Son Veda ve Yürek Yangını / Kenan Kurban

58-son-veda-yurek-yanginiElleri kelepçeli esmer teninde, iri siyah gözlerinde sert bakışlar atan genç için yolun sonu gelmişti. Artı, bu son dakikalarıydı. Bir anda feryattan daha çok inleme sesi duvarlarda yankılandı. “Oğlum, ciğerparem!” Kadın, yaşlar akan gözleriyle oğluna son bir defa daha sarılmak istedi. Genç kendini geri çekip kalın ve itici bir tonda “Alın bu kadını buradan.” dedi. Komutan “İyi düşün delikanlı, ne de olsa anandır. Seni son bir defa daha öpüp koklasın.” dedi. Kızgınlık ve öfkenin hâkim olduğu yüzünde “O, bundan sonraki hayatında bir ömür vicdan azabıyla yaşamayı hak eden bir evlat katilidir. Gün ve gün bu onu eritip yok edecek.” dedi. Sonra atik bir hareketle şartlarını zorlayarak kelepçeli elleriyle askerin belindeki tabancayı alıp annesini öldürmek istedi. Gözlerindekinden daha fazla yüreğine akıttığı yaşlarla mecalsiz kalan ihtiyar bedeni duvarın dibine zar zor düşmeden çökebildi. O anda adeta nutku tutulmuştu. Düğümlenen boğazından ağır ağır dökülen kelimelerle: “Hangi anne evladını ahiret yurduna böyle uğurlamak ister? En azından her şeye rağmen son bir defa bağrıma basıp seni seviyorum oğlum ilk göz ağrım diyebilseydim ahiretlik.” Arkadaşının bu haline mi yoksa yaşananlara mı üzüleceğini bilemeyen Zehra, tok, biraz da emredici bir tonda “Ayağa kalk ahiretliğim, dik dur. Sen, için yansa da doğru olanı yaptın. Sen o zalim Suat’a bakma. Dünya durdukça sen adaleti temsil eden yüreği yanık bir ana olarak anılacak, örnek gösterileceksin.”

Yaşlı adam İstanbul’dan gelen torunlarını özlemle severken huzurlu bir aile kahvaltısından sonra kahveleri dağıtan gelinin elinden fincanı aldı. O esnada evin küçük kızı elindeki gazeteyi göstererek apansız konuşmaya başladı. “Şu habere bakın ya… Dünyada bu zamanda ne antika işler oluyor.” Kızın anası “Kızım o antikalık neymiş?” Kız ses tonunu yükselterek haberi okumaya başladı: “Kamuoyunda İz Bırakmayan Mahir olarak bilinen kiralık katil Suat Cansız, annesinin aleyhine yaptığı şahitlik sonucunda bugün idam edilecek.” Yaşlı kadın refleks olarak yanında oturan oğlunun elini sıktı ve “Kesin o doğurmamıştır. Yoksa hangi anne oğlunu kendi eliyle ölüme gönderir. Vicdansız kadın?” Bu arada küçük gelin kucağındaki bebeğine daha sıkıca sarıldı. “Kıyamam evladıma, yok yok kıyamam.” dedi. İri kemikli oğlan ise hoyratça “Kesin mal mülk davasıdır. Mirası bölüşememişlerdir.” Zayıf olan oğlan ise daha bir uhrevi yorum getirdi: “Boşuna ahir zaman demiyorlar. Adaletsizlik zirve yapacak, at izi it izine karışacak.” Torunu kucağında vakur bir edayla yaşlı adam tane tane kelimelerle konuşmaya başladı. “Hanım, hani bizim Tokat’ta bir türkü var. Hey on beşli on beşli, bilirsin?” Kadın tamam manasında başını salladı. “O gençler de ölüme gitmişlerdi. Onların da anaları gözyaşları içinde kına yakıp göndermişti.” Kadın bu sefer kızarak “Bırak şimdi, Çanakkale şehitleriyle bunun ne alakası var? Orada vatan için ölen evlatlar ve anaları, burada ise ne idüğü belirsiz bir olay ve meczup anası var.” Baba bu değerlendirmeyi adaletsiz bulup öfkelendi. “Hanım hanım, o kadın da en az o analar kadar temiz, mübarek ve yüreği evlat sevgisiyle dolu, bundan hiç şüpheniz olmasın. Canlarım siz kul hakkı nedir bilir misiniz? Elbette duymuşsunuzdur, ona Allahu Teâlâ bile müdahale etmiyor. Asılan çocuk adam öldürmüş mü? Öldürmüş. Kaderin imtihanına bak, tek şahit annesi mi? Annesi. Kadın oğlunun suçunun cezasını dünyada çektirerek ahirette ateşte yanmasından koruyor. Sorarım; bu geçici dünyanın üç günlük sıkıntısı mı ahiretin sonsuz cezası mı?” Adam kahvenin yanındaki sudan bir yudum daha içti. “İki de bir merhameti ağzınıza dolayıp duruyorsunuz. Yeryüzündeki en merhametli insan Hz. Muhammed (sav) bize ne buyurmuş: “Allah’a (c.c.) yemin ederim ki böylesine kötü bir hırsızlığı, suçu, Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini de keserdim.” “Aleyhinizde dahi olsa doğruyu söyleyiniz, lehinizde olacağını bilseniz de yalan sözü söylemeyiniz.” Ortamda sözün arkasını merak eden derin bir sessizlik oldu. Adam yüksek tonda devam etti: “Siz, toplumların çoğu hastalıklı duygularına sahipsiniz. Adalet duygusu eksik bir merhametten marazlar doğar. Yani haksızlık vuku bulur. Merhametsiz insanlar da o adalet keserini hep kendinden tarafa yontar. Bakın şu bencil ihtiyar dünyanın haline, sözde herkes âleme adaleti, barışı getirmek için çalışıyor. Ama her gün masum insanlar ölüyor, emekleri sömürülüyor. Ama onlar sözde adil ama merhametsiz adalet bencilleridir.” Sonra herkesi tek tek süzdü. “Size bundan daha kötüsünü söyleyeyim mi?” Herkes başını evet manasında salladı. “Kendimize karşı bile adaletli değiliz. Bir günah işler, hata yaparız, kendimizi cehennemin dibine sokarız. Ertesi günü Allah bize tövbe nasip eder birkaç güzel amel yaparız. Bu sefer de cennette Hz. Muhammed’in (sav) yanına kuruluruz. Kimseleri de beğenmeyiz.” Büyük oğlu dayanamadı “Baba bu durumda suç bizde mi yoksa evlatlarını yetiştiremeyen siz büyüklerimizde mi?” İhtiyar gözlerde hüzün birikti “Bizden öncekiler bize, biz de size öğretmediğimiz için suçluyken, sizler de işinize gelip yattığınız, araştırıp kendinizi geliştirmediğiniz için suçlusunuz.”

Gerilen ve kasavetlenen ortama evin hanımı müdahale etti. “Eee bey! Çocuklar o kadar yoldan gelmişler, konuştuğunuz konulara bak. Bırak devleti, milleti kurtaran kurtarsın biz kendimize bakalım.” Adam güldü. “Bizim evin başkanı emir buyurunca akan sular durur.” dedi. Torunuyla ilgilenmeye devam etti. Bir anda herkes, konu hiç konuşulmamış gibi başa dönüp işlerine devam ettiler.

Suat, annesiyle yaptığı kavgadan sonra kapısını çarparak çıktığı eve son kez tabutta geldi. Annesi başına geldi. “Evlat, evladım, canımın parçası! Bu fani dünyada kötü bir hayat yaşadın. Ana olarak sana sahip çıkamadım. Gücüm yetmedi. Dahası bana dargın gittin. Ben bana yakışanı yapmasaydım yani kendi isteklerimle Rabbim’in istedikleri çatıştığında ben Allah’ın tarafını tutarım, bu hep böyle oldu, böyle olmaya da devam edecek. Bundan kimse için vazgeçemem. Böyle yapmasaydım Rabbim’e ellerimi açıp senin için af dileyemezdim. Rabbim cümle günahlarını affetsin. Kabrini nur eylesin.” Dirisiyle vedalaşamadığı oğlunun ölüsüyle vedalaşmıştı. Ve her veda çok zordu.

Küçük oğlu Sinan ile yeğeni Salih iki kolundan girip onu dairesine çıkarırlarken boşandığı kocası Kamuran’la göz göze geldiler. Sigara ve alkolden çöken yüzü ve zayıflamış bedeniyle Kamuran “Başımız sağolsun Melike Hanım.” dedi. Melike Hanım “Senin de.” dedi. Ona en son yirmi sene önce böyle bakmıştı. Evde mutat hale gelen kavgalardan biri daha bitmiş, daha doğrusu bu yapacakları son kavgaları olmuştu. Kamuran “Bunu yapamazsın hanım.” Melike “Yaptım bile.” diyerek bütün pazar ve market poşetlerini camdan aşağı atmıştı. Sonra da “O paraları kuruşuna kadar iade edeceksin. Ben kursağımdan haram para geçirtmem.” Kamuran ise müdafaasında kendine göre haklıydı. “O para helal, bu adamlar o arsadan dünyanın parasını kazanacak. Ama küçük bir imzamla ben mürekkep parası alıyorum. Hem bir sürü gariban işçi nasiplenecek.” Melike: “Sen devlette çalışan küçük bir memursun. Bu gücü devletten alıyorsun. Ve onun adına iş görüyorsun. Eğer dediğin gibi bir hak varsa o devletin hakkıdır. Eğer bu parayı iade etmezsen seni ihbar ederim.” Gözünü hırs bürüyen adam kadının gözüne bir yumruk indirdi. Zavallı kadın sersemleyip yere düştü. Bir an öleceğini bile zannetti. Hakkı savunmak, daha doğrusu hak bildiğini yaşamak için kendi sevdiklerinden destek değil de darbe yemek acıların en kötüsüydü. Ve o gün gördüğü o zulüm sonuncusu olmuştu. Evi terk eden adamın nereye gittiği bilinmiyordu. Zaten kısa bir zaman sonra da boşanma davası için mahkeme celbi geldi. Kısa zamanda yollar ayrıldı. Artık iki erkek, bir kız çocuğuyla ahlak mücadelesine bir de hayat gailesinin sıkıntıları eklenmişti. Yılmayan kadın inandığı yolda yürüdü. Ama istediği sonuçları almak nasip olmamıştı. Nasip, diyordu.

Kamuran başı öne düştü: “Seni asla hak etmedik Melike. Kıymetini bilemedik. Uğrunda bütün ahlaki değerleri yok saydığım güç ve paraya sahip olma hırsı beni ve çocuklarımı yok etti. Senden geç olsa da özür diliyorum.” Melike asil bir tavırla yoluna devam etti. Kamuran elini kaldırıp “Melike” diyecekti. Ama yüreğinden gelen kelimelerin dilinden dökülmeye mecali yoktu. Ama Melike Hanım’ın asil duruşuyla şunu dediğini anlamıştı. “Bu özrün şimdi hiçbir anlamı yok. Çok ama çok geç kaldı. Benliğini yenip yirmi yıl önce yapmış olsaydın, şimdi bu evladımız belki de hayatta olacak, böyle savrulmayacaktı.” Kamuran’ın hayatında ilk defa yüreği yanmıştı ve derin bir ah çekti. Bu saatten sonra sadece kötü gönüle teselli bulabilirdi.

Taziye evinden dostlar ayrılınca, Melike Hanım ahiretlik kardeşi Firdevs’le baş başa kaldı.

Firdevs: “Benim canım kardeşim, sen iyi bir insan olmana rağmen etrafında kötülerle doluydu. Daha çok onlardan yara aldın.” Metanetini kaybetmeyen Melike Hanım: “Bunu ben de hep düşündüm. Hz. Ali’ye birisi ‘Ya Ali! Falanca senin aleyhinde konuşuyor.’ dediğinde Hz. Ali ‘Allah Allah! Ben ona ne iyilik yapmışım?’ demiş. Bu bir tespit; çoğu zaman senin iyilik yaptıkların aynı zamanda potansiyel düşmanındır. Rahmetli dedemin nasihatleri kulağımda hep küpedir: Yarın ahirette peygamberlerle haşrolmak isteyenin mutlaka onların mübarek çilesinden nasibi vardır. Unutma, kötüler iyilerin yetişmesi için sadece imtihan sebebidir. Ben etrafımdaki her insana bu gözle bakmışımdır.”

Firdevs başını kaldırdı, gözleri parladı. “Evet, dünyada Peygamberlerden daha iyi insan kim olabilir ki. Onların hayattayken çektikleri ve hâlihazırda arkalarından yapılanlar ancak bu mantıkta doğru bir yere oturabilir. Her bir yürek yangınımız ahiretteki bir cehennem ateşini söndürüyor.” Ahiretlik kardeşine, ben hep seninleyim dercesine sarıldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir