İbadethaneleri biyoharmolojik açıdan değerlendirmek ne demektir? Biyoharmolojik değerlendirmede hangi kriterler esastır? Bir ibadethanenin toplumun sosyal, kültürel ve tarihî bağlarıyla uygunluk taşıması niçin önemlidir?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için öncelikle biraz Biyoharmoloji’den bahsetmek gerekir. Biyoharmoloji kıymetli hocamız Sn. Dr. Cevdet Emin Ekinci’nin isim babası olduğu yeni bir anlayış, bir bakış açısı, yeni bir bilim alanıdır. Kısaca yapılarımızın içerisinde bulunduğu doğal veya yapay çevre ve kendi içinde yaşayan kullanıcıları ile uyum ve uyumsuzluğunu irdeleyen ve edindiği bilgileri yine yapılara yönelten bir bakış açısıdır.
Yapı tasarımında sürdürülebilir yaklaşım ve mimari farkındalığın artması ile pek çok yeni bakış açısı filizlenmektedir. Bunların arasında yapıların ekolojik performanslarının değerlendirilmesi, enerji etkinliklerinin değerlendirilmesi, yapı biyolojisi ve yapı fiziği alanındaki birçok çalışmalar ön plana çıkmaktadır. Biyoharmolojik bakış açısının bu diğer yaklaşımlardan en önemli farklarının ilki odak noktasının merkezine kullanıcısını yani “insan ve canlı”yı koymasıdır. Bir diğer ön plana çıkan niteliği ise konuya tüm bu diğer unsurları da kapsayan bütünlüklü bir bakış açısı koyma çabasıdır denilebilir. Yapı-bina, kullanıcısına yani canlıya yönelik olmalıdır.
İbadethanelerimizin mevcut, hâlihazırdaki durumlarını biyoharmolojik açıdan ele alarak elde edeceğimiz bulguların; tarihsel kimliğimize ait söz konusu en önemli eserlerin konunun uzmanları tarafından daha iyi anlaşılmasının yanında; günümüzde ve bundan sonraki yıllarda inşa edilecek olan eserlerin de canlı ile olan uyumunun daha çok göz önüne alınarak çevresi, ekoloji ve kullanıcısı ile uyumlu eserler ortaya konulmasına da hizmet edeceği ummaktayız. Yaptığımız çalışmalarda bazı Türk-İslam Dönemi dinî binalarının mevcut durumlarının tespiti yapılıp elde edilen bulgular ışığında yorumlanmıştır. Bu çerçevede de Türk-İslam Mimarisi’nin Biyoharmolojik anlamda hangi istikamette evrimleştiği incelenmiştir.
Biyoharmolojik; başka bir deyişle kullanıcısıyla uyumlu, dengeli, konforlu, güvenli, sağlıklı, huzurlu ve fonksiyonel yapı tasarımında bazı hususlar ve bunların binadaki yansımaları göz ardı edilmemelidir. Bunlar; biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçları karşılaması, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlara uygunluğu, kullanıcının antropometrik özelliklerine uygunluğu, ekolojik ve sismolojik olaylara karşı dayanım ve dayanıklılığı, malzemenin reolojik, fiziksel ve eskimezlik özelliğini koruyabilmesi, epidemiyolojik ve sanitasyon oluşumlara karşı hassasiyeti gibi unsurlardır.
Çalışmamızda mühendislik özellikleri ve mimari özellikler bakımından iki ana başlık altında tarihsel süreçte yaşanan değişim olgusunun son dönem dinî binalara yansıma düzeyleri, biçimleri ve etkileri incelenmiştir. Camilerin mekânsal niteliklerin yansıma düzeylerine ilişkin mühendislik özelliklerinde 306 kriter soru ve mimari özelliklerinde ise 223 kriter toplam 529 kriter soru karşısında mevcut durumları incelenmiştir.
Söz konusu bu 24 adet ana değerlendirme kriterlerini sıralayacak olursak;
Mühendislik Özellikleri açısından; Kullanıcı Kimliği ve Kullanım Amacı, Mekânın Fiziksel Özellikleri, Taşıyıcı Elemanlar, Fiziki Çevre Elemanları, Uygun Malzeme Seçimi, Tekniğine Göre Uygulanma, Ekoloji ve Sismoloji, Koruyucu Uygulamalar, Enerji ve Mekanik Sistemler, Tesisatlar Boşluk Elemanları ve Tamamlayıcı Elemanlar sıralanabilir.
Mimari Nitelikler açısından ise; yine Kullanıcı Kimliği ve Kullanım Amacı, Biçim, Oran, Uyum, Denge, Vurgu, Şekil, Ölçek, Ritim, Aydınlık, Bütünlük ve Çeşitlilik’ten bahsedilebilir.
Dinî binalar günlük faaliyetlerimizin belirli bir kısmını içerisinde geçirdiğimiz, ibadet etmek, huzur bulmak, öz benliğimizin ve vicdanımızın muhasebesi yapabilmek için inşa ettiğimiz psikolojik, sosyolojik ve kültürel olarak yüksek öneme sahip yapılardır. Sağlık, konfor, hijyenik unsurlar ile birlikte ait oldukları toplumun sosyal ve kültürel standartlarına uygun olmayan ibadethanelerin kullanıcıları sosyal ve ruhsal yönden kendilerini iyi durumda hissetmeyebilirler.
Mimari, yüzyıllardan beri toplumların ihtiyaçlarına yönelik ve geçirdikleri değişimlere paralel bir seyir izlemiştir. Mimarlar da eserlerini vücuda getirtirken bu talepleri ve hassasiyetleri ön planda tutmuş ve o nispette şehirle özdeşleşen, ona kimliğini kazandıran eserler meydana getirmişlerdir. Her medeniyet; kültürel birikim, dinî ve dünyevi algılarının ilhamıyla her biri döneminin estetik ve mimari birikiminin eseri olan camiler, aynı zamanda sanat eseri olarak da yek ve biriciklerdir. Söz konusu bu eserlerin kendi dönemlerinden önce yapılmış olan diğer eserlerden etkilenmemiş olması beklenemez.
Kurulduğu ilk zamanlardan günümüze Osmanlı İmparatorluğu, yaşadığı sosyal, siyasal ve kültürel değişimler sonucunda kendine has bir mimari geliştirmiştir ve çağlar boyu kültürlerin kaynaştığı bu kavşak, medeniyetlerin üzerinde yükseldiği bir kürsü olmuştur.
Bu konuda, bizde oluşturduğu biyoharmolojik tını açısından Osmanlı ve Selçuklu mimarisindeki etkileyici unsurlara dair neler söylemek istersiniz?
Osmanlı Mimarisi’nin Selçuklu Mimarisi’nden birçok anlamda farklılıkları mevcuttur. Örneğin Selçuklu Mimarisi’nde süslemeler, başka bir deyişle biçim olgusu ön plana çıkarken Osmanlı Mimarisi’nde hacim olgusu ön plana çıkar.
Selçuklu Mimarisi, Orta Asya Merkezi Mekân Geleneği, İslam Öncesi İran Sanatı ve İslam Sanatı’nın birlikte yorumlanması ile önemli ve farklı özelliklere sahip bir mimari üslup olarak doğmuştur. Selçuklu Mimarisi dinî eserlerinde geniş bir avlunun çevresinde gelişen çok direkli ve dörtgen formlu ana mekân, tasarımın aslını meydana getirir. Bu iç avlu aynı zamanda ışıklandırmaya ve mekânın doğal havalandırma ihtiyacını da karşılamaktadır.
Özellikle 16. yüzyılın başı ve 18. yüzyılın başı arasındaki dönem olarak nitelendirilebilecek Klasik Dönem Osmanlı Mimarisi yalnızca Osmanlı Mimarisi’nin değil Osmanlı Devleti’nin de zirvede olduğu bir döneme karşılık gelir. Bu dönemde Osmanlı Mimarisi kendine özgü bir ekol haline gelmiştir denilebilir. Mimar Sinan ile birlikte parçalı mekân anlayışı terk edilmiş, mekân bütünlüğü yakalanmıştır. Işık ve akustik ön plana çıkmış, çok sayıda pencere kullanılarak aydınlık ibadet hacimleri oluşturulmuştur. Kubbe kullanımı bu ekolün en önemli nişanesi haline gelmiştir.
Mimar Sinan’ın eserleri irdelendiğinde söz konusu yapıların içerisinde bulundukları çevre koşulları ile uyum içerisinde olduğu görülmektedir. Sinan eserlerini oluştururken arsaların topoğrafik niteliklerinden faydalanmış, kentsel dokuya müdahalelerde bulunmuş, bir silüet tesis ederken nüfus ve yerleşimin de yapıların etrafında gelişmesini sağlamıştır.
Yapıların iç mekânında, merkezi kubbeleri ve mihrap duvarlarını odak noktası alarak tesis edilen süslemeler iç mekândaki kişilerin bu noktalara odaklanmasını ve verilmek istenen mesajın bu yönde algılanmasını sağlar. Söz konusu bu mesajlar ortaya çıktığı zamanın simgeleri ve mesajları ile ilişkilidir. Ancak mesajların verilişinde bir denge, bir uyum mevcuttur.
Yine Osmanlı Mimarisi’nde insanların antropometrik niteliklerine uygun kullanımı kolay, aydınlık, akustik ve gürültü kontrolü yapılan, yeterli havalandırmanın sağlandığı adeta “yaşayan” binalardan söz etmek mümkündür.
Yaptığınız çalışmada hangi ibadethaneleri esas aldınız? Niçin?
İçerisinden filizlendiği toplum tarafından yüzyıllarca süren bir süreç içerisinde sahiplenilerek tekrarlanan bir mimari ekol olan Klasik Dönem Osmanlı Mimarisi ekolünün Biyoharmoloji esaslarına uygun şaheserler ortaya koymuş olabileceği öngörüsü ile;
• Türk-İslam eserlerini önemli ölçüde etkilediği kanaati oluşturan Ayasofya (537),
• Türk Mimari’sinin en büyük ustası Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri olan kendisi tarafından “kalfalık dönemi eseri” olarak nitelendirilmiş ve Kanuni Sultan Süleyman adına yaptırılmış Süleymaniye Camii (1557),
• İstanbul’un en belirgin simgelerinden birisi ve Klasik Dönem Osmanlı Mimarisi’nin son eseri sayılabilecek, Sultanahmet Camii (1617),
• Geç dönem Osmanlı Mimarisi ile yaşanan değişimi temsil edebileceği düşünülen Pertevniyal Valide Sultan Camii (1871) ile;
Söz konusu eserleri değerlendirirken bir kontrol grubu oluşturmak maksadı ile Cumhuriyet dönemi;
• Klasik tekniklerin kullanıldığı son Osmanlı Camisi olarak da adlandırılan Şişli Camii (1949),
• Betonarme yapım tekniği ile inşa edilen Maltepe Cumhuriyet Camii (2001) ve
• Son dönemde yapılmış büyük ibadethane örneklerinden Ataşehir Mimar Sinan Camii (2012) seçilmiştir.
Özellikle Ayasofya, Süleymaniye ve Sultanahmet camiilerini biyoharmolojik açıdan değerlendirir misiniz?
Ayasofya Camii
Ayasofya Camii için elde edilen Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 458,84 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Ayasofya Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 493,83 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Çalışma sonucunda elde edilen bulguları yorumlayabilmek bakımından yapının yaşı ile doğrudan ilgili Yorulma – Yıpranma Performansı katsayısını devreden çıkararak, bu katsayıdan bağımsız olarak değerlendirdiğinde ise Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 740,66 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Gümüş Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Ayasofya Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 796,49 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Altın Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Ayasofya öyle bir mimari eserdir, insanlık tarihinde öyle bir etki bırakmıştır ki yarattığı iç mekân olgusunu, bu kadar büyük hacimleri kapatabilecek bir kubbe tekniğini ve böylesine görkemli bir yapıyı tekrar edebilecek bir mimari eser yaklaşık 10 asır süren bir süre boyunca görülememiştir.
Mimaride ışık ve gölge oyunları bir Roma mimarisi geleneği kabul edilebilir. Ayasofya’da, tıpkı Roma Pantheon tapınağındaki gibi, doğal aydınlatma ve güneşin gökyüzündeki konumuna göre iç mekândaki öğelere ışığın kullanımı yolu ile vurgu yapılmaktadır. Işığın bu tip kullanımı mekândaki kutsiyet ve masalsı hissi yükseltmektedir.
Bu ve benzer biçimde sıralanabilecek onlarca detay göstermektedir ki tıpkı Ayasofya’da olduğu gibi mimarlık sanatı, esası itibarı ile biyoharmolojik bakış açısını mimarlığın doğduğu antik çağlardan beri bünyesinde barındırmaktadır. Ancak ne yazık ki günden güne değişen değer yargıları ve yaşam koşulları zaten benliğimizde hissettiğimiz bizi biz yapan unsurlardan uzaklaşmamıza neden olmaktadır. Hatta öyle ki zaman zaman hâlihazırda var olmuş ve niteliklerini koruyan yapıları dahi yapı sahibinin çizdiği uyum esasına dayalı istikamette tutmak mümkün olmamaktadır.
Yine benzer biçimde engelli kullanımını sağlamak ve erişim kolaylığı açısından son derece yerinde düşünülmüş olan kapı eşiklerindeki engelli rampaları aynı zamanda özellikle giriş çıkışların yoğun olduğu saatlerde, kenarlarındaki profiller nedeni ve konumlandırılmasının yanlışlığı nedeni ile kullanıcıların ayaklarının takılmasına imkân sağlamakta ve bu çerçevede kazalara da zemin hazırlamaktadır.
Son bir paragraf da tarihî, mimari ve kültürel mirasımızı çalanlar için açmak gerektiğini düşünmekteyim. II. Selim Türbesi cephesinde bulunan çiniler restorasyon bahanesiyle 1890’lı yıllarda Fransız Albert Dorigny tarafından müzeden çalınmıştır. Bu çiniler Türk resmî makamlarının defaten talep etmesi, konuyu gündeme getirmesine rağmen henüz geri olması gereken yere, ülkesine ve panosuna dönmemiştir.
Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii için elde edilen Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 500,52 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Süleymaniye Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 546,73 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Çalışma sonucunda elde edilen bulguları yorumlayabilmek bakımından yapının yaşı ile doğrudan ilgili Yorulma – Yıpranma Performansı katsayısını devreden çıkararak bu katsayıdan bağımsız olarak değerlendirdiğinde ise Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 807,30 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Altın Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Süleymaniye Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 881,83 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Altın Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Bu şekilde yorumladığında Sinan eseri Süleymaniye Camii’nin hem mühendislik hem de mimari özellikleri açısından çok yüksek puanlara yükseldiğini ve her iki çerçevede de tüm örneklem içerisindeki en iyi yapı olarak kabul edilebileceği görülmektedir. Bu durum, Klasik Dönem üslubunun ne derece mükemmel ve zamandan bağımsız biçimde evrensel olduğunun da bir göstergesi yansıması olarak yorumlanabilir.
Yaklaşık bir asır süren uzunca bir süre gerek ilgili yapım tekniklerini ve bu tekniklerin sınırlarını tamamı ile analiz edebilecek teknik elemanların yetişmemesi, gerekse böylesi büyük abidelerin yapılabilmesi için gerekli olan büyük finansal desteğin Osmanlı ekonomisi için henüz göze alınabilecek bütçeler olmaması gibi nedenler ile Ayasofya’nın boyut olarak bir benzerini inşa etmek mümkün olmamıştır. Nihayetinde bilgi, birikim, tecrübe ve dehası ile birlikte oluşan iktisadi ve siyasi iklim etkisi sonucunda büyük mimar/mühendis Mimar Sinan benzer ölçekte yapılar inşa etme olanağına sahip olmuştur. Mimar Sinan’ın da Kılıç Ali Paşa Camii gibi Ayasofya’nın bir minyatürü sayılabilecek tüm yapım tekniklerinin ve mimari karakterin Ayasofya benzeri olarak nitelendirilebileceği örnekleri mevcuttur. Ancak Mimar Sinan, aynı yapım tekniklerini benzer yapı malzemelerini kullanarak daha zarif yapılarda, daha büyük açıklıkları, daha yüksek ve daha geniş çapa sahip kubbelerle, aşmış ve yapılarına çok daha fazla doğal ışık alabilmeyi başarmıştır. Mimari ve mühendislik özelliklerinin yanında kendi çözümleri, aydınlık ve ferah iç mekânı, akustik nitelikleri en önemlisi yapıları İslam kültürüne uygun olarak yeniden yorumlayıp eşsiz şaheserler bırakmıştır. Bu öylesine önemli bir etkidir ki üzerinden 5 asır geçmesine rağmen aynı üslup kullanılarak inşa edilen tıpkı Ataşehir Mimar Sinan Camii gibi günümüz eserlerinin dahi tasarım çizgisini belirlenmesine zemin hazırlamıştır.
Çalışma kapsamında edinilen analiz ve gözlemler sonucunda elde edilen verileri yorumlanacak olursa bahsedilmesi gereken belki de en önemli hususun şu olduğu görülür: Yapı; inşa edildikten yüzyıllar sonra, değişen insan doğası ve beşeri kültürüne rağmen kullanıcısına huzur, güven duygusu verme, sığınma içgüdüsünü karşılama ve teslimiyet hissini asırlara meydan okurcasına vermeye bugün dahi devam etmektedir.
Muhteşem iç mimari, tıpkı Ayasofya’daki gibi kubbeden süzülen eşsiz ışık oyunlarını ortaya koyarken Ayasofya’nın tam aksine bunu karanlık ve bu tip ışık oyunlarını nispeten kolaylaştıran renk seçimi olan bir iç mekânda değil; huzur ve huşu dolu aydınlık bir atmosferde yaparken bir kat daha büyüleyici olmaktadır. Bu aynı zamanda Sinan’ın eşsiz mimari dehasının da çok güzel bir örneği olarak görülebilir. Her ne kadar mühendislik hesapları, strüktür analizler, taşıyıcı sistemin genel prensipleri açısından Süleymaniye Ayasofya’nın bir türevi olarak görülebilirse de Sinan Süleymaniye ve Selimiye ile birlikte mühendislik olarak Ayasofya’dan aldığı bilgi birikimini mimari olarak Türk İslam Mimarisi’nde bir daha benzeri görülmeyecek bir zirveye taşımıştır. Süleymaniye’nin büyüsü, Osmanlı Mimarisi’nin göz bebeği ve zirvesi sayılabilecek olan mücevheri mimari usulün esası sayılabilecek olan, güzel ve süslü gösterişi en sade, en yalın hali ile sunmasındandır.
Mimar Sinan, eserlerinde genellikle süslemeler dışındaki ana ve taşıyıcı yapı taşı olarak küfeki taşını kullanmıştır. Küfeki taşı bej renkli, boşluklu, hafif ancak taşıma gücü yüksek, mekanik dayanımı atmosfer şartlarında günden güne yükselen, kalker esaslı ve fosilli bir taştır. Marmara Bölgesinde, özellikle İstanbul’un batı sahillerinde bolca bulunabilmesi, mukavemet özellikleri, kolay işlenebilmesi, bu nedenle yüksek miktarlarda hızlı biçimde üretilebilmesi ve estetik yapısı nedeni ile bolca tercih edilmiştir. Eserlerin günümüze değin ayakta kalmasının en önemli nedenlerinden birisi Sinan’ın yığma yapım teknikleri için mükemmel olarak nitelendirilebilecek yapı taşı seçimidir. Küfeki taşı yapısı itibarı ile biyoharmolojik kriterlere uygun, nefes alabilen, uzun ömürlü, yapı ile birlikte yaşayabilen bir yapı malzemesi olarak nitelendirilebilir.
Cami avlusunun tabanı beyaz mermer ile kaplıdır. Ancak caminin girişinde kapı önünde kırmızı porfir taşından yapılmış yaklaşık 2 metre çapında yuvarlak bir taş bulunmaktadır. Söz konusu bu alanın Ayasofya içerisinde bulunan daha önce bahsedilen taç giyme alanına usulen oldukça benzediği görülmektedir. Burada Sinan’ın dehası, mimari seviyesi, yapılara kattığı anlam, yoğrulduğu İslam felsefesi ve elbette rakibi olarak görmüş olabileceği Ayasofya düşünüldüğünde; Sinan’ın tüm kulların Allah önünde eşit olduğu, tüm hükümdarlıkların da Allah’ın huzuruna çıkılmadan önce bırakılacağına dair sanki çok zarif bir mesaj vermiş olabileceği gibi hissedilebilir.
Süleymaniye günümüzde iyi biçimde korunmuş ve kondisyonu yüksek bir yapıdır. Tüm bu mühendislik ve mimari özelliklerinde yakalanmış olan mükemmele yakın seviye, üzerinden yaklaşık 5 asır geçmiş olan yapının, her iki kategoride de hâlâ örneklem içerisindeki en iyi durumdaki yapı olarak değerlendirilebilmesinin de altında yatan nedendir. Tüm bunlarla birlikte günümüzde yapılmış güncel bazı ibadethanelerde dahi tespit edilememiş, yangın algılama ve alarm sistemleri, yangına müdahale ekipmanları gibi kullanıcıya dayalı husus ve müdahaleler de yapının oldukça yüksek puanlar almasında etken olmuştur.
Gözlemlenebilen eksikler arasında ön plana çıkarılabilecek olan bazılarına gelecek olursak; örneğin merdiven rıht yüksekliklerinin günümüz antropometrik ve mimari kabullerinin üzerinde, özellikle yapı kullanıcılarının yaş grubu düşünüldüğünde bir miktar yüksek olduğu görülebilir.
Yapıya sonradan ilave edilmiş engellilere yönelik rampasının, tüm teknik kriterleri karşılayabiliyor olmasına ve yapıya zarar vermeden kolayca sökülebilmesine rağmen, böylesi bir şaheserin mimari ve kültürel karakterine ve tasarım diline uygun olmayacak biçimde seçilmiş olması yapıdaki kandillerden çıkan islerin dahi hava akımlarını, yapının her noktasındaki akustik detaylara kadar hesaplayan hassasiyetteki büyük ustanın torunlarının aynı hassasiyeti göstermediği izlenimini vermektedir.
Tuvaletler asırlara meydan okumakta, büyük oranda aslına sadık üstelik hijyenik biçimde kullanılmaktadır. Yine de günümüz kriterlerinde değerlendirildiğinde bir takım yapı fiziği sorunlarını ve engellilere yönelik kullanıma uygun olmadıklarını not etmek gerekir.
Sultanahmet Camii
Sultanahmet Camii için elde edilen Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 460,99 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Sultanahmet Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 515,21 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Bronz Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Çalışma sonucunda elde edilen bulguları yorumlayabilmek bakımından yapının yaşı ile doğrudan ilgili Yorulma – Yıpranma Performansı katsayısını devreden çıkararak, bu katsayıdan bağımsız olarak değerlendirdiğinde ise Mühendislik Özelliklerine ilişkin “BUD Puanları Toplamı” ise 743,53 olarak bulunmuştur. Yapının Mühendislik Özellikler açısından “Gümüş Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır. Ayrıca Sultanahmet Camii için elde edilen Mimari Özelliklerine “BUD Puanları Toplamı” 830,98 olarak bulunmuştur. Yapının Mimari Özellikler Açısından “Altın Sertifikalı Bina” olarak sınıflandırılabileceği kanaatine varılmıştır.
Sultanahmet Camii değerlendirmesi kopyaladığı Sinan’ın üslubunun üzerine koyamamış, önemli sayılabilecek bir farkla karşılaştırıldığı Süleymaniye’nin gerisinde kalmıştır. Bu verinin aynı zamanda Mimar Sinan sonrası Osmanlı Mimarisi’nin duraklama dönemine girmiş olduğuna da paralellik arz ettiğini iddia etmek mümkündür.
Bir selatin camii olmasına rağmen Ayasofya, Süleymaniye veya Selimiye gibi eserlere kıyasla küçük kalan kubbesi Mimar Sinan’dan sonra Osmanlı Mimarisi’nin mimari ve mühendislik teknikleri anlamında gerilemeye başladığını düşündürebilir. Ancak çini nitelikleri, tezyinat ve süslemeleri düşünüldüğünde eşsiz nitelikte bir eser olduğu görülür. Mimar Sinan eserlerinde tasarımda denge ve ayrıntılara gösterilen özen ön plana çıkarken Sultanahmet Camii görkemlilik ve büyüklüğü gerçekleştirmek iddiasında olduğu savunulabilir. Sultanahmet Camii’nin süsleme nitelikleri gerçekten olağanüstü ve büyüleyicidir. Hemen hemen her noktadaki detayları incelendiğinde Osmanlı Sanatı’nın en üstün dönemine şahitlik edilir.
Çalışma kapsamında yapının BUD puanlarını etkileyen hususların bazılarına değinmek gerekirse; pudding küfeki gibi zaman içerisinde kirlenmiş ve yorgun görünen yapı taşlarının tadilat çalışmaları kapsamında temizlenmesi gerekmektedir.
Merdiven vb. birtakım yapı elemanlarında zamana, kullanıma ve oturmaya dayalı çatlamalar oluşmuştur ve merdiven rıht yükseklikleri günümüz antropometrik kabullerinden yüksektir. Yapı dış ve iç mekânında üzerinde tarihsel ve kültürel niteliğine uyumsuz olarak kabul edilebilecek çirkin tesisat ve kablolama mevcuttur.
Pencere parmaklık demirlerindeki ilerlemiş ve temas halinde olduğu yapı elemanlarına da zarar vermiş korozyon; yıpranmış ahşap pencere ve kapılar tadilat kapsamında bu detayların da elden geçirilmesi gerekliliğini düşündürmektedir.
Sultanahmet Camii yapı taşları kirli ve yorgundur, bununla birlikte ahşap kapı ve pencereler, metal pencere parmaklık ve lokmaları da kötü durumdadır. Ancak restorasyon çalışmaları ile birlikte yapının tarihî ve kültürel niteliklerine uygun olarak bu yapı elemanlarının restore edileceği kanaati mevcuttur denilebilir.