Geleneğin ve Modernliğin YOBAZLARI / Abdülkadir Yılmaz


Her zaman yeni icat edilen şeylerin eskiye göre daha iyi, daha güzel, daha mükemmel olacağı fikrinden hareketle yapılmış bir margarin reklamı vardı. “Siz hâla annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?” diyordu o reklamda. O soruya karşılık olarak bugün şunu diyebilirim ki:
Hayır, ben babaannemin tereyağını kullanıyorum. Natürel, doğal olanı yani… Babaannemin tükettiği domatesi, kabağı, patlıcanı da özlüyor ve arıyorum. Hormonlar, kimyasal ilaçlar ve suni gübreler tarıma yenilik adına girdikleri günden beri ağzımızın tadıyla beraber sıhhatimiz de bozuldu. Biz bu yenilikleri daha iyi olarak kabul edebilir miyiz? Şimdi hormonsuz, natürel yiyecekleri arıyoruz. İneklerin, koyunların yaratıldığı zamandaki sütünü, yoğurdunu, tereyağını; meyvelerin, sebzelerin yaratıldığı zamandaki tadını, lezzetini, şifasını arıyoruz. Eski olup da eskimeyen şeylerden birisi de doğallık, natürellik değil mi?
Bunlar gibi eski olup da değişmeyecek olan fikirler, görüşler vardır. Bu fikirler de natüreldir, doğaldır. İnsanın yaratılışından beri değişmeyen, değişemeyecek olan fikirlerden bazıları. Hz. Âdem’den (as) beri gelen; Allah’ın varlığı, yaratılış inancı, tevhid fikridir. Tevhidi ve yaratılışı reddeden her türlü düşünce, fikir ve inanışa, insan eli değmiş, insan zihni karışmıştır. Dolayısıyla doğal değil hormonludur. Öldürücüdür, ruhun bünyesine zarar vericidir.
“Gelenek” geçmişi, “modernlik” yeni zamanları ifade için kullanılır. “Her gelenek iyi değildir, atılmalıdır; her yenilik iyidir kapılmalıdır.” düşüncesi asrımıza ait bir akıl tutulmasıdır.
Geçmişe takılıp orada mı kalalım, modernliğe sarılıp geleneği inkâr mı edelim?
Her şeye toptancı bir bakışla bakmayı alışkanlık hâline getirmiş zihniyetler ya geleneğin durağanlığına takılıp kalıyor, ya da modernliğin parlaklığından gözleri kamaşıp geçmişin güzelliklerini gözden kaybediyorlar. Yani, güneşin parlaklığından görünmeyen yıldızları inkâr etme garabetine düşüyorlar.
Kâinatın en şerefli varlığı olan insanın yaratılışına baktığımızda onun akıl ve deliliği, ilim ve cahilliği, iyilik ve kötülüğü, güzellik ve çirkinliği, meleklik ve şeytanlığı potansiyel olarak içinde taşıdığını görürüz. İyi bir insana, biz salt katıksız iyi olduğu için iyi demeyiz. Güzellik de öyledir. Akıllılık da ilim de… Her şeyi bilene âlim demeyiz. Her âlim olan aynı zamanda cahildir de… Zira bilmediği bildiğinden fazladır. Güzel, her yönü ile güzele denmez; güzel yönleri çirkin yönlerini örten insan güzeldir. Akıllı, her zaman akıllı hareket eden değil çoğunlukla akıllıca hareket etmeyi başaran demektir. Dünya güzeldir derken dünyanın her yönü güzel değildir. Ölümü var, acıları var, faniliği var, ama bizatihi ölüm bile kötü değildir. Ölmesi gerekenlerin, tedavi olamayacak hastaların, aciz yaşlı insanların, yerine göre, ölümü güzellik ve rahmettir.
İsa (as) için rivayet edilir ki; bir leşin yanından geçerken insanların tiksinmeleri üzerine koyunun güzel dişlerini göstererek, “Ne güzel dişleri var!” diye leşteki güzelliğe dikkat çekmiştir. İşte bu bakış hikmetli bakış, adaletli bakıştır. Olaylara adaletle yaklaşmak hikmetle yaklaşmak peygamberlerin sıfatıdır. İslam, hazreti insana bu bakışı kazandırmak ister. Dostlarınıza, arkadaşlarınıza, çocuklarınıza, eşinize bakarken salt iyilik aramayın. Belki güzel kokulu gülün dikeni de bu hikmete mebni yaratılmıştır. Severken de bu mantıkla sevmeliyiz. Nefret ederken de bu mantıkla nefret etmeliyiz. Mizanda iyilikler ve kötülükler tartılacak, iyilik kötülükten fazla gelirse o kişi cennete alınacak, cennete konuk edilecektir. “Senin zamanında şu kötülüklerin vardı, sen yaramaz adamsın, gir cehenneme!” denilmeyecektir. İşte bu bakış açısını kazandırmak İslam’ın hedefidir. Buna “hikmet” denir. Günümüzde en çok tartışılan gelenek ve modernlik kavramlarını da bu bakış açısı ile değerlendiremezsek bundan doğru sonuçlar elde edemeyiz.
“Gelenek güzeldir ondan vazgeçemeyiz!” dersek cahiliye toplumlarının kız çocuklarını diri diri gömen geleneklerini nasıl savunuruz? Ebu Cehil, Efendimiz’e (sav) karşı insanları örgütlerken “Bizi geleneklerimizden, atalarımızın dininden vazgeçirmek istiyor.” diye kendini savunuyordu. İnsanların geleneği korumaya yatkın duygusal yapılarından girerek yenilik karşısında ayaklanmaya çağırıyordu.
Firavun da bir zaman geleneği temsil ediyordu; Hz. Musa (as) ise modernliği. Firavun, atalarından intikalle gelen tanrılık iddiasını, kutsallığını tanımayan ve ortadan kaldırmak isteyen Hz. Musa’yı (as) yenilikle suçluyor, O’nu ve düşüncesini yok etmek istiyordu. Musa (as) ise Âdem’den (as) beri bütün peygamberlerin tebliğle görevli olduğu kadim bir hakikati; Allah’ın varlığını ve birliğini ifade eden tevhid inancını toplumda yeniden inşa etmek istiyordu.
Gelenek kötüdür dersek, bütün dini güzellikler kadim hakikatlerdir. Evrensel, eskimez ahlaki değerler vardır. Bunların hiçbir zaman değişmemesi gerekir. Eskidirler ama eskimez hakikatlerdir. Modernlik güzel değil dersek yenilenmeye, tekâmüle karşı durmuş oluruz. Bu yanlış olur. Bu İslam’la da akılla da bağdaşmaz. Ama her yeni faydalı mıdır, güzel midir? Bunun cevabını da objektif olarak verebilmeliyiz. Mesela teknolojideki yenilikleri, gelişmeleri ele alalım. Yeni gelişmelerin insanlara çok büyük rahatlıklar, kolaylıklar ve konfor sağladığı, zaman tasarrufu sağladığı ortadır. Bilişim araçları, ulaşım araçları çok güzel ama ya yeni silahlar için ne demeli!.. Kılıçla savaşların olduğu dönemlerde ki insan zayiatına bakın, bir de bir düğmeyle binlerce insanı öldüren gelişmiş silahlara bakın. Modernlik adına bu gelişmeyi savunabilir miyiz? Atom bombasını da savunabilir miyiz? Modernlik nedeniyle sosyal hayatın geldiği vahim noktada kopan aile bağlarını, erozyona uğrayan ahlaki ve dini değerleri normal karşılayabilir miyiz?
Modernlik ve gelenek birbirinden kopmayan ama birbirini tamamlayan ve tekâmül ettiren hakikatler olarak insanlığın sonuna kadar devam edecektir. Tekâmül, olgunlaşma dünya hayatının ve tabiatın da bir gerçekliğidir. Baharda açan bir çiçek önce acı bir meyveye dönüşür. Yaza doğru olgunlaşır, tatlanır. Bunun gibi, terakkisinde acılık ve hamlık sürecini yaşamayanlar, olgunluğun lezzetini de yaşayamazlar.
Geleneğin güzellikleri, tecrübeleri, kazanımları ve bilgi birikimlerinden modernliğin zemini teşekkül etmelidir. Modernlik, bu zemin üzerinde inşasını ve tekemmülünü sürdürmeli, geçmişin güzelliklerinden, tecrübelerinden, bilgi birikimlerinden koparılmış tamamen yepyeni bir dünya inşasına kalkmamalıdır. İşte o zaman köksüz bir ağacın yeşilliği gibi bir baharlık ömrünüz olur. İçinde nice sonbahar, kış, bahar ve yazları görüp geçiren uzun bir ömrü yaşayamazsınız.
Evet, değişen şartlara ve zamana direnerek sadece korumacı bir tavır geliştiren, gerektiği kadar bir değişime akıl erdiremeyenler toplumun gelişmesi önünde engeldirler, zaman ve şartlar onları tüm değerleriyle beraber toptan süpürür, bu kaçınılmaz bir akıbet olur. Modernlik adına her şeyi değiştirmeye kalkışan da topluma ayaklarını basacağı zemini kaybettirir. Böyle bir terakki ancak yanılsamadır ve sonu hüsran olur.
Biz, yüz yıllık Cumhuriyet tarihini kendimize tarih bilip geçmişi toptan reddettik. Modernlik adına bunu yaptık. Osmanlıyı böyle bir mantıkla tamamen reddedip modernleşme adına köklerimizden koptuğumuz için de yüz yıldır modernliği zorla dayatanlar ile halk arasındaki kavga bitmedi. Halkı köksüz geleneksiz bir modernliğe mecbur eden bir zihniyet kanlı darbeler ve türlü entrikalarla halkı ancak yüz yıl oyalayabildi. Nitekim insan fıtratı tepeden inmeci dayatmacı modernliği bir türlü sindiremedi. Yabancı maddeyi kabul etmeyip dışarı atan insan bünyesi gibi dışarı attı. Bu kaçınılmaz bir şeydi ve böyle oldu.
Biz ne geleneği yok sayabiliriz. Ne de modernliği inkâr ederek bu değişimin önünde durabiliriz. Bu değişimi kontrol ederek gerçekleştirmek, hazmederek yaşamak yapmamız gereken en akıllıca tavırdır; buna karşı yobaz bir duruş sergilemek değil. Geleneği yok sayan, köklerinden gıda ve su alamaz; modernliği yok sayan yapraklarından fotosentez yapıp güneşten faydalanamaz. Hikmetli bir yaklaşımla, gelenek üzerine inşa edilen modernlikle birlikte insanlık kazasız yoluna devam edebilir ancak.
Türklerin tarihi, gelenekçilerin ve modernlik hastası yobazların tahribatları anlamında zengin bir geçmişe sahip… Geleneğin yobazları zihniyetleri ile yıllarca, bozulup duran saat gibi olmayı dindarlık sandılar, medrese ve tekkeleri zorla kapattırdılar. Modernliğin yobazları da gün geldi Allah’ı tamamen hafızalardan silmeye kalktılar. Kur’an’ları yaktı, Kur’an kurslarını kapattı, camileri ahır yaptılar. Ama hayat her iki yanlışı yapandan da intikamını er geç alıyor. Ne geleneği yok sayarak modernliğe tamamen sırt çeviren, ne modernlik adına kadim hakikatlere ve toplumun köklerine savaş açanlar, bu akılsız direnmelerinin zaferini görebiliyorlar. Evet, bu mesele ciddi bir mesele; modernlik ve gelenek arasındaki dengeyi yakalamak ciddi bir akıl, feraset, basiret, hikmet, adalet gibi birçok olmazsa olmaz duygunun eşliğinde düşünmeyi gerekli kılıyor. Bu sebeple de her zaman, orta yolu bulmada zorlanan gelenekçiler ve modernler arasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Böyle durumlarda düşüncede birliği sağlamak için topluma önderlik edecek seçilmiş şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Müceddidler, gelenekle modernliğin en uygun şekilde izdivacını gerçekleştiren seçilmiş önemli şahsiyetlerdir. Dini, dindarların yobazlığından temizleyip kurtarırken, modernlik adına asıldan verilen tavizleri de fark ederek ayıklarlar. Hadis-i şeriflerle geleceği vadedilen Mehdi (as) da bu işi yapacak, hem yobazların hem modernlik adına dini asli mihverinden çıkarmak isteyenlerin tahriplerini durdurup her şeyi olması gerektiği gibi yapacaktır. O sebeple İslam, O’nun zamanında herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilir ve yaşanılabilir hale gelecek ve cihan şümul olacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir