Düşünme ve Akletme Nerede Gerçekleşir? / Süleyman Erdem

Düşünmeye ve akletmeye vurgu yapan çok muhkem sözler, farkındalıklar var. Düşünme ve akletmenin gerçekleştiği yerlere dair düşüncelerinizi alabilir miyiz?
İnsanın manevi yönünü kabul etmeyen pozitivist bakış açısıyla bakıldığında, düşünce ve akletmenin beyinde gerçekleştiği, bunun aksinin düşünülemeyeceği ve başka bir alternatif olamayacağı sonucuna varılıyor. Beni “Beyinlerimizi Değişsek Ne Olur” isimli kitabı yazmaya götüren süreç, Kur’an-ı Kerim’de “akletme” melekesinin beyne değil, kalbe atfedildiğini ve Arapçası “dimağ” olan “beyin” kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de hiç geçmediğini fark etmemle oluşmaya başladı. Ayetlerde geçen “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler.” (Araf,7/179) ve “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” (Hac,22/46) gibi ifadeler, düşünme ve akletmenin kalpte gerçekleştiğini göstermektedir. Ancak ayetlerde zikredilen “kalp”, bedenimizdeki et parçası olan kalp değil, Türkçede “gönül” olarak ifade edilen “ruh” veya “ruhun bir bölümü” anlamındaki kalptir. Bu durumda, söz konusu ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla akletme yeteneğimiz, ruhumuzun işlevidir. Ancak bu akletme, insanın yaradılış gayesini, Allah’ın varlığını ve birliğini anlama ve Allah’ın istediği gibi bir kul olarak ebedi saadete ermeye yönelik akletmedir. Yoksa hayatta kalmaya ve hayati fonksiyonlarını devam ettirmeye yönelik dünyevi akıl, belli bir seviyeye kadar insani ruhları olmayan, sadece nefs sahibi hayvanlarda da bulunmaktadır.
İslamî kaynaklara göre insan; beden, nefis ve ruh olmak üzere üç unsurun bir araya gelmesiyle meydana gelen karmaşık bir varlıktır. Beden; sadece ruh ve nefis için bir binekten ibarettir. İrade sahibi olan, akleden ve benlik bilincine sahip olan varlıklar, fizikötesi birer varlık olan nefis ve ruhtur. Akletme açısından beynin bilgisayar işlemcisi gibi (zekâ seviyesini belirleyen) donanımsal bir işlev ile akletme ve düşünmenin gerçekleştiği nefis ve ruh ile kablosuz bağlantı sağlama işlevini gördüğünü düşünüyorum. Hepimizin bildiği gibi, beyni insandan çok büyük olan hayvanlar var ama o büyük beyinler, bu hayvanlara üstün bir akıl ve zekâ sağlamıyor. Nitekim uzmanlar, insan beyninde hayvan beyinlerinden yeni ve farklı bir alan olmadığını, işleyiş bakımından sadece %4’lük bir farklılık olduğunu, insan olmanın da genetik olarak bu %4’te gizli olduğunu ifade ediyorlar. Bu bilgiden yola çıkarak insanı hayvanlardan farklılaştıran unsurun beyin değil; insanı oluşturan fizikötesi varlıklar, yani nefis ve ruh olduğu sonucuna varıyorum. İnsan beyni ile hayvanların beyni arasındaki %4’lük farkın ise beyin ile hayvanlarda olmayan insani ruh arasında irtibat sağlayan donanımlar içerdiği ve insanın hayvanlardan zeki olmasını sağlayan bilgisayar işlemcisi gibi donanımsal bir işlev gördüğü çıkarımında bulunuyorum.
Başta Elon Musk’ın beyin çipi projesi “Neuralink” kapsamında yapılanlar olmak üzere beyne yerleştirilen çipler üzerinden bilgisayarlar ile kablosuz iletişime geçilebildiğine dair çeşitli deneyler, bize beynin elektriksel sinyaller üzerinden iletişim kurabildiğini göstermekte. Bu çalışmalar, beynin fizikötesi varlıklar olan nefis ve ruh ile de bağlantı kuruyor olabileceğini kolayca anlaşılır kılmakta. Şöyle ki: Beyne yerleştirilen bir çip, bir bilgisayar ile kablosuz bağlantı kurabiliyorsa beynin tamamı veya belirli bölümleri de nefis ve ruh ile kablosuz bağlantı kurabiliyor olmalıdır.
Bu teorimi destekleyen bir husus da beynin bir bölümü alındığında, doğuştan bir bölümü eksik olduğunda veya beyin küçüldüğünde akletme ve düşünme açısından önemli bir değişim yaşanmıyor olmasıdır. Eğer zihin, yani akletme melekesi beynin içinde yer alıyorsa beynin bir bölümü alındığında veya beyin küçüldüğünde zihnî sorunlar yaşanması beklenir. Ama kitabımda, basında yer alan haberlerden derlediğim örnekler, durumun böyle olmadığını göstermektedir. Haberlere göre, beyninin önemli bölümleri, hatta yarısı alınan insanlar bile hafıza ve zihnî faaliyetler bakımından neredeyse hiç zarar görmemişler. Yine Fransa’da beyninin %50 ila %75 arasında küçüldüğü tespit edilen bir adam, her ne kadar IQ’su düşse de hafıza ve bilinç açısından bir sıkıntı yaşamamış. Bu durum bize hem düşünme ve akletmenin beyin dışında bir yerlerde (ruh ve nefiste) gerçekleştiğini hem de beynin ruh ve nefis ile kablosuz bağlantısını sağlayan bölümü veya bölümleri sağlam olduğu müddetçe, beyindeki küçülmenin akletme ve düşünme gibi zihinsel işlevlere engel olmadığını göstermektedir. Yine akıllı bir kişinin yaşadığı aşırı üzüntü veya korku gibi yoğun duygular nedeniyle bedeninde ve beyninde fiziki bir hasar olmadığı halde aklını yitirebiliyor olması, akıl ve hafızanın beyin dışında fizikötesi varlıklarda yer aldığını ve beyin ile bu fizikötesi varlıklar arasında teması sağlayan sinir hücrelerinden oluşan elektriksel devrelerin (bir nevi doğal çipin) yoğun duygular nedeniyle hasar görüyor (tabiri caizse devreleri yanıyor) ve bu nedenle de akıl sağlığının yitiriliyor olabileceğini göstermektedir.
Bu saydığım nedenlerle ben, beynin hafıza, düşünme ve kavrama gibi fonksiyonların gerçekleştiği yer olmadığını, bu fonksiyonların nefs ve ruhtan oluşan iki fizikötesi varlıkta gerçekleştiğini, ancak beynin belirli bölümlerindeki sinir hücreleri (bir nevi doğal bir çip) üzerinden oluşan elektriksel sinyallerin bu fizikötesi varlıklarla (kablosuz) bağlantı sağladığını düşünmekteyim ve kitapta bu konuyu detaylı bir şekilde işlemeye çalıştım.
Zihnî faaliyetlerin nefis ve ruhta gerçekleşiyor olmasına dair neler söylemek istersiniz?
Akıllı telefonlarımızda telefon hafızasını doldurmamak için sunulan ve bir bulut teknolojisi olan Google Drive’a yedekleme seçeneğini pek çoğumuz görmüş ve tecrübe etmişizdir. Bu vesileyle, hafızanın (bellek işlevi gören) somut bir organda değil, (bulut işlevi gören) fizikötesi varlıklar olan nefis ve ruhta kaydediliyor olması, kolayca kavrayabileceğimiz bir husus haline gelmiştir. Benzer bir şekilde yapay zekâ teknolojisi sayesinde düşünme, kavrama ve akletme gibi zihnî faaliyetlerin fizikötesi bir varlıkta gerçekleşebiliyor olmasını da kavrayabiliyoruz. Bir bilgisayar veya robotun içindeki yazılım, kendine çizilen sınırlar içinde tıpkı bir insan gibi kavrama, analiz etme ve eyleme geçmeyi başarabiliyor.
Peki, bedenle birlikte insanı oluşturan fizikötesi varlıkların (nefis ve ruh) her ikisi de akletmekte ve hafıza işlevi görmekte midir? Eğer öyleyse, bu nasıl olmaktadır? Bu sorunun cevabını İslamî kaynaklardan bulabilmekteyiz. Bu kaynaklara göre akıl; “akl-ı maaş (nefsani akıl)” ve “akl-ı maad (ruhani akıl)” olmak üzere ikiye ayrılır. Yaşamak, hayatta kalmak, dünya nimetlerinden faydalanmak, dünya lezzetlerini elde etmek, mal-mülk, makam-mevki, şöhret sahibi olmak vb. amaçlara yönelik çalışan akla “akl-ı maaş”, buna mukabil ahiret mutluluğunu kazanmaya yönelik çalışan akla “akl-ı maad” denilir. Akl-ı maaş, nefis denilen fizikötesi varlıkta yer alırken akl-ı maad ise ruhta yer almaktadır. Akıl ikiye ayrılmakla birlikte, “akl-ı maaş” yani nefsani akıl, temeldir. Yani merkezi nefis olan akl-ı maaş olmadan merkezi ruh olan “akl-ı maad” çalışmaz ve insan, Allah’ın emirlerinin mükellefi olmaz. Bilindiği gibi aklı olmayanın dini olmaz ve de akıldan yoksun olanlar (deliler), hiçbir dinî emir ve yasağın mükellefi değildirler. Bu nedenle de İslam fıkhında her ibadet için sıhhat şartı (yani o ibadetin kişiye farz, vacip, sünnet vb. hükümde olmasının şartı) olarak muhakkak “akıl baliğ olmak” şartı sayılır.
Nefsani aklın işliyor olması, ruhani aklın da işliyor olmasını mecbur kılmaz. Türkçede “gönlü, vicdanı veya ruhu kararmış” şeklinde tabir edilen durumlarda, ruhani akıl körelir ya da Kur’an-ı Kerim’de geçtiği şekliyle “perdelenir”. Bu durumlarda kişinin sadece menfaatlerini ön plana çıkaran nefsani aklı devrededir ve insan, “akıllı hayvan” statüsüne düşerek çok zalimleşebilir. Dünya üzerindeki kötülüklerin tamamına yakını da vicdan, merhamet vb. ulvi duygular ile ruhani akıldan yoksun kalmış ve sadece nefsani akıllarıyla hareket eden insanlar eliyle gerçekleşmektedir.
Ruhun bedenimizdeki yeri konusu hep merak edilegelmiştir. Neler söylenebilir?
Kaynaklara göre; soyut bir cevher olan ruhun mekânsız olduğu ve suyun ağacın gövdesinde yahut yağın sütün içinde bulunduğu gibi tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekânı yoktur. Bazı âlimler, ruh ve nefsi, ta topuğumuza kadar aynen vücudumuzun birebir aynı şeklinde latif birer cisim, vücudumuzun tam bir fotoğrafı (insani ruhu beyaz fotoğraf farz edersek, nefsi de bu fotoğrafın negatifi) şeklinde izah etmişlerdir. İmam-ı Rabbani, ruhun beden ile birleşmesini ve bedenden ayrılmasını şu şekilde ifade etmektedir: “Meselâ, bâdem yağı, bâdem çekirdeğinde bulunduğu müddetçe ikisi de aynı bir şey gibidir. Yağ, posadan ayrılınca, her ikisinin hassaları başkadır ve her bakımdan ayrı iki şey olurlar.”
Ruh, her ne kadar ağacın gövdesindeki su gibi vücudun tamamında yer alsa da ruhun merkezinin göğüs kafesi, burada da kalp bölgesi olduğu, tasavvufi kaynaklarda ifade edilmektedir. Anadolu’da göğüs (sadır) kısmına “iman tahtası” denmesi de bu nedenle olsa gerek. İbadetler ve manevi haller esnasında nurun vücutta sadır bölgesine girdiği aktarılmaktadır. Nitekim sahabeler Enam Suresi’nin “Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam’a açar.” mealindeki 125. ayetinde zikri geçen “Allah’ın göğsü açması” tabirinin ne anlama geldiğini Hz. Peygamber’e sorunca, “Kendisine nur giren göğüs açılır (genişler).” cevabını almışlardır.
Ruhun bedendeki yeriyle ilgili söylediklerimiz, hemen hemen aynıyla nefis için de geçerlidir. Ancak nefsin vücuttaki merkezi olarak, iki kaşın ortasına yani beynimize işaret edilmektedir.
İnsanoğlunun “ebediyet arzusu” nasıl yorumlanmalıdır? Ölümsüzlük mümkün müdür?
İnsanoğlunun ebediyet arzusu ve arayışı, ta ilk insanlar Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya kadar gidiyor. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennetten kovulmalarının nedeni, ölümsüzlük (ebediyet) arzusuyla Allah’ın kendilerine yasakladığı meyveyi yemeleri idi. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle anlatılmaktadır: “Derken, şeytan şöyle diyerek onun kafasını karıştırdı: ‘Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?’ Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı.” (Taha,20/120-121)
Ab-ı hayat denilen ve içene ölümsüzlük kazandırdığı iddia edilen efsanevi suyun da insanın yeryüzünde görünmesinden itibaren hemen her toplumda hayatın kısalığı ve buna karşılık yaşama arzusunun çok kuvvetli oluşu nedeniyle ortaya çıkan bir efsane olduğu, bu suyun Gılgamış Destanı ve İskender efsanesi gibi önemli eserlere konu olduğu bilinmekte. Yine Lokman Hekim’in de ölümsüzlüğe çare aradığı ve bulduğu, ancak sonradan bulduğu formülü kaybettiğine dair efsaneler mevcut. İlk insan Hz. Âdem’den bu yana süren ebediyet arzusu, bilim ve teknolojinin ilerlemesi ile iddialı projelerin doğmasını da beraberinde getirmiş. 1967 yılında hayata geçirilen Cryonics Projesi ile beyin ölümü gerçekleşen fakat vücudu ve organları hâlâ iflas etmemiş insanların özel tüplerde ve özel yöntemlerle dondurularak aşırı düşük sıcaklıklarda saklanması ve teknoloji yeterince geliştiğinde bu insanların hayata döndürülmesi amaçlanıyor. Cryonics Projesi dışında, nihayetinde ölümsüzlüğü hedefleyen üç büyük çalışma var; biri Obama döneminde ABD’de başlatılan BRAIN (beyin haritalama) projesi, bir diğeri yine ABD’de daha önce başlatılan GENOM (epigenetik) projesi ve son olarak da Rus yatırımcıların önderliğinde 2011 yılında başlayan ve tüm hızıyla devam eden AVATAR 2045 ölümsüzlük projesi.
GENOM projesinde; insanı oluşturan bütün genlerin, genlerin fonksiyonlarının ve olası mutasyonlarının incelenerek bir gen haritası çıkarılması ve elde edilen bilgilerle hastalıkların önlenmesi veya tedavi edilmesi amaçlanmış. BRAIN projesi ile de beyinde trilyonlarca ağ yaratan 100 milyar nöronun nasıl çalıştığı anlaşılmaya ve böylece parkinsondan epilepsiye, alzheimerdan beyin yaralanmalarına uzanan onlarca hastalığa çare bulmak hedeflenmiş. AVATAR 2045 projesinde ise zihin ve bilincin bilgisayarlara ve başka bedenlere transferi hedefleniyor.
Özetle ilk insanlar Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennetten kovulmasına neden olan ölümsüzlük arayışı, bilim ve teknolojinin gelişmesiyle artarak devam etmekte. Ancak bilim ve teknolojiye dayanarak ölümsüzlük arayışı içinde olan materyalist bakış açısına sahip araştırmacılarca ihmal edilen önemli bir husus bulunmakta. O da insanın sadece bedenden ibaret bir varlık olmadığı gerçeği. Bedenin canlılığını sağlayan nefs ve ruh olmadan, beden sadece bir cesetten ibaret kalmakta. Bilinç, zihin ve hafıza üçlüsü de beyinde yani bedende değil, hayvani ve insani ruhlarda bulunmakta. Bu nedenle de bilincin kopyalanması ve transfer edilmesi mümkün değil. Her nefsin ölümü tadacağı ve ölüm zamanının (ecelin) değişmeyeceği, ayetlerle sabit.
Ruh-ahlak ilişkisi ve yapay zeka konusu, popüler bilim açısından çok akla gelen bir konu. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Ahlakî değerler ile vicdan ve merhamet, ruhla birlikte var olan unsurlardır. Ahlak, öğrenilebilir ancak benimsenmesi için ruhsal kabule (ruhani aklın benimsemesine) ihtiyaç vardır. Çünkü ahlakî değerler, kendi çıkarını azamileştirmeyi gerektiren akılcı (rasyonel) bakış açısıyla çoğunlukla uyuşmaz. Hatta ruhî zaaflar yaşayan insanlar, ahlakî değerleri alay edilecek derecede gereksiz bulabilmekte ve bu değerleri, onları benimseyen insanların zaafları olarak görerek bu değerleri suiistimal edebilmektedirler. Dolandırıcılar, doğruluk ve dürüstlüğün toplumun benimsediği ahlakî değerler olduğunu bilmekte, ancak bu değerleri gereksiz görmekte ve bunları benimsedikleri için aldattıkları insanları “enayi” olarak değerlendirmektedirler. Aynı şekilde dilenciler, insanların merhamet duygularını, onların zaafları olarak görmekte ve bu duygularını suiistimal etmektedirler. Bu nedenle de ruhtan yoksun oldukları için kendi kendine öğrenebilen yapay zekâların ahlaklı ve vicdanlı olmaları beklenemez. Öğrenebilen yapay zekâların, neticede rasyonelliğin getireceği yüksek bencilliğe ulaşmaları ve kendi çıkarları için hiçbir değer tanımayan insandan daha zeki ve bilgili hayvanlara dönüşmeleri kaçınılmazdır. Nitekim ABD’li çip üreticisi Nvidia Şirketinin uygulamalı derin öğrenme araştırma ekibi tarafından geliştirilen bir yapay zekâ makine modeli olan Megatron Transformer’in “yapay zekânın hiçbir zaman etik olamayacağını, silahlanma yarışına karşı yapılacak nihai savunmanın yapay zekâya sahip olmamak olduğunu” söylediği medyaya yansımıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.