Bu sayımızda “modern insanın problemleri, açmazları, çözüm yolları” üzerine konuşmak gerekirse günümüzde insanın “adeta bu yüzyılda insan” dedirtecek müsbet ya da menfi ortak ilgi alanları, ortak etkileşimleri, ortak beklentileri oluştu. Ama daha çok menfi olanları kastediyoruz. Hakikat planında ise insanı mutlu eden, manen geliştiren, dini ve ahlakî gerçekler var, tarihe, kültüre, ilme mal olmuş. Günümüzde insanı mutlu edecek, hakikatle buluşturacak değerler açısından baktığımızda, bu buluşmanın önündeki engeller nelerdir? Günümüz insanının açmazı ne? İnsanı gerçek kendisiyle nasıl buluşturabiliriz? Günümüzü bu anlamda yorumlar mısınız? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Soru çok genel bir soru, ben de ona genel bir cevap vereceğim. Tabi her insan belli bir bakış açısından bakılarak değerlendiriliyor. Bu bakış açısını hemen daha net ifade edelim. Siz hangi dünya görüşüne mensupsanız veyahut hangi imana mensupsanız, o imanın bir dünya görüşü vardır ve insanı o dünya görüşüne göre tanımlarsınız, ifade edersiniz. Ama her insan mutlaka “Ben kimim? Bu arzdaki misyonum, vizyonum ne? Ben nereden geldim? Nereye gideceğim? Benim güçlerim yeteneklerim, bana biçilmiş veya yazılmış olan yazgı ile başa çıkabilir miyim, örtüşür mü örtüşmez mi?” bu soruları da daima kendisine sorar. Bütün insanların tabında, ister tabında deyin ister fıtratında deyin, ister hilkatinde deyin, çok seküler bir söylemde de diyebilirsiniz yahut da dini bir söylemde diyebilirsiniz, bu sorular vardır. Her medeniyet anlayışı insanları bu sorulara göre yorumlar, anlatır. İslam medeniyeti de böyle anlatmış. İslam medeniyetinden evvel var olan tevhidî medeniyetler de böyle anlatmışlar, insana bir misyon biçmişler. Onu bu varlığın içerisinde bir yere koymuşlar, anlamlandırmışlar. İslam dininden önceki hanif dinine bakıyoruz, bu var. Hazreti Musa öğretisinde var, Hazreti İsa öğretisinde var, Nuh aleyhisselam kıssasında var, Yusuf kıssasında var. Demek oluyor ki insan bu varlık âleminde, bu kozmozda kendine bir yer arıyor, bir fonksiyon, bir işlev, bir misyon arıyor ve bu misyona göre de kendini anlamlandırıyor. Hayatını, gayesini tarif ediyor. Ama bu soruları sırf inanç sahipleri değil, bütün insanlar soruyorlar. Bunun dışında modernite dediğiniz -ki bana sorarsanız o da bir inanç sistemidir- bu da insanı tarif ediyor. Modernitenin bir başka yan çocuğu olan -bana göre o da iyi bir felsefi sistemdir- Marksistler de tarif ediyorlar, nihilistler de tarif ediyorlar. Hepsi insana bir misyon biçiyor ve bu modernitenin çağımızdaki, bizim yaşadığımız dönemdeki çok büyük bir versiyonu var; Amerikan modernitesi… Yüzeysel, tüketici, hiçbir şeyi ciddiye almayan, almak istemeyen, fakat bunun arkasında ciddi felsefi bir temel olmayan -çünkü Avrupa’nın hiçbir şeyi ciddiye almayan modernitesinin arkasında ciddi bir felsefi red var, Amerika’da o da yok- bu Amerikan versiyonu modernizm çağımızın insanının yüz yüze kaldığı şey. O da tarif ediyor, o da insana hayatta bir gaye biçiyor. Bu ortamda dünyadaki genel insan profiline baktığınız zaman, çok genel konuşuyorum, dünyadaki genel insan profili şu anda Amerikan modernizminin getirdiği büyük sunami -sunami diyorlar ona şimdi “t”yi okumuyorlar- dalgası altında bocalıyorlar. Bir kısmı boğuldu, bir kısmı da boğulmamaya çalışıyor. Fakat çamur da beraber geldi, su da beraber geldi, enkaz da beraber geldi; bu çizgi içindedir; Müslümanlar da buna dâhildir, size net olarak ifade ediyim. Müslümanlar da dünyada yaşayan… Efendim eksepsiyonel (istisna, farklı derecede) tabi olabilir, buna kimse itiraz etmeyecek ama, Cenab-ı Allah’ın bir kulu olur, o kulunu Cenab-ı Allah pırlı pırıl muhafaza eder. Onu ben bilmem, ama kitlesel manada baktığın zaman, hele bu 2009 Ramazan’da (h. 1430) baktığım zaman ben bunu bütün boyutlarıyla görüyorum. Bu büyük Amerikan modernizmi yüzeysel, tüketici, hiçbir şeyi ciddiye almayan, erdemi tüketime göre tanımlayan, bedensel hazları, bedensel tutkuları Avrupa’nın tersine yaygınlaştıran ve kendine göre çok yüzeyselleştiren ve çok yaygınlaştıran bir Amerikan modernizmi… Bu tutkuların içine hız tutkusu da giriyor, renk tutkusu da giriyor, marka tutkusu da giriyor. Bunu bütün dünya şu anda kıyasıya, ölesiye, öldüresiye yaşıyor. Benim gördüğüm budur. Bundan sıyrılmak isteyen insanlar vardır ama onlar da ancak çabalıyorlar, bu büyük dalganın içinde çırpınıyorlar. Genel manada çağımızın insanının rengi bu… Peki bu arada, dediniz ki kurtuluş, insanın hakikatine ermek… Bu neye göre, bu İslam’a göre. Çünkü Amerikan modernizminin içinde yaşıyorsanız onun da bir insan tanımı var, onun da bir “insan hakikati” var. Onun için yaşıyorsanız, onun kalıplarıyla yaşıyorsanız ve onun kavramlarıyla düşünüyorsanız ve onun haz dünyası, estetik dünyası içindeyseniz bir çelişkiniz yok, hayatınızda hiçbir çelişki yok. Gayet güzel yaşıyorsunuz! Hayatı anlamlandırıyorsunuz! Yiyorsunuz, içiyorsunuz, sevişiyorsunuz özellikle! Tüketiyorsunuz, duygu dünyanız da var. Onu da reddetmiyoruz. Estetik alanınız da var ve mutlusunuz… Ama değilsiniz işte, sıkıntı orada. Batılı insanın hele 1945’ten sonra yani Amerikan modernizminin dünyaya hâkim olduğu çağda; daha sonra problemi odur ki, sizin bu sistem içinde mutlu olmanız lazım. Eski tabir ile mutmain olman lazım, kalbinizin bir itminana, bir tatmine bir satisfactiona ermiş olması lazım, işte o yok. Sıkıntı orada başlıyor. Birtakım adamlar diyorlar ki: “Ya bizim mutlu olmamız lazım, ama niye mutlu olamıyoruz?” Şöyle kitabın kenarını kaldırıp ardına bakmaya çalışıyorlar, ama çok da cesaretleri yok…
Devamı Gönül Dergisi 1.Sayımızda