Genel anlamda aile içi roller deyince ne anlamalıyız? Karşılıklı ilişkiler açısından aile yaklaşımlarında bilişsel davranışçı aile yaklaşımı, öyküsel yaklaşım, çözüm odaklı yaklaşım ve manevi yaklaşım, çok etkin ve can alıcı konular olarak öne çıkıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Aile içi roller günümüzde ne yazık ki gerçek anlamını yitirerek zayıflamaktadır. Oysa ne kadar kavga da edilse, anlaşma konusunda problemler de yaşansa, hatta kuşak farklarından dolayı birbirlerinin içinde bulunduğu dünyadan habersiz olunsa da herkes anne şefkatine ve baba desteğine ihtiyaç duymaktadır. Her insanın annesi veya babası hayatta olmayabilir. Böyle zamanda da o pozisyonu doldurabilecek insan bularak yine bu boşluğu doldurma arayışına girilebilmektedir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın doldurulması gereken bir boşluk olduğunun görülmesi ve zayıflayışın durdurulması gerçeğini değiştirmemektedir. Bu zayıflayışı durdurmanın ise mevcut durumun farkında olan herkesin sorumluluğunda olduğunu düşünüyorum. Aradaki engelleri bir kenara koyabilmenin yollarını gün yüzüne taşımak ve aslında birçok insan tarafından da bilinenlerin üzerinden bir kez daha geçerek birlikte hatırlamanın güzel olacağı kanısındayım. Bu röportaj vesilesiyle de yazmış olduğum yüksek lisans tezimde ortaya çıkan önemli noktaları kıymetli okurlarınızla paylaşmaktan dolayı ziyadesiyle memnun olduğumu da eklemek isterim.
Aile içi roller, önemsenmesi gereken bir konudur. Burada oluşan; rol karmaşaları, beklentilerdeki ve alınması gereken sorumluluklardaki dengesizlikler, üstlenilen rollerin içinde kendi benliklerinin görmezden gelinmesi ve süreç içinde benliklerin yok oluşa doğru evrilmesi gibi sorunlar, aile içi ilişkilerde bir şeyleri doğru anlama noktasında eksiklik yaşanmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Oysa roller asıl anlamları ile yaşanabilse ve roller arasında keskin çizgiler belirlemek yerine sorumluluğu paylaşmak, sorunlar hakkında hep birlikte konuşarak orta yol bulmak, “ben” bilincinden “biz” bilincine geçebilmek, birçok çatışmayı daha başlamadan önleyecektir.
Öncelikle içinde yaşanılan toplumun anlayışını değerlendirerek yola başlamak önemlidir. Türk toplumunda klasik olarak kabul edilen bir aile sistemi vardır. Otoriter babanın, fedakâr annenin, itaat etmesi beklenen çocuk veya çocukların bulunduğu bu sistemin, toplumun en iyi bildiği aile yapısı olduğunu düşünmek mümkündür. Her ne kadar son yıllarda bu aile sistemi kabul edilmese de alışılmış olan ve belki de bilinen tek sistem olmasından dolayı derinlerde bir yerde bireyler hâlâ o sistemle yaşıyor veya yaşamak zorunda bırakılıyor . Değişen dünya ve her gün kazanılan yeni bakış açılarıyla bu durum ister istemez çatışmaları da beraberinde getirebilmektedir.
Aile içi rollerde çatışmalara neden olan etkenler neler olabilir diye düşünüldüğünde ilk olarak karşılaşılan kavram “sorumluluk” olarak kendini göstermektedir. Aile içinde ise (tabii bu genel aile yapısı olarak ifade edilmektedir) sorumluluğu en fazla olan kişi “anne” olarak kendini göstermektedir. Bu bakış açısı ile devam edildiğinde anne rolü belki de aile sisteminin merkezi olarak kabul edilebilir. Annenin, çalışan bir kadın olması veya olmaması onun üzerindeki sorumluluğu maalesef etkilememektedir. Evin iç-dış idaresinden sorumlu olmak, gerçekten zaman zaman tükenme noktasına kadar getirebilmektedir. Babalar beni burada lütfen yanlış anlamasın. Benim burada anlatmak istediğim, aile içindeki sorumlulukların çoğunun anneye düşmesi durumunda ve annenin sorumluluklardan tek başına üstesinden gelemediği durumlardan kaynaklı olumsuzlukların meydana gelmesi, ilişkileri de aynı oranda olumsuz etkileyebileceğine dair genel bir bakış sunmaya çalışmaktır. Aile yaklaşımları da bu ve benzer sorunlar üzerinde düşünerek kendilerine bir yol haritası belirlemeye çalışmışlardır.
Aile yaklaşımlarının çizdikleri yol haritaları amaç ve uygulama bakımından birbirinden ayrılan noktaları olmalarının yanında, ortak paydada birleştikleri de görülmektedir. Samancı ve Ekici, 1998 yılında “Düşünen Adam” dergisinde “Aile Terapisi” başlığı ile yayınladıkları makalede ekollerin ortak amaçlarını çok güzel ve anlaşılır bir şekilde özetlemişlerdir. Bunlar; “aile içi ilişkilerde bireylerin arasında uyum oluşabilmesini sağlamak amaçlı sözel iletişimi arttırmak, aile bireylerinin duygusal bağları da göz önüne alarak duygusal iletişimi arttırmak veya kolaylaştırmak, aile içi rollerden kaynaklı oluşan güç dengesini düzenleyerek yeniden sağlamak, aile içi rollerden kaynaklı problem varsa onu belirlemek, akut sorunların çözümü ve aile içi bireyler içinde suçlamaları seçilmiş birey üzerinde toplanmasını önlemek” olarak ifade edilmektedir (Samancı ve Ekici, 1998:47-48). Ortak amaçlara bakıldığında konu aile kurumu olduğundan yani birden fazla insana temas edilmesinden dolayı bu yaklaşımlar bireylerin içsel dünyasından çok bireylerin birbiri ile olan ilişkilerine odaklanmaktadırlar.
Aile içi bağlarda maneviyat kazanımı açısından Yaradan algısı ve vicdanın gelişimi, tövbe ve muhasebe kültürü nasıl tesis edilebilir ya da edilmelidir?
Özellikle Türk toplumunda aile içi bağlar ve maneviyatın birbiri ile bütünlük içinde olduğu söylenebilir. Bağları güçlendiren değerler aynı zamanda maneviyatı da temsil etmektedir. Değerlerin doğru yaşanması Yaradan algısını ve vicdan gelişimini doğrudan etkilemektedir. Daha önce verilen örnek üzerinden devam edelim: Sabır ile tahammül birbirinden farklı iki kavramdır. Sabır aktif, tahammül pasif bir süreçtir. Sabırda şifaya yöneliş vardır, tahammülde ise hastalık tetiklenir. Sabırda Yaradan vardır, tahammülde ise kişiyi zorlayan durumlar vardır. Kur’an-ı Kerim’de sabır tavsiye edilirken taşıyamayacağımız yüklerin altına girmekten yani tahammülden sakınmak vurgulanmıştır. Kısaca insan, değerlerin doğru yaşandığı zaman yüce Yaradan’ın hayatın içinde kulunu yalnız bırakmadığını, her an onunla beraber olduğunu, bazen tökezlese de başına ne gelirse gelsin Yaradan ile birlikte üstesinden gelebileceğini fark etme imkânına erişebilecektir. Ayrıca yaşanan durumların bir deneyim olduğu, Yaradan’nın kulunu eğitmesi, bir diğer ifadeyle kulun olgunlaşması için öğrenme sürecinde olduğu bilinci, olumlu bir Yaradan algısını beslemektedir. Yaradan algısı olumlu olduğunda insanın başına gelen olumsuz durumlara karşı olumlu baş edebilme yeteneği kazandırdığı söylenebilir.
Değerlerin doğru yaşanması ile başlayan sürecin olumlu Yaradan algısı ve olumsuz olaylara karşı olumlu baş edebilme yeteneği kazanma durumu aynı zamanda vicdan gelişiminin bir göstergesi olarak tanımlanabilir. Erich Fromm, vicdanı otoriter vicdan ve gerçek vicdan olmak üzere ikiye ayırır. Konuyu özet halinde sunacak olursak otoriter vicdan, insana sonradan öğretilen kurallar ve kaidelerden oluşan, yer yer yanlış ve olumsuz söylemler içeren bilgiler olabilirken gerçek vicdan, yüce Yaradan’ın insana üflediği ruhun tezahüründen meydana gelen ilahî yön olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira iç dünyadaki ilahî yönün güçlenmesi ile gerçek vicdanın açığa çıkması ve otoriter vicdanın aynı oranda güç kaybetmesi söz konusu olduğu ifade edilmektedir. Böylece insan özünü yaşama imkânına da kavuşmuş olacaktır. Gerçek vicdanın aktifleşmesi için ise insan, vicdan gelişiminde yol katetmeye başlamalıdır.
Vicdan gelişimi, literatürde adı geçen diğer gelişim kuramları gibi kuramsal sistemlerle tanımlanabilmektedir. Biz burada İslam literatüründen yararlanacağız. İslam literatüründe kuramsal olarak gösterilebilecek olan sistemin adı “Atvar-ı seb’a” yani nefs mertebeleridir. Nefs mertebeleri yedi basamaklı bir yapıya sahiptir. Mertebelerin en altında Nefs-i Emmare yer almaktadır. Sonraki basamaklar ise sırasıyla Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Raziye, Nefs-i Marziye ve Nefs-i Kamile’dir. Burada mertebelerin anlamlarına tek tek girmeden genel ve toparlayıcı yaklaşmak isabetli olacaktır. Sözü geçen mertebeler tek tek incelendiğinde insanın kendi benliği ve Yaradan’ı ile ilişkisini tanımladığı görülecektir. Aynı zamanda insan, mertebesi ölçüsünde vicdanı ile bağ kurabilmektedir. Daha önce bahsedilen gerçek vicdanın aktive edilmesi ve düzeyi mertebeler vesilesiyle görünürlük kazanmaktadır.
Vicdan gelişiminde mevcut olan mertebelerin çıkılması bir dönüşümün göstergesidir. Nitekim alt kısımda olan mertebeler ile üstlerde yer alan mertebeler arasında önemli farklardan bahsedilmektedir. Tövbe ise bu geçişlerin temeli olarak adlandırılabilir. Zira tövbe, sadece günahların pişmanlığından doğan bir eylem değildir. Aynı zamanda yapılan hatalı davranışların da iyiye dönüştürülmesi ile ilgilidir. Hocamızın bize öğrettiği tanımla; tövbe, bir dönüşüm sürecidir. Sürecin sonunda olumlu anlamda davranış değişiklikleri gerçekleşmesi beklenir. Gerçekleşen bu davranış değişiklikleri de mertebeleri doğrudan etkilemektedir. Değişikliklerin sadece davranışta değil, düşüncelerde de gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Hem düşünce hem de davranış değiştiğinde insan dönüşmektedir, dolayısıyla ilişkileri de değişmektedir. Aile ilişkileri bu denklemde düşünüldüğünde, dönüşen bireyler, ilişkilerini de dönüştürerek birçok açıdan iyileşme yaşayacaklardır. Nitekim tez kapsamında yapılan araştırma bu konuyu destekler niteliktedir.
Yaptığınız nitel çalışmada aile içi roller ve maneviyat ilişkisinde gözlemleriniz nelerdi? Toparlayıcı bir değerlendirme adına neler söylemek istersiniz?
Aile içi roller ve maneviyat ilişkisinin önemini yapmış olduğum nitel araştırma ile daha net görme fırsatı bulduğumu söylemek isterim. Bizim toplumumuzda maneviyat çok önemli bir yere sahiptir. Toplumda yaşatılan maneviyatın sadece dinî değil, kültürel öğelerden de beslendiğini söylemek mümkündür. Bu nedenle aile içi ilişkilerimize kendi kültürümüzün, dolayısıyla dinimizin öğretilerini rehber edinmek, içinden çıkılamayacağını düşündüğümüz durumların bile içinden çıkabilecek gücü bulmada yardımcı olmaktadır.
Uyguladığım nitel araştırmada katılımcıların ifadelerinde iletişime en büyük engelin haklılık duygusu olduğunu fark etmiştim. İlişkilerde haklılık duygusu bazen o kadar yoğundu ki iletişimi engellediği farkındalığını bile görmelerine engel oluyordu. Derslerimizde hocamız haklılık yerine mutluluğu seçebilmenin ilişkilere olumlu birçok yansımaları olabileceğinden sıklıkla bahsederdi. Bu konuyu sahada bu kadar net görebileceğimi başta düşünmemiştim ama yaptığım ikili görüşmelerde temel sorunun haklılık duygusu olduğunu fark ettim. Sonra haklılık duygusu üzerinde uzun süre düşündüm. Haklılık duygusunun en baskın olduğu mertebenin Nefs-i Emmare olduğunu gördüğümde ise farklı bir bakış açısıyla bakmaya başladım. Mertebeler temelde kişinin kendi benliği ve Yaradan’ı ile olan ilişkisinin boyutuna ışık tutmakta olduğunu yukarıda konuşmuştuk. Bu mertebe sisteminin aynı zamanda insan ilişkilerine de rehber olabileceğini, haklılık duygusunun nefs mertebelerinde en alt basamağı temsil ettiğini fark ettiğimde anladım.
Tüm burada bahsedilen konuların ortak noktası “dönüşüme tabi tutulma” durumu olarak düşünülebilir. Değerler doğru yaşanmaya başladığında insanda dönüşüm başlamaktadır. Bu durum aynı zamanda bir tövbe süreci olarak değerlendirilebilir. Doğru olduğu düşünülen yanlış bilgilere tövbe edip yerine doğru anlamlarını yerleştirmeye çalışmak dönüşümü başlatırken nefs mertebelerinde de hareketlenmeyi başlatmaktadır. Mertebelerde başlayan hareketlenme de doğrudan ilişkilere yansımaktadır. Bu durum tıpkı birbirine dişlilerle bağlı olan çark sistemi gibi düşünülebilir. Birindeki değişim diğerini de etkilemektedir. Bu etkilenişten yola çıkarak nefs mertebelerini insan ilişkilerine de rehber olabilmesi düşüncesiyle uyarlamaya karar verdim. Araştırma neticesinde ve danışman hocamın da onayı ile; Nefs-i Emmare’yi Haklılık Boyutu, Nefs-i Levvame’yi Farkındalık Sürecine Geçiş, Nefs-i Mülhime’yi Zihinsel Bağın Kurulması, Nefs-i Mutmainne’yi Gönül Bağının Kurulması, Nefs-i Raziye’yi İlişkiden Razı Olma, Nefs-i Marziye’yi İlişkide Bütünleşme ve Nefs-i Kamile’yi İlişkinin Kendini Gerçekleştirmesi olarak isimlendirdik. Böylece yaptığımız araştırma ile ilişkiler alanında literatüre yeni bir bakış açısı kazandırıldığını söyleyebilirim.
Sözlerimi şu cümlelerle tamamlamak isterim. Dinimizde dolayısıyla tasavvufi kaynaklar ve Anadolu kültürümüzün içerisinde yıllardır var olan ve aslında sadece fark edilmeyi bekleyen mertebe sistemini ilişkilere uyarlamış olduk. Aile yaklaşımlarından manevi yaklaşımda özellikle ilişkiler alanında uygulanabilirliği olan bir sistemi literatüre kazandırılması noktasında hizmet etmiş olmaktan dolayı çok mutluyum. İslam kaynakları bünyesinde daha nice güzellikleri barındırmaktadır. Biz araştırmacılara düşen ise o güzellikleri fark edip günümüz problemleri çözme noktasında değerlendirmek ve literatürde görünürlüğünü artırmak olacaktır.