Darbe Girişiminin Ardından / Darbeye Direnmenin Manevi Kodları / Dr. Alper Yücel Zorlu

60-darbe15 Temmuz 2016’da tarihin sayfalarına başarısız bir darbe girişimi olarak geçen ve tüm milletimizi derinden üzen bir olay yaşadık. Bu girişimin, kalkışmanın müsebbipleri hiç ummadıkları milli bir tepki ile karşılaştılar. Vatan topraklarında aklı başında hiçbir vatan evladı bu girişimi kıyısından köşesinden desteklemek bir yana, büyük bir karşı duruş sergilediler. Halka ateş açan silahlı bir grup caniye karşı, canını feda pahasına ortaya konan müthiş bir tavırdı bu. Çünkü kalbinde memleket aşkı olan, aklı memleket meseleleriyle yakından ilgili her insanın derununda olan hissiyat, değerler hiyerarşisinde adaleti, hakkaniyeti baştacı etmiş bir anlayışa sahipti. İslam akaidi ve özlü bir inançla yoğrulmuştu. Ve saldırının buna yönelik olduğunu çoktan farketmiştiler. Üstelik bu değerleri korumanın vazgeçilmezi olan vatanına, ortak geçmiş ve geleceğine tabii olarak göbeğinden bağlıydı…

Darbe Girişimi Karşısında “Direnme Coşkusuna” Dair Okumalar…

Tarihimiz hep vatanı, milleti, devleti ve inancı korumanın örnekleriyle dolu. Atasözlerine ve uygulamalara imzasını atmış en dikkat çekici şey bu… Üstelik sadece Türkiye’de değil tüm İslam dünyasında böyle… “Ya devlet başa ya kuzgun leşe…”de bunun izleri var. Mağdur olsa bile “Kol kesilir yen içinde kalır” demiş hep bu millet. Çünkü hem devlet geleneği oldukça güçlü ve birbirine eklemlenmiş tecrübeleri bünyesinde barındırıyor hem de bir toplumun en önemli değeri “akaidi” yani inanma biçimi olduğu için bu böyle. Çünkü İslam hep devlet kavramından bahsediyor ve fitne unsuru da bu kavram üzerinden mütalaa edilerek şekillendirilmiş… “Baği” kavramı da öyle… Sosyolojik olarak muhalefet ruhu olan toplumlar dahi bu kavramlardan bi şekilde besleniyor. Yani neyin doğru olduğuna dair genel kanaat ve haktan yana tavır alma, kamu vicdanı kavramlarıyla iç içe… Çünkü “meşruiyetin de” tabir yerindeyse meşruluğunun test edildiği bir hakikat var. Günümüzdeki anlam dağılması ve dezenformasyona, bilgi kirliliğine rağmen bu böyle… Bazı temeller var ki, milletin kalbinde ve zihninde onları yıkmak mümkün değil. Çünkü bu değerlerin, ilahî olanla ve insanla derinden bir bağı var. Son yıllarda, bazı olaylar karşısında milletimizde görülen ve dış dünyayı şaşırtarak ters köşeye yatıran, gizli emel ve planları altüst eden duruşların temelinde de bu gerçeklik yatıyor. Biz buna kendi adımıza “milli hafıza” da diyebiliriz. Bugün sokaklarımızda artık çocukların dahi gür sesle bağırdıkları bir söz: “Ya Allah Bismillah, Allahu ekber.” Bu sözlerde işte o hafızanın yani dini ve milli olanın tehlikeye düştüğü durumlarda ortaya çıkan enerjinin sembolleri, harekete geçirici unsur olma özellikleri alabildiğine dikkatleri çekiyor. O nedenle bugünlerde yaşananlar hem bu milli hissiyat ve hafızayı görünür kıldı ve değerlerimiz adına bu yüce milleti bir imtihandan daha geçirdi hem de maşerî vicdan dediğimiz “iç akıl”ın ne kadar güçlü olduğunu cümle âleme, “yedi düvele” açıkça gösterdi. Bu değerlerden yola çıkarak duruş sergileyen halkımızın şahsında da ilahî olanla olan bağını ortaya koydu. O nedenle bu coşkuya ancak “iman” adını verebiliriz. Yani bundan sonra da bu millete dair hesabı kitabı olanların asla akıllarından çıkarmamaları gereken en önemli güç… Nitekim bizzat canını fedayla yüzleştiğinde tereddüt etmeden silahsız bir biçimde tankların ve silah mermilerinin önüne atlayan bir anlayış, herşeyin bittiğinin zannedildiği bir zeminde bizzat “imanıyla” ortaya çıkmak, kutsala verilen yüksek anlamdan başka bir anlam taşımıyor. Evet, sadece kutsala verilen üstün değer… Bu safiyetin, bu yüceliğin, bu feragatın çok iyi anlaşılması lazım… Genç yavrusunun üzerine yatarak üç kurşun yiyen anne, evladıyla yollara düşen ve birlikte şehit olan baba, kurşun yediği halde evladım “sen benimsin” diyen yaşlı amca, elinde hiçbir silah yokken ölüme meydan okuyan insanlar bu safiyet, yücelik ve feragatin en canlı örnekleridir…

Diriliş Maceramızın Manevi Kodları / Geçmiş ve Gelecek…

Türkiye bizlerin gözünde bir bütündür. “Anadolu yetmiş bin evliyanın sulbüdür.” diyen ne güzel söylediyse, “Türklüğün şartı beştir.” diyen de o kadar güzel söylemiştir. Aynı şekilde, bu toprakların hayatiyeti de Amentüde sırlanmıştır. Ayrımız gayrımız yok… Yani kısacası Anadolu’daki hayatiyetimizi azaltan vesilelerden medet ummak, hiç kimseye bir fayda sağlamadığı gibi, bu topraklarda yaşayan insanların ağız tadını bozmak da hiç kimseye yeni bir ağız tadı olmayacaktır. Unutulmamalıdır ki, bu milletin ağız tadı, ümmetin ağız tadıdır ve “küfür tek millettir.” Ve yine unutulmamalıdır ki önemli olan, kendi tarih ve kültür maceramız içinden devşirdiğimiz doğruları mihenk ve tecrübe edinerek, günlük hayatın içindeki sıkıntıları, doğrudan sapmadan, doğruyu kendimizce eğip bükmeden çözmek ve çözümsüz kalmamaktır. Büyük devlet olmak da büyük millet olmak da bunu gerektirir. Yoksa her şey bir iddiadan ibaret kalır. İçini dolduramadığımız her gerçek de artık bizim yitirdiğimiz ve yaşatamadığımız bir gerçek haline gelir ki, bu da ancak hakikatle aramızdaki bağları kopartır. Çilesini ise hep beraber çekeriz. Birlikte yaşama ülküsü de işte böyle bir şeydir… Nitekim toplumda öyle güzellikler vardır ki, kendimize mâledememiş olsak bile ondan istifade ederiz. Bazı güzellikleri korumamızın önemi, onun hepimize faydalı oluşundandır. Bu millet bugün şu soruyu kendine sormuştur: “Zillet mi izzet mi?” Bugün milletimiz darbe girişimine karşı verdiği ortak hissiyatla bu sorunun cevabını canı pahasına “izzet” diyerek vermiştir. Bu millet gayet iyi bilir ki vatansız din olmuyor… Dinin de vatanı önce “insanın kalbi”, sonra da üzerinde yaşadığı topraklardır. Ne kalbini ne vatanını dinine mekân eyleyemeyenler, yüce dininden nasiplenememiş vatansızlardır… Emperyalizme meze olanlar, bu milletin “kızıl elması” hükmünde “büyük devlet” ve “büyük millet” olma derdiyle gerçek manada hiç dertlenememiş, sadece kendilerini düşünen zavallılardır.

Bugün yaşananlar herkese ders olsun… Ders olsun ki, bu milletin durduğu yeri, bu toprakların gerçek fonksiyonunu doğru anlasınlar… Kim ne derse desin; bugün yaşadıklarımızın Kut’ül Ammare’den, Çanakkale’den, Malazgirt’ten ne farkı var!..

Evet, bazılarında “yürek devletinin” izine hiç rastlayamazsınız. Çünkü onlar bu milletin ortak macerasından nasiplenememiş, misyoner kafasıyla hareket eden kuru akıllılardır… Yani hakkıyla “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah” diyemeyenler… Oysa bu toprakları ayakta tutan, saf ve temiz sinelerde çınlayan ve hiç susmayan bu sestir. Bugün milletimiz bu manayı “Vatan sana canım feda” ve “Tekbir; Allahu ekber” şeklinde bayraklaştırmış ve hak ettiği yere taşımıştır. Sonuç olarak, bugün olduğu gibi, her defasında milletin ağız tadını bozanlar, bu milletin önünü kesenler, yorum ya da duruş hatası içinde, durduğu yeri bilmeyen ve bu topraklara sinmiş hikmetin zerresinden nasiplenememiş zavallılardır ancak…

Allah’a emanet olunuz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir