Ektiğimizi Biçiyoruz: İdealsiz Nesiller / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

İnsanlar her devirde, içinde bulundukları zamanı eski günlerle kıyaslayıp memnuniyetsizliklerini dile getirmektedirler. Bugünle geçmiş kıyaslandığında geçmişin daha güzel olduğu, ahlaki değerlere daha çok önem verildiği; günümüzde ise büyük bir bozulma ve yozlaşmanın yaşandığı, gençliğin kötüye gittiği söylenmektedir. Tüm bu düşünceler ve sözler doğrudur ancak bundan 200 yıl öncesine de gitsek bunları duyarız, 2000 yıl öncesine gitsek de… Nitekim M.Ö 384-322 yılları arasında yaşamış olan ünlü filozof Aristoteles’in söylediği rivayet edilen sözlere baktığımızda da aynı serzenişi görebiliyoruz: “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Anne-babalarına karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.”
Aynı şekilde M.Ö. 800 yılında Heseiod’a ait olduğu rivayet edilen sözde de, “Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.” ifadeleri geçmektedir. Çok uzun zaman önce söylendiği rivayet edilen bu sözler bize ne kadar da tanıdık geliyor, değil mi?
Anne ve babaların gündemini meşgul eden, mücadele ettikleri, çözüm bulamadıkları ve öfke patlamalarına neden olan, sonrasında pes edip bir kısır döngüye girdikleri bir mesele var. Gün geçtikçe yardım çığlıkları atan anne babaların sayılarının arttığına da şahit oluyoruz. “Biz her istediğini yapıyoruz, hiçbir şeyini eksik etmiyoruz. Ama çocuğumuz kıymet bilmiyor…” “Ne yaparsak yapalım bu çocuk düzelmiyor!.. Bize bir yol gösterin!” Burada problemi çocuklarda aramak gibi bir yanılgıya düştüğümüz için sadece çocuklar üzerinden giderek meseleyi halletmeye çalışıyoruz. Sonuçta ise bir arpa boyu yol alamıyoruz. Asıl problemi bulup buna odaklanmak ve bütüncül bir yaklaşımla çözmeye gayret etmek önemlidir. Bazı kilit noktalar vardır ki buralar çözüldüğünde koskoca problemlerin kendiliğinden hallolduğuna, çorap söküğü gibi devamının geldiğine de şahit oluyoruz. Peki burada asıl görmemiz gereken sorun nedir? Bu kilit noktalar nelerdir?
Kendi zamanında yokluk ve zorluk çekmiş olan anne baba, çocuğunun benzer sıkıntılar çekmeden büyümesini istemektedir. Anne ve baba, çocukken elde edemediklerini, içinde uhde kalanları ve çektikleri acıları düşünüp “Ben çektim, evladım çekmesin; ben yapamadım, evladım yapsın.” der ve çocuğunun her istediğini alır. Çocuğun elbisesi yırtılır, ebeveyn hemen yenisini alır. Çocuk kalemini sık sık kaybeder, hemen kalem alınır. “E almayıp da ne yapacağız!” diyor olabilirsiniz. Elbette çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak anne ve babanın görevidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Çocuk eşyalarının sorumluluğunu alabiliyor mu? Yoksa özensiz ve hor mu kullanıyor? Sık sık kaybediyor ve bundan dolayı üzülmüyor mu? Umursamaz mı davranıyor? “Nasıl olsa yenisini alıyorlar.” deyip göz göre göre defterinin tertemiz sayfalarını yırtıp çöpe atan, yere düşen kalemine tekme atıp koridorun ucuna savuran ve gidip almayan, ayakkabısını yere sürterek yürüyen ve yırtılmasını umursamayan öğrencileri gördükçe durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor. Emek harcamadan elde edilen hiçbir şey kıymetli değildir. Çocuklarımızın çabalamadan ulaştıkları ne kadar çok imkân olduğunu bir düşünelim. Her istedikleri önlerine gelen ve rahat yaşamaya alışan çocuklarımızın ve gençlerimizin amaçsız ve bomboş yaşadığını düşünüyorsak ve bu durumdan rahatsızsak öncelikle aynayı kendimize tutmalıyız. Neden her istediklerini yapıyoruz? İsteklerini gerçekleştirmediğimizde iyi bir anne baba olmayacağımızı mı düşünüyoruz yoksa? Aile, sevgi temelleri üzerine kurulan sıcak bir yuvadır. Anne babalık da maddiyatla ölçülebilecek bir mertebe değildir. Bu nedenle çocukların istekleri yapılmadığında anne ve baba yetersizlik duygusuna girmemelidir. Çocukların her istediklerini yaparak onların nefislerini büyütüyor ve doyumsuz insanlar haline gelmelerine neden oluyoruz. Yaşı küçükken istenilenler de küçük olur, ancak yaşla birlikte istekler de büyür ve baş edilemez bir hal alabilir. Ayrıca istek ve ihtiyaç kavramlarını da iyi ayırt edebilmeliyiz. Benim hiç mavi kalemim yoksa mavi kalem benim ihtiyacımdır. Ama dört tane mavi kalemim varsa ve beşincisini istiyorsam bu ihtiyaç değil, istektir. Çocuklarımız her şeyi ihtiyaç olarak algılayabilir, bunun ayrımına varamayabilir. Anne, baba ve eğitimciler olarak her şeyi olduğu gibi çocuklarımıza sabır ve şefkati elden bırakmadan bunu da öğretmekle mükellefiz.
Gençlerin bir hedeflerinin olmadığından yakınıyoruz. Hiçbir şey yapmak istemeyen, üşengeç, hayattan bezmiş gençler… Bunun da altında yatan faktörlerden en önemlisi, rahata alışmış olmaları, her istediklerinin önlerine sunuluyor olması… Karşılarına çıkan her zorlukta çocuğun mücadele etmesine fırsat vermeden onların yapmaları gerekeni yetişkinler olarak biz yapıyoruz. Düştüklerinde kendi başlarına kalkmadan biz kucaklayıp kaldırıyoruz. Üşümelerine, acıkmalarına fırsat vermeden yedirip giydiriyoruz. Çocukluğunda bu tür davranışlarla sosyal, bilişsel, fiziksel, duygusal gelişimi kısıtlanan çocuk, gençlik döneminin de vermiş olduğu karmaşa ile tamamen kendini bırakmakta ve hiçbir sorumluluğunu kendisi yapmayıp her şeyi ailesinden beklemektedir. Bir de buna sosyal medyanın olumsuz içerikleri eklenince dersine çalışmayan, odasını toparlamayan, bir hedefi olmayan, sürekli elinde telefonu ile odasına kapanan gençler karşımıza çıkmaktadır. Demek ki burada sorun çocuk ve gençlerde değil; onları amaçsız, mücadelesiz bırakan biz yetişkinlerin davranışlarında… Biz davranışlarımızı değiştirmeye gayret edersek çocuklarımızda da gözle görülür değişimler olacaktır. İşte bahsettiğimiz kilit noktası burasıdır. Eğer anne baba bazı yanlış düşünce ve davranışlarını değiştirirse ancak o zaman ilerleme kaydedilebilir. Yanlış düşüncelerin başında da hedef belirleme gelmektedir. Hedef belirlemenin nesi yanlış bir düşünce olabilir, açıklayalım. Her ebeveyn çocuğunun iyi bir meslek sahibi olmasını, iyi bir kazancının ve güzel bir hayatının olmasını ister. Bu amaçla da çocuğunun okuması için büyük özen gösterir, kurslara gönderir. Ödevlerine yardım eder, sınavlarına çalıştırır. Üniversite sınavlarına hazırlanıyorsa o sene eve misafir kabul edilmez. Gençlerde de bu durum şöyle bir yanılgıya sebep olur: “İş sahibi olup da kendi paramı kazanınca tüm sıkıntılarım bitecek, dünyanın en mutlu insanı ben olacağım.” Ancak mesleğini icra etmeye başlayınca görecek ki hiçbir şey tam değil, daha yolun çok başında ve tırmanması gereken çok basamak var. Hâlbuki çevresi ona son basamağın meslek sahibi olmak olduğunu aşılamıştı. Tek amaç olarak bunu zirveye koymuşlardı. Amacına ulaşan kişi büyük bir boşluk içine düşecek! Sonrasında yeni hedeflere ve arayışlara yönelecek. Bu sefer hedef ev almak, araba almak, yaşlanınca rahat etmek gibi yine dünyalık maddi uğraşlar olmaktadır. Anne, baba ve eğitimcilerin daha küçük yaştan itibaren sağlam manevi hedefler koymaları için çocuklara rehberlik etmesi gerekir. Manevi olarak doyurulamayan ruhlar geçici heveslerin peşinde acı çekmektedir ve ne yazık ki bu acıyı neden çektiğini kendisi de çevresindekiler de görememektedir. Geçici olduğunu bildiğimiz bu dünya makamı için bu kadar emek harcayıp da sonsuz cennet hayatını kazanmak için nefsimizi dize getirememek, bunun için çabalamamak ne acı!
Ahirete hazırlanmayı, dünyadan el etek çekip çalışmadan ibadet etmek zannedenler büyük bir aldanış içindedirler. Biz hem kendimiz hem de çocuklarımız için koyduğumuz manevi hedeflere ulaşabilmek için bu dünya nimetlerini araç olarak kullanabilmeliyiz. Meslek, mal mülk, para, ev, araba… Aklımıza gelen dünyalık diye düşündüğümüz ne varsa hepsini Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanma yolunda kullanabiliriz. Müslüman fakir olur algısını kırıp güçlü ve insanlara iyilikler yapan Müslümanlar olmalıyız. Çocuklarımıza ve gençlerimize de Allah’ın rızasını kazanmayı, O’nun hoşnut olacağı bir kul olma yolunda gayret sarf etmeyi hedef olarak benimsetirsek bu yolda yaptığı her şey daha da anlam kazanacaktır. Dersler, okul, üniversite, iş hayatı Allah’a ulaşmak için tırmanılması gereken basamaklar olacaktır. Elbette bunu çocuklarımıza kazandırabilmek için öncelikle bizim manevi hedeflerimizi gözden geçirmemiz ve bunları içselleştirmemiz gerekir.
İnsanın eğitimi yavaş yavaş olan; temellerinde sevgi, şefkat, merhamet, sabır gibi erdemlerin bulunmasını zorunlu kılan bir süreçtir. Çocuklar sevgi ile öğrenir. Zorla, kızarak, bağırarak hiçbir şey kazandıramayız onlara. Sadece kalplerine nefret tohumları ekmiş oluruz. Çocuklarımızdan sevgiyi esirgemeyelim. Zor olan ebeveynliği kendi davranışlarımızla daha da zorlaştırmayalım. Anne baba olmanın lezzetini başka nerede bulabilir insan? Bu lezzeti hem kendimiz hem de çocuklarımız için zehre çevirmeyelim. Büyük amaçları ve manevi idealleri olan sevgi dolu, merhametli ve adaletli evlatlar yetiştirmek için gayret gösterelim ve Allah’a çokça dua edelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.