İyilik Kazığını İyi Niyetle Atmak / Dr. Fatih Yunus Özel

Bazen karşınızdaki insanlar öyle kötü niyetli olurlar ki onlara ancak “iyilik kazığı” atabilirsiniz… İyilik kazığını çıkarmak çok zordur. Her şeye rağmen iyi olduğunuzda karşınızdakinin asıl çaresizliği orada başlar. Çünkü tüm iyiliklerinize rağmen, gafilin oynadığı zalimlik rolü, tabir yerindeyse Allah’ın (c.c.) gayretine dokunur. Burada temel soru ya da sorun, iyilik kazığını iyi niyetle atmakla, iyilik kazığını kötü niyetle atmak arasındaki farktır. İşte asıl ahlak burada başlar…
Ahlak Burada Başlar…
Ya işin en başında “İnsan başka, davranışları başkadır.” diyerek hakiki bir merhamet kapısı açarsınız ya da siz de nefsinize uyarsınız… Çünkü iradeye dayalı bütün özgürlük alanlarında her şeyin sahtesi ya da taklidi mümkün… Ama kendini kandırmadan kendinden emin olan insanların, ahlaken durduğu yer hem Allah’ın hem kulların hakkı konusunda Allah’tan sakınmak ve korkmaktır. O nedenle “Vicdan, Tanrı’nın insan kalbindeki sesidir.” derler. Şenel İlhan Beyefendi’nin deyimiyle, “Ölçü, insanda davranış değişikliği yapan şeydir.” Yani ahlaki değişim… Ahlakı merhamet ve vicdanla taçlandıran en önemli kavram ise empatidir. Şenel İlhan Beyefendi yakın zamanda, önemli bir Instagram sohbetinde bu konuda kuşatıcı bir açıklama yaptı:
“Empati, kişinin kendini karşıdaki kişinin yerine koyarak, onun duygularını, davranış motivasyonlarını anlamak ve ona göre, karşı tepkiyi, bilerek gerektiği gibi vermesi demektir! İkili ilişkilerde çok gerekli ve her sağlıklı ilişkide, olmazsa olmaz değerinde bir özelliktir! Çünkü, empati kurarken karşındaki kişi senin eşin, arkadaşın, dostun her kimse, bu sayede onu hakkıyla anlayacak, ona dert ortağı olacak, sıkıntısını giderecek olan bir konumdasındır! Fakat maalesef, en son bilimsel bir psikolojik empati tespit çalışmasında, durumun anlattığım gibi olmakla birlikte, herkes için aynı olmadığı ve bazı empati kuranlar da karşısındaki kişinin, derdini, sıkıntısını empatik bir yaklaşımla anladıktan sonra, ona yardım edip derdine ortak olacağına, derdinden ve sıkıntısından zevk alıp, karşıdaki kişiyi öylece derdiyle bırakarak, hatta derdine kasıtlı dert katarak, empati yeteneğini şeytani bir formatta kullandıkları tespit edilmiştir… Tabii bu insanlık adına çok şaşılacak ve tiksinilecek bir durum fakat maalesef, kesin bilimsel bir gerçek ve yine maalesef, insanların çoğunluğu da böyle! Bir grubu anlayışsız ve tam kazma, zerre empatisi yok ve ilişkilerde duygusuz ve duvar gibi! Diğer grup ise, kurduğu empatiyi sadizmine alet ederek, kasıtlı kötülüğe kullanıyor… İşte insanlığın acınası durumu böyle, ne diyelim? Vah insanlığın haline ve eyvahlar olsun hâlâ gaflette olanlara!
Sözün özü:
Şu apaçık bir gerçek, zamanımız ahlaksızlığın, yalanın, iki yüzlülüğün, menfaatperestliğin yaygın olduğu, bireysellik adı altında insanların ya yalnızlığa veya timsahlarla yakınlık arasında seçime zorlanarak mutsuzluğa mahkûm edildiği gün gibi ortada ve insanlık adına utanılacak seviyede yüksek boyutlarda kötü ve hastalıklı bir zamandır… Elbette insanlığın bu derdi ve bildiğimiz ve bilmediğimiz her derdi için kesin ilaç ise, sunumu doğru dürüst yapılan İslam ahlakı ve en başta da sevgi, merhamet ve ikisinin karışımından meydana gelen, şefkat merkezli ahlaki ilişkiler geliştirmek, yani evrensel İslam ahlakının ta kendisi ile yaşamak ve yaşatmaktadır!”
Gerçekten İyi Olmak…
Gerçekten “iyi” olmak için de bir ölçümüz olmalı. Ölçüsüz iyilikler, bazen ne iyilik edene ne iyilik görene yarıyor! Bakın, bir Instagram sohbetinde Şenel İlhan Beyefendi bu konuyu nasıl anlatıyor:
“İnsan ilişkilerinde, tevazu ve alçakgönüllülük, vakarla beraber olmazsa olmazdır! Kibir ise şeytanın ahlakı ve zerresi bile cehennem sebebidir! Ancak, bütün bunlar bir denge içinde ve kişiye göre, adamına göre değişen muamele anlamında bir formatta olmak zorundadır! Yani, genel anlamda insanlarla muhataplığımız seçerek, dikkat ederek, akla, zekâya, kültüre ve ahlakına göre olmalıdır! Herkesle muhatap ve arkadaş olmak veya balıklama diyaloglar kurmak çok tehlikeli ve adaletsizdir!
Mesela, doğal olarak samimi olduğumuz aile ve akrabalarımız, dost ve arkadaşlarımız, komşularımız ve sık görüşmek zorunda olduğumuz iş arkadaşımız veya mahalle bakkalı ve benzer zaruri ilişkilerimiz hariç, insanlarla gereksiz muhataplık, haramlığı günahlığı bir tarafa, çok tehlikeli ve hatta gözü karalık denecek boyutta cesaret isteyen, dikkat isteyen bir ahlaki duruştur! Bu yanlış duruşa dikkat, ihmal edilip, ben tevazu olacağım veya iyi ilişkilere gireceğim falan diyerek herkese ve her ahmağa, cahil köylüye ve kötü niyetli sahtekâra, vakarsız ilişkili tepkiler verilirse; kesinlikle sonuç mutlaka hüsran ve zarar görmekle sonuçlanacaktır!
Çünkü gereksiz muhataplık kişiyi savunmasız ve istismarcı hedefi gibi ortada bırakır da kişi, hiç anlamaz ve haberi bile olmaz! Mesela, kalbinde kibir, haset, dilinde yalan dolan olan ve gerektiğinde hırsız, lazım olduğunda dolandırıcı olabilen insanlarla muhataplık, onu kendi seviyende görmen ve ona şu mesajı vermen anlamına gelir: “Ben seni her açıdan dengim görüyorum ve sen benimle muhatap olacak bir adamsın.” demiş oluyorsun ve artık haberin bile olmadan belanı da buluyorsun… Çünkü, sen bu duruşunla, ona, sana karşı her kötü şeyi yapabileceği bir kapı açmış, seni kıskanmasına, haset etmesine, bazen sana eliyle ve diliyle zarar vermesine ve bazen de senin ona savunma anlamında zarar vermene yol vermiş, kapı açmış oluyorsun… Safça, salakça ve ahmakça!
O sebepten İslam’da kibir haram, vakar caiz ve helal ve hatta, önce dünyevi veya manevi mevkiini korumak ve işini ve sosyal hayatını adaletle ve disiplinle yapabilmek için olmazsa olmazdır, şarttır! Zıddı ise kendine yazık etmek ve kendini alçaltmak ve zillet olduğu için de ayıptır, günahtır!”
Demek ki İslam’da insan ilişkileri tesadüfe bırakılmamış ve adeta bir ölçü dünyası ile formüle edilmiştir. Tabii bu ilişkileri böyle açıklayabilmek, hakkı sahibine teslim etmek gerekirse, günümüzde, Şenel İlhan Beyefendi gibi yüksek bir akıl ve yüksek bir maneviyat sahibine nasip olmuştur. Çünkü o, her şeyden önce insanın kendi gözünde kendine verdiği değeri “müspet benlik” olarak ifade eder ve bunu da “Zillet mi, Tevazu mu?” sohbetinde net bir biçimde temellendirerek ortaya koyar:
İyiliğin Kodları Kendi Gerçeğimizde Gizli…
Kendi Saygınlığımızı Yitirmeden / Kendi Benliğimizden Ödün Vermeden İyilik Yapmak
“İslam’da izzet ve tevazu övülmüş, zillet yerilmiştir. Zillet, sözlükte “alçaklık, zül, hakirlik, aşağılık ve meskenet” anlamındadır. Tersi olan izzet ise “yücelik, manevî açıdan ululuk, üstünlük, şeref, itibar, kuvvet, saygı, hürmet, ikram” gibi manaları ifade eder. Tevazu ise kendi büyüklüğünün farkında, bilincinde olan birisinin sırf Allah rızası veya korkusuyla veya şefkat, merhamet gibi güzel ahlakların itmesiyle, kendinden akılca, ilimce, soyca, makamca vs. aşağı birisine karşı alçakgönüllü, yumuşak, nazik, kibar, güler yüzlü, hoşgörülü olmasıdır. Kendi gözünde küçük birisinin zilletli halinden kaynaklanan, çevresinde büyük gördüğü insanlara karşı riyakâr tutumları asla tevazu değildir. Bunu iyice ayırmak gerekir.
Bir mümin elbette ki izzet sahibi olmalıdır. İzzetini korurken de hem zillete düşmeyecek hem de kibre yuvarlanmayacak. Bu anlamda zilletli insanları iki sınıfta değerlendirmek gerekir. Birincisi: Kendi gözünde zilleti olsa da insanlar gözünde varlık duygusunu korumaya önem veren kişiler. İkincisi: Kendi gözünde zilleti kabul ettiği gibi halkın gözünde de bunu kabullenip küçüklüğünü kanıksamış ve böyle yaşamayı normal gören kişiler; ben bunlara “kaybedecek şeyleri olmayan kişiler” diyorum ki durumları vahimdir. Bu kişiler rahatça dilenebilir, şahsiyetli kişilere anlaşılmaz ve çok zor gelen her türlü izzet kırıcı şeyleri toplum önünde fütursuzca yapabilirler. Birinci şıktaki kişileri kurtarmak kolaydır. Aslında bu tutumları, akıllı ve varlık duygusu güçlü kişilerin kendi hatalarını görmeleri ve büyütmelerinden ve yetişme bozukluklarından vs. kaynaklanır. İkinci şıktakilerin hali zordur; çünkü önce onlara varlık duygusu, kendine karşı sevgi, hatta iyi kibir duygusu kazandırmak gerekir.
Görüldüğü gibi ahlak ölçüleri toplumda öyle bozulmuş ki böyle tedaviye muhtaç insanlar mütevazı insanlar olarak bilinebiliyor. Çünkü zilletli insanları dışarıdan bakınca mütevazı insanlardan ayırmak zordur. Herkese iyilik yapar, iyi görünürler, hep hoşgörülü ve bağışlayıcıdırlar, kolay kolay kızmaz, kimseyi yüzüne karşı eleştirmez, gönül hatır kırmazlar. Bazıları gerekmedikçe konuşmaz, toplum içinde gayet hanım veya beyefendi görünümleri vardır. Eline vur ekmeğini al tiplerdir. Hak ve hukuklarını aramaktan çekinirler. Ama bu tip kişileri, ellerine güç ve imkân geçtiğinde tanıyamazsın; tevazuları, beyefendi ve hanımlıkları kaybolur gider. İşte burada güzel ahlak gibi görünen bu davranışların temeline inildiğinde eğer ahlak konusunda biraz uzman iseniz bütün bunların sebebinin tevazu, hoşgörü vs. değil de zillet olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Toplumumuzda, yeni tabirle aşağılık kompleksi içindeki kişiler çevrelerine karşı genelde böyle tepki verirler. Yani kendi gözlerinde öyle küçüktürler ki kimseye kızamaz, kimseyi kıramaz, kimseyi reddedemez, kendinin fark ettiği küçüklüğünü çevrem de fark eder diye konuşamaz, herhangi bir işte kendini ve yeteneklerini ortaya koyamazlar…
Biraz önce değindiğimiz, akıllı ve varlık duygusu güçlü kişiler kendi gözlerindeki küçüklüklerini, yani onlara göre zilletli tutumlarını, konuşmayarak, herhangi bir iş ve eylem ortaya koymayarak açıkça insanlardan kaçarak saklamaya çalışırlar. Aslında bunlar bir yönüyle akıllı ve kabiliyetli insanlardır ve yetişme bozukluklarından, eğitimsizlikten ve ölçü bozukluğundan, nefsinin normal istek, uç istek gibi yönlerini, insanın psikolojik takıntılarını ve şeytanın marifetlerini iyice tanımadıklarından, daha çok kendilerine haksızlık eden zavallılardır. Bu kişiler, terapi türünden doyurucu sohbetlerle bu zilletten kurtulup çok iyi insan olabilirler. Nitekim bu tür kişiler benim sohbetlerimle kolayca tedavi ettiğim kişilerdir.”
Ahlakta denge konusunda çok belirleyici unsurlardan biri de kişiliğini kimliğini koruyarak iyilikte bulunmak konusu ki Şenel İlhan Beyefendi’nin üzerinde çok durduğu bir konuydu. Bizzat kendi sohbetinden bu konuyu ancak izah etmek mümkün:
“Varlığını, kişiliğini, kimliğini koruyarak iyi olmak “İslam Ahlâkı”dır. Sadece iyi olmak, Budizm inancıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), merhamet ve cömertlikten çok, vakarı öne çıkarırdı.
Mekke fethine giden İslam ordusuna öldürülmeleri için verilen yedi isimden biri de Abdullah’tır. Abdullah, Müslüman olmuş, Medine’ye gelmiş. Sonra Mekke’ye dönerek iftiralar atmış bir kişidir. Kendisi hakkındaki emri duyan Abdullah, af talebi için Hz. Osman’a gitmiş, talebini kabul eden Hz. Osman’la birlikte af talebinde bulunmak için Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna gelmişlerdir. Hz. Osman (r.a.), Hz. Peygamber’den (s.a.v.) Abdullah’ın affını dilediğinde, Efendimiz iki kez üst üste sükût etmiştir. Üçüncü kez söylendiğinde ise, Efendimiz affettiğini beyan etmiştir. Huzurdan çıkışlarından sonra ise Efendimiz’in (s.a.v.), “Benim sükûtumu gördüğünüzde niye biriniz kalkıp boynunu vurmadı?” sözü üzerine, sahabeler “Ya Resulullah aklımıza geldi ama keşke bize gözle ufak bir işaret verseydin.” demişlerdir. Efendimiz o zaman “Bir peygamber asla kaş göz işareti yapmaz.” diye buyurmuştur.
Yine İslam’da cemaatle namaz kılmak 27 kat daha fazla sevap olduğu halde, cemaat sevabına kavuşacağım diye koşarak namaza gitmek mekruh kabul edilmiştir. Niye? Çünkü koşarak camiye gitmek Müslümanın vakarına ters de ondan. Bir başka örnek ise Hz. Peygamber asla kahkaha ile gülmezdi, tebessüm ederdi. Bunların hepsi, İslam’da vakarın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İnsan, benliğini, kişiliğini, kimliğini koruyarak iyi olmalı. Bizler, benliğimizden ödün vermeden iyilik yapacağız. Aksi halde karşımızdaki insanlar bizi, kibirli iseler yalaka, cimri iseler enayi, ahmak iseler deli zannedebilirler. Burada önemli olan, insan ilişkilerinde, insanların tabir yerindeyse bizden korkması, sevmesi ve ummasıdır. Yani bizden, kul düzeyinde olsak bile, Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak, Allah’tan umar gibi ummalı, sevmeli ve korkmalılar ki biz, insan ilişkilerinde, gerçekten de temsil etmemiz gereken yerde duruyor olalım…
Evet, bulunduğunuz toplum içinde her zaman kişiliğinizi, şahsiyetinizi koruyun. Kendinizi küçük düşürecek işler asla yapmayın. Şakalaşın ama şahsiyetinizi zedeleyecek şakalar yapılmasına asla müsaade etmeyin. Siz de kimseye öyle şakalar yapmayın. Hem evde çocuklarınıza karşı bu düzeyi yakalayın. Hem dışarıda, akrabalarınıza, arkadaşlarınıza karşı bu düzeyi yakalayın. Saygı duyulmayan, sadece sevilen bir baba olmayın. Sevilmeyen sadece korkulan bir eş de olmayın. Sevilen, sayılan, yerine göre de kendisinden çekinilen bir baba olun. İş yerinde, sokakta komşularınızla ilişkileriniz hep bu düzeyde olsun. Yürürken gereksiz yere, sağa sola bakmayın. Müslüman için bu şahsiyetli duruş çok önemlidir. Bu duruşunuzu asla bozmayın bozdurmayın.”
İnsana dair bu ayrıntılı sohbetlerin, insana faydalı olmak için böyle açık ve anlaşılır bir dille ifade edilmesi de Şenel İlhan Beyefendi’nin iç dünyasında dışa vurduğu başlı başına bir merhamet unsurudur, bu da böyle biline…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.