İnsanı İnsan Yapan Değer: Edep / Eyüp Erdemöz

Günümüz dünyasında, modern yaşamın karmaşası içinde kaybettiğimiz değerlerin başında belki de edep geliyor. Atalarımızın “Edep ya hu!” nidası, artık nostaljik bir söylem olmanın ötesine geçemiyor gibi görünse de aslında bu kadim öğreti her zamankinden daha fazla önem taşıyor. “Edep, sınırlarını bilmektir.” sözü, basit bir öğüt gibi görünse de içinde derin bir yaşam felsefesi barındırır.
Edep, sadece görgü kurallarını bilmek ya da toplumsal normlara uymak değildir. O, insanın özünü keşfetmesinin, kendini tanımasının ve sınırlarını belirlemesinin anahtarıdır. Günümüz insanı “özgürlük” kavramını sınırsızlık olarak algılarken, aslında en büyük özgürlüğün sınırlarını bilmek olduğunu unutuyor. Tıpkı bir nehrin, kıyıları sayesinde akabilmesi gibi, insan da ancak edep sınırları içinde gerçek benliğini bulabilir ve geliştirebilir.
Bir toplumu ayakta tutan temel değerlerin başında gelen edep, insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesinde, toplumsal barışın sağlanmasında ve kültürel mirasın aktarılmasında vazgeçilmez bir rol oynar. Öyle ki, bir toplumun medeniyet seviyesi, o toplumun edep anlayışıyla doğrudan ilişkilidir.
“Edep, sınırlarını bilmektir.” sözünün derin anlamı, aslında insanın varoluşsal yolculuğuna da ışık tutar. Bu yolculukta insan, neyi yapıp neyi yapamayacağını, nerede durup nerede ileri gideceğini, ne zaman konuşup ne zaman susacağını bilme erdemiyle donanır. Bu erdem, kişinin kendisiyle, çevresiyle ve yaratıcısıyla kurduğu ilişkinin temelini oluşturur.
Modern çağın getirdiği teknolojik imkânlar ve dijital dönüşüm, edep kavramına yeni boyutlar kazandırırken bir yandan da bu değerin aşınmasına neden oluyor. Sosyal medyada sınırların belirsizleşmesi, mahremiyetin anlamını yitirmesi ve anlık tatminlerin peşinde koşan bir toplum yapısının ortaya çıkması, edep kavramının yeniden düşünülmesini gerekli kılıyor.
Edep, özünde bir denge halidir. Bu denge, insanın iç dünyasıyla dış dünyası arasında, maddi yanıyla manevi yanı arasında, bireysel özgürlükleriyle toplumsal sorumlulukları arasında kurduğu hassas bir köprüdür. Bu köprünün sağlamlığı, kişinin hayatındaki tüm ilişkilerinin kalitesini belirler.
İnsan, varoluşunun derinliklerinde kendini tanıma ve anlama ihtiyacı duyar. Bu yolculukta edebin psikolojik boyutu, insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin temelini oluşturur. Tıpkı hayâ duygusunun insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biri olması gibi, edep de insanın kendine duyduğu saygının en somut göstergesidir. Bu saygı, kişinin kendini olduğundan aşağı ya da yukarı görmeden, tam olarak olması gereken yerde konumlandırabilmesiyle başlar.
Modern psikolojinin “öz saygı” ya da “benlik saygısı” olarak tanımladığı kavram, aslında geleneksel düşüncedeki edep anlayışıyla yakından ilişkilidir. Kendini bilen insan, sınırlarını da bilir. Bu sınırlar, kişiyi kısıtlayan değil, aksine onu koruyan ve geliştiren bir çerçeve sunar. Nasıl ki bir ağaç kökleriyle toprakta ne kadar derine inerse, dallarıyla gökyüzüne o kadar yükselebiliyorsa, insan da edep kökleriyle ne kadar derinleşirse, manevi olarak o kadar yükselebilir.
İnsanın psikolojik olgunluğa erişmesi, büyük ölçüde edep terbiyesiyle mümkündür. Bu terbiye, kişinin nefsini tanıması ve kontrol edebilmesiyle başlar. Günümüz insanının en büyük yanılgılarından biri, her istediğini yapmanın özgürlük olduğunu sanmasıdır. Oysa gerçek özgürlük, yapabilecek güce sahip olduğun halde, yapılmaması gerekeni yapmamaktır. Bu noktada edep, insanın içsel pusulası olarak devreye girer.
İnsan fıtratında var olan hayâ duygusu, edebin psikolojik temelini oluşturur. Bu duygu, Allah’ın insana bahşettiği en değerli armağanlardan biridir. Öyle ki, bir insanın hayâ duygusunun zayıflaması, onun psikolojik bütünlüğünü de derinden etkiler. Modern psikoloji, utanma duygusunu genellikle olumsuz bir duygu durumu olarak değerlendirse de aslında hayâ duygusu, insanın ruhsal sağlığını koruyan doğal bir savunma mekanizmasıdır.
İnsanın kendisiyle barışık olması, öncelikle sınırlarını kabul etmesiyle mümkündür. Bu kabul, ne kendini aşağılama ne de kibire kapılma şeklinde olmalıdır. Edep, tam da bu noktada devreye girer ve kişiye “orta yol”u gösterir. Bu yol, insanın kendini tanıması, potansiyelinin farkına varması ve bu potansiyeli en doğru şekilde kullanmasıyla şekillenir.
Psikolojik sağlamlık açısından edep, adeta bir kalkan görevi görür. Günümüz dünyasında yaşanan psikolojik sorunların temelinde, çoğu zaman bu kalkanın zayıflaması yatar. İnsan, sınırlarını kaybettiğinde, kendini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu yüzden edep, sadece davranışsal bir düzenleme değil, aynı zamanda ruhsal bir koruma mekanizmasıdır.
İslam düşüncesinde edep, imanın bir tezahürü olarak görülür. Bu bakış açısı, edebi sadece sosyal bir davranış kalıbı olmaktan çıkarıp manevi bir boyuta taşır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Hayâ imandandır.” hadisi, bu gerçeği en güzel şekilde ifade eder. İman-edep ilişkisi, insanın sadece diğer insanlarla değil, aynı zamanda yaratıcısıyla olan ilişkisini de düzenler.
Günümüzde edep anlayışının zayıflamasında, manevi değerlerin geri plana itilmesinin büyük payı var. İnsan, maddi başarıları için manevi değerlerinden vazgeçebileceğini düşünüyor. Oysa edep, insanın hem maddi hem manevi yönden gelişimini dengeleyen bir pusuladır. Bu denge bozulduğunda, insan ya aşırı maddileşip ruhsuzlaşıyor ya da gerçeklikten kopuk bir maneviyata sürükleniyor.
Eğitim sistemimizde edebin yeri, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Akademik başarının tek ölçüt olarak görüldüğü günümüz eğitim anlayışında, edep eğitimi ikinci plana itilmiş durumda. Kadim geleneğimizde söylendiği gibi, “Edep öğrenmeden ilim öğrenmek, karanlıkta silah kuşanmaya benzer.” Bu söz, bilginin edep ile yoğrulması gerektiğini vurgular.
İş hayatında da edebin önemi giderek artıyor. Rekabet ortamının sertleştiği günümüzde, başarının tek ölçütü para kazanmak olarak görülüyor. Bu anlayış, iş ilişkilerinde edebin göz ardı edilmesine yol açıyor. Hâlbuki edep, sürdürülebilir başarının en önemli anahtarlarından biri. Edep sahibi bir iş insanı, sadece kâr-zarar hesabı yapmaz, işinin toplumsal sorumluluğunu da gözetir.
Sosyal medya, edebin en çok sınandığı alanların başında geliyor. İnsanlar, klavye başında kendilerini fazlasıyla özgür hissediyor ve çoğu zaman edep sınırlarını aşabiliyorlar. Bir tweet’in, bir yorumun ya da bir paylaşımın nelere mal olabileceğini düşünmeden hareket edebiliyorlar. Bu noktada dijital edep kavramı önem kazanıyor. Nasıl ki gerçek hayatta bazı davranış kalıplarımız varsa, sanal dünyada da benzer sınırlarımızın olması gerekiyor.
Manevi hayatımızda edebin yeri çok özeldir. İbadetlerimizde, dualarımızda, hatta düşüncelerimizde bile edebe riayet etmemiz gerekir. Çünkü edep, sadece insanlarla olan ilişkilerimizi değil, Allah ile olan bağımızı da düzenler.
Edep, aynı zamanda bir tefekkür meselesidir. İnsan, davranışlarının sonuçlarını düşünerek hareket ettiğinde, doğal olarak edep dairesinde kalır. Bu yüzden atalarımız “Düşün, sonra söyle.” derken, aslında edebin tefekkürle olan bağlantısına işaret ediyorlardı. Günümüzde insanların düşünmeden hareket etme eğilimi, edep sınırlarının da kolayca aşılmasına neden oluyor.
Edep, aynı zamanda bir merhamet göstergesidir. Merhametli insan, doğal olarak edepli davranır. Çünkü başkalarının duygularını gözetir, onların hassasiyetlerine saygı duyar. Günümüzde merhamet duygusunun zayıflaması, edep anlayışının da zayıflamasına yol açıyor. Bu yüzden merhamet eğitimi, edep eğitiminin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Edep kavramı, kültürümüzde öyle derin bir yere sahiptir ki, deyimlerimizden atasözlerimize kadar pek çok alanda izlerini görürüz. “Edep Yâ Hû!” nidası, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda toplumsal hafızamızın bir yansımasıdır. Bu hafıza, nesilden nesile aktarılan bir değerler bütününü içerir.
İnsanlık tarihinin en hızlı değişim sürecini yaşadığımız bu dönemde, edep gibi kadim değerlerin önemi her geçen gün daha da artıyor. Toplumların geleceği, bu değerleri koruma ve yaşatma kabiliyetlerine bağlı. Edep, sadece geçmişten gelen bir miras değil, aynı zamanda geleceği inşa edecek en önemli yapı taşlarından biridir.
Her birey, edep değerlerinin korunması ve geliştirilmesi noktasında sorumluluk taşır. Bu sorumluluk, öncelikle kişinin kendi davranışlarını edep süzgecinden geçirmesiyle başlar. Ardından aile içinde, iş yerinde ve sosyal çevrede bu değerlerin yaşatılması için çaba göstermesi gerekir. Özellikle rol model konumunda olan kişilerin bu konudaki sorumluluğu daha da büyüktür.
Edep, özünde insanı insan yapan değerlerin başında gelir. Bu değerin kaybedilmesi, insanlığın kaybedilmesi anlamına gelir. Bu yüzden edep eğitimi, sadece bir davranış eğitimi değil, aynı zamanda bir insanlık eğitimidir.
İnsan var oldukça edep de var olacak, edep var oldukça da insanlık değerlerini koruma umudumuz devam edecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir