İmtihanımız: Filistin / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

Üzerinden aylar geçtiği halde Gazze bombalanmaya devam ediyor. Bu savaş duracak, yaralar sarılacak derken, zalim zulmünün şiddetini arttırdıkça artırıyor; okullara, hastanelere sığınan insanları bombalıyor. Ve bunu yaparken de en ufak bir üzüntü duymuyor. Aksine eğlence gibi görüp keyif alıyor. Kalpleri mühürlenmiş, kendi elleriyle cehenneme odunlarını taşıyan bir avuç esfeli safilin… Ayette, “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara,2/7) buyrulmaktadır. Onlara ne kadar anlatılırsa anlatılsın, gerçekleri göremeyecek kadar insanlıklarından uzaklaşmışlar. Yaptıkları katliama Tanrı’nın buyruğu diyecek kadar gözlerini kin ve nefret bürümüş, kalpleri taş olmuş…

“Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okurlar.” (Al-i İmran, 3/112-113) Ayette belirtildiği üzere isyan eden, haddi aşan ve Allah’ın hışmına uğrayan bu insanlar, geçmişten beri içlerinde yaşatmış oldukları amaçları doğrultusunda hayatlarını dizayn etmektedirler. Ve bu uğurda da kadın, çocuk demeden katliam yapmakta, her yolu kendilerine hak görmektedirler.
Yahudiler tarih boyunca toplum içinde bozgunculuk çıkartan ve bu nedenle sürekli sürgün edilen bir millet olmuştur. Yahudi meselesini çözmek isteyen Avrupalılar, hasta adam olarak gördükleri Osmanlı Devleti’nin toprağı olan Filistin’e Yahudileri yerleştirmek için dönemin padişahı 2. Abdülhamid’e teklifle gelmişlerdir. Eğer Yahudiler Filistin’e yerleşirse Osmanlı’nın vergilerden dolayı maddi olarak ferahlayacağı vaadinde bulunulmuştur. Avrupa’nın amacı hem Yahudilerden kurtulmak hem Osmanlı üzerinde kendi emellerini gerçekleştirebilmek hem de Yahudiler için ileride bir devlet kurulmasını sağlamaktı. 2. Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri durumunda ileride nasıl problemler çıkacağını öngörmüştür. Bu nedenle yapılan teklifi reddetmiştir. Hedefleri Filistin topraklarına yerleşmek olan Yahudiler, hacı olmak bahanesiyle Filistin’e girmeye başlamışlardır. Çeşitli önlemler alınmış ve kısıtlamalar, yasaklar getirilmiş olsa da Yahudiler gizlice Filistin’e girmeye devam etmişlerdir. Filistin’de Yahudi nüfusu gittikçe artmıştır. Yahudiler, dünyanın birçok yerine göç ettikleri halde Filistin toprakları onlar için ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü Kudüs İslamiyet ve Hristiyanlık’ta olduğu gibi ve Yahudilik için de kutsal sayılmaktadır. Yahudiler, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine Süleyman Mabedini inşa etmek ve dünyanın hâkimiyetini ellerinde bulundurmak istemektedirler. Kendilerinin üstün ırk olduğuna inandıkları için bu kadar zamanda binlerce insanı gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdir. İsrail ile Filistin arasında çıkan savaştan sonra 1948 yılında İsrail resmen kurulmuştur ve o zamandan beri Filistin topraklarında kan, gözyaşı ve acı dinmemiştir. Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler, hedeflerine ulaşabilmek için durmadan çalışmaktadırlar. Parayı ve gücü ellerinde bulundurmalarının yanı sıra arkalarında onları destekleyen diğer güçlü devletler de vardır. Zalimler tek bir yumruk olup birleşirken Müslümanlar ne yapıyor? Müslümanlar hangi amaç uğruna yaşamlarını devam ettiriyor? Ve hangi amaç uğruna ölüyorlar? Bunları sorgulamak ve düşünmek lazım.
İnsanlara baktığımızda, herkes çok parasının olmasını, güzel bir evde yaşamayı, mutlu bir hayat sürmeyi istiyor. “Hayattaki amacınız ne?” diye sorduğumuzda aldığımız cevaplar aşağı yukarı aynı oluyor. “Çocuğum en iyi üniversitelerde okusun, bol kazançlı ve seçkin bir meslek sahibi olsun. Evlenip yuvasını kursun. Mutlu olsun…” Kim istemez ki mutlu olmayı? Peki mutluluk nedir? Amaç edindiğimiz ve dilimizden düşürmediğimiz mutluluktan bahsetmişken, Filistin’de savaşın içinde gülümseyebilen çocuklara değinmeden geçmeyelim. Hiçbir şeye sahip değiller, evleri yok. Her an ölümle burun burunalar. Ailelerini kaybetmişler… Buna rağmen nasıl gülümseyip mutlu olabiliyorlar ve “elhamdülillah” diyebiliyorlar? Daha çocuk yaşta bu bilince nasıl sahip olabiliyorlar? O halde biraz kendimize dönüp soralım: Nasıl mutsuz ve hayattan bezmiş insanlar haline geliyoruz; her şeyden şikâyet eden, elindekilerle yetinmeyen kişilere dönüşüyoruz?
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyurmuştur Rabbimiz. Demek ki biz bu dünyaya “mutlu olmak” için gelmemişiz. Yaratılış amacından saptıkça insanoğlu hayatın anlamını yitirmeye ve bocalamaya başlamaktadır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatına dalmış ve ahiretine azık hazırlamamış kişiler hem bu dünyada “mutlu” olamamakta hem de ahiretlerini yakmaktalar. Kulluk vazifemiz dışına çıkıp kendi arzularımız doğrultusunda yaşamak, “yaşamak” değildir. Ulvi bir amacı olmayan kişilerin hayata baktıkları pencereyle, Filistin’de yaşayan, savaşı gören, her şeye rağmen topraklarını terk etmeyen, şehit olma arzusuyla yanıp tutuşan insanların hayata baktıkları pencere aynı olabilir mi? Şehitçilik oynayan, kardeşini sakinleştirmek için Kur’an okuyan çocuklar; “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.” diyen anne-babalar… Bu iman gücünden etkilenmemek mümkün mü? Filistin’deki Müslümanların cesaretini görüp de İslam’ı araştıran ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olan insanların sayısının günden güne arttığına şahit oluyoruz. Tüm evlatlarını şehit veren bir babanın metanetini, annenin sabrını görünce bu insanların sıradan bir ruha sahip olmadığını anlayabiliriz.
Ciğeri yanan annelerin feryatlarını gördükçe üzüntünün ne demek olduğunu tarif etmekte zorlandık. Bizim üzüntülerimizle onların üzüntüleri arasında ne kadar mesafe var! Anlayamadık onların üzüntüsünü. Çünkü “Ateş düştüğü yeri yakar.” atasözünü öyle içselleştirmişiz ki… Onların derdi diye baktık olaya. Hâlbuki bu mesele bizim, Müslümanların, vicdan sahibi tüm insanlığın meselesiydi. Ekranlarda her gün yeni saldırı haberlerini izledik… Hadi dönüp kalplerimize soralım. Ne kadar etkiledi bu manzaralar bizi? Ne kadar acı çektik? Müslüman kardeşlerimiz için ne kadar üzüldük ve dua ettik? Boykota kaç gün devam ettik? “Benim alacağım bir ürünle olacak iş değil.” diye düşünüp boykottan da mı vazgeçtik? Belki de artık izlemeyi, üzülmeyi, dua etmeyi bıraktık… Bu manzaralara alıştık mı? Kanıksama hastalığına mı yakalandık? Kendi çocuğumuzu, sevdiklerimizi konforlu hastane odalarında görmek bile bizim canımızı acıtırken tedavi görebilecekleri bir hastaneleri olmayan, soğuk zeminlere yatırılmış yaralı bebekleri görmek canımızı ne kadar acıttı? Birlik olamadık. Müslüman kardeşlerimizi Allah için sevemedik. Hep kendi çıkarlarımızı düşündük. Cömert, merhametli, yardımsever olamadık. Olanları da enayilikle suçladık. Kesin bir çıkarı var diye yargıladık. Maddi değerleri, manevi değerlerin önünde tuttuk…
Uyumaya, uyutulmaya devam ediyoruz. Ellerimizden Kur’an-ı Kerim’i, dillerimizden duayı bıraktık ve onların yerini sosyal medya ile, ahlakımızı bozan dizi-filmlerle, anlamsız şarkılarla doldurduk. Hayata gönderiliş amacımızı unuttuk. Hedeflerimiz için çabalamaz olduk. Hayatı yeme, içme, uyuma ve eğlenmeden ibaret zannederek yaşadık ve ruhumuzun ızdırabını hissedemedik; çığlıklarını bastırdık, duymadık. Peki bu uyuyuş nereye kadar? Ahir zamanın bunca belası, fitnesi baş göstermişken artık ayağa kalkma, tövbe etme ve elimizden ne geliyorsa yapma vakti… Filistinli mücahitlerin imanını görerek ruhumuzun ateşini yeniden yakalım. Allah’ı tanımak, dinin gereklerini öğrenmek ve uygulamak, güzel ahlak sahibi olmaya çabalamak yapılması gerekenler arasında… En başta da sevmek. Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarını, yarattığı her şeyi sevmek. Gerektiğinde de Allah için buğz etmek, Allah’ın sevmedikleriyle mücadele etmek… Elimizle, malımızla, duamızla, nefretimizle mücadele etmek…
Müslümanlar galip gelecektir. Zafer Allah’ındır. O halde bismillah diyerek güzel niyetler alalım ve her şeye yeniden başlayalım. Böyle bir devirde yaptığımız, bizim küçük sandığımız salih bir amel, Allah katında çok kıymetlidir. “İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükâfat olarak Me’vâ cennetleri vardır.” (Secde, 32/19) Yeter ki her işimizde Rabbimizin rızasını gözetelim ve ihlaslı bir kalple yaşama gayretinde olalım. Rabbim zalimin azabını arttırsın, Müslümanlara birlik, beraberlik nasip etsin ve Müslümanların eliyle yeryüzündeki tüm mazlumların gözyaşını dindirsin. Âmin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.