Okuma ve yazma ile “duygusal okuryazarlık” kavramlarının farklı ama birbirini tamamlayan kavramlar olduğu anlaşılıyor. Duygusal okuryazarlık kavramını açar mısınız? Niçin önemlidir?
Günümüz eğitim anlayışı bireyin akademik başarısının yanı sıra psikososyal gelişimine de destek vermeye çabalamaktadır. Bu çabaya katkı sağlaması açısından duygusal okuryazarlık kavramını yakından tanımak gerekir. Öncelikle okuryazarlık, “okuma ve yazma” gibi yalnızca belirli dönemlerde bireye öğretilmesi gereken bilişsel öğretileri içermez. Yaşam boyu devam edecek bir öğrenme ve gelişim sürecini vurgulayan okuryazarlık, duygular ile bütünleştiğinde sağlıklı iletişime rehber olur.
Duygusal okuryazarlık; 80’li yıllardan itibaren akademik metinlerde yer almaya başlamıştır. Anlam itibariyle, bireyin kendisi ve diğerleriyle ilişkisinde duyguları tanıma, anlama, ifade etme, yönetme hatta düzenleme gibi geniş özellikleri vurgulamakta ve her türlü iletişimde duyguları kullanabilme becerisini ifade etmektedir.
Böylelikle duyguları tanıyabilme, etkili iletişim kurabilme ve sosyal ilişkileri geliştirebilmenin sürekliliğine önem veren ve içinde empati, motivasyon, öz farkındalık, öz düzenleme ve sosyal beceri alanlarını barındıran duygusal okuryazarlık, kendimizle ve çevremizle ilişkilerimizi geliştirebilmesi açısından değerlidir ve yaşamın her alanına aktarılmalıdır.
Bu konuda “ben” ve “biz” dili bir yol ayrımı ve farkındalık alanı mıdır?
Elbette. Duygularımızı tanımak, düzenlemek veya yönetebilmek, iletişim dilimize yön vererek sağlıklı farkındalıklar edinmemizi, ilişkiler kurmamızı sağlar. Araştırmalar gösteriyor ki duygularını tanıyan ve onları açıkça ifade edilebilen bireyler, günlük yaşamdaki iletişim sorunlarının önüne geçebiliyor ve onların üstesinden daha kolay gelebiliyorlar.
Örnek vermek isterim: Empatik becerilerin gelişimi için iletişimde olumlu duygularımızı öne çıkarabilmeliyiz. Çocuğunuz her zaman aynı çalışma motivasyonunda olmayabilir. Öncelikle bu durumun farkında olmak gerekir. Çocuğunuzun sınavları kötüye gittiğinde, öfkeyle “Hiç ders çalışmıyorsun, sınıfta kalacaksın.” dediğimizde, suçlayıcı bir dil kullanmış olur ve onun savunmaya geçmesine sebep oluruz. Bunun yerine “Başarına engel olan konu hakkında sana yardımcı olmak istiyorum. Senin için endişeleniyorum.” diyebilirsek; çocuğunuz davranışının farkına varır, başkasında bıraktığı etkiyi biz bilinci içinde hissederek sorumluluk alma ihtiyacı duyar.
Böylelikle, iletişimde hem duygularımıza yer vermek hem de diğerlerinin duygularını okumaya özen göstermek, duygusal okuryazarlığın “ben ve biz dili”ne katkısını ifade eder.
Günlük hayatta duygularımızı ne kadar tanıyor ve ifade edebiliyoruz? Duyguları başkalarıyla ilişkilerimizde nasıl kullanıyoruz? Zorlukların üstesinden gelmede duygusal becerileri kullanabiliyor muyuz?
Aslında tüm soruların cevabını kendimize sorarak başlayabiliriz. Her birimiz toplumun minik parçalarıyız ve iletişim kurmayı da birbirimizden öğreniyoruz. Etkin dinleme üzerinden bir örnek vereyim. Çoğu insan dinlemeyi pasif bir eylem sanıyor ve karşısındakinin hislerini anlamak için dinlemiyor. Yalnızca söz sırasının kendisine geçmesini bekliyor desem bana katılır mısınız? Peki durum böyle olduğunda, birbirimizi hiç duymadan nasıl iletişim kuracağız?
Etkin dinleme; yalnızca konuşanla göz temasını sürdürmek değil; beden duruşumuz, jest ve mimiklerimiz, dinlediğimizi belirten baş hareketlerimiz ile gerçek anlamda orada, “o anda” olduğumuzu hissettirebilmek, Doğan Cüceloğlu’nun deyimiyle can kulağımızı verebilmektir.
Bu noktada duygularımızı tanıyabilmek, bir anlamda diğerlerinin duygularına ne kadar hassas yaklaştığımız ile ilişkilidir. Dinleyebildiğimiz ölçüde hislerimizi fark eder, tanır, duygularımızı açmaya, iletişimde kalmaya gönüllü olur ve karşılıklı duygu alışverişiyle sorunlarımızın üstesinden “biz duyarlılığı” içinde gelebiliriz.
Duygusal gelişim bağlamında ergenlerde duygusal okuryazarlık, aile içi iletişim ve akran grupları arasındaki ilişkilerden nasıl etkilenmektedir?
Ergenlik döneminin en yakın sosyal çevresi akran grupları olarak bilinse de sosyokültürel açıdan Türkiye özelinde düşündüğümüzde aileler, ergenlik dönemine yakından şahit olan bir diğer gruptur. Maalesef ebeveynin, ergenliğin ani duygusal değişimleri ve artan duygu yoğunluğu içerisinde çocuklarıyla nasıl iletişim kurmaları gerektiği konusunda oldukça kaygılı olduklarını gözlemlemekteyim. Oysa ergenlik dönemi doğru yönetildiğinde çok da zor bir süreç değildir. Çünkü ergenler, yalnız kalma ve bağımsızlık isteklerini bu dönemde sıkça vurgulasa da vaktiyle aynı yolda yürümüş yetişkinlerinin onay ve desteğine daima ihtiyaç duyarlar. Yani aslında sizinle sağlıklı iletişim kurmaya can atarlar.
Bu noktada ailelere düşen, evlatlarının ihtiyaçlarını dikkatle dinlemek, bazı isteklerinin neden uygun olmadığını sebepleriyle açıklayabilmek, birlikte karar alabilmektir. Yine ergenlerin hissettiklerini anlayışla karşılamak ve bir zamanlar benzer hisleri yaşadığına dair kendi duygularını paylaşarak onlara koşulsuz sevgi verebilmektir. Böylelikle ergenler, duygusal ifade imkânı bulur, hislerini paylaşmaktan çekinmez. Kendilerini tanıdıkça, akranlarının da duygularını daha doğru okuyabilir ve daha gerçekçi duygu farkındalığına erişerek sağlıklı yetişkin olmaya adım atabilirler.
Ergenler için akranlar; yaş itibariyle ortak deneyim ve değişimlerin paylaşıldığı özel bir gruptur. Bu grupta kurulan duygusal yakınlık, ergenlerin sırlarını paylaşma ve samimi duygusal destek alma konusunda akranlarına güven ve bağlılık hissetmelerini sağlar. Duygusal anlamda kendini daha iyi tanıyan, ifade eden, iş birliğine açık, zorluklarla baş edebilen, daha uyumlu bireyler olabilirler. Buna karşın akranlarınca reddedilen ergenler, onlar tarafından çok sevilmedikleri için, maruz kaldıkları duygusal şiddet nedeniyle daha öfkeli veya çekingen, duygularını kontrol etmekte zorlanan, empati kuramayan, riskli davranışlarda bulunan bireyler haline gelebilirler.
Kısaca aile ve akran niteliği; bireyin kişiliği, duygusal ve sosyal gelişimi açısından destekleyici veya engelleyici olabildiğinden, veliler ve öğrenciler için okullarda duygusal okuryazarlık seminerlerinin başlatılması yetkililere önerimdir.