Gönül Dili Neler Söyler? / Prof. Dr. Şemsettin Dursun

“Gönül Dili ve İletişim” adlı kıymetli çalışmanızdan hareketle, mızrabı gönle dokunan bir görüşme için, öncelikle sormak gerekirse niçin “Gönül Dili?” Bu çağın açmazları böyle bir dili kullanmayı niçin hak ediyor?
Bu çağın ve her çağın açmazları böyle bir dili kullanmayı hak ediyor. Zira hiç kuşkusuz; insanları ezel ve ebed nizamı İslam’a davet etmek, davet ederken İslam’ın o nezih ruhuna uygun bir dil kullanmak durumundayız.
Yusuf Has Hacip der ki:
“İnsanın yüzü süsüdür,
Yüzün süsü gözdür.
Aklın süsü dildir,
Dilin süsü sözdür.”
Sözlerimiz dilimizi, dilimiz de aklımızı taçlandırır. Zira bütün bunlar, paha biçilmez değerlerimizdir. Bu değerlerin farkında olarak hayatımızı inşa etmeli ve bu inşadan zevk almalı, haz almalı ve tat almalıyız.
Söz vardır, zihin dünyasının kilidini açar ve yepyeni ufuklar kazandırır. Söz vardır, basireti bağlı insanların basiretini açarak yepyeni bir dünya kazandırır. Söz vardır, hayata değer katarak bizleri hayatın bu keşmekeş halinden alır; yeni ve hayat dolu pencereler açarak geleceğimizin inşasında istikamet açısı ve rehberlik pusulası olur.
Gönül diliyle konuşmak için sizce nasıl bir donanım gerekiyor ki iletişim adına yetkin bir yerde duruyor olalım? Ne yapalım, nasıl yapalım?
Gönül diliyle konuşmak için gönlümüzün hikmet, irfan ve tasavvur odaklı bir anlayışla inşası gerekmektedir. Gazali: “Bilgi; hüküm ve hikmet sahibi olanın elinde nurdur, hikmetten yoksun olanların elinde nardır.” der. Nur, zihin dünyamızı ve ufkumuzu aydınlatırken, nar, varlık dünyamızı yakarak ya da neslimizi ifsat ederek fonksiyonunu icra eder. Bilgi ehliyetli, sorumluluk sahibi insanların eliyle neslin ıslahına, arzın imarına, varlık dünyasının ihyasına, geleceğimizin inşasına, toplumun aydınlanmasına, yükselmesine vesile olabileceği gibi ehil olmayan, hikmetten ve irfandan yoksun insanların eliyle neslin ifsadına, toplumun tefessüh etmesine, geleceğin karanlıklara gömülmesine, olumsuzlukların artmasına neden olur.
İletişim elektriğe benzer. İletken maddeler üzerinde elektrik akımı olur. Yalıtkan maddeler üzerinde akım olmaz. İletişimin de aslında bir ruhu vardır. Bu ruhla irtibat kurulunca iletişim olur. Bu ruh çok incelikli ve nazenindir.
Bazen iletişim söz ile olmaz, yüz ile olur. “Kalpten kalbe yol vardır.” derler. Kalbî bağlantılar çok önemlidir ve bu yüze yansır. Ne söylediğimizden çok, neyi nasıl söylediğimiz önemli. Söylediklerimize ses tonumuz, mimiklerimiz, jestlerimiz eşlik eder. En etkili ses tonu “Kavli leyyin/yumuşak söz” ve hikmetli yaklaşım tarzıdır.
Sağlıklı ve olumlu bir iletişimin ruhu sahih niyet, candan dinleme ve etkili konuşmada saklıdır. Herhangi bir kişiyle iletişime girerken sahih bir niyetle yola çıkmak, tutum ve tavırlarımızda, davranışlarımızda bunu göstermek son derece önemlidir. “Kalp, kalbe karşıdır.” özdeyişi, kalbimizde taşıdığımız niyetin karşı tarafta karşılık bulduğunu açıklamaktadır.
Kendine değer veren, farkın farkına varan, sorumluluk taşıyan herkesin her dem kendini sınaması, gözden geçirmesi, güncellemesi elzemdir. Nasıl ki zaman zaman bize ait olan mekânlarda, kitaplıklarımızda, bilgisayarlarımızdaki dosyalarda, evdeki elbise dolaplarımızda, arabamızın torpido gözünde temizlik yapıyor, gerekli güncellemeleri yapıyorsak aynı şekilde dostlarımızla, arkadaşlarımızla, çocuklarımızla zaman içerisinde bozulan, dağılan ve hayatı çekilmez hale getiren sorunları çözmek için bir düzenlemeye, bir güncellemeye ihtiyaç vardır.
Niyetimizi diri ve duru tutarak, sorunlar çıkarmadan, iş işten geçmeden niyetimizin takipçisi olarak hayatımızı inşa etmek durumundayız.
Kalbimiz teklemeden kardiyoloğa görünmek, dişlerimiz çürümeden fırçalama işlemini yapmak, sorunlar girift hale gelmeden önlemini almak ne kadar bir gereklilik ise sahih bir niyetle yola çıkmak, mutlu ve anlamlı bir hayatı inşa etmek için sağlıklı ve olumlu bir iletişime ihtiyaç vardır. Bu iletişim, bir ilişki bilinci içinde olmalı ve sürekli hale getirilmelidir.
Çağımızın insanında gayesizlik ve hayatın anlamına dair bir ciddiyetsizlik de var. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Evet, çağımız insanında gayesizlik, idealsizlik ve iddiasızlık had safhada. Bu, sorumluluklarımızı arttırmaktadır. Bu sorunu çözmek için onlara ulaşmak, kırmadan-dökmeden onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve bilgi birikimimizi onlarla paylaşmak durumundayız.
İçinde yaşadığımız toplumun anlam-değer dünyasını kavramak için kadim medeniyetimizin temel değerlerini, kodlarını bilmek, solumak ve bu doğrultuda bir hayat inşa etmek gerekmektedir. Akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim’i esas alan bir perspektifle zarafet sahibi âlimleri, arifleri ve hikmet ehli bilginleri yetiştiren toplumlar, geleceğe dair planları, programları ve projeksiyonları olan toplumlardır. Böyle bir toplumun inşası için gayret göstermek durumundayız.
Aliya İzzetbegoviç, “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.” diyerek insanlığın önüne gerçek hayatı yaşama kılavuzunu ortaya koymuştur. Bu kılavuz çerçevesinde hayatımızı inşa ederken birbirleriyle kopmaz bağlarla bağlı iki parametreye dikkat çekmiştir. Bu iki parametre, iman ve salih amel şeklindedir. Dolayısıyla sahih ve temiz bir aklın ürettiği bilgi/ilim ile elde edilen iman ve salih amel, hayata anlam veren ve değer katan ikilinin birlikteliğidir. Selim bir akıl ve kalp gözü açık bir basiretle hayatı inşa etmek, hayatı anlamlı kılar.
Ahlâki erdemleri kuşanmadan bir davet dili inşa etmemiz mümkün değildir. Davet ancak hasbi insanların omuzlayabilecekleri bir vazifedir. Hesabi değil hasbi olmak, insanların kendilerine değil davranışlarına karşı duruş sergilemek, gerçekçi aklı kalbin yörüngesinden koparmadan kullanmak, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanı Esma-i Hüsna (En güzel isimler) ile irtibatlandırarak bir hayatı inşa emek durumundayız. Müslüman olmamız bunu gerektirir.
Her insanın nefsi ve ruhu var. Her asırda olduğu gibi bu asırda da kültürler, eğitimler, eğilimler, donanımlar çok farklı… Günümüz insanında bu bilginin ve tespitin varlığı bizlere ne tür bir hakikat alanı, düşünce ve davranış alanı açıyor? Güncel farkındalık açısından, insan denen canlıya nasıl bakmalıyız? Doğru bakanlar nasıl bakmış? İnsan yetişir mi, yetiştirir mi?
Bu durum bizlere büyük sorumluluklar yüklüyor. Günümüz dünyasında en büyük sorun kanaatimce dil ve iletişim sorunudur. Muhataplarımızla hikmet, irfan ve tasavvura dayalı bir dil ve pozitif bir iletişim kurmak durumundayız. Allah insanı iyiye, doğruya, güzele ve erdeme yöneltmek için kalbine bir öz, bir cevher yerleştirmiştir. Bu cevher bozulursa fıtrat/yapı bozulur. Zira bu cevher varoluşumuzun özünü, esasını teşkil eder. Mehmet Akif, “İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür! İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” diyerek imanın, aşkın ve muhabbetin ikamet ettiği yer olan yüreğimize sahip çıkmamız gerektiğini şiirsel olarak ifade etmektedir.
Fıtratımıza iyi bakmamız, kirletilmesine izin vermememiz gerekir. Zira kirletilen fıtrat, içkin (özümsenen) ahlâkın, muhabbetin ve erdemin tüketilmesi demektir. Erdemli duruş, ahlâki davranış dışarıda değil; içeride, yüreğin derinliklerinde aranmalıdır.
İçinde yaşadığımız bu haz ve hız çağında neslimizin ıslahı, içinde yaşadığımız arzın imarı, varlık dünyasının ihyası ve geleceğimizin inşası bizim sorumluluğumuzdadır.
Bu sorumluluk bize mikro evren, zübde-i âlem (Âlemin özü, özeti) ve eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu ve en değerlisi) olan insanı bu çirkef, bunalımlı ve buhranlı ortamdan sahil-i selamete kavuşturmak için yapmamız gerekenleri hatırlatmaktadır.
Gönül dili muhatabımızın kalbine, ruhuna, zihin dünyasına dokunmaktır. Bu dokunuşta da orta yolu takip etmenin hayatî derecede önemli olduğu açıktır.
Gönül dili ve mütebessim bir yüz ifadesiyle hikmete dayalı söylenecek olumlu bir mesajın aşamayacağı psikolojik bariyer yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır.” diyerek tebessümün önemini ortaya koymaktadır.
Sadi Şirazi; “İnsan ruhunu iki şey karartır: Susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak.” diyerek ölçüyü koymuştur.
Hepimizin görev ve sorumlulukları vardır. Günümüz dünyasında yanlış yapanların yanlışlıklarını, hatalarını kırmadan dökmeden söylememiz; susmamız gereken yerde de konuşmamamız, dinlememiz hikmetin ve olumlu davranışın gereğidir. Zira hakikati söylemediğimiz zaman kötü niyetli, hırslarının esiri ve benmerkezci insanlar, toplumu yanlış bilgilendirerek fitneye, toplumsal kaosa sebep olabilirler.
Doğru bakanlar istikamet üzere, hikmete, irfana ve tasavvura dayalı olarak bakmışlardır. Bu bakış açısı, insanların fıtratına en uygun yaklaşım tarzıdır.
Âlemin özü demek olan insan ilim ve irfan esas alınarak yetiştirilir.
Hikmet ihtiyacı, insanın vazgeçilmezi… Günümüzde hikmet sahibi olmanın önündeki engeller sizce nelerdir? En elzem olanı önce bilmekten hareketle neler yapılabilir?
Günümüzde hikmet sahibi olmanın önündeki engeller; cehalet, basit ve parçacı yaklaşım, sahip olduğu bir kısım bilgi kırıntılarının hikmetten yoksun olması ve kibirli olma hali şeklinde değerlendirilebilir. Oysa olayları ve olguları değerlendirirken bir değişkenli fonksiyonlarla değil, çok değişkenli fonksiyonlarla yaklaşmak; dar açılı bir yaklaşımla değil, evrensel-küresel, 360 derecelik bir yaklaşımla olayların ve olguların arka planı üzerinde tefekkür, tezekkür ve taakkul ederek bütünsel yaklaşımla değerlendirmek gerekmektedir.
Bir değişkenli fonksiyonlarla yaklaşım (parçacı yaklaşım, kısmi yaklaşım) hakikati böler, parçalar. Maksat bütünü görebilmek, hakikati yakalamak. Bu sebeple bütünsel yaklaşım bizi hakikate yaklaştırırken parçacı yaklaşım bizi hakikatten uzaklaştırır.
Bütünsel yaklaşım hayatımızı anlamlandırdığı gibi olayların ve olguların arka planını, çevremizi, dünyayı ve evreni idrak etmeye, anlamaya ve her şeyden önce kendimizi tanımaya götürür. Zira “Kendini bilen Rabbini bilir.” der bilge kişi. Bu çok anlamlı ve iddialı bir sözdür.
Parçacı yaklaşımla değil, bütünsel yaklaşım metodolojisiyle insanın kendisini bilmesi demek fizyolojik, biyolojik, anatomik, psikolojik, sosyolojik ve benzeri tüm fonksiyonları ilmî manada bilmesi; bu ilim dallarının arka planını, hikmet yönünü anlaması, bu alanların birbirleriyle olan ilişkilerine vakıf olması demektir. Bu ilim dallarını bilmek, aralarındaki ilişkileri kavlî ve kevnî ayetlerin manzumesi çerçevesinde anlamak ve aralarındaki o muazzam nizamı ve ahengi idrak etmek ne büyük bir lütuf! Bu bilimlere vakıf olan kişi hem haddini hem kendini hem de Rabbini bilir.
Peki neler yapılabilir? Yapacak çok şey var. Öncelikle kendimizden başlayarak yakınlarımızla, arkadaşlarımızla, komşularımızla bir gönül bağı kurmalıyız. Her türlü kibirden sakınarak ve tevazuyu kuşanarak, “ben” duygusundan arınarak, “biz” bilincine sığınarak yola revan olmalıyız.
Zira “biz” bilinci birlikte olmayı, birlikte iş yapmayı, iş birliği, güç birliği yapmayı sağlar. Yetenekleri, potansiyelleri, becerileri farklı olan bireyler, bir araya gelip birliktelik sağlayınca müthiş bir potansiyel ortaya çıkar. Üç tane 1, ayrı ayrı “ben” derse, toplamda üç olurken, bu üç tane 1 sırt sırta verip “biz” deyince 111 hükmünde bir güç haline gelir. “Biz” bilinci böyle bir güç devşirir. Bu güç, hayırda ve toplumsal yararda kullanıldığı zaman, toplumda müthiş bir sinerji ortaya çıkar.
Toplumsal barışı zehirleyen, ruhumuzu örseleyen “ben” zindanından kurtularak tevazu kanatlarımızı açıp doğruluk, güzellik ve iyilik üzerine yeni bir dünya inşa ederek “biz” cennetine hicret edelim. Bu hicret, yepyeni bir hayatın muştusudur.
Hayatı anlamlı kılmanın, meşru dairede hayatı dolu dolu yaşamanın, hayattan zevk almanın, tat almanın yegâne yolu, “biz” diyerek adım atmaktan geçer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir