Faruk Bey, meslek hayatınıza ilk önce nasıl başladınız? Sonrasında nerelere kadar geldiniz?
Hafızlıkla başladım. Hafızlıkta hem musiki, hem talim, hem de makam var. Tabi bu talim, makam dersleri ayrı olur. Mesela rahmetli Abdullah Selman Hoca Efendi’den 2,5 yıl her gün bilfiil makam ve talim dersi aldık. 92’de hafızlığım bitti. O zamanlarda babamın yönetim kurulu başkanı olduğu Durul Düğün Salonu vardı. Bu arada Hasan Kılıçatan Hocam sanatçılarla iç içe yaşamış, sanat camiasında tanınan bir isimdi ve düğün salonunda müdür olarak işe başladı. Çok zengin ve sistemli bir programımız vardı. Sadece Kuran-ı Kerim ve sohbet değil, Fatihin Evlatları Grubu mehter marşları söylerdi, tiyatro ve illüzyon gösterileri vardı. Bu yüzden de ulusal basına çok yansımaları oldu. O yıllarda zaten dini düğün dediğimiz zaman bunlar hiç akla gelmeyen programlardı. Bilahare Hoca çıkar, Kuran-ı Kerim okur, ondan sonra tasavvuf ilahileri ve sohbet… Bizim de öyle çok yoğunluğumuz var ki haftanın sadece bir gününü temizliğe ayırırdık. Bir gün Kur’an-ı Kerim okuyacak hoca efendi gelmedi. Hasan amcamız bana “Faruk, senin hafızlığın bitmemiş miydi?” dedi. Bitti dedim. “Tamam, sesin de güzel, hadi bakalım sahneye.” dedi. İlk çıkışım 91-92 yıllarında ve 12 yaşındayken bu şekilde oldu. Hasan amcamızın eğitiminden geçtim, sahne tozunu yuttum. Onun yardımlarıyla, askere gidene kadar yaklaşık 8 sene kadar bilfiil hem ilahi hem tiyatro yaptık. Büyük ustalarla da çalıştık. Mesela şu anda hâlâ program yapan Hüseyin Goncagül ağabeyimiz, Hasan Kılıçatan Beyefendi ve diğer bütün ilahi sanatçıları… Türkiye’de ilk olduğu için o zamanın popüler ilahi sanatçıları da gelirdi. Şimdi bakıyoruz, hepsi çok yol almış ve belli bir yerlere gelmişler. Ayrıca çocuk olmam sebebiyle Kur’an-ı Kerim kıraat’ım beğenilirdi. Hasan amcamız dedi ki: “Biz hiç hoca çağırmayalım.” Kursta olduğum günler hariç, hafta sonları bilfiil çıktım. Kur’an-ı Kerim’den sonra bu sefer “Sen ilahi de söyleyebilirsin. Hadi sana bir org alalım.” dedi Hasan Hoca. Böylelikle ben sahne tecrübemi ilerletmiş oldum. Salonumuzun faaliyeti yaklaşık 18 sene kadar devam etti ve ardından da kapandı. Tabi bu süre zarfında beni tanıyanlar oldu. Çevremdeki eş, dost, akrabaların vs. düğün, dernek ve çeşitli organizasyonlarında sürekli konserlere çıktım. Tabi sıkıntılı bir süreç geçti. Ben bu işlere devam ederken, Hat ile Arapça eğitimi almaya başladım.
Eserlerinizin sözleri size ait. Aynı zamanda şiir de yazıyorsunuz?
Evet, yıllardır yazarım. Hatta 13-14 sene evvel askere giderken yazdığım bir şiir, şu anda albümümde.
Sözleri yazarken bazı olaylar mı sizi tetikliyor, yoksa bilinçli olarak o sözleri yazabiliyor musunuz?
Her iki türlü de oluyor. İstersem kurgulayabiliyorum, çünkü hayal yönüm çok kuvvetli. Hayalini kurduklarımı da yazıya dökebiliyorum. Kaleme alabilmeniz için yaşanması gerekiyor. Gece yazmamın sebebi, Mevla ile baş başayım, kimse yok. Bir O, bir ben. İşte orada gerçekten çok güzel eserler çıkarıyorum.
Söz ve müzik de bana aittir albümümde. Ağabeyimin enstrüman konusunda bana çok yardımları oluyor. Önce ben melodileri döküyorum, ağabeyim notasını çıkarıyor. O zaten benim en büyük destekçim. Şimdi kılı kırk yarmak derler ya öyle çalışıyoruz. Ama aranjörün de burada çok iyi olması lazım. Biz bu konuda da çok büyük eksiklikler yaşadık. Çalıştığım aranjörler, genelde diğer müzik piyasasında olanlar. İlahi çalışanlara gidiyorum, aynı arabesk tarzı. Benim eserlerimi de o şekil işleyip alt yapıyı da öyle hazırlıyorlar. Tekrar tekrar anlatıyorum ama olacak gibi değil. Dolayısıyla ikisinin arası yok. Şimdi ikinci albüm için müzik piyasasının tanıdığı ve Ahmet Özhan’ın da aranjörlüğünü yapan Günay Bey’le görüştüm. Şu anda son çalışmalarımız kaldı. Eserlerimizi tamamladık. Nasip olursa en kısa zamanda ikinci albümü de seslendirmeye başlayacağız. Tabi ikinci albüm biraz daha farklı olacak, Batı tarzı enstrüman denedik.
Siz yaptığınız müziği nerede konumlandırıyorsunuz? Batı tarzı ilahi olarak mı isimlendiriyorsunuz?
“Batı tarzı ilahi” diyebiliriz. Tabi Batı tarzı ilahi dediğimizde de birçok kesimin tepkisini çekiyor işin açıkçası. Bu gerçekten cesaret isteyen bir iş. Mesela “sevdim seni mabuduma, canan diye sevdim” adlı eseri yeni çıkan bir rock grubu seslendirmiş. Ona bir de klip çekmiş. Benim çok hoşuma gitti.
Mesela ney, psikolojik olarak da insanı çok rahatlatır.
İşte burada üflemek değil mesele. Yürekten gelmesi lazım. Mevlana da öyle dinledi. Ney çok farklı bir enstrüman. Benim bütün eserlerimde ney vardır. Biz ney’i aldık, bir harmanlama yaptık Batı tarzı enstrümanlarla. İşte oradaki amacımız nakşedebilmek, o ney’le gençlerin gönüllerine biraz da olsa girebilmek.
Biz her parçada değişik bir enstrümanla giriş yaptık, mesela Azeri tarzı. Bizim müziklerimizde pek kullanılmayan bir enstrüman.
Yeni albümünüz ne zaman çıkacak?
Ramazan ayına inşallah yetiştirmeye çalışacağız. Bir eserim var, hem Arapça hem Farsça hem İngilizce hem Türkçe. 4 dil aynı parçada albüme girecek. Her dilde olanlar ise single olarak çıkacak. Niyetimiz bu. Bundan sonra daha da güzel yerlere geleceğiz inşallah.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

