Bize Osmanlı Arşivi’nin tanımını kısaca yapar mısınız? Burada ağırlıklı olan kitap mı, evrak mı, tapu mu? Osmanlı Arşivleri deyince aklımıza ne gelmeli?
Osmanlı’nın başlangıcından bakanlıklar tarihi olan Hicri-1255’e kadar olan döneme “Merkez Evrakı” diyoruz. Bunların içinde A’dan Z’ye her türlü konu var.
Hukuk da mı bunun içerisinde?
Tabi.
Tapular da var mı?
Hayır, tapular ayrı. 1620’lere kadar tapular var. 1640-50’li yıllara ait avârız defterler var. Bunları vergi toplamak için yapılan bir sayım gibi düşünün. Mühimme defterleri var. Bugün itibariyle söyleyecek olursak bakanlar kurulu kararları gibi. Padişah’ın aldığı savaş kararından tutun da bir insanın hukukî kararına kadar her şey var. Bir vakıf kararını da, bir köyle alakalı herhangi bir meseleyi ya da vergilerle alakalı konuları da bulabilirsiniz. Hicri-1255’ten sonra bugünkü bakanlıklar kuruluyor. Bu bakanlıklardan milli savunma bakanlığı, o zamanki ismi Seraskerlik ve bunlara ait elimizde çok az evrak var. Onların hepsi, Milli Savunma Bakanlığı – ATS arşivinde. Bunun haricindeki tüm bakanlıklara ait evraklar arşivimizde bulunuyor. Bunlardan -defterler ağırlıklı olmak üzere- 8 milyonunun görüntüsü bilgisayar ortamına aktarılmış durumda. Araştırıcı iznini aldıktan sonra günlük olarak 70 tane gömlek (1 gömleğin içinde 1 belge de 100 belge de olabilir) 5 tane defter, 2 tane dosyaya ulaşılabilir. Yine 5 dakika içinde istenildiği kadar görüntü alınabilir. Ayrıca yaklaşık 30 milyona yakın evrakın tasnif edilmiş özetleri var. Bir de dosya usulü bir sistem var. Mesela 1898 yılının 1 nezaretinin evrakı ayrı bir dosyaya konulmuş. Araştırıcı bunlardan da yararlanabilir. Ayrıca devletarsivleri.gov.tr adresinden üye olmak kaydı şartıyla dışarıdan bu özetler görülebilir. Yine Cumhuriyet arşivinin kataloglarına da internet ortamından ulaşılabilir.
Bunların hepsi Türkçe mi?
Evet Türkçe. İnternet ortamında tespit edilmiş belgeler, araştırma izni almak kaydı şartıyla gelip burada incelenebilir. Japonyalısından Amerikalısına yerli yabancı ve çoğu akademisyen olmak üzere günde 100-150 kişi gelip burada çalışma yapıyor.
Genelde yabancılar mı geliyor?
Yabancılar da oldukça var. Bizim akademisyen hocalar, genelde asistanlarını gönderirler.
Biraz önce çok önemli belgeler gösterdiniz, Amerika’yla yapılan anlaşma gibi. Böyle bir arşiv niçin gerekli?
Arşivler, bulundukları milletin hafızasıdır. Hafızası olmayan, geçmişini bilmeyen, geçmişinden ders almayan millet geleceğine yön veremez ve geleceğini çizemez. Geçmişte arşiv oluşturmayan ve geçmiş kaydı olmayan milletlerin çoğu haritadan silinmiştir. Ayrıca Osmanlı Arşivi, dünyadaki en zengin belgeye sahiptir. Yine Anadolu’da, valiliklerde, nüfus idarelerinde, tapu dairelerinde bize devredilmesi gereken evraklar da var. Bunlar ileriki günlerde kanun çerçevesinde toplandığı takdirde burası daha da büyüyebilir. Çünkü elimizdeki evrakları tasnif edip gömleklerine yerleştirdikten sonra 120 kilometrelik bir raf sistemi olacak. Eğer Anadolu’dakiler de gelirse bu 150 kilometreyi geçer. Dolayısıyla dünyada eşi benzeri olmayan bir hazine, bir arşiv oluşturulmuş olacaktır.
Siz çok araştırma da yaptınız. İlk defa yayınladığınız makaleler de var. Çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
Ben Orta Karadeniz ile alakalı çalışıyorum. Bu bölgeyle ilgili şu ana kadar yayınlanmış 3 tane eserim var. Sayısını bilmediğim epey bir makale ve konferanslar var. Tabi saha araştırmaları var. Özellikle saha araştırmaları daha önemli. Mesela elimizdeki belgeye bakarak Anadolu’da o belgelerin geçtiği mekânları görmeye, bugünle geçmişin alakasını kurmaya çalışıyoruz. Ne değişti? Sosyolojik olarak neler oldu? 1500-1600 yıllardaki bir belgede geçen konular ve o insanların torunları hâlâ oradalar mı? Dedelerinin özelliklerini ve inançlarını halen taşıyorlar mı? Bir tarihçi ve saha araştırıcısı olarak bunlar benim için çok önem taşıyor. Onun ötesinde Anadolu’da, özellikle Orta Karadeniz’de, Peygamberimiz’in soyundan gelen Seyyid Efendilerimizle alakalı gittiğimiz yerlerdeki görsel dokümanları alıyoruz, okumaya çalışıyoruz. Osmanlı ve şer-i siciller arşivinde bunların ilgili kayıtları var mı yok mu diye bakıyoruz. Bunun yanında Orta Karadeniz’de sosyal yapı ve sosyal değişme anlamında neler oldu? Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiklerindeki dini inançlarından günümüze kadar neler değişti? Biliyorsunuz Osmanlı ordusu, Yeniçeri ordusuydu ve bunların ekseri yekûnu Bektaşî idi. Bu anlamda Orta Karadeniz’de Bektaşîliğin izleri nelerdir? Bununla alakalı bir belge, bilgi var mı? Özellikle gittiğimiz yerlerde, söylencelerle alakalı insanların zihinlerinde dedelerinden, ninelerinden kalma ne var, ne yok? Bunları takip ediyoruz.
Tabi oradaki türbeler de türbe taşları da önemli.
Tabi ki. Mesela son gittiğimde Tokat ilinin Reşadiye ilçesi Yasiya köyünün Reşadiye’den girişteki karayolunun üzerinde 3 tane mezar taşı buldum. Bir tanesi yere yatmış. Etrafını, çok korunaklı olmamakla birlikte çevirmişler. Dikkatimi çekti. Köylülere sorduğumda “Burada çok mübarek kişiler yatıyormuş” gibi söylediler. “Bunu kim çevirdi?” dediğimde köylülerden bir tanesi, Tokat ve Sivas Vakıflar Müdürlüğüne ve Bölge Müdürlüklerine müracaat ederek buranın incelenmesini istediklerini ve buranın sit alanı olmasını sağladıklarını söylediler. Üzerinde yazılar varmış ama zamana yenik düşerek yazılar okunmayacak şekilde silinmiş. Epey uğraştım kömür ve tebeşirle okuyayım diye ama okumak mümkün değil. Fakat üzerindeki şekillerden bunların Peygamber Efendimiz’in torunu Seyyidler olduğu kanaati hasıl oldu. Tabi bunun belgelerini bulunca o yörenin ve o köyün insanlarıyla da paylaştık.
Orada bir türbe ve bir kabir taşı buldunuz. Üzerindeki yazılar okunmuş olsa bunun tarihi bir vesika olduğunu nasıl delillendiriyorsunuz?
Birincisi, orada elde ettiğimiz donelerin arşivdeki tarihi belgelerle örtüşmesini sağlarız. İkincisi, o kabirler, o mezar taşları hangi aileye aitse o aileyi sorgularız. O ailede geçmişten gelen bilgiler var mı? Yoksa köy halkı orayı terk etti ve sonradan başka yerden birileri gelip onları sahiplendi mi? Çünkü Anadolu’da bu çok yapılıyor. Bazıları bunu geçim kaynağı yapıp bir türbeyi, bir yatırı sahipleniyor. Acaba orada bir nemalanma durumu mu var, yoksa gerçekten bu ailenin bir ferdi mi? Bunlara bakarız.
Gerçekten o ailenin bir ferdi ve onlara ait ise bir delil teşkil ediyor mu?
Evet, zaten onun geriye dönük hikâyesini anlattığında, belgelere de baktığımızda eğer örtüşüyorsa doğru kişinin o olduğunu anlıyoruz. Örtüşmüyorsa sonradan gelip oraya yanaşmış oluyor. Anadolu’da buna “yanaşma” diyorlar.
Aksi halde ailenin elindeki bilgiler ve belgelerle devletin bulduğu bilgi ve belgeler örtüşmeyecek.
Evet, çünkü Anadolu’da “Ben Seyyidim.” deyip de elinde belge olanlar var. Bu gerçekten devletin verdiği bir belge, bir kaynak mıdır, yoksa kendisi bir şekilde bu belgeyi elde edip müteseyyid midir, bunlar çok önemli. Bir tarihçinin, bir ilim adamının bakması gereken noktalar var. Mesela sokaktaki herhangi bir vatandaş bir kabire gidip sahiplense “İşte bu benim dedem.” diye, ne diyeceksiniz, nasıl ispat edeceksiniz? O zaman bu kaideleri kullanacaksınız.
Sultan Köyü’ndeki İpek Yolu’ndan da biraz bahseder misiniz?
İstanbul’dan çıkıp Erzurum’a, oradan da Orta Asya’ya doğru giden yol. Ordu tarafından geliyor, Reşadiye’nin Kuyucak Köyü’nden başlıyor. O vadi de ova gibi, yol belli zaten. Şu anda yolun bir kısmı imar edildiği için kullanılıyor. Ama kullanılmayan yerleri de var orman içinde, bir at arabasının gideceği şekilde dizayn edilmiş. O yolun üzerinde yarım günlük ve bir günlük gidecek şekilde aralıklarla menziller kurulmuş. Devletin görevlisi, diyelim buradan Erzurum’a gidiyor, o menzilde kalıyor. Atı doyuruluyor, atın bakımı yapılıyor yağmurda, çamurda, karda kaldıysa… Yine adamın yolluk ihtiyaçları karşılanıyor, 3 gün sonra yola devam ediyor. Bir de gönüllü teşekküllerin, gönüllü kimselerin yol üzerinde kurdukları zaviyeler var, bunlar da genelde bir vakıf çerçevesinde. İnsanlar geliyor, yiyor, içiyor, bakımı yapılıyor. Ya orada mürid olarak kalıyor ya da yoluna devam ediyor. Bunun bir örneğini Cimitekke Köyü’nde gördük. Cimitekke’yle alakalı da bir çalışmamız oldu. Büyük bir suyun, çam ormanının tam dibine kurulmuş. Hâlâ kurulan tekkenin hamamının taş duvar kalıntılarını orada görüyorsunuz. Bakıyorsunuz bir oda gibi. Tabi ki insanlar oraya gelince yıkanacak, temizlenecek, istirahatini yapacak. Hemen oranın alt tarafında bahçe yapılacak nitelikte arazi ve tarla var, oradakilerin yiyecek ve içeceklerinin karşılanması için. Yılda 2 kere ürün elde edilebilecek bir konumda ve güney cephede. Çünkü o yörede kışlar çok çetin geçer. İki vadinin arasında çok korunaklı ve az rüzgâr alan yerlere yapmışlar. Hem orada hem de Nevşehir Köyü’nde böyle yerleri seçmişler. Bunlar İpek Yolu’nun sağ tarafındaydı. Sol tarafında ise Kotanı Köyü, yeni ismiyle Taşlıca Köyü’nde bir zaviye var. O da yoldan biraz içeriye girince Kotanı Köyü’nün girişinde. Şimdi dağ başında bir zaviye olmaz. Adam dağın başına zaviye kurarsa kim gelecek, kim kalacak? Dolayısıyla bir zaviye mutlaka yol üzerine yapılacak, yakınında hem yakacak, hem de su bulunacak. Çünkü su olunca bağ-bahçe yapılabiliyor.
Yani bir manastır gibi değil. Tamamen medeni olacak.
Zaten İslam müesseseleri, kesinlikle medeniyet oluşabilecek noktalara yapılmıştır. Ama bir kiliseye gittiğin vakit, adeta kartal yuvalarında.
Kotanı Köyü’nü ziyaret etmiştik, ziyaret yeri gibi bir yer vardı.
Ben de o ziyaret yerini gördüm. Köylüler de teyit ediyorlar, oranın hastalıkları şifa için ziyaret edildiğinden bahsediyorlar.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

