Issız Derinde En Derin Manayı Bulabilmek / Ayşegül Hakverdi

57-issiz-derinNasıl bir toplumda yaşıyor olursak olalım, nasıl bir ailede ve nasıl bir ortamda olursak olalım aslında hepimiz yalnızız. Ne kadar dalarsak dalalım meşguliyetlerimize sonunda bir an durup yalnız olduğumuzu fark ederiz.

İnsan tam anlamıyla ya da tüm katmanları ve yönleriyle iç dünyasını dışa yansıtmaz. En samimi olduğu insanla bile bir yere kadar iner. Yalnız olduğundaysa kendi içinde daha derine indiğini anlar. Bu derinlikleri fark ediş de genelde anlaşamama, kırgınlık ve doyumsuzluk hallerinde ortaya çıkar.

Peki, yalnızlık kötü müdür? Abartırsak elbette ki kötüye gider. Tabi buradaki yalnızlıktan bahis ara ara yalnız kalmayı isteme halidir. İnsan ara ara yalnız kalmak ister. Çünkü kendi iç dünyamızda bir dengemiz vardır. Ölçüp tartıp hayata bir mana verdiğimiz, bir amacımızın olduğu, bu vesileyle de kime nasıl davranmak ve nasıl yaşamamız gerektiğini belirlediğimiz bir çizgimiz bir dengemiz vardır. İşte biz her gün çeşit çeşit insanla muhatap olurken, çeşitli ruh dünyalarının bir nevi içine girerken bu dengeyi ister istemez bozabiliriz. Yalnız kalmak bize kim olduğumuzu, en azından amacımızı hatırlatır ve hayattaki mola zamanlarıdır. Yalnız kalma durumunu abartırsak bu da bizi kimseyi çekemeyen, hep yalnız kalmak isteyen kimseyi beğenmeyen kibirli bir hale de getirebilir.

Genelde yalnızlıkla ilgili yorum ve tespitlere baktığımız zaman fiziki yalnızlıklardan bahsedilir. Özellikle de günümüzde şehir hayatı içinde olanların daha yalnız olduğundan bahsedilir. Daha küçük yerlerde bir çalışma hayatınız varsa her gün karşılaşacağınız insan sayısı ve tipi az çok bellidir. Ancak büyük şehirlerde çok fazla insan ve çok fazla kültür farklılığı mevcuttur. Bu durum kişileri yıpratır. Sakinliği ve insanlardan uzak durmayı tercih edebilirsiniz.

Yalnız kalmayı istemekle, yalnız hissetmek arasında büyük bir fark vardır. Çünkü burada fiziki koşullar değil, duygusal dünyamız ön plandadır. Bir kişi, etrafı ne kadar kalabalık olursa olsun kendini yalnız hissedebilir. Bu da algılarımızın daha farklı oluşu ve hayata farklı bir pencereden bakıyor oluşumuzdan kaynaklıdır, ya da daha derin bakmamızdan… Bu yalnızlık çok ve çok büyük bir yalnızlıktır. Çok gariptir ki etrafımızdaki kalabalık arttıkça kendimizi daha da yalnız hissedebiliriz ve bazen biraz işkence haline dönebilir bu kalabalık. Oysaki bir insanın sizi anlıyor olması bin kişilik bir kuru kalabalığa bedeldir.

Elbette ki etrafımızdaki kalabalığa da ihtiyacımız vardır. Ama öncelikli olarak bizi anlayacak insanlarla temas halinde olmamız ve rahatlamış olmamız önemlidir. Öteki türlü diğer insanlarla sağlıklı bir diyalog gerçekleşemeyebilir. İçimizdeki derin eksiklikleri en azından biraz giderebilirsek kendimizi daha iyi hisseder ve kişilerle de ilgi alanlarına göre sıkılmadan sohbetler edebilir, sosyalleşebiliriz.

Kişi yalnız hissettiği zaman bazen bu yalnızlığı giderebilmek için müzik dinler. Aslında müzik dinlerken de hayal kurar. Kurduğu hayallerde de hep kendini özel hisseder. Yani sevgi açlığını gidermek ister. Çalan müzikteki sözcükler aynı derdi anlatıyorsa bu da kişinin biraz olsun yalnızlığını giderir. Anlaşılabilmek kadar insanı dolu dolu hissettiren bir duygu yoktur. Bu içi dolu sevgidir. Bir insan sizi seviyor ama anlamıyorsa, kokusu çok güzel ama yediğinizde umduğunuz tadı vermeyen yarım kalmış bir duygunun içine sokuyor.

Müzik, sesle ve sözle sevgi açlığımızdan doğan yalnızlığımızı geçici süreliğine giderebiliyor. Çünkü müzik duygularımızı harekete geçiriyor. Buradan da anlıyoruz ki aslında yalnızlık dediğimiz şey duygu yoksunluğu. Sevmek, sevilmek, anlaşılabilmek vs… Sevdiğimiz bir kişi uzakta olsa da özlem denen, hasret denen duyguyu yaşarken dahi duygusuz kaldığımızdaki kadar büyük bir boşluk ve yalnızlık olmuyor. İnsan pozitif duygularla yalnızlıktan uzaklaşırken, negatif duygulara da yalnızlığından doğabilecek zayıflık duygusundan zillet duygusundan kaçmak için sarılabiliyor.

Mesela öfke duygumuzun altında yatan bir sebep de kendimizi yalnız hissetmemizdir. Kendini yalnız hisseden bir insan kendini savunmasız ve herhangi bir psikolojik darbeye karşı açık, korunaksız hisseder. Savunma mekanizması olarak da öfkeli tavırlar sergileyebilir. Ya da tam tersi çok neşeliymişçesine tavırlar sergileyebilir. Hatta bu durum sağlığımızı da etkiler. Yapılan araştırmalara göre kendini yalnız hisseden kişilerin çoğunda bağışıklık sisteminin zayıf olduğu, viral hastalıklara açık olduğu, deri hastalıklarını da etkilediği gözlemlenmiştir. Psikolojik olarak kendimizi yalnız ve savunmasız hissetmemiz bağışıklık sistemimizi bile zayıflatıyor.

Duyduğumuz için müzik dinleyip, gördüğümüz için hayaller kurup ya da konuşarak içimizdekileri döküp yalnızlıktan biraz feragat edebilirken duyma, konuşma ve görme engelli olsaydık nasıl bir dünyamız olurdu. Uzun zaman önce izlediğim “Benim Dünyam” adlı sinema filminde böyle bir kızın hikâyesi anlatılıyordu. Görmüyorsunuz, duymuyorsunuz, haliyle konuşamıyorsunuz da. Dünyayla iletişiminiz koklama ve dokunma üzerine. Kelimeleri, nefesin parmaklarınızdaki etkisiyle algılayabiliyorsunuz. Böyle bir durumda nasıl yaşardık. Koca bir karanlık. İçinizdeki o koca boşluğu bir düşünün. Filmdeki karakterde hocasıyla tanışıp alışana kadar hep çok hırçın.

İnsan görüp duymasa da konuşamasa da belki algılamadığı için eksikliğin farkında olmayabilir. Ama ruh bu boşluğun farkındadır. Bu noktada dikkat çekense kişinin hayatını devam ettirebileceği iletişimi oluşturması, yalnızlığını paylaşmanın ölçüsünü yakalayabilmesi . Bizler algılayabildiğimiz kadarıyla tüm duygularımızı dünyaya sarf etmek istiyoruz. Peygamber Efendimiz’in (sav) bir cümlesi geliyor aklıma: “Dünyada bir yabancı ya da yoldan geçen bir yolcu gibi ol.” Tüm algılarımızı ve duygularımızı bu dünyaya sarf edemeyiz. Dünyada öğreniriz her şeyi ama buraya ait olmadığımızı da burada öğreniriz. Bu yüzdendir ki insanın geldiği ve gideceği yere odaklanması gerekir ki neye ne kadar değer vermesi gerektiğini bilsin ve aslında hiç yalnız olmadığını anlasın.

İnsan ne kadar kendini anlayan insanları da bulsa aslında hep Allah’a yakınlaşması için oluşturulan yalnızlığın ortasında bulur kendini. Yalnızlık dediğimiz şey de bir yerde bizim algıyamamamızın doğurduğu bir hissiyattır. Yoksa inandığımız ilahın şahdamarımızdan daha yakın olduğuna inanıyorsak nasıl yalnız hissedebiliriz.

Bizler Allah’ı, ahireti algılamak namına kör, dilsiz ve sağırız. Bir şeylerin farkına varıyoruz ama bir türlü iletişime geçemiyoruz. Aslında bu koca dünyada bir karanlığın içindeyiz. Hissettiğimiz ama göremediğimiz başka bir âlemi tanıyabilmek algılayabilmek tüm yalnızlığımızı götürecektir. Bu filmdeki bir sahne de bunu anlatır gibiydi. Engelli küçük kızla iletişime geçişin zor olması onun çok aksi, âdapsızca, insana yakışır şekilde yaşamamasına sebep oluyordu. Hocası hem yer, yön duygusunu geliştirmesi, hem yemeğini düzgün yiyebilmesi, her hırçınlaştığında anneye kaçmayıp iletişime geçebilmesi gibi birçok konuda gelişim sağlayacak bir ortam hazırlayıp yalnız kalmalarını sağlamıştı. Başlarda epey bir zorluk çıkartan çocuk daha sonra hocasıyla iletişime geçip zamanla büyük bir gelişim gösterip kendi ayaklarının üzerinde durabilen bir yetişkin haline gelir. Kırklarında üniversiteden mezun olurken şöyle bir cümle kurar: “Bir gün annem beni hiç tanımadığım bir kucağa bıraktı.” Allah’ın şefkati, merhameti anne merhametiyle anlatılır. Bir gün Allah kendisini daha iyi anlayabileceğimiz, o göremediğimiz âlemi anlayabileceğimiz sağlam karakterli, güzel ahlakı dört dörtlük yaşayan, kaliteli, insana nasıl yaşaması gerektiğini anlatan insanlarla tanıştırabilir bizi. Kör karanlıktan aydınlığa kavuşturacak, insanı öz kimliğiyle tanıştıracak nadir bulunur şahsiyetlerle tanıştırabilir Allah.

Biz bu karanlığın içinde el yordamıyla bulduğumuz, tanıdığımızı sandığımız birçok şeye sarılıp tekrar tekrar hayal kırıklıklarıyla kendi yalnız dünyamızda yaşamaya devam ediyoruz. Sağlam bir yol gösterici olan Kur’an, sık sık “Tek bir ilah vardır.” diyor. Bizim buradan anladığımız “Evet Allah birdir” dir. İçine girdikçe insan fark ediyor ki Allah Ku’rân’da “Yalnızlığınızı benimle paylaşın.” diyormuş. Çünkü insan bunu yapmadan gerçek manada Allah’ın varlığını idrak edemez ki, dua bunun için vardır. Tabi karşımızda gözle gördüğümüz bir kişinin konuşması daha tatmin edici gelebilir ama bu bir varsayım aslında, çünkü insanlar ancak Allah’la konuştuğunda mutlu olabilir, doyabilir. Kuran’da “Kalpler Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) deniyor. Yani bizim yalnızlığımızı giderecek ilaç Allah’ın her an varlığını hissedebilmektir. İman da buna deniyor ya. Allah’ın varlığını kabul etmek de burada ortaya çıkıyor.

İnsan yalnızlığını Allah’la paylaşmadığı zaman kullara dayanır. Bu da insanı rahatlıkla ahlaksızlığa sevk edebilir. Yalnız kalmamak adına, bir yerlere gelmek adına, bulunduğu yeri korumak adına hem de kendi şeytani mantığınca iyiliğin arkasına sığınarak rahatlıkla ahlaksızlığa başvurabilir. Böyle bir cahilliğin içine girmemek için Allah bizleri sadece O’na sığınan kullardan eylesin ve yalnızım diyemeyecek kadar muhabbetiyle doldursun yüreğimizi. Muhabbetle kalın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir