Sanatı Değerlerime Hizmet Etmek İçin İcra Ediyorum / Eşref Ziya Terzi

35-esref-ziya-terziKendinizden bahsedebilir misiniz? Uzun yıllardır sanatla ilgileniyorsunuz, bu sürecin zor ve kolay yönleri sizce nelerdir? Hangi alanlarda sanat icra ettiniz?
1969 İstanbul-Sarıyer doğumluyum, gençliğim Sarıyer’de geçti. 1988’de Sarıyer İmam Hatip Lisesi’nden muzun oldum. Aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladım. 25 yıldır sanatla uğraşıp sanatla meşgul oluyorum. 100’den fazla albümde emeğim var. 10 eserden düşünürsek yaklaşık bin tane eser yapıyor. 16 tane solo albümüm var, bir tane sanat filmimiz var.
Çalışmalarıma imam hatibin son yıllarında başladım. İlk çalışmalarım ezgilerden oluşuyor, bu ezgiler zamana ışık tutan, zamanın ruhunu yansıtan ezgiler oldu. O zamanlar yetiştiğimiz çevre, müzik kavramına karşı şimdi olduğu kadar rahat değildi. Belli bir mücadele içerisinde bu eserleri yapageldik, bu ezgileri gençlerimizle buluşturduk. O zaman sosyal ve siyasal yapı ezgilerimizi seviyordu. Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan o zaman İstanbul il başkanıydı, kendisi bizi çalışmalarımızda teşvik etti, kendisine buradan gıyabında teşekkürlerimi sunuyorum. O yıllarda ilk tanınan eserim “Bir Güneş Doğuyor” adlı eserimi yaptım.
O yıllarda Marmara FM’i kurduk, yaklaşık 17 yıl bu radyonun genel müdürlüğünde bulundum. Hem radyo hem müzik çalışmaları hem sanatsal çalışmalar bu 15 yılın içinde gerçekleşti. Sinema ve belgesellerimiz “Beyaz Bir Ölüm” “Olmadı Dost” ile sanat hayatımız gelişti.

Sizin için sanat neyi ifade ediyor, size göre sanatın amacı nedir? Ayrıca sanat algımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim için sanat, şöhret için değil; bir amaca hizmet etmek için varsa bir değer ifade ediyor. Hayatım boyunca sanatı inandığım değerlere hizmet etmek için düşündüm ve tasarladım. Hep bir araç olarak algıladım, zihnimde hep bununla meşgul olmaya gayret ettim.
Bugün gençler gitar kursları alıyorlar, diğer sanatlarla meşgul oluyorlar; bunlar son on yılda kademeli olarak artan önemli gelişmeler. Bunları görmekten mutlu oluyorum. Bizim gençliğimizde bu işler açıkçası biraz malayani olarak kabul edilirdi. “Müzikle uğraşıyorsun, bunun sana ne faydası olacak…” tarzında bir yaklaşım vardı. Tiyatroyla uğraşan arkadaşlarımız da aynı tarz bakış açısına maruz kaldılar. Bir arkadaşım bir tiyatroda bağlama çaldı diye ne zındıklığı kaldı ne kâfirliği kaldı. Bizler uzun zaman bu tür şeylerle mücadele etmek zorunda kaldık. Bugün geldiğimiz noktada, meselesini sanatla anlatmaya daha yakın bir toplum var, bu da bizi mutlu ediyor.
İslam toplumunun sanata bakışıyla, Batı toplumunun sanata bakışı birbirinden çok farklıdır. Bizim durağan bir sanat anlayışımız yok. Ben şu anda biraz önceki ben değilim, farklı bir benim. Her an yenilenmekteyiz. Bir kamera beni 20 yıl çekse benim yaşlanmam, değişmem o kameranın sahnelerinde tek tek görülebilir, fakat bunları bir anda peş peşe göremediğimiz için bunu algılayamıyoruz. O yüzden sürekli yaratılan bir sanat anlayışı bizim sanat anlayışımızın temelini oluşturur. Bu hareketlilik Allah’ın her an yaratmasıyla da alakalı olan bir şey. Bu kadar gelişime, sanatını tekrar tekrar yaratılan bir dünya üzerinde tanımlayan bir dine sahipken, maalesef dünyanın geldiği medeniyet eşiğinde sanat alanında çok da hak ettiği yerde olmadığını görüyoruz. Demek ki biz, bireysel yaklaşımlarımızı İslam’ın önüne geçirmişiz. İslam bunların hepsinin önünü açıyor, önünü açmakla kalmayıp teşvik ediyor. Fakat bizim anlayışımız İslam’ın önüne geçiyor ve sanata “İslam dışı kal” diyor. Bu sadece sanatta değil, toplumsal yapıda, kadınlarımızın toplumsal yapı içeresindeki rolü, erkeklerin rolü, çocukların rolü, örfî anlayışlar nedeniyle İslam’ın konumlandırdığı yere gelemiyor. Her alanda örfî davranışlar İslam’ın önüne geçiyor.

“The İmam” filminde izleyiciye hangi mesajları vermek istediniz?
2005 yılında, rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin senaryosunu yazdığı “The İmam” filmini yaptık. İmam hatip neslinin geçirdiği evreleri anlatan bir filmdi, zaman zaman kendi başımızdan geçen olayları da anlatmaya çalıştık. Vermek istediğimiz mesajı verdik diye düşünüyoruz. İmam hatipli bir gencin gelgitlerini, kendi çekincelerini ve toplumla olan ilişkisini anlatan sosyal içerikli bir sinema filmiydi.
“The İmam” filminde her şeyin felsefik bir manası var; saçının uzun olmasından tutun, arabaya değil de motosiklete binmesine kadar mesaj içeriyor. Bu adamın karakteri şu aslında: İmam hatip lisesi okumuş, aslında imam hatibe kendi isteğiyle gitmemiş, anne babasının ısrarıyla, onları kırmamak için giden bir gencin toplum değerlerine bakışını anlatan, saklanma psikolojisi üzerine kurulmuş bir film. Günlük hayatta bunu sadece dinî anlamda yaşamıyoruz. Mesela adama “Nerede oturuyorsun?” diyorsun, adam “Etiler’in arkasında.” diyor. Etiler’in arka tarafı Küçük Armutlu. Küçük Armutlu’da oturduğunu söylemiyor, çünkü Küçük Armutlu gelişimini daha tamamlamamış bir yer. Yani oturduğu yeri Etiler’le meşrulaştırmaya çalışıyor. Bizim zamanımızda da imam hatip hususundaki toplumsal baskıdan dolayı “Nerede okuyorsun?” sorusunun geçiştirilerek cevap verildiği bir dönem yaşadık. Aslında imam hatipte her türlü ilmin yanında dinî ilimler de öğretilir. Soran insanın da hadiseye bakışındaki sığlığı görüyorsunuz. The İmam’da da saklanma psikolojisi var. Saçını uzatmak istemiş, okulda müdür gelip saçını kesmiş, ona inat olsun diye saçını uzatıyor. Her davranışının geçmişte bir temeli var. Motora binmesi ve hız yapma tutkusunun da sebebi, geçmişinden kaçış. Köydeki yareni “Hocam neden bu kadar hız yapıyorsun?” diye sorduğunda “Kaçmak için!” diyor. Motosikleti Hasan’a bıraktığı zaman da aslında “Benim kaçmam bitti, ben artık kaçmıyorum, ben kendimle yüzleştim…” ve motorun üzerinde “sürmek için” yazıyordu. Ben bu motora kaçmak için bindim, benim kaçışım bitti sana bunu veriyorum; kaçman için değil, sürmen için. Bu filmden çok övgüler aldım. Birkaç kere izledikten sonra “Biz bu gözle izlememişiz, daha farklı mesajlar varmış.” diyenler oldu. Bilhassa TRT’ye teşekkür etmek istiyorum, toplum her izleyişte filmi biraz daha keşfetti. Saklanma psikolojisi aslında her insanın içinde olan, biraz dramatik de bir şey, bunu anlatmak istemiştik.
Filmde “sevgi” duygusunu da okuyabilirsiniz; arkadaşının yerine göreve gitmesi, oradaki fedakârlığı… Peygamber Efendimiz (sav): “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, Tirmizi) buyuruyor. Ayrıca “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, İbni Mâce) Filmde bu hadisleri de anlatan bir mesaj var. İmam köye geldiği zaman “Bu nasıl bir imam? Uzun saçlı, motorlu vs.” tuhaf bir adammış gibi gördüler. Bu toplumda çok yaygın olan bir durum ki insanları kılık kıyafetine göre kafamızda şekillendiriyoruz. Oysa insanlar kılık kıyafetlerine göre ağırlanır, akıllarıyla hürmet görürler. İnsanların kılık kıyafeti değil; mantalitesi, hayata bakışı, Allah’la olan ilişkisini resmeden bir tabloydu, bu mesajı da vermeye gayret ettik. “The İmam” filminin her karesi aslında mesajla dolu olmasına rağmen, gelen eleştirilere bakınca işimizin çok daha zor olduğunu o zaman daha iyi anlamıştım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir