi içerisinde olsak. Ve tüm vakit aralarında bu psikolojiyi korusak, nasıl olurdu? Böyle bir psikolojiyi elde etmede Şenel İlhan Beyefendi’nin mihenk taşı gibi bir sözü vardır. “Her durumda duruşumuz Allah’tan yana olmalı.” der.
Düşünsenize yaşadığınız her şeyde, Rabbim ben burada nasıl davranırsam Seni üzmem ve Senin rızanı kazanırım diyerek tavır aldığınızı. Uyurken, uyanırken, yerken, içerken, sosyal ilişkilerde, merhamet ederken, çalışırken, adil olmanız lazımken, cömert olmanız gerektiğinde… Allah’la irtibatı koparmamak için elinizden geleni yaptığınızı…
Bir arkadaşım anlatmıştı. “Bir gün hazırlandım, dışarı çıkacağım. Tam kapıda iken komşum aradı. Ve yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Yanına gidersem, ben gideceğim yere geç kalacağım ama gitmezsem o mağdur olacak. Sonra Allah komşuma yardımımı dilemese beni aratmazdı diyerek yanına gittim. Sonuçta hem onun işi görüldü hem de ben de gideceğim yere gittim. Ama Allah’ın rızasını, isteğini gözeterek davranmış olmak komşumdan çok, beni mutlu etti. Ve eminim ki manen bana daha çok faydası oldu.” dedi.
Aslında bu gibi misaller hepimizin karşısına çıkar. Uyanık olup yaşadıklarımızda duruşumuzu Allah’tan yana sergilersek kıldığımız namazlar zaman içerisinde gerçekten namaz olmaz mı? Namazdan hâsıl olması gereken sonuçları doğurmaz mı?
Allah’a emanet olun.