Hayatta bazı şeyleri genellememek lazım. Zira bu genellemeler gereksiz yere insanın omuzundaki yükleri ciddi oranda artırıyor ve insan hayatını işin içinden çıkılmaz şekilde zorlaştırıyor. Mesela hasta oldum diyelim. Hastalığımı genel hayatımla bütüncül düşünerek, “Ben hastayım.” diye ifade edersem yanlış yapmış olurum. Niçin derseniz, şundan ki: Halimi böyle ifade edersem sanki sadece hastalığım var da başka hiçbir şeyim yokmuş gibi olur. Mesela, sevdiklerim yanımda değil, annem babam, eşim, dostum, param vs. hiçbir şeyim yok, sadece hastalığım var gibi olur. Eğer ben farkında olmadan bu psikolojiye girersem o zaman beni aklım ve iradem değil, hastalığım yönetmiş olur ki bu büyük bir hatadır.
Peki, o halde böyle durumlarda benim ne demem veya hangi psikolojiye girmem gerekiyor?
“Hastayım.” demeyeceğim, “Hastalığım var.” diyeceğim. Sıkıntım var, moralim bozuk, birisi beni üzdü ise böyle bir durumda “Dertliyim.” demeyeceğim, “Derdim var.” diyeceğim. Yani derdimi, hastalığımı ben yöneteceğim, ben ne dersem o olacak, benim irademe bağlı olacak. Eğer hastalığım beni yönetir de onun istediği olursa bu durum kişiyi moral ve motivasyon açısından bitirir. Zaten bu tür insanlar “hastayım, dertliyim, sıkıntılıyım, fakirim…” deyip, başlarındaki olayları böyle yorumlarlar ve bu yılgın psikoloji ile de tüm görevlerini ihmal eder, ibadet bile etmezler. Görüyorum ki insanların büyük çoğunluğu, başlarına gelen olumsuz olayları, hayatlarının tamamı ile genelleyerek hastalıklarının veya sıkıntılarının tesiri altında değerlendiriyorlar. Bütüncül düşünüyorlar, fakat “negatif bütüncül” düşünüyorlar ki bu bakış da onları adeta bitiriyor.
Peki, “Bu gerçeklik, nefis hastalıkları ve kalp marazları için de geçerli midir?” derseniz, elbette geçerlidir, derim. Bu yaklaşım; her şey için geçerlidir, sadece hastalıklar ve dertler için değil. Ben örnek olsun diye dertler adı altında kısaca özetledim. Dert her şey olabilir; fakirlik dert olabilir, sıkıntı dert olabilir, nefs hastalıkları dert olabilir. Seni üzen, düşündüren her şey dert olabilir.
Mesela vesveseli bir adamsındır, bir takıntın vardır ya da kibir hastalığın vardır. Nefsiyle mücadele eden bir adamsın ama bir türlü kibirden kurtulamıyorsundur. Ya da bazı zaafların vardır ve o zaaflarından kurtulamıyorsundur. O zaafların ismini vererek reklamını yapmış olmayalım ama samimi bir şekilde bunlarla mücadele eden bir adam olarak ümitsizliğe düşmemen gerekir.
Diyelim ki kibirli birisin; “Ben kibirliyim.” deyip kendini bütün olarak kibir gibi görmen yanlış olmaz mı? Tamam, kibrin var, belki riyan da var ama “Benim cömertliğim de merhametim de hatta başta imanım da var.” demen gerekir. Hiçbir olay, durum, hastalık, dert, sıkıntı, kalbî maraz bizi yönetmemeli, biz onu yönetmeliyiz… O kadar.
Düşünceler de aynı bunun gibidir. Düşünceler iki çeşittir, yani insan iki çeşit düşünür; üç çeşit düşünmez.
Birincisi: Düşündürülerek düşünür; yani aklımızın bize kendiliğinden verdiği düşüncelerle düşünür. İkincisi: İrademizle düşünürüz…
Birincisi şöyledir: Aklımıza, gün içerisinde binlerce, yüz binlerce düşünce gelir. Bu düşünceler bizim irademiz dışında gelir. İşte, irade dışında gelen bu düşünceleri biz düşünmüş olmuyoruz, bize düşündürülmüş oluyor. Yani Müslüman biriysen seni düşündüren bu şeye “şeytan” de, şeytana inanmıyorsan, determinist biriysen, objektif konuşacağım dersen buna sen istediğin bir adı da verebilirsin. Yani ister kuvve-i vehmiye, ister kuvve-i hayaliye, ister bilinçaltı, ister nefs de, ama kesin bilimsel bir gerçek bu ki, düşüncelerimiz eğer yönlendirilmiş bir düşünce değilse düşündürülüyoruz demektir. İşte biz böyle durumlarda aklımızı dinlemeyeceğiz, aklımıza “bize vesvese veren şeytan muamelesi” yapacağız.
Peki, o zaman dogmatiklikten, körü körüne inanmaktan nasıl kurtulacağız?
Düşünmeden bulamayacağımıza göre, hakikati nasıl bulacağız?
Zira tefekkür, düşünmek dinimizce de önemli, Kur’ân da düşünmeyle ilgili pek çok ayet var. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadisleri var. “Düşünün, tefekkür edin.” “Bir saat tefekkür etmek bir yıllık ibadete bedeldir.” diyor.
“Düşünmezsek nasıl olacak bu iş?” derseniz, elbette ki düşüneceğiz… Ama bir konu hakkında düşünmeye biz kendi irademizle karar vereceğiz ki ona “yönlendirilmiş düşünce” deniyor. Yani ben, bir konu hakkında düşünmeye karar verdim diyelim. Bu konu din olur, inanç veya inançsızlık olur veya başka bir şey olur fark etmez. İşte bu konuyu aklımı, zekâmı kullanarak enine boyuna düşüneceğim. Düşüncem sona erdikten sonra, yani bu konuda bir karara vardıktan sonra bu meseleyi kapatacağım. Artık işim bitecek ve daha da aklımı dinlemeyeceğim. Yani hastalıkta olduğu gibi bu düşünceler beni yönlendirmeyecek, aksine onları ben yönlendireceğim.
Evet, düşüncelerim hiçbir zaman asla beni yönlendirmeyecek, ben onu yönlendireceğim. O beni yönlendirirse, o zaman “Hangi hastalığı istiyorsan seç beğen al.” demek gerekir. Bipolar bozukluk mu, obsesif kompulsif bozukluk mu, panik atak mı, şizofreni mi, melankolik şizofreni mi, paranoid şizofreni mi, paranoyaklık mı… ne istiyorsan seç beğen al, demektir.
Evet, işte bu durumda bunlardan birine yakalanman çok tabiidir. O zaman tekrar edersek, demek ki iki türlü düşünce varmış:
1) Kendiliğinden gelen düşünce (aslında düşündürülme)
2) Yönlendirilmiş düşünce
Birincisinde biz otomatik düşüncelere, yani beynimize veya bilinçaltımıza uyarak düşündürülürüz ve düşündüğümüzü sanırız. Biz düşündüğümüzü sanırız ama o düşünce değil, düşündürülmedir ve bunun asıl adı “aklımıza gelen vesveseler”dir. Bu vesveseleri de bize, şeytan mı veriyor, nefsimiz mi veriyor, doğrusu neyin verdiğini de pek bilemeyiz.
Önce masum tehlikesiz gibi görünen bu tür düşüncelere takılmanın akıbeti ise Allah korusun, Obsesif Kompulsif Bozukluklardan birilerine yakalanmaktır.
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) gibi bir derdimiz veya sorunumuz varsa bundan kurtulmanın yolu Korkma, Kaçma, Savaşma (KKS) formülüdür. Bu bilimsel bir tespittir.
Şöyle ki: İrademiz dışında akla gelen vesveseler, akan bir ırmağa benzerler. Akan bir ırmağı durdurmaya çalışmak nasıl beyhude bir çaba ise bu tür vesveseleri durdurmaya çalışmak da aynen öyledir. O zaman doğrusu şu ki: Akan ırmağı sen sadece seyret. İşte bu güzel örnekte olduğu gibi akıldan gelen seslere, düşüncelere akan bir ırmak muamelesi yap ve onları en fazla gülerek izle…
İzlemez de bu düşüncelere cevap verirsen o zaman gerçekten sen yandın demektir. Mesela kapına aç bir kedi geldi, sen ona süt verdin. Ertesi gün yine geldi, yine süt verdin. Böyle devam edersen o kediler arkadaşlarını da getirirler ve bir bakarsın ki mahallenin bütün kedileri senin evin önüne toplanmışlar. İşte vesveseyi, kedileri besler gibi besler ve kâle alarak cevaplar yetiştirmeye çalışırsan böyle çoğalırlar, gün gelir baş edemez hale gelirsin. Ve neticede bu şekilde düşünerek en basitinden bipolar bozukluğa yakalanırsın.
İşte Kur’ân dahi aklın bu serbest çalışan yönüne “şeytan muamelesi” yapmıştır, bizim de öyle yapmamız gerekir.
Peki, yine söylüyorum, düşünmeyeceğiz de dogmatik, fanatik mi olacağız? Hayır, alakası yok. Düşüneceğiz ama bizim düşünmemiz “yönlendirilmiş düşünce” olacak. Gerektiğinde bir mesele hakkında, isteğimiz ve irademizle düşünüp taşınacağız, sonra bir karara bağlayıp o düşünceyi kapatacağız. O yüzden biz ancak yönlendirilmiş düşüncelere itibar edeceğiz. Kendimiz isteyerek düşündüklerimize değer vereceğiz ki zira ancak ondan sorumluyuz. Evet, bu mesele mühim bir mesele ve sadece düşünceden ibaret değil. Hastalık, dert, sıkıntı, fakirlik, yoksulluk ne ise her türlü sıkıntıyı biz yöneteceğiz, onların bizi yönetmesine izin vermeyeceğiz. Nitekim irademiz de işte bu yüzden var…
Allah’a emanet olun…