
Burayı açmaya nasıl karar verdiniz? Hangi amaçla açtınız?
Öncelikle burası yeni kurulmuş bir mekân değil, bizim bu işle ilgili yaptığımız çalışmalar, faaliyetler zaten devam ediyordu. Eyüp Sultan’da on yıldır faaliyette olan bizim başka bir atölyemiz vardı. Buraya yeni taşındık ama kurumsal anlamda buranın merkezî bir yer olması, “Neyzen Sanat Atölyesi” adıyla ilan edilmesi, duyurulması ve üniversitelere yakın bir bölgede olması, hem de merkezî bir kavşak noktasında yer alması açısından, gündeme gelmesi daha yoğun oldu tabi. Hatta televizyon programları yapmak için çekimler yaptılar, tanıtımlar yaptılar. Dolayısıyla sanki yeni bir çalışma alanı açılmış gibi göründü. Oysa biz bu çalışmaları on yıldan daha uzun bir süredir yürütüyoruz.
İnsanların ilgisinin yeni dönemde daha fazla arttığını söyleyebilir miyiz, gelişmelerde bunun bir etkisi var mı?
Doğru, son beş altı senedir yoğun bir alaka var. Hem ney üflemek için, hem de ney’in yanında geleneksel Türk İslam sanatlarının bütün alanlarına yoğun bir alaka var. Ney dersiyle ilgili birçok yerde faaliyet yapılıyor. Vakıflarda var, Büyükşehir Belediyesi’nin İSMEK faaliyetlerinde var ve İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında birçok noktada ney dersi verilen kurumlar arttı. Hatta sadece İstanbul’da değil artık Anadolu’da da bu işler yaygınlaştı. Benim ney’e başladığım 1986–87 dönemlerinde, bırakın Anadolu’yu, İstanbul’da ney dersi alanlar belki beş on kişiyi geçmezdi, öyle hatırlıyorum. Bunu dışarıdaki faaliyet açısından söylüyorum. Yoksa konservatuardaki eğitimler zaten devam ediyordu. Konservatuarı dışarıda bırakırsak, sivil anlamda bu işe merak sarmış, ciddi anlamda öğrenmeye niyet eden çok fazla kişi yoktu. Ama yirmi küsur yıl sonra geldiğimiz noktada şimdi çok daha farklı bir şeyle karşı karşıyayız; aşağı yukarı her yaştan talebe var ney öğrenmek için. Dolayısıyla bu tür kurumların sayısı da buna paralel olarak arttı.
Önce ney’i üflemek için öğretim veriyorsunuz sonra da belirli zamanlarda meşk mi yapılıyor?
Şimdi ney dersi dediğimiz zaman işin içinde usul, makam, solfej ve musiki tarihi şeklinde özetleyeceğimiz bütün alanı kapsayan bir eğitimden bahsediyoruz. Biz haftada bir gün burada iki-iki buçuk saat süren on kişilik gruplarla yaptığımız derslerde, bu alanların hepsiyle ilgili ihtiyaca göre bilgiler veriyoruz. Tabi ki en temel amacımız ney’i üflemeyi öğretmek. Bununla birlikte tarihteki neyzenleri tanıtıyoruz, tanımaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz eserlerdeki ritim özelliklerini ve makam özelliklerini analiz etmeye çalışıyoruz.
Konservatuar gibi mi çalışıyorsunuz?
Tabi, birkaç türlü eğitim oluyor. Zaten herhangi bir şeyin eğitimi verilirken lazım olan her şey verilmeye çalışılıyor. Hani derler ya eskiler; “efradını cami ağyarını mani” yani “ilgili olanları bir araya toplayan, alakasız olanları dışarıda bırakan” bir bakışla eğitim felsefemizi oluşturmaya çalışıyoruz. Biraz ilerleyen, seviye kat eden arkadaşlarımızla da tavırlar üzerine çalışıyoruz. Tarihte, -Osmanlıdan günümüze yaşayan, devam eden- kuvvetli ekoller var, onlar üzerine çalışıyoruz.
Farklı farklı ekoller de mi var?
Var, evet… Ney üzerine ekoller var. Ama biz tercih olarak Niyazi Sayın Hoca’nın ekolünü tatbik ediyoruz.
Türkiye’de de genel itibariyle böyle mi?
Evet, böyledir. Niyazi Sayın Hoca’nın ekolü çok yaygındır.
Peki, Ortadoğuda ‘ney’ yaygın diyebilir miyiz? Türkiye’ye göre farklılıklar var mı?
Ortadoğu ülkelerinde ney sazı maruf ve meşhur… Tavır konusunda, tamamen kendi ülkemizdeki tavırlardan bahsediyoruz. İran’ın ney’inin gerek sesi, gerek rengi, tınısı, üfleyiş biçimi, -yine Arapların da öyle- bunların hepsi birbirlerinden çok farklı. Onlar başka bir mevsim yani. Türkiye’de Niyazi Sayın Hoca’nın tavrı şu anda en çok takip edilen, üzerinde çalışılan tavırdır.
Biliyorsunuz insanların bir sürü sorunları var, iş hayatının stresi var vs. İnsanların bu sıkıntılarını bir şekilde üzerlerinden atmaları lazım, deşarj olmaları lazım. Ney bu konuda destek olacak ciddi bir unsur olabilir mi, etkisi olabilir mi?
Öncelikle insanın herhangi bir şeyle sürekli olarak meşgul olması, zaten zaman içerisinde kendisinin psikolojik olarak terbiye edilmesine yol açıyor. Herhangi bir meslek dalında herhangi bir spor alanında ciddi bir şekilde mesai ayıran, bu işlerle uğraşan insanlar daha olgunlaşıyorlar, kemâle doğru kendilerini düzeltiyorlar. Özellikle ney olunca bu daha fazla, daha etkili, daha tesirli bir icra arz ediyor üfleyenler üzerinde. Çünkü bizim işimiz nefesle olduğu için sürekli nefes verirler. Doğru nefes vermek, doğru nefes almak; nefes kontrolü zaten insanı psikolojik olarak rahatlatan bir egzersiz. Doğru nefes almak insan hayatında çok faydalar getiriyor. Özellikle psikoloji üzerine çok tesiri var. Çünkü nefesi tam kapasite ile kullanan birisinin vücudundaki oksijenlenme oranı daha yüksek oluyor, fizyolojik olarak bu böyle. Oksijenlenme olayı daha fazla olduğu zaman metabolizma daha rahat çalışıyor, sistem daha rahat çalışıyor, insanın psikolojisi rahatlıyor. Hatta heyecanlanan insanlar üç defa doğru nefes alıp verdikleri zaman heyecanları geçiyor. Bunlar bilimsel olarak takip edilen, öğretilen, diksiyon kurslarında gösterilen, spiker yetiştirilen yerlerde gösterilen ve öğretilen teknikler. Biz bunu ney üflemek suretiyle yapmış oluyoruz. Ney insana sabrı öğretiyor. Çünkü kolay kolay ses çıkmıyor, sabrediyoruz, üflerken nefes egzersizi yapmış oluyoruz. Hem sabrı öğretiyoruz hem de sabrın neticesindeki güzelliğe kavuştuğunuzda nasıl bir hoşluk meydana geldiğini de bize gösteriyor ney…
Zaten kendi sesinde de bir egzotiklik var, insanı etkileyen bir sesi var, duyguları harekete geçiren bir tarz var, neşelenmekten ziyade bir hüzün, bir duygu yoğunluğu…
Hem hüzün verir hem neşelendirir, hüzünlendirmek suretiyle neşelendirir. Bunu ayırmak lazım. Çünkü bu hüzün ümitsizlik ifade eden bir hüzün değildir, neşelendirir… Bazen insanı ağlatarak neşelendirir. Yıllardır görmediği oğlunu gören anne sevinçten ağlıyor mesela, hem ağlıyor hem sevinçli… İşte böyle bir şey yani. Daha önemlisi bizim bu eğitimlerimizin amaçlarından en önemlisi; bu enstrümanın anlamını ifade eden, irtibatlı olduğu dünya ile, tarihle, kültürle bağlarını kurup o tarihi o kültürü anlamaya çalışıyoruz, öğrenmeye çalışıyoruz. Ney bir tasavvuf müziği enstrümanı olarak ortaya çıkıyor. İlk defa Mevlana’nın dergâhlarında kullanılıyor. Kudüm’le birlikte ikisi en temel saz oluyor. Ney’in üflenildiği mekânlar da önemli, çünkü mekânların da ruhu var. Mekânın ruhu enstrümanın ruhu, üfleyenin ruhu bir olunca ondan sonra vahdet oluyor, tek bir ruh çıkıyor ortaya. Bu mananın irtibatlı olduğu anlamlar dünyasına dalıyoruz veya araştırıyoruz, giriyoruz. O kapılardan girip bakıyoruz “neler var acaba?” diye, en önemli konu da bu. Bir de şu da önemli: Biz hocalarımızdan bu enstrümanı öğrenirken edebi de öğreniyoruz. Yani hocalarımızdan bir enstrümanı çalmasını öğrenirken onun halini de kendimize transfer ediyoruz. Dolayısıyla görünmeyen eğitim tarafı daha önemli sanki…
Zaten eserler, ilahiler, kasideler; bunlar bir şekilde çalınıyor…
Tabi tabi, saz eserleri çalınıyor, ilahiler çalınıyor, bütün bunların bestecileri tarihte hep derviş insanlar. En büyük Dede Efendi’den, Zekai Dede’den, III. Selim’den… Bunlar hem kendileri neyzen, hem derviş, hem bestekâr, hem hoca, hem de iyi enstrüman ustaları, sazende aynı zamanda. Dolayısıyla bunların eserlerinin vücuda gelmesi öyle basit bir şey değil. Hangi ruhtan çıktı, hangi kalpten neşet etti bu eserler, bu da önemli. Biz de aynı duygunun peşinde oluyoruz en azından. O duyguları alıp onlarla haşir neşir olup aynı şeyi yaşamaya çalışıyoruz.
Seslendirirken zevk aldığınız, çok hoşunuza giden, duygulandığınız en sevdiğiniz eserler hangileri?
Bunun cevabını veremem. Çünkü insanın yaşadığı o kadar çok çeşitli duygu var ki hepsi kıymetli. Duyguları birbirinden nasıl ayıramazsak makamlar da böyle, eserler de böyle. Her bestekârın çok güzel eseri var, her makamda ayrı çok şaheser eserler var. Her birinin insanda uyandırdığı duygu, hissiyat farklı farklı olduğu için, bunlar arasında mukayese yapmak belki de doğru değil.
En çok beğendiğiniz bestekârlar hangileri?
Bestekârlar olarak, neyzen olarak takip ettiğimiz, söylediğim gibi Dede Efendi, Zekai Dede, daha yakınlara gelirsek Zeki Arif Ataergin, Rakım Elkutlu Hoca, Aziz Dede, Emin Dede… Bunların tabi elimizde eserleri var. Tek başına eserlerinden kendileri hakkında bilgi sahibi olamıyoruz maalesef. Tabi günümüzde Niyazi Sayın -Allah uzun ömür versin- O’nunla görüşmelerimiz devam ediyor, ondan büyük istifadelerimiz var. Zaten birisinden sağlam istifade yapabilirsek hepsinden istifade etmiş oluyoruz. Çünkü onlar kendinden önceki bütün üstatların ışığından taşıyorlar, bütün üstatlar mumlarını aynı ateşten yakmışlar. Biz de o mumun ışığıyla aydınlanmaya çalışıyoruz.
Ney eğitimi uzun yıllar aldığı için, onu hak ettikten sonra, onun edebini aldıktan sonra diyorlar ki: “Artık sen ehil oldun…” Hem sanatsal yönüyle hem de edebiyle, kemâlatıyla… Bu çok yönlü eğitim ve öğretim konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bizim bütün meslek dallarında da meslek örgütlerinde de sanat eğitiminde de normal bildiğimiz tahsil hayatında da tekkedeki eğitim tarzının aynısı, bütün her şey iç içe girmiştir. Araştırdığınız zaman “beş usûl” dediğimiz şey, direk tekkedeki üstadın talebesiyle olan ilişkisinin aynısıdır. Bütün bunları topladığımız zaman aslında Hz. Peygamber (sav)’le sahabe arasındaki ilişkiye uzanırsınız, kaynağını oradan alır. Dolayısıyla bizim meslek örgütlerinde, Lonca Teşkilatında da aynı şekilde bu vardır. Belli bir olgunluğa gelmeden belli bir meslek erbabı sayılmazsınız. Eğer meslek içerisinde herhangi bir hıyanet, herhangi bir yanlış iş, usule erkâna aykırı hareket olursa o meslek erbabının pabucunu alırlar dama fırlatırlar, o bir daha orada iş yapamaz, atılır oradan… “Pabucu dama atılmak” deyimi oradan geliyor. Şimdi bunun gibi bizim derslerimizde de eğitim sistemimizde de aynı şekilde usûl, adap, yol, erkân, bunlar çok önemlidir. Hepsinin kaynağı dergâhlardaki sistemdir, değişmez.
Son olarak Hz. Mevlana ve ney ilişkisinden bahseder misiniz?
Hz. Mevlana hayatı ney üzerinden seyretmiş, hayatı ney üzerinden anlamaya çalışmış, adlandırmaya çalışmış, temellendirmeye çalışmış, bütün eserlerini bu bakış açısıyla yazmış büyük bir Allah dostudur. Zaten “ney” deyince Hz. Mevlana akla geliyor. Mesnevî’sinin başında da 18 beytin tamamı ney’le ilgili. Hatta Mesnevi’nin tamamı ney’in, ilk 18 beytin şerhi… Dolayısıyla ney üzerinden insanı, hayatı, varlığı, âlemi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmış ve bize göstermeye çalışmıştır Hz. Mevlana. Ney onun gözüyle sembolik bir değer ifade etmektedir, insan-ı kâmili sembolize etmektedir. Dolayısıyla içinin boş temizlenmiş olması, bomboş olması, bir nefesin, eline verilip de üflenmeye hazır hale gelmesi, artık kendisinden herhangi bir şey sadır olmaması… İnsan-ı kâmil de aynı şekilde sembolize ediliyor. İnsan-ı kâmilin de kendisinden kattığı bir şey yoktur, nefsini öldürmüştür, nefsinden kattığı bir şey yoktur. Cenab-ı Hakk’ın ilhamına mazhar olmuştur ve bütün sözleri, fiilleri, davranışları her şeyi Cenab-ı Hakk’tan gelen emir ve nehiy üzerine yürümektedir. Aynı şekilde temiz, güzel, kaliteli bir ney de, neyzen nefesiyle ne üflediyse neyzenin kalbinden ne çıkıyorsa odur. Kendinden bir şey katmıyor, yüzeysel olarak kısaca böyle söyleyebilirim.
Yeni başlayan insanlara tavsiyeniz var mı? Başarmak çok zor mudur?
Bu işi başarmak zor, bir şeye kıymet verirken ayarını doğru tutturmak lazım. Çünkü ney öğreneceğim diyen insanların sayısı arttıkça plastik neyler çıktı ortaya. Plastik neyle bu iş öğrenilmez, gençlere nasihatim buna tevessül etmesinler… Ney kamıştan olacak, bunun bir sürü felsefesi var. Aslında kamış olmasının da, kamışın topraktan yetişmesinin de bir sürü hikâyesi var. Dolayısıyla plastikten ney olmaz, demirden olmaz, orijinali neyse o olmalı. “Kem âlat ile kemâlat olmaz.” der büyükler. Yani, “Kötü bir aletle, kâmil bir iş çıkmaz.” Dolayısıyla orijinaline bakacaklar. Her şeyin doğrusunu yaparak öğrenecekler, yanlış yoldan giderek doğruya ulaşılmaz, buna dikkat etsinler. Bir de bu işe başlarlarsa sabırlı olacaklar. İki yıl ayırmaları lazım ki iki yıl sonra çok mutlu olacaklar, çok güzel bir noktada olacaklar, kendilerini geliştirmiş olacaklar. Tavsiye ediyorum herkese…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

