Küresel Bir Tehdit: Teknoloji Bağımlılığı / Klinik Psikolog Mehmet Dinç

29-teknoloji-bagimliligiTeknoloji bağımlılığını kavram olarak nasıl tanımlayabiliriz? Hangi teknolojiler ya da ürünler kastediliyor? Mesela televizyon bağımlılığı artık yadırganmayan bir konu mudur? Yani yeni teknolojik ürünler yeni bağımlılıklar anlamına mı gelecek?
Teknoloji bağımlılığı, literatürde henüz tanı olarak yer almıyor. DSM’de (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) teknoloji bağımlılığı adında bir bölüm yok. Dünyada da literatürde de daha çok internet bağımlılığı çalışılıyor. Teknoloji bağımlılığı, onun bir üst kademesidir. Çünkü internet bağımlılığı, şu anda hâlihazırdaki uygulamayı karşılamaya yeterli olmuyor. Çünkü bağımlı olduğumuz şeyler, sadece internetle sınırlı değil. Mesela çocuklarda ciddi anlamda cep telefonu bağımlılığı var. Diyebilirsiniz ki: “Cep telefonlarıyla da internete giriyorlar.” İnternetten öte mesajlaşma ve oyun oynama anlamında ciddi sıkıntılar söz konusu.

Anne-Babalar Kötü Rol Model Olmamalı
Televizyon meselesi de ciddi bir sıkıntı. Çünkü internet bağımlılığı çalışılmaya başlandığında süreç içerisinde görüyorduk ki bu bir davranış kalıbı. Ama bu davranış kalıbının gençlerde oluşmasındaki en önemli faktörlerden bir tanesi, anne-babaların televizyonu sağlıksız bir şekilde kullanmaları. Çünkü çocuk hayatı kodlarken anne-babasına bakıyor. Bir insan sabah kalkar, işine gider, okuluna gider, akşam eve döndüğünde ne yapar? Bir ekranın başına geçer.
Çocuk diyor ki: “Ben televizyon ekranının başına geçmiyorum, internet ekranının başına geçiyorum. Nasıl olsa bir ekranın başına geçilmeyecek mi?” Bu anlamda anne-babaların kötü rol model olmaları söz konusu.  Dolayısıyla internet bağımlılığı olarak başlayan şey, teknoloji bağımlılığına dönüyor. Teknoloji bağımlılığı dediğimizde de ağırlıklı olarak görsel bilişim teknolojilerinin söz konusu olduğu çerçeveyi anlıyoruz. Yoksa teknoloji bağımlılığı, araba kullanarak bir yere gitmek değil. Daha çok televizyon, cep telefonu, internet türü şeyler şu anda teknoloji bağımlılığının içerisine giriyor.

Bağımlılık Nedir?
Her yeni teknoloji bağımlılık getirir mi?

Her şey yeni olsun, olmasın sağlıksız ve kötü kullanıldığında ve insana zarar vermeye başladığında bağımlılık var demektir. Biz bağımlılık literatüründe 3 basamak söylüyoruz:
Birincisi: Kullanım. Kullanım nedir? Bir insanın bir şeyi kullanmasıdır. Hangi amaçla kullanırsa kullansın, zarar görmediği sürece problem yok.
İkincisi: Kötüye kullanım. Kötüye kullanım, bir insanın kullandığı şeyden, gelişim boyutlarının herhangi biri açısından zarar görmesidir. Yani fiziksel, psikolojik, bilişsel ya da sosyal gelişim anlamında zarar görmesidir. Bunlardan herhangi birisi veya birden fazlası zarar görüyorsa orada kötüye kullanım vardır.
Üçüncüsü: Bağımlılık. Bağımlılıkta, artık zarar görmesinin ötesinde insanın kullandığı şey üzerinde kontrolünü kaybetmesi ve onsuz bir hayat sürememeye başlaması var. Yani o kullandığı şey hayatında o kadar büyük bir yer kaplıyor ve o kadar bir önem arzediyor ki onu kaldırdığımızda hayat anlamsız gelmeye başlıyor. O insan kendini güçsüz ve çaresiz hissediyor.
Mesela bugün cep telefonu veya internet bağımlılarıyla ilgili yapılan araştırmalarda gençlere soruyorlar: “Bir gün susuz mu kalmak istersin, cep telefonsuz mu?” “Susuz kalırım, cep telefonsuz bırakmayın beni.” diyorlar. “Yemek yemeden mi durmak istersin, cep telefonunu evde unutmuş olmak mı?” “Yemeden dururum ben. Cep telefonum olsun.” diyor.
Çünkü gerçekten cep telefonu olmadığı zaman inanılmaz çaresiz, güçsüz, beceriksiz ve bir şey yapamaz durumda hissediyorlar kendilerini. Bu da “ben cep telefonsuz yaşayamam” demektir.
Ama cep telefonu hava, su ya da insanın temel ihtiyacı değil. Aslında yapay bir ihtiyaç.
Dolayısıyla yapay bir ihtiyaç, temel ihtiyacın yerini aldıysa, temel ihtiyacın önüne geçtiyse burada sağlıksız bir ilişki var. İşte ona biz “bağımlılık” diyoruz.
Bu kriteri karşılayan her ne olursa olsun, yeni eski olsun, televizyon, cep telefonu ya da internet olsun biz ona bağımlılık diyebiliriz. Çünkü temel ihtiyacın yerine geçmiş, sağlıksız bir ilişki kurulan bir şey haline gelmiş durumda.

İnternet Bağımlılığının En Yoğun Olduğu Ülke Güney Kore
Dünyada teknoloji bağımlılığının ülkelere göre aldığı şekiller nasıl? Daha yüksek teknolojiye sahip toplumlar daha hasta ya da bağımlı denilebilir mi? Bu toplumlar bu sorunla nasıl yüzleşiyor?
Dediğiniz noktada haklılık payı var. Daha yüksek teknolojiye sahip ülkeler, bağımlılık konusunda daha büyük risk altında. Çünkü bağımlılıkta erişilebilirlik, ulaşabilirlik çok önemlidir. Yani bir insan bağımlı olunacak şeye daha kolay ulaşabiliyorsa, daha kolay bağımlı olur.
Yani iki tane çocuk düşünün. Bir tanesi İstanbul’da uyuşturucu ticaretinin yapıldığı bir mahallede oturuyor. Ötekisi uyuşturucunun yakınından uzağından geçmediği bir mahallede oturuyor. Uyuşturucu ticaretinin yapıldığı bir mahallede oturan çocuğun uyuşturucuya bulaşması daha yüksek bir ihtimaldir. Çünkü daha kolay erişiyor. Bu anlamda internet bağımlılığına baktığımızda da Afrika’da internetin doğru düzgün yer almadığı, ulaşmanın çok zor, çok pahalı ve masraflı olduğu, bir çocuğun internet bağımlısı olması riski, Amerika’da internetin bedava denilebilecek kadar ucuz olduğu, her yerden kablosuz internete bağlanılabildiği bir ortamda bağımlı olan çocuk gibi aynı riski taşımaz. Amerika’daki çocuk çok daha fazla risk altındadır.
Ama burada bütün ezberleri bozan bir şey var: Dünyada internet bağımlılığı konusundaki en riskli ülke Amerika, Kanada, İngiltere ve Avustralya değil Güney Kore. Dünyada en hızlı internet Güney Kore’de. Tabi bu hız mı internet bağımlılığını arttırıyor, internet bağımlılığı mı bu hızdaki talebi arttırıyor? O çok içinden çıkılabilecek bir soru değil. Ama dediğiniz nokta açısından söylememiz gerekirse ulaşılabilirlik çok önemli. Dolayısıyla gelişmiş teknolojiye sahip ülkeler, internet bağımlılığına yakalanma anlamında daha fazla risk altında.

Bunlarla nasıl başa çıkıyorlar?
Dünyada ciddi anlamda internet bağımlılığını veya teknolojinin kötüye kullanılmasını engellemek için çalışmalar yapıyorlar, bu konuda hükümet politikalarını değiştiriyorlar.
İngiltere’de bilinçli, güvenli interneti kullandırma ve teknoloji bağımlılığını engelleme anlamında çok güzel çalışmalar var. Amerika’da, Rusya’da ve Çin’de tedavi çalışmaları çok hızlı bir şekilde başladı. Amerika’da daha çok özel kuruluşlar tedavi çalışmalarını götürüyor. Çin’de daha çok devlet eliyle tedavi çalışmaları yürüyor. Zaten devletin, bağımlılığı engellemek için, internetin içeriği ve kullanımıyla alakalı düzenlemeleri var. Güney Kore’de bu anlamda devletin bir baskısı yok ama çok ciddi önlemleri var. Güney Kore’de internet bağımlılığına yönelik, sadece bu amaçla kurulmuş ve bütün uzmanları bu iş için çalışan hâlihazırda 50’den fazla müstakil tedavi merkezi var. Dolayısıyla dünyada bu anlamda sıkıntı çeken ülkeler, konunun öneminin farkına varıp toparlamaya çalışıyorlar.

İnternet Bağımlısı mısınız?
Akşama kadar bankada çalışanlar, ekranda çalışan doktorlar, bilgisayar öğretmenleri sizce internet bağımlısı sayılır mı? Ayırt etmek gerekirse kriterler nelerdir? Patolojik sınır burada nedir, hangi durumlardır? Bu bir biyolojik travma mıdır, psikolojik travma mıdır?
Aslında internetin kullanım amacı çok önemli. Bir insan işlevsel olarak üretim amaçlı interneti kullanıyorsa ve onun diğer gelişim boyutlarını engellemiyorsa o kişi günde 8-9 saat de kullansa teknoloji bağımlısı değildir. Kişi işini yapıyor ve işinin dışında kalan boyutlarını da ihmal etmiyorsa teknoloji bağımlısı değildir.
Ama öte tarafta bir genç, bir çocuk düşünün. İnterneti günde 8-9 saat kullanmıyor, 3-4 saat kullanıyor. Ama zaten okuldan sonra boş kalan bütün vaktini onunla doldurmuş ve hayatının diğer alanlarına, gelişim boyutlarına hiçbir şekilde yatırım yapmıyor. Bu insan internet bağımlısı olabilir.
Burada bağımlılık dememiz için iki temel faktör çok önemli:
Birincisi: Amaç ne? Üretim mi, tüketim mi, işlevsellik mi, işlevsiz kalmak mı?
Çalışan bir insan işlevselliğini devam ettirme anlamında teknolojiyi, interneti, bilgisayarı kullanıyor. Bağımlı bir insan ise bütün işlevlerini öldürerek, işlevsiz kalarak teknolojiyi kullanıyor. Dolayısıyla burada amaç ve bu amacın getirdiği sonuç çok önemli.
İkincisi: Ben bunu kullanırken hayatımın tamamında yer alıyor mu?
Bir virüs gibi düşünün. Bünyeye girdiği zaman bütün güzel şeyleri çıkartıyorsa bu bir hastalıktır. Ama güzel bir şey düşünün. Bünyeye girdi, kendi rayına oturdu, diğer şeyler de duruyor. Problem yok.
Şimdi ben teknoloji bağımlısıysam, o zaman fiziksel gelişimime yatırım yapmam. Bedenim gider, uykum gider, yemeğim gider. Yani sağlıksız yerim, sağlıksız uyurum. Hareket etmem.
Haliyle fiziksel gelişimime zarar vermeye başladı. İnternet bağımlığı anlamında bu risk var.
Psikolojik gelişim anlamında hayatımı anlamlandırma, duygularımı kontrol etme, kendimi tanıma konusunda ihmalim varsa, yine bu kullanım bana zarar veriyor. Burada da risk var.
Ama ben teknolojiyi kendimi tanıma, ideallerimi, hayallerimi gerçekleştirme ya da bir şeyleri öğrenme anlamında kullanabilirim. Faydası olabilir. O zaman risk yok. Ya da sosyal gelişim anlamında ben aileme, yakın çevreme, akrabalarıma, arkadaşlarıma gerektiği kadar vakit ayırıyorum. Bunun yanında teknolojiyi kullanıyorum. Problem yok. Ama teknoloji kullanımım ailemle aramın bozulmasına ya da hiç arkadaşım olmamasına veya yakın çevremden zaman çalmama sebep oluyorsa risk var. Dolayısıyla burada dediğim gibi iki şeye bakıyoruz:
Birincisi: Beni ne kadar işlevsel ya da işlevsiz kılıyor? İkincisi: Hayatımın diğer gelişim alanlarına yatırım yapmama ne kadar destek oluyor ya da ne kadar engel oluyor? Buna göre bir insanın bağımlı olup olmadığını anlayabiliriz. O yüzden temel ölçümüz saat değil, bu iki faktör.

Teknoloji Bağımlılığı Hangi Boşluğun Yerini Dolduruyor?
Bu bir iç boşluktan doğuyorsa yetişkinlerle çocukların bağımlılığı arasında ne farklar var? “Sosyal kullanım” ne anlama geliyor? Bireysel ve sosyal gelişim açısından değerlendirir misiniz?
Kesinlikle bir iç boşluktan doğuyor. Teknoloji Bağımlılığı Konferansı’nın kapanışındaki konuşmamda da söyledim: “İnsanlar ‘teknoloji, hayatımızda büyük bir boşluğu doldurdu’ diyorlar. Buna göre hayatımızda büyük bir boşluk varmış ki doldurdu. Yani o boşluk olmasaymış, doldurmazmış.”
Aslında gençler de çocuklar da yetişkinler de şehir hayatında daracık, küçücük alanlarda yaşıyorlar. Bu sıkışık alanlarda nefes alma ihtiyacı hissediyor insanlar. Ama mevcut fiziki ortamda bu imkânı bulamadığı için sanal ortamda nefes almaya çalışıyor. Bir çocuk, bir genç 90-120 m² evinde koşsa, bağırarak konuşsa, şarkı söylese suç. Gürültü yapma, ses çıkarma, kimseyi rahatsız etme… Dolayısıyla çocukların, gençlerin enerjilerini boşaltmaya, kendilerini ifade etmeye, akranlarıyla sosyalleşmeye yönelik hiçbir alan ve imkân yok. Üstelik kim komşuluk ilişkisi kuruyor artık? Kim akrabalarıyla sıkı, güzel, düzenli olarak görüşüyor?
Ama gençlerin ve çocukların akranlarıyla buluşma, görüşme, dertleşme, konuşmaya, kendini ifade etmeye ve göstermeye ihtiyacı var.
Gerçek hayatta ise ne yapsa suç. Konuşamaz, bağıramaz, çağıramaz, şiir okuyamaz, koşamaz, zıplayamaz, hoplayamaz. Ancak ders çalış, test çöz mantığıyla karşı karşıya. O yüzden çocuk kendini ifade edeceği ve bünyesindeki enerjiyi boşaltabileceği yegâne alan olarak orayı görüyor. O boşluğu o şekilde dolduruyor. Ancak gerçek hayatta ulaşamadığı ihtiyaçlarını sanal hayatta karşılıyor. Ama bunu sağlıklı bir şekilde yapmıyor. Gençler enerjilerini gerçek hayatta boşaltamadığı için sanal âleme yöneliyorlar dedik. Ama sanal âlemde de enerjilerini boşaltmak için seçtikleri iki tane riskli yol var: Birincisi şiddet, ikincisi de cinsellik.
Gençlerin bu noktada ciddi anlamda sıkıntılı olduğunu görüyoruz. Bu, ihtiyacın sağlıklı bir şekilde karşılanması değil.
Elbette çocukların ihtiyaçlarını karşılamaya hakları var ama yetişkinler, büyükler onlara sağlıklı zeminler oluşturmadıkları için, onlar da sağlıksız zeminlerde bu ihtiyaçlarını karşılıyorlar.

Gençlerin Temel İhtiyaçlarını Karşılamaya Dönük Merkezler Kurulmalı
Sonuç olarak çözüm konusunda neler söylenebilir?
Çözüm noktasında tek bir kurumun ya da kişinin bir şey yapabilmesi çok zor. Çünkü gerçekten etrafımızı çepeçevre kuşatan bir teknolojik dünyayla karşı karşıyayız. Dolayısıyla kişi ya da kurum tek başına mücadele etmekten ziyade, kişiler ve kurumlar birlikte mücadele etmek zorundalar. Bu anlamda ilk başta atılması gereken adım, gençlerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük lokal imkânların ve alternatiflerin oluşturulması. Biz maalesef global dünyada global düşünmeye alıştık. Global düşünmek güzel ama lokal hareket etmek gerekiyor.
Şu anda Türkiye’nin herhangi bir yerindeki insana, dağ başındaki, kasabadaki, köydeki, şehirdeki insana sorun, Türkiye’nin gündemini biliyor. Antalya’daki seli, İzmir’deki yağmuru, siyasi atışmaları, tartışmaları da biliyor. Ama bu bilgi, ona lazım değil esasında. Ona daha lazım olan bir bilgi var: Çocuğun hayatında hangi seller, eşinin hayatında hangi yağmurlar, mahallesinde ne tür tartışmalar oluyor? Dolayısıyla biz mahalleye geri dönmek, mahalle kültürümüzü yeniden hayata geçirmek ve canlandırmak zorundayız. Çünkü o mahalle canlandığı zaman insanlar faaliyet yapabiliyor, hareket edebiliyor, kendilerini ifade edip sosyalleşebiliyorlar. Bu ihtiyaçlar sağlıklı bir şekilde karşılandığı ve bu zemin oluşturulduğu zaman, sanal dünyaya yönelmek için çok fazla sebep yok esasında.
Çünkü sanal ilişki hiçbir zaman gerçek ilişkinin yerini tutmayacak. Ama gerçek ilişki olmadığı zaman insan sanalıyla idare etmek zorunda kalıyor. Sanal hareket hiçbir zaman gerçek hareketin yerini tutmayacak. Ama gerçek hareket yer ve imkân bulamadığı için insanlar sanal alana yöneliyorlar.
Birincisi: Bizler çok acil bir şekilde; sivil toplum kuruluşları, belediyeler, Gençlik Spor Bakanlığı, diğer bakanlıklar, hükümet, aileler olarak bu konuda vaziyet almalı ve yerel hareket mekanizmaları, yerel zeminleri, imkânları gençlere hazırlamalıyız.
İkincisi: Güvenli ve bilinçli internet kullanımıyla alakalı ülke çapında bilinçlendirme çalışmaları yapmamız gerekiyor.
Bu konuda çok güzel kampanyalar, faaliyetler yapılıyor. Ben Yeşilay Danışma Kurulu’ndayım. Yeşilay olarak yaptığımız, planladığımız Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’yla ortak Türkiye çapında yapılacak çok önemli çalışmalar var.
Fakat sıkıntı şu: Çocuklar ve gençler kadar anne-babaları da bilinçlendirmek gerekiyor.
Bilinçlendirmenin ötesinde anne-babaları bilişsel olarak teknoloji kullanımı konusunda eğitmek gerekiyor. Çünkü anne-babalar kullanmayı bilmiyorlar, anlamıyorlar. Anlamadıkları şeyden de çocuklarını korumaları mümkün değil.  O yüzden kaç yaşında olursa olsun anne-babaların mutlaka o dünyaya girmeleri, o dünyayı doğru ve bilinçli kullanmayı bilmeleri ve bu şekilde örnek olmaları gerekiyor.
Netice olarak şunu kastediyorum: Birincisi, aileler kendi içlerinde bir dönüşüm yaşamak, hayatlarını teknolojiyi bilinçli ve sağlıklı kullanabilecek şekilde yeniden dizayn etmek zorundalar. Çünkü teknolojiyi bilinçli ve sağlıklı kullanmıyorlar. Günde 5-6 saat dizi, yarışma programı seyreden insanları biliyoruz. Bu insanların çocukları mutlaka teknoloji bağımlısı olur.
O yüzden ilk olarak aileler televizyon veya cep telefonu kullanımını azaltmak, kendilerini toparlamak, dönüştürmek zorundalar.
İkincisi, toplumsal bir dönüşüm gerçekleşmesi gerekiyor. Bu toplumsal dönüşüm de daha küçük bir perspektifte daha geniş alanlar oluşturarak olacak. Yani mahalle çerçevesinde olacak hareket ama mahallede gençlerin, çocukların hareket edebilecekleri, dertleşebilecekleri, kendilerini gösterebilecekleri, ilişki kurabilecekleri diğer insanlarla, ortamların, zeminlerin olması lazım.

Komşuluk İlişkilerini Yeniden Diriltmemiz Gerekiyor
Maalesef geçen gün bir arkadaşım diyor ki: “Ben 10 yıldır aynı binada oturuyorum, hâlâ adım 18 numara.” Yani insanlar aynı binada oturuyorlar 10-20-30 sene, birbirlerinin isimlerini ya da birbirlerinin isimlerinin ötesinde bir şey bilmiyorlar. Herhangi bir şey olduğunda duvarının yanındaki insanın imdadına koşması ve haberdar olması gerekiyor ama maalesef birbirlerinden haberdar değiller. O yüzden bu komşuluk ilişkilerini yeniden diriltmemiz gerekiyor.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Cebrail aleyhisselam komşu hakkının öneminden o kadar bahsetti ki komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” Bu çok önemli bir şey ve bu tevil edilebilecek bir şey değil. Bizatihi evimizin yanındaki insandır, etrafımızdaki insandır. Komşu çok önemlidir. Komşudan bizim haberimiz olmak zorunda. Komşularla ilişki kurmak zorundayız. Olmazsa olmaz.
Bu yüzden toplumsal bir dönüşüm de gerçekleşmek zorunda. Bu anlamda ben Türkiye’nin her yerinde konuşma yapıyorum. Bu konuda gençlik ve çocuk merkezleri kurulması konusunda teşvik ediyorum. Çok şükür, son 3-5 seneden beri gençlik merkezleri kurulmaya başlandı. Ama burada dikkat edilmesi gereken iki temel nokta var. Birincisi, bu gençlik merkezlerinin çok yerde kurulması lazım. İlla ki insanlar olağanüstü, devasa binalar yapacağız diye düşünmesinler. Gençlerin rahat hareket edebilecekleri bir daire, bir binanın küçük bir bölümü bile olabilir. Ama muhakkak gençlerin sahip çıkabilecekleri, gençlerin orada kendilerini bulabilecekleri bir yer olsun.
İkincisi, gençlik merkezleri yapılıyor. Misal olarak söylüyorum, bir ilçeye bir tane yapılıyor. Yani çocuk bilgisayar oynamak için bir odadan ötekine geçmek zorunda. Gençlik merkezine gitmek için yarım saat yürümek veya otobüse, minibüse binmek zorunda. O çocuk o merkeze gitmez.
O yüzden hemen ulaşabileceği yakınlıkta, mahallesinde gençlik merkezi olmak zorunda. Büyüklerin değil, gençlerin sahip çıktığı, yönettiği bir merkez olmalı. Büyükler dünya kadar kurs açıyorlar, “gelin, kurslara katılın” deniyor. Genç geliyor, bakıyor. Büyükler “şuraya git, buraya gel, şurada otur, buradan kalk…” diyor. Bunu gören genç “Burası bana ait bir yer değil, benim merkezim değil. Öteki tarafta yönettiğim bir dünya var, o dünyaya gideyim.” diyor.
Dolayısıyla gençlik merkezlerinde gençlere inisiyatif ve yer verilmesi çok kritik bir öneme sahip.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir