Evliliklerde en çok karşılaşılan sorunlardan biri sevgiyi gösterememek ya da karşı tarafın sevgisini hissedememek. Bazı insanlar sevgiyi sözlerle, bazıları dokunarak, bazıları hediyelerle gösteriyor. Bu farklılıklar ilişkileri nasıl etkiliyor? Çiftler birbirlerinin sevgi dilini nasıl öğrenebilir ve uygulayabilir?
Farklı ulustaki bireylerin lisanı nasıl farklıysa, her insanın bir sevgi dili, hatta o sevgi dilinin de bir sıralaması var ve diğerlerine göre farklılık gösterir. Nasıl ki bir yabancının lisanını bilemeyince iletişimde sıkıntı yaşarsak, karşımızdaki insanın sevgi dili sıralamasını da bilemezsek iletişim konusunda sorunlar yaşarız.
Mesela, karşı komşumuz çok muhteşem pastalar, börekler yapıp bizi davet ettiyse ve bizi memnun etmeye çalışıyorsa, belki de istediği yalnızca birlikte sohbet edebilmektir. Yani o kişinin ilk sevgi dili, nitelikli beraberliktir.
Eğer biz sadece sohbet etmeye odaklandıysak ve yaptıkları pasta böreği ‘ellerine sağlık, muhteşem olmuş’ diyerek övmediysek ve yüzü de hafiften asıldıysa, asıl istediği o kadar emek verip pişirdiği börekler için bizden onay ve takdir almaktır. Yani komşumuz için sevgi dilinin ikinci sırasında, onay sözcükleri yer almaktadır.
Kendi sevgi dili sıralamamızı; verdiğimiz değil, sevgiyi başkalarından öncelik sırasına göre alma şeklimiz belirler. Bu sıralamayı, çocukken sevgiyi elde etme şeklimiz ve karşı taraftan beklentilerimiz belirler. Yani sevgiyi karşımızdan nasıl, ne şekilde almak istediğimizle alakalıdır.
Sevgi dili, sevgiyi hangi yolla hissettiğimize bağlıdır. Az önceki örneklerde olduğu gibi, çocukluğumuzda ailemizin bize sevgiyi nasıl sunduklarıyla; o sevgiyi onlardan nasıl algıladığımızla alakalıdır.
Bir kız çocuğu babası tarafından sırtı sıvazlanıyor, annesi tarafından saçı okşanıyorken;
‘Benim kızım iyi ahlaklıdır, çalışkandır.’ sözünü işitiyor, kız kendisini bu şekilde sevildiğini hissediyorsa ve yüzünde bir gülümseme beliriyorsa, bu kızın sevgi dilinin ilk sıralamasında dokunsal temas ve onay sözcükleri yer alabilir. Dolayısıyla, çalışkan olduğunda, iyi ahlaklı olduğunda sevileceğine inanır ve başarılı olmak için elinden geleni yapabilir, sırf o sevgiyi tekrar tekrar elde edebilmek için…
Sevgiyi almak istediği gibi alamayan kadın ya da erkek; eşi tarafından sevilmediğine inanabilir ve mutsuz olur. Mutsuz birey, eşini de çocuklarını da mutlu edemez. Sevgi dilimizi ve sıralamasını tespit edebilmeyi, sevgiyi nasıl daha iyi alabileceğimizi örnekleriyle ve daha detaylı olarak kitabımda anlattım.
Evliliklerde cinsellik çok önemli ama genelde konuşulmayan bir konu. Sağlıklı bir cinsel yaşam için çiftlerin dikkat etmesi gereken noktalar neler? Özellikle iletişim ve güven açısından bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sağlıklı bir cinsel ilişki, evliliğin temelidir. Ne yazık ki cinsellik, ülkemizde bir tabu olduğu için konuşulmuyor. Çiftler sorunlarını kendi başlarına çözmek istiyor ama çözemiyorlar. Cinsel uyumsuzluk varsa, profesyonel bir destek alamadılarsa, evlilikler çatırdayabiliyor. Hatta araştırmalara göre boşanmaların % 15- 20’si cinsel uyumsuzluk ve tatminsizlikten kaynaklanmakta, kayıtlara da ‘şiddetli geçimsizlik’ diye aktarılmakta.
En basit örneği; çiftler arasında sevgi, beğeni, ten ve cinsel uyum yoksa; sevgi olsa bile, bir taraf bireysel temizliğine dikkat etmiyorsa, saç sakal birbirine karışmış, fırçalanmamış dişler, kötü kokan nefes ve beden ile; evde, sokakta dolaşıyor, kendine gereken özeni göstermiyorsa, cinsellik olumsuz yönde etkilenebiliyor. Özen, kaybetme riski ile ters orantılıdır. Özen azaldıkça, kaybetme riski de artabiliyor. Özellikle kadınların koku duyusu fazla olduğu için, cinsel anlamda bu sıkıntıları daha fazla yaşayabiliyor; ‘ya alınacak ya kendisine öfkelenecek ya da sorun büyüyecek’ diye eşine söyleyemeyebiliyor. Söylese bile eşinden ‘cinsel sorunumuzu kendi aramızda hallederiz’ diye karşılık alabiliyor. Bu durumda kadın, eşinden hem bedensel olarak hem de duygusal olarak bağ kuramayıp uzaklaşabiliyor…Sorunlar katlanıyor, katlandıkça da boşanma riski artabiliyor.
Modern ilişkilerde duygusal yalnızlık çok yaygın. İnsanlar evli oldukları halde kendilerini yalnız, öfkeli ve hayal kırıklığına uğramış hissediyor. Bu duyguların altında yatan nedenleri nasıl açıklıyorsunuz? Bu duygusal çıkmazdan kurtulmanın yolları neler olabilir?
Öfkenin altında yatan pek çok neden vardır. Öfke anlık olabileceği gibi geçmişten de kaynaklanır. Geçmişten gelen öfke, buz dağı gibidir. Suyun üstündeki buz dağı, dışarıdan görünen öfkemizdir. Suyun altındaki ise fark etmediğimiz duyguların kayıtlarından oluşur. Engellenmek, kandırılmak, aldatılmak, sevilmemek, küçümsenmek, reddedilmek, terk edilmek, dışlanmak vb. duygular önce dağın altında birikir; sonra okyanusun üzerindeki buzdağını oluşturur… (Öfke duygusu konusu geniş ve ayrı bir konu.)
Eğer kendimizi öfkeli, yalnız, hayal kırıklığına uğramış, anlaşılamamış hissediyorsak; sevilmediğimize, istenmediğimize, ötelendiğimize, dışlandığımıza, reddedildiğimize inanıyorsak; bu durum eşimizin ve kendimizin kişiliği ile, bağlanma stiliyle, uyum bozucu şemalarıyla, iletişimi yeterince sağlayamamakla, sevgi dilini doğru kullanamamakla; hangi sözü niçin, nerede, nasıl kullanacağımızı bilememekle alakalı olabilir. ‘Danışan dağı aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış’ diye bir ata sözümüz var. Bu konuların tümünü kitabımda detaylı bir şekilde ve bir roman tadında açıkladım. Bu çıkmazdan kurtulmak, kim bilir belki de kitabımı okumakla mümkün olabilir. Çözüm bulunamayan durumlar olabilir. O zaman da hep söylediğim bir şey var; hani arabalar belli dönemlerde bakımdan geçirilir ya, aslında her çift, evlenmeden önce; çocukluk dönemindeki travmalarından kurtulmak için sadece bir kez bireysel destek; destek alamadılarsa (çocuklar daha dünyaya gelmeden), evlilikteki sorunları için aile danışmanlığı desteği almalılar.
Günümüzde çiftler kolayca pes ediyor, zorluklar karşısında hemen ayrılmayı düşünüyor. Sizce bunun nedenleri nelerdir?
Çiftlerin kolay boşanma nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
a. İletişim sorunlarının, bağlanma stillerinin, şemaların, kişiliklerin etkisi: Güvensiz bağlanma stiline sahip olanlarda boşanma daha fazla görülmektedir. İnsanlarımız kendilerini tanımıyor. Aslında iletişim sorunlarının altında yatan pek çok sebep var. Çiftler duygu, düşüncelerini tam olarak doğru bir şekilde ifade edemiyorlar. Sorunlarını konuşamıyor, tartışmalar kavgalara dönüşüyor; duygusal, zihinsel, fiziksel olarak birbirlerinden uzaklaşmaya başlıyorlar. Geçmişteki öfkeleri, çözüm bulunamayan sorunlar birikiyor. Bu sorunlar biriktikçe, çözüm bulunamayacağına inanıyorlar. Taraflardan biri artık susmayı tercih ediyor ama zihninde evliliği tamamen bitirmiş oluyor; cinsel anlamda da uzaklaşmalar gerçekleşiyor ve durum boşanmayla sonuçlanabiliyor.
b. Toplumsal değerler ve bakış açıları: 2000’li yıllara kadar eskiden toplumumuzda boşanmak hoş karşılanmaz ve kolay kabul edilemezdi. Ben de boşanmak en son çaredir diyen bir aile danışmanıyım. Çünkü bir toplumda bir aile mutlu ise o toplum da mutludur. Bence bütün çareler aranmalı, çiftlere aile danışmanlığı ve bireysel destek sağlanmalı. Çözüm bulunamadıysa ve boşanmakta kararlılarsa ancak o zaman boşanmalılar.
Bununla birlikte özellikle günümüzde gençlerin boşanmaya karşı bakış açısı çok değişti. Maalesef boşanmalar, evliliğin ilk 5 yılı daha fazla görülür diye bilinmesine rağmen, bu süre azaldı 3-5-8 aylık yeni evlilerde bile boşanmalar görülür hale geldi. Eski evliliklerdeki sabır, sebat kalmadı.
c. ‘Aile, eş, evlilik’ tanımlarının başka tanımlarla karışmış olması: Bilinçdışında neye inanıyorsak ona göre hareket ederiz. Çocukluğunda kök ailesindeki sorunlarla, şiddetle büyümüş ve şimdi evli olan bireye; ‘Sizin için aile/evlilik nedir, ne anlama gelir?’ diye sorulduğunda, içsel çocuk haliyle; ‘aile= şiddet’, ‘evlilik= mutsuzluk’, ‘evlilik= boşanma/ayrılık’ diye cevap verdiyse bu tanımlar birbirine karışmıştır. Bilinçdışındaki bu karışıklık, boşanma isteğini de o kadar artırabilir. Bireyin zihninde ‘Evlilik= boşanma’ tanımı kodlanmışsa daha kolay boşanabiliyor. Çünkü bilinçdışında evliliğin ya da aile olmanın ‘gerçek ve doğru tanımları’ yok. Kişinin inancı, kendini gerçekleştiren kehanete dönebiliyor.
d. Evlilikten beklentileri ve eşinden alması gereken duygusal beklentileri karşılanmadıysa: Hayalindeki evlilikle yaşadığı evlilik farklıysa, bu da boşanmaları artırıyor.
e. Ekonomik sorunlar: Özellikle ekonomik geliri belli olmasına rağmen, evlenirken lüks düğün yapma arzusu ve borçlanarak ev kurma davranışı; çiftlere ve ailelerine büyük yük oluyor. Erkek tarafı borç ödemek için takılan altınları gelinden geri istiyor. Aileler arasında husumet baş gösteriyor. Giderler gelirlerinden fazla olunca ağır iş yükü altına girebiliyorlar. Böyle olunca da çiftler hem birbirlerine zaman ayıramıyor hem kök ailelerle çatışmalar yaşıyorlar. Bu durum da öfkelenmelere, tartışmalara, kavgaların ve ne yazık ki boşanmaların artmasına sebep olabiliyor.
f. Aldatma-sadakatsizlik: Nedenlerini kitabımda daha detaylı anlattım. Güven duygusunun bitmesi; evliliği de bitiriyor. Çünkü aldatılmak büyük bir travmadır. Araştırmalara göre, boşanmaların %20-40’ı aldatma ile alakalı.
g. Evliliğe hazır olmadan, olgunlaşmadan evlenmek: Zihinsel, bedensel, ruhsal anlamda ve yaş olarak olgunlaşmadan, ekonomik özgürlüğünü eline almadan, sorumluluk bilinci gelişmeden, kök ailesinden bağımsızlığını ilan etmeden, kendini tamamlamadan evlenmek, boşanmaları artırıyor.
h. Kök ailenin ya da çevrenin etkisi: Ailelerin ya da çevrenin; genç çiftlerin aldıkları kararlara müdahale etmesi, yönetmesi, kontrol etmesi olumsuz etkiliyor. Kök aileden ayrışmayı başaramamış gençler, çabuk boşanabiliyor.
ı. Bağımlılıklar: Sosyal medya/ internet, alkol, kumar, madde, porno vb. bağımlılıklar; eş olarak görev ve sorumluluklarını ihmal etmelerine; karşılıklı güven, sadakat, sevgi, saygılarının, sabırlarının tükenmesine ve boşanmalara sebebiyet verebiliyor.
i. Aile içi şiddet: Fiziksel, ekonomik, psikolojik, cinsel, dijital şiddet türleri; çiftler arasında saygıyı, sevgiyi, güveni, değeri, öz güveni kaybettirdiği için boşanmaları artırıyor.
j. Evlilikteki rol dağılımı ve sorumluluklardaki eşitsizlik: Ev işlerinde, alışverişlerde, çocukların bakımında, okul sorunlarında, sağlık sorunlarında eşit paylaşım olmaması, diğer tarafın öfkelenmesine, içerlemesine, tartışmalara neden olabiliyor.
k. Cinsel sorunlar: Cinsel anlamda yaşanan travmalar ya da duygusal travmalar, cinsel mitler, eşinin sevgi diline göre sevgiyi alıp verememek; cinsel hayatı olumsuz olarak etkileyebiliyor.
Evliliklerde mutluluğun sırrı nedir? Uzun yıllar mutlu kalan çiftlerin ortak özellikleri nelerdir? Onları farklı kılan davranış ve tutumlar nelerdir?
Evliliklerde mutluluğun sırrı:
a. Etkili iletişimleri vardır: Mutlu çiftler kendini, eşini tanır; eşinin özelliklerini bilir ve ona göre davranır. İletişimler güçlüdür. Birbirlerine empati yapabilirler. Duygularını, düşüncelerini, isteklerini, beklentilerini, taleplerini saygı çerçevesinde ifade eder. Duygusal zekâsı gelişmiştir. Karşısındakinin duygularını iyi anlar ve ona göre hareket eder. Eleştirmekten, suçlamaktan, kınamaktan, yargılamaktan uzak; eşini de anlayarak, kendisini doğru ifade ederek iletişim kurar.
b. 5S 1TDK kuralı: Birbirlerine karşı SAYGI’lıdırlar. Birbirlerinin SEVGİ dilini öğrenmişlerdir. Eşinin sevgi dilini bilip ona göre hareket eden; mutluluğun kapısını açmış demektir. SABIRLI’dırlar. SORUMLULUKLAR’ını yerine getirirler. SADIK’tırlar. Eşini TAKDİR EDERLER. DEĞERLİ HİSSETTİRİRLER. Birbirlerini OLDUĞU GİBİ KABUL EDERLER, değiştirmeye çalışmazlar.
c. Cinsel uyum: Ne yaşanırsa yaşansın, yatakları ayırmazlar, aralarında cinsel uyum vardır. Cinsellikle birbirlerini tehdit etmezler.
d. Ortak hayaller: Gelecek hayalleri ortaktır. Aile, eğitim, kültür, örf adetleri birbirine yakındır.
e. Aidiyet duygusu: Eşinin ailesini ‘Erkek tarafı-kız tarafı’ ya da ‘el’ gibi görmez, kendi ailesi gibi görür. Dışlamaz. Birlik beraberlik vardır. Eşine karşı da ‘senin ailen-benim ailem’ düşünce ve inancından uzaktır. (Bu düşünce ve sözler olgunlaşmamış, bağımlı bireylerin inancıdır. Evlilik=biz bilincini gerektirir. Dışarıdan gelen olumsuz fırtınalara karşı beraberce güçlü durabilmek, sorunlarla birlikte mücadele edebilmektir.)
f. Olayı olumlu yanından görmek: Eşi kendisini geliştiriyor, olumsuz özelliklerini düzeltmeye çabalıyorsa; bundan mutluluk duyar. Olanı görür, olmayana odaklanmazlar.
g. Beraberce zaman geçirebilmek: Zaman zaman baş başa tatillere giderler; kurslara, korolara, tiyatroya, etkinliklere katılırlar; yürüyüşler yaparlar.
h. Kendine ve eşine alan açmak: Birbirlerine özel zaman da ayırırlar. (Her an dip dibe olmak da doğru değil. Kendi arkadaş çevrelerinin olması, konuşabileceği konuların da olması gerekir.)
ı. En önemli unsur güven: Güvenen kadın ve erkek kendilerini birbirlerine rahatça ve özgürce bırakabilirler. Mutluluğun başında güven gelir.
i. Affedicilik: Geçmişte yapılan hataları sık sık dile getirmez. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geri getirmek mümkün değildir. Hiç kimsenin hatasız olamayacağını bilir. (Hatasını fark edip özür diliyorsa, aynı hatayı yapmadığı sürece, affetmek gerekir. Kin tutmak ise ailenin temeline dinamit koymaya benzer.)
j. Eşinin mutlu zamanlarında yanında, zor zamanlarında, kriz zamanlarında destek olmak: Her birey kök aileleriyle sorun yaşayabilir, iş ortamında, günlük yaşamda problemlerle karşılaşabilir. Mutlu çiftler böyle durumda birbirlerine destek olur, moral verir, motive ederler.
İlişkilerde ortak kalıp öğretiler yoktur. Her insanın inancı, bakış açısı, etik değerleri, örf, adet, gelenek, görenek, eğitim, anne babadan aldığı erkek-kadın ilişkisi, iletişimi, rol modeli farklıdır.
Evlilikte mutluluk kavramı çok konuşuluyor. Peki, gerçekten mutlu bir evlilik nasıl mümkün olur? Sadece aşk yeter mi? Uzun soluklu mutluluk için hangi temeller atılmalı?
Sadece aşk yetmez. Uzun soluklu mutluluk için; çiftler arasında karşılıklı güven, sadakat, sevgi, saygı olmalı. Güler yüz, tatlı dil, anlayış, iyi niyet, hoşgörü, merhamet olmazsa olmazlardan.
Çiftlerin akıl, zihin, ruh sağlığının yerinde olması, evlilik bilincine, olgunluğuna erişmiş olmaları önemlidir. Ayrıca birbirlerinin kök aileleri ile uyum içinde olmaları mutlulukları için bir anahtar rolündedir.
Eğitimde, kültürde, ahlaki, dinî değerlerde, yaş aralığında denklik önemli. Bu denklik, bazı çiftlere göre mutlulukta çok önemli değil gibi görünse de ilerleyen zamanlarda özellikle çocukların eğitiminde büyük etkendir.
Bana bu konuda konuşma fırsatı verdiğiniz için Gönül Dergisi’nin kurucusundan çalışanlarına kadar tüm bireylerine çok teşekkür ederim.