Serhat duydukları karşısında bir an şaşkınlık, öfke, sevinç, intikam, güvensizlik duygularının hepsini bir anda içinde yaşamış neye, kime inanacağını şaşırmıştı. Düşündükçe kendisini dipsiz bir kuyuda buluyor, ben, biz, onlar kim sorusunun cevabını arıyordu. Gözlerini Hüseyin’in göz bebeğinin içine dikti. Hüseyin teskin etmek isteyen bir tonda “Evlat, duydukların kolay hazmedilir şeyler değil. Ama güçlü olmalısın.” dedi. Serhat “Ne diyeceğimi, nasıl düşüneceğimi bilemiyorum. Şu an otuz yıl boyunca hırsız bir ana-babanın yanında yetişmiş, onları ailesi bilip benimsemiş birine bir gün ‘Evlat aslında sen padişahın oğlu, şehzadesin. Biz seni bebekken kaçırdık.’ dediğinde nasıl dünyası alt üst olur, boşluğa düşerse ben de aynı boşluğa düşmüş vaziyetteyim.” dedi. Başı öne düştü. Hüseyin ayağa kalktı elleriyle müşfik bir baba edasıyla yüzünü sıvazladı başından öptü. Duvardaki dünya haritasına bakıp “Keşke o boşluğa düşen şu koca dünyada bir tek sen olsaydın, inan seni oradan çekip çıkarmak daha çocuk oyuncağı fakat…” Serhat’ın ağzından cılız “fakat…” kelimesi döküldü. Hüseyin eliyle dünya haritasını gösterip “Ne görüyorsun?” dedi. Serhat alakasızca “Sıradan bir dünya haritası.” dedi. Hüseyin hüzünle “Evlat, ben bakınca hayatı çalınmış mazlumları, ayakken baş olmuş çakalları, efendi olduğunu söylesen kabul edemeyecek kadar mirasından uzak köle zihinli garibanlar görüyorum.” dedi. Serhat kızgın ve anlamsız bir yüz ifadesiyle “Bundan bana ne?” dedi. Hüseyin bütün cihanın yükü üstüne çökmüş gibi koltuğuna oturup “Ceddim Hz. Hüseyin, Kerbela’da savaşacağı zaman şöyle dua etti: Allahım kıyamete kadar ümmetin başına gelecek belaları bana ver ki onlar rahat etsin.” Bir paratoner gibi hepsini çekmek istedi. Sonra buğulanan gözlerini silip “Kader bazı insanların kaderini bazı insanlara bağlamıştır.” dedi. Serhat “Hüseyin amca, sen işi nerelere vardırdın? Ben dünyayı kurtarmaya talip değilim. Sadece Mercan’da bir hanı yönetmeye adayım.” dedi. Hüseyin “Şöyle bir söz vardır. Ön yargıyı kırmak atomu parçalamaktan daha zordur. Bu saatten sonra sen kazansan da kazanmasan da fark etmez.” dedi. Serhat “Eee” dercesine gözünün içine baktı. Hüseyin “Sen farkında olmadan zihinlerdeki Çin Seddini yıkacak ilk adımı atıp işgalcilere karşı çıkılabileceğini gösterdin. Zaten rakiplerinin de korktuğu koltuğu kaybetmek değil zihniyetlerinin yenilebilir olduğunu fark ettirmen oldu.” dedi.
Cesim büyük salona alındı. Hızla tesbihini çevirerek beklemeye başladı. O kadar gerilmişti ki ömrü boyunca hissetmediği yorgunluğu şimdi bedeninde hissediyordu. Çevresindeki eşyaları bile gözü görmüyordu. Bu hâli hizmetçinin açtığı kapıdan içeri giren Adem’in ayak sesleri bozdu. Adem, Cesim’in suratına bile bakmadan yürüyerek masasının başına geçip “Cesim, biliyorsun handa bazı kendini bilmezler bana karşı yönetime talip oldular. İlk başta kızdım sonra sevindim.” Cesim, içinden çokça küfrediyordu. Bu adam böyle alengirli konuştukça işler tümden sarpa sarardı. Adem soğuk cümleler kurmaya devam etti. Adem “Sevindim bunca yılın birikmiş gazını alacağım ve dost-düşman kim, görme imkânım olacak. O sebepten seçim gününe kadar sesimi çıkartmayacağım. Ki herkes rahat rahat hareket etsin. Peki, beni niye çağırttın diye bilsin?” Cesim “Evet” manasında başını salladı. Adem “Seçimlerde en etkili olan isimlerden biri de sensin. Çünkü handa hemşehrilerin arasında sözün muteber, aşiretin ise azımsanmayacak bir güce sahip ve sen tarafını yanlış seçmezsin. Ama ben değişen modaya uyarsın ya da gençlerin rüzgârına kapılırsın diye sana sadece ufak bir hatırlatmada bulunmak istedim. Biliyorsun artık kaybedecek çok şeyin var. Kaybettiklerini ise tekrar kazanacak kadar ne azmin ne enerjin ne de ömrün olur. Üstelik rahata alışan adamların yokluğa alışıp hayata yeniden tutunması imkânsıza yakın zordur.” dedikten sonra eliyle yol göstererek “Hadi, Cesim evine çok geç kaldın.” dedi. Cesim bu yaştan sonra aşağılayıcı sözleri yutmak zorunda kalmanın can sıkıntısı içinde “İyi akşamlar Adem Bey.” diyerek kapıya yöneldi. Kendisini azarlanmış bir yetim çocuk gibi hissediyordu.
Zehra koşarak babasının kucağına atladı. Babası kızını havada yakaladı. Sıkıca sarıp öptü. Onları dikkatle seyreden Fatma eşinde bir gariplik olduğunun farkındaydı. Bekir kızıyla normalde salonda dört dönerek oynardı. Fatma “Senin canın niye sıkkın?” dedi. Bekir “Yok bir şey, zaman zaman olan iş yeri sıkıntıları.” dedi. Fatma “Ben senin eşinim hissederim. Gazeteciyim gerçeği bir şekilde öğrenirim. Ne olursa olsun başkasından duymak istemem.” dedi. Bekir kızına bakıp “Hadi bebeğim sen odanda oyna.” dedi. Zehra “Ama baba ben seni çok özledim.” dedi. Fatma “Tatlım sen odana geç yine baban ile oynarsın.” dedi. Zehra gözü arkada odasına geçti. Bekir “Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?” dedi. Fatma “Ben biliyorum da senin haline bakılırsa sen pek emin değilsin…” Bekir’in simasına karalar çöktü “Hiçbir zaman öyle bir durum mevzubahis değil. Ama bilirsin zaman zaman aşklar, sevgiler sınanır.” dedi. Fatma “Eee, ne yaptın başka birine mi âşık oldun?” dedi. Bekir’in yüzü iyice asıldı “Öyle bir şey değil.” dedi. Fatma’nın gözleri büyüdü. “Peki, nasıl bir şey?” dedi. Bekir “Senin ile tanışmadan önce meslekten sevdiğim bir kız vardı. Sonra bazı hoş olmayan olaylar yaşanınca ayrıldık. On yıldır ne görüşürüz, ne de bir şekilde bir araya geliriz. Ama bugün tayinle bizim şubeye geldi.” dedi. Fatma “Tabi senin de eski duyguların depreşti?” dedi. Bekir düşünceli düşünceli “Hayır, hayır… Sadece damdan düşercesine niye bizim şube ve niye benim yardımcım?” dedim. Fatma “Sen gönlündeki ikilemleri bu sorularla kapatıp yol yapıyorsun.” dedi. Bekir eşinin elinden tutup silahı göstererek “Bir an tereddütün varsa çek vur.” dedi. Fatma gülerek “Sen bana hiçbir şey söylemesen de ben senin nefes almandan her şeyini hissederim. Fakat bir şey de çok haklısın, bugün gazetede benim kulağıma kar suyu kaçırıldı. Bazı yazarlarla yollar ayrılacakmış bilgisi geldi.” dedi. Bekir “Ne dersin! Bunlar büyük tesadüfler değilse büyük bir elin işi mi dersin?” Fatma “Bekleyip göreceğiz.” dedi. Bekir “Eğer öyle bir durum varsa kim olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır.” dedi. Fatma “Adem Başkal.” dedi.
Serhat beyni zonklaya zonklaya Hüseyin’in evinden çıktı. Elinde kumaş kataloğu Yenikapı sahile indi. Uzun uzun denize boş boş bakıp “Demek bizim mülklerimiz, haklarımız gasp edilmiş ve benim bundan haberim yok ha… Bana yazıklar olsun… Daha kötüsü benden nasıl gizlenir?” Buna benzer binlerce soruyu defalarca sordu bir tane bile cevap bulamadı. İstemsizce elindeki kumaşlara bakarken Sevgi’yi düşündü. Ona karşı hissettikleri gerçek miydi yoksa geçici heves miydi? Daha da mühimi Sevgi de aynı hissiyatı taşıyor muydu? Ayağa kalktı, bu gece eve gidemezdi, çünkü cevapsız soruların devamını kaldıramazdı. Samatya’da bir arkadaşında kaldı. Her şey vazgeçmekle vazgeçmemek arasında kaldığında tek bildiği ilkeye sarıldı. “Çıkılan yoldan geri dönmek olmazdı. Artık kadere teslim olma vaktiydi.”
Zor ve uykusuz bir gece geçiren Serhat içindeki karmaşaya rağmen kararlı adımlarla yürüdü. Bir pidecide kahvaltısını yaptı. O ara mesaj geldi. Mesajın Sevgi’den geldiğini görünce heyecanla açtı “Sabah 09.30 müsaitim, isterseniz buluşup hediyelik işini halledelim.” yazıyordu. Serhat’ın kalbi yerinden çıkacaktı. Hemen cevap yazdı. “İsterseniz saat 9’da olabilir. Sıkıntı yok.” Anında cevap geldi “Olur.” Mesajı okuyan Serhat çayını yarım bırakıp hesabı ödedi. Uçarak üniversitenin kantinine geçti. Kartal bakışıyla ortamı süzdü. Sevgi’yi görünce dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu. Sevgi’de onu görünce buradayım dercesine elini kaldırdı. Serhat masaya yanaşıp “Merhaba Sevgi Hanım.” dedi. Sandalyeye oturdu. Sevgi “Hoş geldiniz. Serhat bey… Nasılsınız?” dedi. Serhat “Eh işte fena sayılmaz…” dedi. Sevgi “Hayırdır? İşte mi sorun var?” dedi. Serhat “Yo ailevi” dedi. Sevgi “Bak ona bir şey diyemem. Eee eskiler ne demiş, karı koca arasına girilmez. Kolay gelsin.” dedi. Serhat kahkaha ile gülüp “Allah iyiliğinizi versin.” dedi. Sevgi hafiften utandı. Serhat “Ben henüz evli değilim.” dedi. Sevgi bu sefer sevinip “O zaman mahsuru yoksa paylaşabilirsiniz.” dedi. Bunları konuşurken Sevgi kendisine şaşıyordu. Sırf onu daha yakından tanımak için ne hallere girecekti? Serhat ise elini havada sallayıp “Boş verin karışık mevzular. Ben bile size anlatacak kadar bilmiyorum.” dedi. Sonra kataloğu uzatıp “Biz öncelikle kumaş sorununu çözelim.” dedi. Sevgi tek tek kumaşları inceledi. Ara sıra Serhat’tan fikir aldı. Beş değişik tuşe, on farklı renkte kumaş seçip ölçü için getirdiği gömlekleri Serhat’a uzattı. Her şeyi not alan Serhat müsaade istedi. Sevgi “İsterseniz bir çay daha için benim vaktim var.” dedi. Serhat saatine bakıp “O zaman kabul ederseniz benim huzur bulduğum mekânıma gidelim. Çok seveceksiniz.” dedi. Beraber yürüyüp üniversiteden dışarı çıktılar. Haliç ve Boğaz’a hâkim Teras Kafe’de oturdular. Kahveler söylendi. İkili önce hiç konuşmadı. Sadece kahvelerini içtiler. Serhat hafiften titreyen sesiyle bütün cesaretini toplayıp “Sevgi” dedi. Sevgi “Evet, Serhat Bey…” dedi. Serhat “Gönlümde ilk defa hissettiğim duygular var ve bu duyguları size karşı hissediyorum. Bunu artık içimde gizleyemiyorum.” dedi. Sevgi’nin yüzü gülüyordu. Bunları duymak yüreğinin yağını eritmişti. Ama yine de her şeyi açık etmemeliydi. Sevgi “Beni ne kadar tanıyorsunuz ki?” dedi. Serhat “Bu tanıyıp tanımamaktan kaynaklanan değil. Adını tam koyamadığım başka bir şey.” dedi. Sevgi “Sen de söyledin daha tam adını koyamamışsın. Belirsizlik var. Serhat ısrarcı bir tavırla “Ve size başka bir şey daha söyleyeyim, onun adını siz koyun. Sevgi Pekmezci! Siz de bana karşı aynı hisleri besliyorsunuz.” dedi. Sevgi hafif mütebessim ve tasdikleyen gözlerle bakıp “En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere, dersim başlayacak. Bana müsaade.” dedi. Ve kalktı. Serhat arkasından bakarken onun bu tepkisini normal karşılamakla birlikte kendisine karşı daha açık olacağını düşünüyordu. Ama doğaldı, insan hele hele bir kız, fikirlerini söylerken dobra olsa da mevzu olan aşksa nazlanıyor sanki, daha çok daha çok sevilmek isteyip bunu derinlerde hissetmek istiyordu.
Nazif Bey dükkânda hiç âdeti olmamasına rağmen komşudan bir sigara alıp tellendirirken gözü saatteydi… Serhat’ın çoktan gelmesi gerekiyordu. Telefon açmak istedi ama ruh halini tahmin ettiği için belki konuşmak istemeyebilirdi. Bu sebepten ona kızamıyordu.
Serhat hana doğru yürümeye başlayınca içini daha önce hiç hissetmediği değişik duygular kapladı. Buraların sahibiyim… Halkını selamlayan bir padişahtı sanki. Ve şehri, insanları daha çok sahiplenip sorumluluk duygusu içini kaplıyordu. Nasıl yani? Benim şımarmam, insanları horlamam, yok görmem lazım. Gücün başını döndürmeliydi… Tıpkı Adem gibi… Yoksa bu zamanla mı oluyordu? Hana ilk adımıyla birlikte tarihin sesini duymaya başladı. Taş duvarlar ona emanetine sahip çık, gasp edilen mirasını geri al diyordu. Her attığı adımda, çıktığı merdivende tarih onu geri çağırıyordu. Sonra merhum Şakir Bezci’nin dükkânına baktı. Başı öne düştü: “Sen mirasına sahip çıkmaz isen daha çok can yanacak ve hepsinin günahında senin payın olacak.” Bu mesuliyet duygusunu bedeni kaldıramayacak duruma geldi. Kaçmak istercesine hızla dükkâna doğru yürüdü. Babası onu görünce ayağa kalktı. Serhat konuşmadan sadece babasına sıkıca sarılırken onlara billur gözyaşları eşlik etti. Kelimeler yetersiz kaldığı bir an dakikalarca devam etti. Sonra Serhat tabureye otururken “Neden?” dedi. Nazif “Şartlar” dedi. Sonra “Bazen hiç kimsenin dahli, suçu yoktur. Sadece şartların estirdiği rüzgâr seni sağa sola savurur.” Elini oğlunun dizine koyup “Hatırlarsın, Kars’taki Hayri abi bize peşin ödeme yapıp acil gömlek istemiş, biz de en ivedi şekilde göndermiştik. Ama ambarın kamyonu kaza yapınca işler bozulmuştu. Burada suçlu kimdi? Kimse… Ama herkes mağdur oldu, üzüldü.” dedi. Serhat anladım dercesine başını salladı.
Sevgi’nin ayakları yere basmıyordu. Aşk böyle mi yapardı? Hâlâ kendisine inanamıyordu. Nasıl olup da; ben de seni seviyorum diyemedi? Duygularına gem vurup kendisini naza çekmeyi başardı. Kendi kendine “Kadın içgüdüsü” dedi. Allah’a en kuvvetli duasını yapıyordu, o da Serhat’ın hemen aramasıydı. Etrafında duyduğu her melodi sesinde eli hemen telefonuna gidiyordu. Ama nafileydi. Sonra aşkını söylemediğine pişman oldu. Artık bu tür gelgitler hayatın rutini haline gelecekti.
Serhat’ın hayatı, rüyasında görse inanamayacağı bir hızla değişiyordu. Bir yandan kapısını çalan aşk, diğer yandan ailesinin geçmişiyle ilgili öğrendiği bilgiler ve bu gerçeklerin ona yüklediği sorumluluk. Zaman kısaydı, seçim çalışmaları durmaksızın devam ediyordu. Bu arada Serhat, Sevgi’nin siparişlerini bitirip fotoğraflarını gönderip “Gelip alabilirsiniz.” dedi. Sevgi ise ilk günden beri belki Serhat ile karşılaşırım diye her gün Teras Kafe’ye gidiyordu. Sevgi “Ben kahve içtiğimiz yerdeyim müsaitseniz gelin hem size kahve ikram edeyim.” diye mesaj attı. Serhat “Tamam” diye yarım saat sonra döndü. Sevgi yerinde duramıyor, zaman zaman ayağa kalkıp Boğaz ve Haliç manzarasına bakıp dalıp gidiyordu. Nihayet Serhat gelip “Merhaba Sevgi.” dedi. Sevgi hemen Serhat’a dönüp “Merhaba Serhat Bey.” dedi. Oturdular. Serhat şık kutularında gömlekleri teslim etti. Sevgi inceledi çok beğendi. “Harika, süper, tahminlerimin de ötesinde olmuş.” dedi. Serhat “Hayırlı olsun. Babanız güle güle kullansın.” dedi. Sevgi, Serhat’ın gözlerine bakarken kaybolmuştu. En sonunda dayanamayıp “Evet haklıydın. Ben de sana karşı boş değilim. Yüreğim başka atıyor.” dedi. Serhat bildiği hakikati sevdiğinden duymanın neşesini yaşarken “Sevgi” dedi. Sevgi “Serhat” dedi. Sonra kifayetsiz kelimeleri bırakıp sadece âşıkların tahsil edip konuşa bildiği gönül diliyle konuşmaya başladılar.
Aşktan ve geçmişinden aldığı güçle hayata bağlanan Serhat için artık boyunun ölçüsünü alma ya da birilerine gününü gösterme zamanı gelmişti. Seçim anı geldi çattı. Saat onda başlayan seçim saat on ikide bitti. Sayıma geçildi. Adem ve adamları kendilerinden gayet emindiler. Artık dost-düşman kim ayırmaya başlamışlar. Fakat oylar hep başa baş çıkıyordu. Nihayetinde iki oy farkla Serhat kazandı. Adem’in gözleri Cesim’i aradı. Koltuğunda gönül rahatlığıyla oturur gördü. Adem hiddetle yerinden kalkıp ofisine çıktı. Deli gibi ayakta bağırıyordu. Adem “Onlara dünyayı dar edeceğim. Ölmek için yalvaracaklar.” dedi.
Devamı Gelecek Ay
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

