Günümüz dünyası, insana dair pek çok sorgulamayı da beraberinde getirmektedir. Hüzün, ölüm kaygısı, mutluluk ve korku üzerine ilk dönem filozofları dahi düşüncelerini ortaya koymuşlar ve sağlık-mutluluk ilişkisi açısından kendi çağlarının dinamiklerini dillendirmişlerdir. Hatta kültür ve medeniyetler, bu dinamiklerin taşıyıcısı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Toplumların en önemli değerleri, insanların hayata bakışı, yaşama biçimi, eski deyimle tarz-ı telakkileri, hayata yükledikleri anlamla birebir ilişkilidir. Günümüz psikiyatrları bugünkü tabloya günümüzün trajik problemleri nedeniyle “afet masası” şeklinde yaklaşırken Japonya’da öğrenci intiharları, Kuzey İskandinav ülkelerindeki ötanazi (yaşamı sonlandırma) hakkı, Amerika’da okullarda öğrencilere yönelik akran katliamları hepimizin malumudur. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşayan Seneca bu durumu şöyle ifade ediyor: “Hafif acılar konuşur ama derin acılar dilsizdir.” Her tarafından ümitsizlik, mutsuzluk ve bencillik kokan bu olaylar, insan-mutluluk-sağlık ilişkisi açısından insanlığın iyi bir yerde durmadığını, samimi ve gerçekçi bir yaklaşımla arayışların şekillenmesi gerektiğini ortaya koymakta… İhsan Fazlıoğlu’nun çok beğendiğim bir sözüyle konuya devam etmek gerekirse; “Sahici insanlar, sahici sorular sorarlar ve bu onlara sâdık ve müstakîm yollar açar.” Günümüz insanının belki de en büyük handikabı, ne istedikleri, neyi niçin yaptıkları ve hatta niçin yapamadıklarından başlayarak makul bir sorgulama içinde olamamaları gerçeğidir. Buna akademik dille “ontolojik felsefe” de diyebiliriz. Yani hayatın anlamı, nedenleri ve niçinleri üzerinde durmak, varlık amacımızı sorgulamak… Bunun sağlığa uyarlanmış şekilleri, “Niçin sağlık?” sorgulamasını da beraberinde getirmektedir. İnsan niçin sağlıklı olmalı ve bunu nasıl başarmalı?.. İnsanın biyo-psiko-sosyal bir varlık olduğu gerçeği insan sağlığına dair sorgulama alanlarımızı geniş bir yelpazede ele almak gerektiğini gösteriyor. WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) insan sağlığına dair tanımı da bu yönde…
Maslow’un insana dair temel ihtiyaçlar piramidi beş temel unsura ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bunlardan bir tanesi yemek, içmek, cinsellik gibi insan bedenine ait ihtiyaçlar. Diğer dört başlık ise sevmek, sevilmek, saymak, sayılmak şeklinde özetleyebileceğimiz psikolojik doyum alanlarımız… 2018 verilerine göre 9 milyon kişinin yalnız yaşadığı İngiltere’de yalnızlık ve sosyal izolasyonla mücadele amacıyla kurulan ‘Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık’la hükümet, sivil toplum örgütleriyle çalışmalar yapmayı denemişti. Bu kişilerin kimisi yaşlı ve bakıma muhtaçtı kimisi ise depresyonla mücadele etmekteydi. TRT Haber’de “Yalnızlık öldürebiliyor” başlığıyla yayınlanan bu haberde konu ile ilgili raporda 18-34 yaşlarındaki genç engelli yetişkinlerin yüzde 85’i kendilerini yalnız hissederken 200 binden fazla 75 yaş üstü kişi bir aydan fazla süredir akraba ya da arkadaşlarıyla sohbet etmedikleri belirtiliyordu. Aynı habere göre de daha önce Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Venezuela’da Mutluluk Bakanlığı kurulması şaşkınlık yaratmıştı. Hakeza günümüz insanının her türlü teknolojik gelişmeye, modern hayatın imkânlarından yararlanmasına rağmen yaşadığı büyük yalnızlık, son yıllarda duygu odaklı psikoterapilerin, en yeni psikoterapilerden birisi olarak psikiyatri mahfillerinde karşılık bulmasının gerekçesini de haklı çıkartır mahiyette. Nitekim yalnızlık ve ümitsizlik, geçmişe dayalı temelleri olduğu gibi geleceğe yönelik kaygıları da beraberinde getiriyor. Hatta bugün “karanlık empati” adı altında kavramsallaştırılan durumlar, adım adım nasıl kötülük yapılabileceğini, katillerin insan öldürmeyi nasıl bir bilinçle işlediklerini, insanın iyiliğe değil kötülüğe öykünen taraflarının nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan yaklaşımlar… Savaşlar ve toplu katliamlar, her geçen gün artan büyük göç konularına daha hiç girmedik… Tüm bu örneklerden yola çıkarak günümüzde insanlığın hiç de mutlu olmadığını, mutlu olduğunu zannedenlerin ise haz ve hızdan, teknolojiden beslenen bir zevkçilik içinde hayatlarına devam ettiklerini söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz, hep böyle acı olaylardan bahsetmek, bu yazının ümidi aşılamak mantığına oldukça ters. Fakat büyük fotoğrafı doğru okumadan ve problemleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymadan da gerçeklerle yüzleşmek mümkün görünmüyor. Nitekim insan ruhu, eskiden üçüncü sayfa haberlerinde verilen dram ve trajedilerin ana haber bültenlerinde izlenmesinden yorgun düştü diyebilirim. İnsanlık bu anlamda mağdur ve mazlum durumda. Biyolojik sağlık açısından genlerimize kadar bozulmaya yol açan GDO’lu ürünler, obezite ve beslenme problemlerinin önümüze koyduğu kalp, diyabet, yüksek tansiyon vb. sağlık sorunları, endüstriyel atıkların oluşturduğu yüksek hava kirliliği ve sera etkisinin yol açtığı iklim değişiklikleri, ekosisteme yaptığımız bencil ve nankörce müdahaleler, bir bumerang gibi insana tüm olumsuz etkileriyle geri dönüyor.
Şahsen bugün, moral-sağlık ilişkisinden yola çıkarak kanser hastasını bile ayağa kaldıran bir ümide, bir sevincin arkasından yaşanan huzura, güzel bir rüyanın ardından gelen manevi bir tınıya çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir tebessüm, tatlı bir söz, sertlikten uzak bir diyalog ve yüreklere insanca bir dokunuşun bizlere çok iyi geleceğini düşünüyorum. Kadim kültürümüzde bunun örneklerinin pek çok kaynakta ve örnek yaşanmışlıklarla var olduğunu biliyorum. Bugün bize düşen şey, bu hazineyi güncel kodlarla ifade etmek, yaşayarak yaşanılır kılmak ve insanlarla bölüşmek olmalı diye düşünüyorum.
İnsan sevgiyle mutlu olur, sevgiyle huzur bulur… Fransız yazar Madame De Scudery “İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar.” der. Sevgi, kurumuş ağacı dahi yeşertecek sihirli bir dokunuştur. Barışın, huzurun, iyiliğin, güzelliğin, mutluluğun ortak adıdır… Nitekim Amerikalı yazar Willa Cather “Büyük sevginin olduğu yerde her zaman mucizeler vardır.” diyerek sevginin aşamayacağı hiçbir engel olmadığını belirtir. İnsanlığın sayısal artışına rağmen, fert olarak yalnızlaştığı ve yalnızlığın artık kâbusa döndüğü bir zaman dilimindeyiz… Sevgi ise yalnızlığın da ilacı… Bu dünyada yalnızlık duygusundan ve yalnızlık duygusunun verdiği kaygı ve korkulardan ancak sevgiyle kurtulmak mümkün. Günümüzün olumsuz şartları, insanların bu duygusunu çok hırpaladı, çok köreltti… Bu nedenle içinde olan sevgiye rağmen insan, sevgisiz kişi tepkisi veriyor… Belki de sevgisiz olduğuna inanıyor ki asıl tehlike burada. O nedenle bu zamanda sevgiyi hatırlatmak, insanlık adına çok büyük bir hizmet ve çok önemli bir ibadettir.
Yeryüzünde yaşanan tüm bu keşmekeş, kaygılar ve ümitsizlik, bize bugünlerde özellikle şu soruları sorduruyor:
“Varlık bilinci olmadan sağlık olur mu?” “Ruhen aç, kör, sağır ve topal iken bedenen sağlam olduğunu düşünmek, insanı insan kılmaya yeter mi?” “İnsanlık öldü mü?” kabilinden sözler bizim için bir şey ifade ediyor mu? “Ölmeden önce ölünüz.” tavsiyesi bizler için ne ifade ediyor? Erdem ve hikmetten yana bir derdimiz var mı? İnsan olduğunu hatırlamak ne anlama geliyor?
Hiç şüphesiz sağlığı herhangi bir şeyle kıyaslayıp bir tercihte bulunacak değiliz -Allah (c.c.) hepimize sağlık ve afiyet ihsan etsin- üstelik insan ve hayata dair bilinmezler ve sırlı kader, bizleri nereye sürükler, nelerle imtihan olunuruz, bilemeyiz. Üstelik sağlık da imtihanın ta kendisi olabilir. Öyleyse sevgisiz ve ruhsuz bir dünyada yaralı ve kırık kanatlarımızı saracak bir merhamet eli aramak, insan olmayı önemsemek anlamında bizi daha sağlıklı kılacaktır… Aksi halde medeni ve hür dünya (!) bize birey olmayı öğretirken “yalnız bir birey” olmanın da önüne geçemeyiz vesselam.