Gözler de Kapalı, Gönüller de / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanların birbirlerine karşı nasıl olmaları gerektiğini bu hadislerinde ne güzel açıklamıştır… Hastalandığımız zaman nasıl ağzımızın tadı gidiyor ve yediklerimizden lezzet alamıyorsak, bedenimizde bir yerimiz ağrıdığında tüm hareketlerimiz kısıtlanıyorsa Müslüman kardeşimizin bir derdi olduğunda onun derdiyle dertlenmek, derdine çare bulmak için elimizden geleni yapmak boynumuzun borcudur. Aile bireylerinden biri hastalandığında veya onun bir derdi olduğunda o ailedeki herkes bundan etkileniyor. Ağrıyı sadece hastalanan kişi çekiyor olsa da diğer aile bireyleri hastalık durumundan doğrudan ya da dolaylı bir şekilde etkileniyor. Örneğin hastalanan kişi anne ise, onun sorumluluklarını diğer aile bireyleri üstleniyor. Yemeği yapıyor, evi temizliyor ve hem kendi sağlığı ve günlük hayatının aksamasan devamı için hem de annenin sağlığına kavuşması için bu işleri üstlenmek zorundalar. Çünkü arada kuvvetli bir sevgi bağı ve merhamet duygusu var. Merhamet sahibi hiç kimse, ailesinden biri hasta olduğunda ona ağır işler yaptırmaz, onun sorumluluklarını seve seve üstlenir. Demek ki itici güç sevgi!
Peki bize ne oluyor da şu an tüm dünyada Müslümanlar zulüm görürken hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz? Birbirimizi sevmeyi ne ara unuttuk? Tek vücutken ne ara ayrıldık ki birbirimizin acılarından bîhaber olduk? Yıllardır Müslümanlara yapılan eziyetleri televizyondan adeta bir film seyreder gibi seyrediyoruz. Sofra başında izlediğimiz haberler iştahımızı bile kaçırmaz oldu. Sıcacık evimizde, elimizde çayımızla, bombalanan şehirlere ve yerle bir olan evlere bakıyoruz.
Yıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde eziyet gören Müslümanlar zaman zaman gündeme geldiler, bir süre sonra gündemden çıktılar. Ancak ne Müslümanların gördüğü zulüm bitti ne de zalimler zulümlerini sonlandırdı! Şu an gündemde İsrail’in Müslüman kardeşlerimize yaptığı zulüm var. Yıllardır devam eden, her bayramda gözyaşı ve kana buladıkları Gazze’ye yine alçakça saldırmaktadırlar. Kudüs ve Müslümanların çektikleri acı bizim gündemimizde ne kadar yer ediniyor, buna bakmak lazım! Ve ne yazık ki acı bir şekilde Müslümanların birlik olup Müslümanlara yardım etmediği, destek olmak yerine sözleriyle onları karaladıkları, Hak’la batılın savaşında batılın tarafında oldukları görülüyor. Günlük hayatta incir çekirdeğini doldurmayacak şahsi meseleleri için aslan kesilenler, masum insanlar ve daha dünyaya gözlerini yeni açmış bebeklerin öldürülmesi karşısında gözlerini kapatıyorlar; görmüyorlar, duymuyorlar ve hissetmiyorlar! Bu körlük hem Müslümanlarda hem de tüm insanlıkta… Yoksa hâlâ aç, susuz; çaresizlik ve korku içinde bir gün daha bombaların altında kalır mıydı Gazze halkı?
Siyonistler, benimsedikleri davaları uğruna yıllardır çalışıp her yolu kendilerine hak görmektedirler. Onların destekçisi olan devletler de bu uğurda yapılan tüm katliamlarda sessiz kalmaktadırlar. Kendi yandaşlarının bir tırnağı kırıldığında dünyayı yakıp yıkarken Müslümanların parçalanan bedenlerini görmek onlara zevk verir olmuştur. Merhamet yoksunu, gözlerini kan bürümüş ve kalpleri mühürlenmiş bu canilerin ahirette çekecekleri azabı arttırsın Rabbim… Her şeye rağmen sessiz kalmayan, eliyle, diliyle, imkânlarıyla bu zulme tepki gösteren gayrimüslimlerin de mükâfatını versin, onları İslam’la şereflendirsin. Müslüman olarak bunu yapmak zaten bizim görevimiz. “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” “Bizim onlara gücümüz yetmez.” “Bu, bireylerin değil; devletlerin işi.” gibi düşüncelerden acilen sıyrılmak gerekir. Yaşanan bu savaş sadece Gazze halkının savaşı değildir, Müslümanların davasıdır. Siyonistler Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma hayalleri içinde, çocuklarını daha çekirdekten yetiştirmeye başlamaktadırlar. Biz Müslümanlar ise ellerine sosyal medya verdiğimiz çocuk ve gençlerimizin ahlak dışı ve sadece dünyalık hayaller kurmasına sebep olmaktayız. “Ne yapabiliriz” in cevabı çok açık. Okuyup araştırmak ve tarihimizi, dinimizi bilmekle yükümlüyüz. Bu kadar bilgi kirliliğinin olduğu bir dönemde doğru bilgiye ulaşmak için aklı doğru kullanmalı ve sorgulamalıyız ki Rabbimiz de yüce kitabında bizim sorgulamamızı, akletmemizi, düşünmemizi istemektedir. Bilinçli yetişkinler, bilinçli yeni nesiller demektir. Önce kendimizi besleyeceğiz, bilgi ve maneviyat anlamında. Çocuklarımıza daha küçük yaştan itibaren dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi öğretip onlara ulvi hedefler koymaları için yol gösterdiğimizde elimizdeki bayrağı güvenle ve umutla onlara teslim edebileceğiz ki onlar da gelecek güzel günleri inşa edebilsin.
Şu an ciddi bir imtihanın içindeyiz. Bu, sadece Filistin’in ve Siyonistlerin imtihanı değil. Rabbimiz, tabiri caizse, herkesin ne yapacağına, nasıl tepki vereceğine bakıyor. Tepkisiz kalmak ise batılın tarafını tutmakla eşdeğer… “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi eğer biz bu savaşa, yaşananlara kalbimizle buğz edip Müslüman kardeşlerimiz için dua etmezsek, hiçbir şey olmamış gibi gündelik telaşlarımıza odaklanıp kendimizden başka hiç kimseyi görmezsek imanımızda bir sıkıntı var demektir. Bencilce davrandığımızda şahsi meselelerimiz büyür de büyür. Ancak başkalarının derdi ile dertlenip onlar için dua ettiğimizde, gözyaşı döktüğümüzde hem sıkıntılarımızın Allah’ın yardımıyla kendiliğinden çözüldüğünü göreceğiz hem de savaşı yaşayan insanların sıkıntıları ile kıyaslandığında otomatik olarak kendi problemlerimiz küçük görünecektir. Savaşı yaşayan insanların sorunları yanında bizimkiler ne ki! “Ne yapabiliriz”in bir diğer cevabı da dertlenmek ve dua etmek… Eğer bunu da yapmıyorsak bir an önce silkinip kendimize gelmeli ve halis bir niyetle tövbe etmeliyiz. Çünkü uzağımızda zannettiğimiz bu ateş bizi de içine çekip yakacaktır. Kimliklerinde “Müslüman” yazan bazı sözde Müslümanlar, İslam’ı ve Müslümanları karalamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Irkçılığa varan sözleri ile onlar saflarını zaten belli ettiler. Kâfir kâfire nasıl da sahip çıkıp birbirlerinin arkasını kolluyor, görmüyor musunuz? Müslümanların da birlik olup şahlanması, zulme uğrayan Müslüman kardeşlerini ve diğer insanları koruyup kollaması hasretle beklenmektedir. Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atıldığında ağzında su taşıyan karınca misali, safımızı belli etmeliyiz.
Mevlâna Hazretleri “Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin!” diyerek Müslümanların derdi ile dertlenmek gerektiğini hatırlatmaktadır. Rabbim tez zamanda uyuyan kalplerimizin uyanmasını ve doğru bir duruşla zulmün karşısında olmayı, zulme engel olmayı bize nasip eylesin, gafletimizden dolayı bizi affetsin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir