“Sağlıklı ve dengeli beslenme nedir?” sorgulamasında uzmanlığınız ve meslekî bir kaygıyla hazırladığınız eserde “uzun ve sağlıklı yaşam” tavsiyelerini sağlıksız ve pek çok yönüyle ironik bulan bir yaklaşımla, endüstriyel kaygılara dayalı ve yanlış saptamalar olduğunu söylüyorsunuz. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Nasıl beslendiğimiz, duygusal durumumuzu(emotional state) ve ruh halimizi (mood) etkilemektedir. Gün içinde zaman zaman kendimizi yorgun, stresli ya da depresif hissedebiliyoruz. Bu durumun önemli nedenleri arasında beslenme şeklimiz ve gıda tercihlerimiz gelmektedir.
Vücudumuzun karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineral ihtiyacını dengeli ve yeterli porsiyonlarda meyve, sebze (lahana ve ıspanak, semizotu, pırasa, brokoli), baklagil (mercimek, nohut, fasulye), balık, tavuk eti, sınırlı kırmızı et, yoğurt, kefir gibi fermente süt ürünleri; yumurta, kabuklu kuru yemiş (fındık, badem, ceviz) tüketerek alabiliriz.
Kişinin gün içinde uygun yürüyüş, yüzme gibi düzenli fiziksel aktivitelerinin olması, iş dışında kendini iyi hissettiği bir sosyal çevreye ve hobilere sahip olması, yaşam kalitesini artıracak ve birçok kronik hastalıktan korunmasını sağlayacaktır.
Sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda sizin uzmanlığa dayalı ve meslekî önerileriniz nelerdir?
Beslenme şeklimiz, genlerimizi etkileyerek sağlığımızın korunmasında ve hastalıklara yakalanma riskinin azaltılmasında önemlidir. 21. yüzyılda kişiye özel “akılcı -intelligent- diyet” ya da “tailor made” beslenme gündeme gelmiş, nutrigenetik ve nutrigenomik kavramları ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu iki kavram; beslenme şeklinin ve çevresel faktörlerin genler üzerinde ve hastalıkların tedavisinde ne kadar etkili olduğunu ortaya koymaktadır. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), dünyadaki 10 ölüm nedeninden 6’sında gıda, beslenme ve yaşam tarzının etkili olduğunu belirtmiştir. Beslenme, çevresel faktörler ve henüz tanımlanmamış bazı faktörler, epigenetik mekanizmaları harekete geçirmekte ve insan ömrünü etkilemektedir. Hazır ve işlenmiş gıdalara dayalı beslenme şekli ve hareketsiz bir yaşam beraberinde diyabet, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi kronik hastalıkları getirmektedir. Özellikle işlenmiş gıdaların içinde bulunan ileri glikasyon son ürünleri (advanced glycation end products-AGE’s) yaşlanma ve kronik rahatsızlıklara yol açmaktadır. AGE oranı işlenmiş gıdalarda fazladır. Sağlıklı beslenme için günlük beslenmede tüketilen işlenmiş gıda miktarı minimize edilmelidir. Günlük diyetinizin %80’ini taze ürünlerden seçerek, işlenmiş gıdalarla almak zorunda kaldığınız AGE oranını düşük tutabiliriz.
Bu konuda Akdeniz diyetini ve onunla benzerlikler taşıyan Okinawa diyetlerini uygulamadaki başarıları ortadadır. Bu diyetlerde kırmızı et tüketimi yok denilecek kadar az iken taze meyve sebze, balık, fermente süt ürünleri tüketimi yüksektir. Kırmızı et tüketimi özellikle de işlenmiş kırmızı et tüketiminin fazla olması, kanda homosistein oranını artırmaktadır. Homosistein, vücut damar duvarlarında hasar oluşturan zararlı bir aminoasittir.
Fazla et tüketimi özellikle kırmızı et tüketimi, kanda homosistein seviyesini yükseltir, kalp-damar hastalıkları riskini artırır.
Özellikle reflü, İBH, ülserler, kabızlık ve karaciğer yağlanması yaygın yakınmalar… Bu sindirim sistemi hastalıkları açısından baktığımızda ezberlerimizi bozması gereken, tedavide yeni yaklaşımlar ve farklı düşünceler var mı?
Reflü;
Yaşlanma ve kilo alımıyla reflü görülme sıklığı ve şikâyetlerin şiddeti artar. Hasta reflü şikâyetlerini artıran yiyeceklerden uzak durmalıdır. Özellikle glukoz, fruktoz gibi basit karbonhidratların tüketimi şikâyetleri artırmaktadır. Öncelikle beslenme rejimine dikkat edilmelidir.
Posa/lifli gıda tüketimi reflüye iyi gelir. Proteinli gıdalar, AÖS basıncını artırmakta, böylelikle reflüyü hafifletmektedir. Fazla yemek yemek, yağlı gıdalar, kızartmalar, alkol, konsantre meyve suları, gazlı içecekler, çikolata, baharatlar, soğan, sarımsak, tuz tüketimi reflü şikâyetlerini artırmaktadır.
İlaç tedavisi
Antiasitler: Mide asidini nötralize ederek şikâyetleri azaltır.
Sodyum Aljinat: Reflü tedavisinde en etkili ilaçtır. Anti-asitlere göre daha üstündür ve mide asidi baskılayıcı ilaçlar kadar reflüyü kontrol edebilir.
Reflünün tedavisinde ilaç dışı yöntemler
Endoskopi kullanılarak AÖS’in tamir edildiği stretta yöntemin uygulanması.
Cerrahi müdahale
Sıklıkla önerilmeyip özel durumlarda uygulanır.
İltihabi bağırsak hastalığı (İBH)
Diyette rafine şeker, süt ve hayvansal protein miktarının fazla olması, Omega-6/Omega-3 yağ oranının yüksekliği İBH görülme riskini artırmaktadır. Yeni çalışmalar, bağırsak mikrobiyotası ile İBH arasında ilişki olabileceğini göstermektedir. Life dayalı beslenme, hastalığın uyuma döneminde tercih edilmeli, aktif dönemde lif tüketimi sınırlandırılmalıdır. Diyette probiyotiklerin rolü, probiyotik tüketimi bağırsak bütünlüğünün bozulduğu ve hastalığın kanamalı geçen aktif dönemde tavsiye edilmemektedir. Meyve ve sebzenin fazla olduğu lifçe zengin diyetler uygulandığında İBH’nin görülme sıklığı azalmaktadır. Fast-food ve doymuş yağ oranı yüksek diyetlerle beslenen kişilerde, inflamatuvar bağırsak hastalığı görülme riski daha yüksek bulunmuştur. İBH’de diyet, her hasta için farklıdır ve diyet kuralları her hasta için ayrı düzenlenmelidir.
Ülser
İnsan ve hayvanlarda yapılan deneylerde probiyotik kullanımının, H. pylori sayısını azalttığı ve enfeksiyonu engelleme potansiyeline sahip olduğu görülmüştür. Dünyada yoğurt üretiminde kullanılan yoğurt bakterilerinin, bazı probiyotik bakterilerle beraber kullanılmaları yoğurdun olumlu özelliklerini artırmaktadır. Probiyotik bakterilerle yoğurdun zenginleştirilmesi sadece H. pylori ve peptik ülser için değil, genel sağlık için de faydalıdır. Bugün peptik ülserde diyetin amacı; hasar görmüş dokunun onarılması sağlayan, sağlıklı ve dengeli beslenme şeklinin uygulanmasıdır. Bunun için de protein, lif, A ve C vitaminleri ve selenyum destekli diyet önerilirken, şeker ve doymuş yağ asidi tüketimi önerilmez. ABD’de Mayo Klinik; peptik ülser tedavisinde bol meyve sebze, A ve C vitaminleri ve tam tahıllı gıdaların olduğu diyet önermektedir. Uzun süre aspirin ve benzeri ağrı kesiciler ile romatizma ilaçlarının kullanılması da ülsere neden olmaktadır. Peptik ülser tedavisinde sigara kesin olarak bırakılmalı, alkol ve kahve tüketimi sınırlandırılmalı, hastaya dokunan yiyecekler diyetten çıkarılmalıdır. Peptik ülser hastalarına süt tüketmeleri önerilip, sütün mide asidini sulandırıp nötralize ettiği düşünülürdü. Gerçekte ise sütün, alkali özelliğinden dolayı, mide içinde kaldığı 15-20 dakikalık dönem içinde mideyi rahatlattığı, ancak sonrasında içerdiği “kalsiyum” ve “kazein” nedeniyle mide asidini artırdığı tespit edilmiştir. Probiyotik özellik gösteren yoğurt gibi gıdalar tercih edilmeli, mide asidini uyaran süt diyetten çıkarılmalıdır.
Peptik ülserde genetik faktörler de etkili olmaktadır. Onikiparmak bağırsağı (Duodenal) ülseri olan kişilerin çocuklarında normale göre 3 kat daha fazla oranda peptik ülser görülmektedir. Tedaviye rağmen ekşime, yanma gibi şikâyetler devam ediyorsa, hastanın reflü yönünden araştırılması gereklidir.
Kabızlık
Şeker hastalığı, tiroit bezinin az çalışması, magnezyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığı; bazı antidepresanlar, anti-asitler, tansiyon ve demir ilaçları, diyette lif tüketiminin az olması kabızlığa neden olabilir. Bazen nedeni bulunamayan kronik kabızlık da söz konusudur. Kabızlıkta tedavi kabızlık yapan nedeni ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır. Kabızlığın yaklaşık %80’i basit yöntemlerle önlenebilir. Tedavide posalı diyet uygulanması, bol su tüketimi, hareket ve tuvalet eğitimi yeterlidir.
Düzenli yürüyüş, alaturka tuvalet kullanımı ve karın kaslarını kasarak solunum egzersizleri de kabızlık için faydalıdır.
Hasta eğitimi ve tuvalet alışkanlığı
Bağırsak hareketleri yemekten sonra arttığı için, özellikle yemekten sonra tuvalete gitme alışkanlığının kazanılması çok önemlidir. Bunun için en uygun zaman sabah kahvaltı sonrasıdır. Her gün kahvaltıdan yarım saat sonra ve gün içinde genellikle yemeklerden yarım saat sonra tuvalete gidilmesi alışkanlık haline getirilmelidir. Tuvalette 15 dakika kadar bir zaman geçirilmesi uygundur. Bu sürede tuvalet alafranga ise öne doğru 45 derece eğim ile oturmak en uygun pozisyondur. Bilinenin aksine sırtı geriye yaslayıp, 90 derece açıyla oturulması doğru oturuş şekli değildir.
Tuvalet esnasında beş dakikadan daha uzun süre sıkınmak, sıkmak ve zorlama yapmak uygun değildir.
Nedeni bulunamayan kronik kabızlık tedavisi ( Fonksiyonel kabızlık)
Nedeni bulunamayan kabızlık üç farklı şekildedir.
– Bütün olarak kalın bağırsağın hareketlerinde azalma
– Sadece bağırsak çıkışında (anorektal bölgede pelvik taban kasları) boşaltım bozukluğu.
– Her iki durum birlikte olması
Bu hastalarda lifli diyet ve laksatif alımı etkisiz olup hastalarda biofeedback gibi tedaviler denenmelidir.
Fonsiyonel kabızlık ile huzursuz bağırsak sendromu olan hastalar arasındaki fark, nedensiz kabızlıkta karın ağrısı olmamasıdır.
Kabızlıkta ne zaman doktora başvurulmalı?
Kabızlık önleyici tedavilere rağmen kabızlık geçmiyorsa; kilo kaybı, makatta kanama, demir eksikliği anemisi, dışkıda gizli kan testinin pozitif çıktığı durumlarda altta yatan başka önemli hastalıklar yönünden araştırılmalıdır. Ayrıca 50 yaş ve üstünde ani kabızlık şikâyetlerinin başlaması ve ailede kolon kanseri olması durumunda, gastroenteroloji uzmanı tarafından kolonoskopi yapılmalıdır. Gerekirse doktor tavsiyesi ile laksatif kullanılır.
Kabızlık tedavisinde liflerin önemi
• Suda çözünmeyen lifler
Kabızlığın tedavisinde diyetteki suda çözünmeyen lif miktarı önemlidir. Bu tür lifler, sindirime uğramadan bağırsaklara gelir, dışkının hacmini ve bağırsak hareketlerini artırarak kabızlığı önler.
Tam tahıl, buğday, çavdar kepeği ve esmer pirinç, ceviz gibi besinlerde bol miktarda ‘suda çözünmeyen lif’ vardır.
Günde 25 g kepek tüketimi, özellikle sert dışkı şikâyeti olan kişiler için faydalı olabilir. Ancak daha fazla kepek tüketimi demir, kalsiyum, magnezyum gibi minerallerin emilimini olumsuz etkilemektedir. İBS-konstipasyonu olan hastaların 3 ay süreyle bol suyla beraber günde 2 yemek kaşığı keten tohumu almaları önerilebilir.
• Suda çözünen lifler
Suda çözünür liflerin, genel sağlık üzerinde pek çok olumlu etkisi vardır. Ancak kabızlık şikâyetinin giderilmesinde suda çözünmeyen lifler kadar etkili değildir. Bu tip lifler fazla tüketildiklerinde bağırsaklarda gaz ve şişkinliğe sebep olur.
Karaciğer yağlanması
Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması, “insülin direnci”, diyabet, obezite, hiperlipidemi (kan yağlarında artış) gibi metabolik nedenlerle oluşabilir. Özellikle basit karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi kanda insülin, trigliserit ve karaciğer yağ miktarında artışa neden olur. Diyette yağın artması; insülin duyarlılığını ve yağ metabolizmasını olumsuz etkiler. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasının gelişimine ya da ilerlemesine yol açar. Yağ tüketimi toplam enerji ihtiyacının %20-35’i kadar olmalıdır. Omega-3 yağ asitleri, yağların sentezini ve yakılmasını artırır, karaciğer yağlanmasında azalmaya neden olur. Bunun yanı sıra genetik ve çevresel faktörler ile insülin direncinin oluşumunda, genetik yatkınlık, obezite, özellikle göbek bölgesinde yağlanma ve hareketsiz yaşam risk faktörleridir. Fazla kilolu kişilerde vücut ağırlığındaki %10’luk azalış, karaciğer yağlanması ve karaciğer fonksiyon testlerinde önemli bir düşüşe neden olur. Ancak hızlı ve kontrolsüz kilo kaybı, yağların karaciğere hızlı akışına ve karaciğerin yağlanmasına neden olur. Bu sırada vücutta keton cisimleri gibi atık ürün oluşumu artar, safra taşı gelişme olasılığı yükselir. Bu nedenle kilo kaybı kontrollü ve yavaş olmalıdır. Haftada 0.5–1 kg verilmesi uygundur.
Karaciğer yağlanmasının önlenmesinde beslenme
Meyve, sebze, kuru baklagil ve tam tahıl içeren gıdaların yanı sıra zeytinyağı, fındık, avokado gibi tekli doymamış yağ asidi (MUFA) ve balık, ceviz gibi çoklu doymamış yağ asidi (PUFA) miktarı yüksek, posalı Akdeniz tarzı diyeti tercih edilmelidir. Günlük alınan tahıl grubu gıdanın, en az yarısı tam tahıllı besinlerden oluşmalıdır.
• Posa (Lif) tüketiminin karaciğer yağlanmasına etkisi
Posa, sindirim enzimlerine karşı dirençli bitkisel kaynaklı karbonhidrattır. Posanın doygunluk hissi oluşturması, vücuttaki iltihabı azaltması, şekeri kontrol etmesi ve bağırsaktaki faydalı bakterileri desteklemesi gibi birçok faydası vardır.
• Yüksek oranda trans ve doymuş yağ asitleri ile beslenmede insülin direnci oluşmakta, bu tip beslenme aynı zamanda alkol dışı karaciğer yağlanmasına da yol açmaktadır. Alkol dışı karaciğer yağlanması tedavisinde, kolesterolü yüksek gıda tüketiminin azaltılması gereklidir.
• Vitamin ve mineral tüketiminin etkisi
-Antioksidan içeren besinleri tüketmek “alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması” oluşumunu azaltmakta ve tedaviye fayda sağlamaktadır.
-D vitamini
Kanda D vitamini düzeyinin düşük olması ile alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Yağlı balıklar, yumurta sarısı, süt D vitamini yönünden zengin gıdalardır. Güneş ışığından yararlanma D vitamini ihtiyacının sağlanmasında gıdalar kadar önemlidir.
-E Vitamini
Önemli bir antioksidan olan E vitamini, alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması hastaları için potansiyel faydalara sahiptir.
Çölyak hastası olmayanların glutenle ilişkisi nasıl olmalı?
Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan kişilerde buğday, arpa ve çavdarda bulunan glutenin sindirilememesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Çölyak hastalığında, vücuda alınan gluten, vücut tarafından yabancı madde olarak algılanır. Glutene karşı koruma amaçlı savunma mekanizması oluşur. Bu durum ince bağırsak yüzeyinde emilimi sağlayan villusları bozar ve bağırsak yüzeyinde atrofi yani körelme meydana gelir. Villus, Latincede tüy anlamına gelen, ince bağırsağın iç yüzeyini kaplayan 0,5-1,6 mm uzunluğunda ince kılcıklardır. İnce bağırsaklardaki bu yapı sayesinde ince bağırsaklara öğütülmüş olarak gelen besinlerin faydalı kısımları emilerek kana karışır. Çölyak hastalarında bağırsaktaki bu emilim alanı, villusların körelmesi ile azalmıştır. Bağırsakların emilim yüzeyi azaldığı için vücut için gerekli olan mineral ve vitaminlerin emilimi bozulur.
Çölyak hastalığı dışında gluten kaynaklı iki hastalık daha bulunmaktadır.
1. Buğday alerjisi (BA).
2. Çölyak dışı gluten hassasiyeti (ÇDGH) veya çölyak dışı gluten duyarlılığı (ÇDGD).
Çölyak, buğday alerjisi ve çölyak dışı gluten hassasiyetine sahip kişiler tarafından buğday, arpa, çavdar ve bunların unları; bulgur, tarhana, yarma, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, unlu tatlılar, börek, simit, bisküvi, gofret, kraker, dondurma külahı, un ilave edilen çorbalar, soslar, galeta unu ve una batırılarak kızartılmış tavuk, balık, et gibi ürünler, gluten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları, bazı hazır çeşniler, tuzlu ve soslu kuruyemişler ve gluten bulaşmış ürünlerin hiçbiri tüketilmemelidir. Bugün dünyada glutensiz gıda üretimi milyarlarca dolarlık büyük bir sektör oluşturmuştur. ABD’de çölyak hastalığı görülme oranı yaklaşık %1 civarında olmasına karşın, nüfusun %20-25’i glutensiz diyet uygulamaktadır. Gluten içermeyen gıdaların tüketiciye maliyeti, normal beslenmeye göre üç dört kat daha fazladır. Glutensiz diyetler pahalı, uygulaması zor ve besin değeri düşük diyetlerdir.
Glutensiz diyetlerdeki gıdalar genellikle vitamin, mineral ve liften yoksun, besin değeri düşük pek çok işlemden geçmiş, doğal özelliklerini kaybetmiş gıdalardır.
Ancak Çölyak ve Çölyak Dışı Gluten Hassasiyeti ( ÇDGH ) olmadan glutensiz diyet uygulanması doğru değildir.
Glutensiz diyetin sağlığa zararları
Glutensiz diyetler intestinal mikrobiyotanın yapısına zarar vermektedir
Glutensiz diyetler bağırsaklardaki faydalı bakteri sayısını azaltmakta, istenmeyen bakteri sayısını artırmaktadır.
Glutensiz diyetler diyabet riskini artırmaktadır
2017’de sonuçlanan, Harvard Üniversitesi’nin 200 bin kişi üzerinde yaptığı beslenme alışkanlıklarının incelendiği 30 yıllık araştırma sonuçlarına göre; gluten içermeyen diyetler diyabet riskini %13 oranında artırmaktadır.
Glutensiz diyetler obezite riskini artırmaktadır
Avrupa Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Derneği tarafından 2017’de açıklanan; “tam tahılla ve glutensiz gıdayla beslenen 600’ün üstündeki çocukla yapılan çalışma sonuçlarına göre”; glutensiz diyetin tahıl içeren diyete göre iki kat daha fazla oranda doymuş yağ asidi, hayvansal protein ve şeker içerdiği ve kilo alımına neden olduğu görülmüştür.
Glutensiz diyetler bağırsak kanseri riskini artırmakta
Dünya Kanser Araştırma Fonu (World Cancer Research Fund, WCRF) ve Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü (American Institute for Cancer Research, AICR); 29 milyon kişinin beslenme alışkanlıklarını Harvard Üniversitesi aracılığı ile 2017’de açıkladı.
Çalışma sonucuna göre “Günde üç ince dilim (90 gr) tam tahıl ya da kepekli ekmek tüketimi, bağırsak kanseri görülme riskini %17 oranında azaltmaktadır.”
Glutensiz diyetler kalp krizi riskini artırmaktadır.
Probiyotik gıdalar mutlaka gerekli mi?
Probiyotik gıdalar, ağız yoluyla alınan, bağırsak mikrobiyotasını dengeleyen, sağlığı olumlu yönde etkileyen ürünlerdir. Probiyotikleri, gıda takviyesi olarak, çeşitli gıdalara katılmış şekilde ya da tablet, kapsül, toz, şase, damla şeklinde piyasadan almak mümkündür. Probiyotik ürün alırken mutlaka etiket üzerindeki suş/suşlar bilgisinin önemlidir. Sağlıklı ve dengeli beslenerek yeteri kadar probiyotik çoğu zaman almak mümkündür. Sadece gıda takviyesi olarak kabul edilmektedirler. Bu takviyelerin hastalık durumunda kullanılmaları doktor tavsiyesi alınarak olmalıdır.
Probiyotik özellik taşıyan gıdalar
Yoğurt, ayran, kefir gibi fermente süt ürünleri; boza, kombu çayı, turşu, sirke, şıra, şalgam, tarhana gibi gıdalar probiyotik özellik taşıyabilen gıdalardır. Bu gıdalarda bulunan probiyotik mikroorganizmalar genellikle mayalar ya da laktik asit bakterileridir. Ancak bu gıdaların probiyotik ürün olarak kabul edilebilmesi için, yeterli miktarda probiyotik özellik taşıyan bakteri ihtiva etmeleri gerekmektedir.
Fermente bir ürüne probiyotik özellik taşıyor denilmesi için; en az 1 milyar cfu/g canlı bakteri taşımalıdır. Günde en az 1 porsiyon, probiyotik içerikli bir yoğurt markasının düzenli olarak tüketilmesi, sağlık açısından yeterli miktardır. Bu değerde probiyotik içeren, yoğurt dışında başka bir probiyotik gıda da tüketilebilir.
Probiyotiklerin fayda sağladığı durumlar
• İshal tedavisinde,
• Alerjik hastalıkların tedavisinde,
• Hamilelik ve emzirme dönemlerinde probiyotik alınması çocuklarda atopik egzama görülme riskini %50 oranında azaltmakta, çocukları alerjik ve enfeksiyöz hastalıklara karşı korumaktadır.
• Üreme ve idrar yolu enfeksiyonlarından vücudu korur.
• Basit kabızlık ve “huzursuz bağırsak sendromu” tedavisinde faydalıdır.
• Probiyotiklerin, zararlı bakterileri yok edici bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri vardır.
• Probiyotik besinlerin kanda kolesterol seviyesini düşürdüğünü gösteren araştırmalar vardır.
• Probiyotikler, Helicobacter pylori tedavisinde kullanılan, antibiyotiğe bağlı gelişen yan etkilerden vücudu korur.
• Kaygı bozukluğu, depresyon, Alzheimer ve Parkinsona kadar uzanan, beyin fonksiyonlarındaki rahatsızlıklarda faydalıdır.
• Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasında, cerrahi müdahale sonrasında gelişen enfeksiyonların önlenmesinde, hastalara ameliyat öncesi ve sonrasında probiyotik içeren ürünlerin verilmesi önerilmektedir.
• Sızdıran bağırsak sendromunda probiyotikler bağırsak geçirgenliğinin normalleşmesine katkıda bulunur.
Diyet yanlışlarımıza dair çarpıcı tespitlerinizi alabilir miyiz?
Şimdiye kadar yazdığım tüm kitaplarda, sağlıklı bir yaşam için Akdeniz tarzı beslenmenin bir yaşam tarzı olarak benimsenmesinin öneminden ve Akdeniz diyeti ile benzerlik gösteren Okinawa diyetinin özelliklerinden bahsettim. Bu iki diyet, aynı zamanda beslenme ve sağlık konusunda dünyada önemli bir otorite olan ABD Mayo Klinik tarafından önerilen beslenme piramidiyle de örtüşmektedir. Gerek “Sindirimin Gerçek Öyküsü” gerekse de “Mutlu Bağırsak” kitaplarımda ve ortak yazarla çıkan “Yeni Akdeniz Diyeti” kitabında bu konunun önemini kalın çizgilerle sıklıkla çizdim ve kamuoyuyla paylaştım. Bu yıl piyasaya çıkan ortak yazarlı “Günlük Modumuz ve Yediklerimiz” kitabında da, son yıllarda yapılan nutrigenetik ve nutrigenomik çalışmalarda, hastalıkların önlenmesinde Akdeniz diyetinin etkisinin ortaya konulduğunu, gıdaların metabolizma ve hücre sinyalizasyonu yolu ile genlerimizi etkilediği ve beslenmede doğru gıda seçimlerinin sağlığımızı korumamıza yardımcı olduğunu belirttim.
Son çalışmalar Akdeniz ya da Okinawa diyeti gibi sağlıklı diyet kalıplarının genlerimize iyi sinyaller vererek iyi olma halinin sürdürülmesine fayda sağladığını, kronik hastalıkların gelişimini önlediğini göstermektedir. Bu arada Taş Devri diyeti, Dukan diyeti, Atkins diyeti, Ketojenik diyetler gibi protein ağırlıklı diyetler ve GAPS diyeti, Alkali diyet, kan gruplarına göre beslenme gibi bazı özel amaçlı diyetlerin sürdürülebilirlikten uzak oldukları ve uzun süre uygulanmaları durumunda, kronik hastalıklara yol açabildikleri konusunda birçok önemli yayında yer alan araştırma sonuçları dikkat çekici bilgiler sunmaktadır.
Bu konuda bir örnek verirsem, Akdeniz Diyeti 2018’de dünyanın belli başlı 40 diyeti arasında yapılan değerlendirmede, U.S. News and World Reports tarafından en iyi diyet seçilmiştir, aynı değerlendirmede protein ağırlıklı Dukan ve Atkins diyetleri, yağ tüketimini önceleyen ketojenik diyetler sonuncu sıralarda yer almışlardır. Ertesi yıl 2019’da 41 farklı popüler diyet arasından Akdeniz diyeti U.S. News and World Reports tarafından tekrar birinci seçildiğini belirtmek isterim.
Sonuç olarak, diyet konusunda bu araştırma sonuçlarını değerlendirerek yeme alışkanlıklarımızı sorgulamamız ve kendimize özel beslenme stratejisi oluşturmamız önemli bir adımdır. Normal yaşamda, seyahatlerde, ziyafet ve kutlamalarda uygulayabileceğimiz damak zevkimize uygun sürdürülebilir bir “kalıp davranış modelini” günlük hayata geçirmemizi tavsiye edebilirim.
Burada Seyahatname’nin yazarı, hayatı boyunca pek çok defa farklı sofralarda bulunmuş ve bu sofralara ait bilgi ve yorumlarını bizzat eserinde de yazmış olan Evliya Çelebi’nin “Kanaatkâr ol. Çünkü kanaat tükenmez bir hazdır.” sözünü hatırlayarak dengeli, yeterli, sade, yerli ve özenli sofraların önemini tekrar hatırlatmak isterim.