Zannımca 2 / Kenan Kurban

İki saat kırk beş dakikalık yolculuktan sonra uçağın süzülüp tekerlerini piste değdirmesiyle birlikte Alperen’in coşkusu zirve yaptı. Bir hafta da olsa kimseden çekinmeden gönlünce eğlenecek, gecenin sonunda da yakalanma, hesap verme korkusu, endişesi taşımayacaktı. Hemen telefonunu uçak modundan çıkarttı. Gomez Rafi’yi seçip “Geldim.” yazdı, yanında güçlü pazı emojisi ekleyip mesajı attı. Business yolcusu olmanın avantajıyla hemen el çantasını alıp uçaktan indi. Apronu geçip valizlerini almak için beklemeye başladı. Vakit bir türlü geçmiyordu. Nihayet kırk beş dakika sonra ilk valizler bantta göründü. Kendi eşyalarını alıp çıkışa doğru yürürken gözleriyle etrafı süzüyordu. En sonunda “Senyör Alperen Kaplan” yazılı kâğıdı tutan esmer, uzun boylu, takım elbiseli adama yönelirken kendi kendine “Aferin lan Volkan…” dedi. Adama yaklaşıp eliyle kendisini gösterip “Ben Alperen.” dedi. Adam kırık bir Türkçe ile “Senyör Alperen, Milano’ya hoş geldiniz.” derken bir yanlış olmasın diye de çaktırmadan cep telefonundaki fotoğraftan kontrol etti. Emin olunca yüzünde yapmacık bir gülümseme belirdi ve “Size otelinize kadar ben eşlik edeceğim.” dedi. Adamın işaretiyle bir genç, hemen Alperen’in elindeki valizleri aldı. Genç önde yürürken adam ise Alperen’in bir adım önünde nizami adımlarla siyah minibüse doğru ilerledi. Alperen ilk defa yurt dışına çıkmanın heyecanı ile acemi olduğunun anlaşılmaması için çaktırmadan her yeri süzüyordu. Beyni ve kalbi otomatik olarak Türkiye ile kıyaslamaya başlamıştı bile… Gözleri ülkemizden daha üstün olduklarına dair aklı için yeterli bir delil bulamamıştı. Ama kalbi ısrarla “Yine de bizden üstünler, bana geçerli bir sebep vermene gerek yok, müsterih ol.” diyordu. Nihayet aradığını dışarıda bulamayan akıl, subjektif alanda bu sorunu halletti. “Yapıların, eşyaların kalitesi aynı olsa bile buradaki insanlar daha medeni, yüzleri bizimkiler gibi asık değil. Hayata gülerek bakıyorlar. İnsan olduğunu, yaşamanın bir anlamı olduğunu hissediyorsun…” dedikten sonra derin bir nefes aldı. Ruhuna işlenmiş bu zillet duygusunun tesiriyle sahiplerini rahatsız etmek istemeyen bir köle gibi attığı her adımı dikkatlice atıyordu. Adam minibüsün kapısını açtı, eliyle göstererek “Buyurun Senyör Alperen.” dedi. Minibüsün içerisi mavi renkli ledlerle ışıklandırılmış, sütlü kahve deri koltuklar, parlak ahşap kaplamalar, servis masası, mini barıyla her yerinden kalite akıyordu. Alperen koltuğa geçip oturdu. Adam mini barı açtı, atıştırmalıkları gösterip “Afiyet olsun.” dedi. Mini tv, kendisiyle konuşabileceği telefonun nasıl kullanılacağını tarif ettikten sonra elindeki tabletten navigasyon ile otele gidiş güzergahını ve zamanını gösterip “Mutlu yolculuklar.” dedi. Şoför kapıyı kapatıp koltuğuna geçerken Alperen koltuğa iyice yerleşip “İnsan nasıl mutlu olmaz ki? Paranın gücü… Her şeyi satın alabiliyor.” dedi. Sonra mini bardan bir çikolata yedi. Telefonuna mesaj geldi. Mesaj yardımcısı Volkan’dandı. Hemen cevap verdi, “Teşekkürler Volkan. Otuz dakikaya oteldeyiz.” yazdı. Sonra ailesinin bütün bireylerine indiğine dair tek tek mesaj atıp “Peşin peşin haber vereyim ki olmadık zamanda başıma bela olmayın.” dedi. Perdeyi açıp dışarı seyretmeye başlamışken telefonu çaldı. Gelen aramada “Gomez Rafi” yazıyordu. Açıp sesi hoparlöre verdi. Rafi “Hoş geldin kanka.” Alperen “Hoş bulduk hava, cıva, rüzgâr kanka.” Rafi “Hemen gelip alayım.” Alperen “Tabii gelip alacaksın. Öyle gezme videosu atmakla bu işler olmuyor. İcraat görelim…” Rafi sesini hafif kalınlaştırıp yükselterek alaycı bir tonda, “Ooo iddialıyız diyorsun. Bende icraat çok aslanım, sende bana ayak uyduracak yürek var mı?” Küçümseyerek “Ana kuzusu…” dedi. Alperen aldırmadan kendinden emin “Oğlum bizim yüreğim çatal… Beni satma… Otelin adını atıyorum…” dedi. Rafi “Ooo tamam adamım bana yakınsın. İşin bitince bir alo de, beş dakikaya sendeyim.” Alperen, “Görüşmek üzere.” dedi. Kapattı.
Araç otelin önüne yanaşıp kapısı otomatik olarak açıldı. Otuzlu yaşlarında, bir elli boylarında, çakmak çakmak bakan gözleri, neşeli sesiyle Volkan, araçtan inen Alperen’in elini sıkıp “Hoş geldiniz Alperen Bey” dedi. Alperen adamın yüzüne bile bakmadan otele doğru yürürken “Hoş bulduk Volkan.” dedi. Alperen’in kendisini yok gören tavırlarına aldırmayan Volkan, hızlı adımlarına eşlik ederken bir yandan da konuşmaya başladı. “Alperen Bey, sizin için süit oda ayırttık. Fuar alanındaki hazırlıklar tamam. Hacer Hanım dünyaca ünlü iki Alman firmanın üst düzey yöneticileriyle toplantı ayarladı. Üretim müdürü Tolga Bey yeni makinalar için girişimlerde bulundu.” Volkan patronun gözüne girebilmenin telaşıyla yapılan bütün çalışmaları diğer çalışanlardan önce bir çırpıda anlattı. Alperen aldırış etmeden “Yani aslında ben pek dahil olmasam da olur. Ekip iyi çalışıyor.” dedi. Volkan pis bir sırıtış ve yağcılık kokan bir ses tonuyla “Sizsiz bu ekip bir hiç Alperen Bey… Siz beyinsiniz. Bizler el ayak… Alperen Kaplan olmadan kimse başarıya ulaşan son noktayı koyamaz.” dedi. Alperen “O zaman hemen Tolga ve Hacer odama gelsin. Toplantı yapacağız.” dedi. Volkan “Yol yorgunusunuzdur, isterseniz biraz dinlenin…” dedi. Alperen “Volkan kaç yıldır yanımdasın, beni daha tanıyamamışsın. Benim sözümü bir daha ikiletme.” Tehditkâr, “Yoksa …” dedi. Volkan kekeleyerek, “Anladım…” derken alelacele toplantı mesajını attı. Otelin kapısından giriş yaparken Volkan eliyle asansörü gösterip “Buyurun, ben giriş işlemlerinizi yaptırdım.” dedi. Asansör beklerken Volkan “Odanız otelin en güzel süitlerinden birisi. Rahat edeceksiniz.” Alperen “Otel işine mi girsek? Sen sevdin he…” dedi. Volkan gülerek “Hayır, sizin rahatınız için…” dediği sırada kata gelen asansörün kapısı otomatik açıldı. Volkan diğer müşterilerin Alperen’e yaklaşmalarını o küçük cüssesiyle engellemeyi başardıktan sonra otuz numaralı düğmeye bastı. Asansör, o gergin ve sıkıcı ortamda otuzuncu kata geldi. Volkan “Alperen Bey, 3013 numaralı oda sizin.” dedi. Volkan biraz hızlı gidip hemen kapıyı açtı. Alperen odaya şöyle bir göz attıktan sonra biraz da Volkan’ı taltif etmek babında “Aferin Volkan, övdüğün kadar varmış. Sana olan güvenimi boşa çıkartmadın…” derken açık kalan kapıdan elinde siyah deri çantasıyla Tolga geldi. Camdan manzarayı temaşa eden Alperen’e yaklaşıp “Hoş geldiniz Alperen Bey.” dedi. Alperen o soğuk, mesafeli tavrıyla “Hoş bulduk Tolga Bey…” derken etrafı süzdü, “Hacer Hanım nerede?” diye sorunca Volkan telefonuna sarılıp “Hemen arıyorum.” dedi. Aradı, çalan telefonun sesi kapının önünden geliyordu. Volkan hızla kapıyı açıp başıyla içeri geç işareti yaptı. Hacer seviyeli, şık giyimiyle saygı uyandırıyordu. Güzelliğiyle her yerde ilgi olurken vakur duruşuyla etrafına yaklaşmaya çalışanların cesaretini kıran, görünmez dikenli teller örüyordu. Hacer hafif mütebessim “Hoş geldiniz Alperen Bey.” dedi. Alperen istemsizce halim selim bir tavırla “Hoş bulduk.” dedi. Volkan toplantı odasının kapısını açıp “Buyurun.” dedi. Tolga ve Hacer hemen masanın başına geçtiler. Tolga çantasından birtakım dosyalar çıkartırken Hacer tabletini açtı. Alperen, Volkan’a parmağıyla “Klimayı aç.” işareti yaptı. Volkan oda sıcaklığını yirmi sekiz dereceye getirdi. Tolga, üzerinde “Boyahane” yazan beyaz renkli dosyayı ve üç adet makina kataloğunu Alperen’e uzatıp “Kuracağımız boyahanenin makina parkuru için tavsiye edilen üç firma ile şimdiden görüşmelere başladık. Maliyet hesapları da çıkartılıyor.” dedi. Alperen dosyayı incelerken “Hacer Hanım bu arada sizi de dinleyebilirim.” dedi. Hacer gayet ciddi ve emin, “Yarın saat onda fuar açılışı var. Stantlarda ürünlerimiz, ikramlıklar hazır. Led ekranlarda hazırlattığımız görüntüler sürekli dönecek. Ayrıca dil bilen üç yardımcı bulunacak. Dünyaca ünlü iki Alman spor markasının üst düzey yöneticisiyle görüşmeniz var. Birisi saat on dörtte, diğeri ise saat on sekizde. Eğer bu firmalar ile çalışmaya başlarsak üretimde kapasite artışına gitmemiz gerekecek.” Tolga elini hafiften kaldırıp söze girdi, “Bu konuda da görüşmeler yaptık. Gerekli görülürse bir ay içinde makine parkurunu kurabiliyoruz.” dedi. Bu sırada Hacer’in sessizdeki telefonu titremeye başladı. Hacer göz ucuyla baktı. Arayan numara Türkiye’dendi. Ama kayıtlı değildi. Hacer sonra konuşmak için mesaj atacakken Alperen “Konuşabilirsiniz.” dedi. Hacer telefonu açıp “Alo… Evet benim de siz kimsiniz?.. Amcam mı?” Yüzü ekşidi, “Hatırlamak mı? Sizi nasıl unutabilirim ki? Ama şu an acil işlerim var, kapatıyorum.” dese de karşıdaki konuşmakta ısrarcıydı. Hacer, “Tamam, yarım dakikanız başladı.” Sonra o siyah zeytin gözleri büyüdü büyüdü, alevler saçmaya başlarken beyaz teni kıpkırmızı oldu. Hacer düşük sesle “Sonra görüşelim mi?..” Hacer ısrarla kapatmak istedi ama olmadı. En sonunda “Hayır, hayır.” dedikten sonra ayağa kalkıp bu kez bağırarak “Hayırdan anlamıyor musun be adam?..” diye bağırıp telefonu duvara çarptı. Herkes şaşkın ona bakarken Volkan içeri girip “Ne oluyor?” dedi. Alperen elinden tutup koltuğa oturturken “Sakin olun Hacer Hanım… Kim bu adam?” dedi. Tolga ise Volkan’a su getir işareti yapıp çantasından çıkarttığı kolonyayı Hacer’in bileklerine, avuçlarına sıkıp bir yandan ovalarken “Derin derin nefes alın.” telkininde bulunuyordu. Hacer tir tir titrediği için Volkan’ın getirdiği suyu zar zor içti. Derin derin nefes aldıktan sonra muhakeme gücünü toparlayıp “Kusura bakmayın, sizlerden özür dilerim, toplantıyı böldüm.” dedi. Alperen “Olur mu öyle şey… Siz her zaman her koşulda işini hakkıyla yapan birisiniz.” dedikten sonra Volkan dayanamayıp “Ailevi bir mesele mi?” diye sordu. Hacer dudaklarını ısırarak “Ailevi değil, şahsiyet meselesi.” dedi. Tolga yılların tecrübesi ve babacan haliyle “Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?” dedi. Hacer “Bu kadar işin arasında sırası mı?” dercesine bakınca Alperen “Mahsuru yoksa mevzuyu anlatırsanız belki bir çözüm yolu buluruz.” dedi. Tolga “Hepimiz insanız. Ruh halimiz bozukken sağlıklı düşünemeyiz, düşünemeyince de verimli çalışamayız.” dedi. Hacer yaşadığı duygu yoğunluğuyla kesik kesik titrek bir sesle anlatmaya başladı. “Benim babam zevkine düşkün biriydi. Evine, çoluk çocuğuna sahip çıkmayan, kelimenin tam manasıyla hayırsızın birisiydi. Ben ve iki kardeşim onun zulmü altında kendi kendimize büyüdük. Şükürler olsun ki on dört yaşına geldiğimde öldü de kurtulduk derken bu kez amca ve yengemin eziyeti başladı. Bunlar dedemden kalma evden bizi def ettiler. Anne tarafında kimse yok. Gidecek bir yer, yurt namümkün… Kısacası üç çocuk bir kadın eşyasız, evsiz dımdızlak sokak ortasında kaldık. Zar zor sığınacak bir harabe bulduk. İlk günler beton zeminde yatıp su ile karın doyurduk. Sonra annem gündelikçilik yaparken ben de yabancı dilim iyi olduğu için ufak ufak çevirmenlik yapmaya başladım. Acı, sıkıntı ve zorluklarla savaşa savaşa hayatımızı düzene soktuk. Şükürler olsun ki bugünlere geldik.” Volkan’ın tekrar doldurduğu sudan bir yudum daha içip “Senelerce bizi arayıp sormayan amcam olacak vicdansız dedemlerden kalan miras için beni arayıp hâl hatır etme ihtiyacı bile hissetmeden; direkt, ‘Hacer sizin durumunuz iyi, bu mirastaki hakkınızdan vazgeçin.’ diyebiliyor.” dedi. Alperen gayriihtiyari “Ulan ne babalar, amcalar var be?” dedi. Hacer bunun üzerine Alperen’e bakıp “Sizin babanız Veli Bey’e hep gıpta ile baktım. Evlatlarına karşı her zaman şefkatli, dünya ahiret hep iyiliklerini istiyor. Kötü alışkanlığı, ahlakı yok, eli açık, dini bütün tam baba adam.” dedi. Alperen, babası için yapılan bu içten övgü dolu sözleri duyunca yüreği daraldı. Yüzü karardı. Alperen “Şimdilik toplantıya bitirelim. Yarın sabah fuardan önce bir araya gelip konuların üzerinden geçeriz.” dedi. Gözyaşlarını yavaşça silen Hacer bir şey demeden dışarı çıkarken Tolga “Sabah görüşmek üzere.” dedi. Volkan onları uğurladıktan sonra patronunu neşelendirmek için “Patron, şehri dolaşmak ister misiniz?” dedi. Alperen bir yandan valizlerini açarken “Sen de çık, dolaş, keyfine bak. Sadece telefonun açık olsun…” dedi. Volkan “Biliyorsunuz, yirmi dört saat hizmetinizdeyim…” diyerek çıktı. Alperen hemen telefonundan Rafi’ye “Benim işim bitti, gel beni al.” diye mesaj attı. Eşyalarını savurarak yatağın üstüne atarken dişlerini sıktı, “Baba, baba… Senden, gölgenden bana kurtuluş yok mu? Bu kadar güçlü, başarılı, iyi olmak zorunda mıydın? Keşke biraz kötü olsaydın da seni kınama hakkım olsaydı. Senin varlığın benliğimi eritip yok ediyor. Var olabileceğim bir alan bırakmıyor.” diye söylendi. Spor kıyafetler giyinip kendisine aynada bile bakmadan aceleci, hızlı adımlarla asansöre, sonra da otelin dışında kırmızı renkli, tek kapılı ünlü İtalyan arabasında bekleyen Rafi’ye doğru yürüdü. Arabaya biner binmez çak yaparken kol pazılarını iyice şişirdiler. Alperen hafif geri çekilip arkadaşına şöyle bir baktı. Hiç güneş görmemiş süt beyaz teninde omuzlarına kadar dökülen sarı boyalı saçları, dudak altında bir perçem sakalı, kulağında siyah nokta gibi duran küpe, turuncu renkli triko tişört ve kırmızı pantolonuyla görünce “Şekil yapmışsın oğlum?” dedi. Rafi gülerek “Şekil bizim olayımız… Âlemde popüler kalmak istiyorsan hep şekilli olacaksın…” Sonra yumruklarını hafiften birbirlerine vurdular. Rafi “Hem hayat kısa, yarın ne olacağı belli olmaz, anın tadını çıkart. Bundan sonra sen de hep şekilli olacaksın.” diyerek gürültülü bir kalkış yaptı. Rafi yolda hız ve zikzaklar yapınca Alperen “Tüm yapabildiğin bu kadar mı?” dedi. Rafi aniden frene basıp “Geldik. Daha fazlası sonra.” dedi.
Mekana giriş yaptılar. İçerisi yüksek müzik, ışık gösterileri altında tıklım tıklım dans eden gençlerle doluydu. Alperen’in bir anda gözünün önüne aklında hiç yokken anneannesinin hayali geldi. Televizyon izlerken böyle sahneleri görünce yüzünde hem biraz ekşime hem de acıma belirir, o ait olduğu yörenin ağzıyla bazı kelimelerin başına hep “i” ekleyerek elini vazgeçin dercesine sallayıp “Bu eğlence değil oğlum irezillik oğlum irezillik… Hem bu dünyada hem öbür dünyada…” der, devamında uzun uzun köylerindeki “Berduş Ayaz” lakaplı şarhoşun düştüğü rezil hallerini, çoluk çocuğunun çektiği sıkıntıları anlatırdı. Sonra yine televizyona bakıp “Bunlar da bir ananın, babanın kuzusu. Kim bilir yürekleri nasıl yanıyordur! Allah hidayet versin.” diye bitirirdi. Alperen elini başımdan git der gibi sallayıp anneannesinin sözlerinden kurtulmak istedi. Ama alışkın olmadığı bu ortam midesini bulandırdı. Tiksinti geldi. O an Rafi kolundan girip “İlkinde hep böyle olur…. Tiksine tiksine özlediğin, arzu ettiğin, sevdiğin bu hayata alışacaksın.” diyerek ayakta durmakta zorlanan arkadaşına destek oldu. Üç kız ve sahte mutluluk rolü yapan gözlerle bakan esmer bir gencin olduğu masaya yanaştılar. Rafi “Vural dostum…” dedi. Vural ayağa kalkınca yumruklarını havada çarptırarak selamlaştılar. Vural bu kez Alperen’e yumruğunu atarken “Bu kim adamım?” dedi. Rafi “Türkiye’den geldi. Benim can dostum…” dedi. Vural “Hoş geldin adamım.” dedi. Alperen adamım lafına bozulsa da “Hoş bulduk.” dedi. Rafi sağ elini tabanca gibi yapıp göstererek “Vural Taşçı, Tek Taş Mücevherat’ın velihatı… Şu an İtalya operasyonlarını yönetiyor… Alperen, Siyah Kalem Moda’nın en üst düzey yöneticisi…” dedi. Alperen “Memnun oldum. Havalı, güzel bir işiniz var…” dedi. Vural “Dışı seni, içi beni yakar.” dedi. Gece boyunca kafalarınca eğlendiler. Vakit gece yarısını geçince akıllar baştan gitmeye, zapturap altına alınan düşünceler zincirlerinden kurtulmuş mahkumlar gibi ağızdan bir bir kaçmaya başladı. Vural Alperen’e “Sana niye arada Hacı abi diyorlar?” Şaşırmış ve anlamaya çalışan bir vücut diliyle “Gerçekten Hacı mısın?” diye sordu. Rafi lafa atılıp alaycı “Yok ya, o değil de babası namazında niyazında dindar adam. Alperen de mecbur ortama uyuyor.” dedi. Vural özlemle “Keşke benim de babam öyle olsaydı. Döve döve dinimi öğretseydi. Bu insanı çırpındıkça dibe çeken bataklığa düşmeseydim.” dedi. Rafi’nin gece başladığından beri yüzünden düşmeyen mutluluk gülücüklerinin yerine kinin, düşmanlığın o kapkara rengi belirdi. Rafi sert bir şekilde “Bırak şimdi bu din, diyanet işlerini…” dedi. Vural “Niye bırakalım kanka, biz sonuçta Müslüman adamlarız.” dedi. Rafi “Değiliz… Birader değiliz. Sizi bilmem ama en azından ben değilim….” dedi. Vural “Öyle deme, cahiliz, yaşayamıyoruz, günahkârız de… Ama yine Allah inancımız var be.” dedi.
Rafi tehditkâr “Vural havamızı daha fazla bozma. Bak çocuk ömründe ilk kez özgürce eğlenmek için Türkiye’den kaçarak geldi.” dedi. Alperen ortamın akışında içindekini kustu, “Benim asıl meselem babamla… Öyle güçlü, öyle öyle iyi ki hayatta benim var olabileceğim bir alan bırakmıyor. Onu geçebileceğim bir saha yok. Yaşamım boyunca hep gölgesinde kalacağım. Bu sebepten ben de onun değerlerini yok sayıp tam tersini yaparak var olacağım… Benliğimi kabul ettirip nam salacağım… Onun beyazı benim siyahımdır.” dedi. Rafi gülerek “Adamım ya… Boşuna seninle arkadaşlık yapmıyorum.” dedi. Vural “Siz ne derseniz deyin Allah var…” dedi. Rafi’nin keyfi kaçmıştı. Ayağa kalkıp Alperen’e işaret etti. Yanlarındaki kızlarla birlikte çıktılar. Çıkışta Rafi arkadaşına küçük bir poşette hap verip “Dost bunlar iyi kafa yapar, kafandaki bütün istifhamları dağıtır.” dedi. Alperen’in tavırlarında ilk defa kullanacak olmanın verdiği hafif merakla karışık gerginlik olsa da coşku daha baskındı. Rafi’ye “Sen gerçek bir dostsun…” dedi. Rafi arabasına geçerken Alperen ile kız arkadaşı dar ara sokağa girdiler. Alperen gece boyunca kovmak istese de başında gitmeyen anneannesinin hayalinden kurtulmak için Rafi’nin verdiği haplardan bir anda üç dört tane yuvarladı. İkili yalpalayarak yürürken Santana video çekip “Turko ile serseri hallerimiz.” yazdı, sosyal medya hesabından paylaştı. Alperen’in bünyesi alışık olmadığı için daha fazla kaldıramayınca yürümekten acizlenip olduğu yere yığılacak gibi oldu. Kızın ise sanki dirayeti artmıştı, kolundan girip yolunun karşısındaki parka götürdü. Büyük bir ağacın kuytusuna, çimlerin üzerine oturdular. Baş dönmeleri şiddetlenen Alperen konuşma zorluğu çekerken gözleri de bulanık görüyordu. Santana çantasından çıkarttığı şırıngayı topuğuna vurdu. Alperen kırık dökük kelimelerle “Sen ne yapıyorsun?” diyebildi…
Gün doğarken insanı hafiften üşüten hava Alperen’in yüzünü tatlı tatlı yalayarak eserken onu kendisine getirdi. Önce şaşkın ben neredeyim diye etrafına bakınırken başı çatlıyordu, beyni olayları hatırlamak için geriye doğru sardı. Sessizce “Rafi eğlence, Santanaaa…” dedi. Sonra sağında boylu boyunca uzanmış Santana’ya dokunarak “Santana… Santana…” dedi. Ama hiçbir tepki yoktu. “Öldün mü kız?” diyerek daha güçlü sarstı. Yine tepki yoktu. Bu kez yüzüne dokundu, soğuktu, eliyle atardamarı kontrol etti. Nabız yoktu. Telaş sarmaya başladı. Kalbinin üzerine kulağını koyup dinledi. Ses yoktu. Korku dolu sesle “Ölmüş lan bu…” dedi. Etrafına bakındı, kimseler yoktu. Kaçarcasına hızlı adımlarla uzaklaşırken yardımcısı Volkan’a telefon açtı… “Volkan benim odamdan sadece pasaport ve resmî evrakların olduğu çantayı kap, havaalanına gel.” dedi.
Devamı Gelecek Ay

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.